Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 10. Söz
Evet, âlem-i gaybin bir nev'i olan âlem-i ervah; ayn-i hayat ve madde-i hayat ve hayatin cevherleri ve zatlari olan ervah ile dolu olmasi, elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybin bir diger nev'i de ve ikinci kismi dahi cilve-i hayata mazhariyyeti ister ve istilzam eder. Hem, bir sey'in vücûd-u ilmîsindeki intizâm-i ekmel ve mânidar vaziyetleri ve canli meyveleri, tavirlari, bir nevi hayat-i mâneviyyeye mazhariyyetini gösterir. Evet, hayat-i ezeliyye günesinin ziyâsi olan, bu gibi cilve-i hayat, elbette yalniz bu âlem-i sehadete ve bu zaman-i hâzira ve bu vücûd-u hâricîye münhasir olamaz. Belki, herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanin cilvesine mazhardir ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayatdar ve ziyâdardir. Yoksa, nazar-i dalâletin gördügü gibi, muvakkat ve zahirî bir hayat altinda herbir âlem büyük ve müthis birer cenâze ve karanlikli birer virâne âlem olacakti.
Iste, Kadere ve Kazâya îman rüknünün dahi genis bir vechi de sirr-i hayatla anlasiliyor; ve sâbit oluyor. Yâni, nasilki âlem-i sehadet ve mevcut hâzir esya, intizâmlariyle ve neticeleriyle hayatdarliklari görünüyor. Öyle de, âlem-i gaybdan sayilan geçmis ve gelecek mahlûkatin dahi, mânen hayatdar bir vücûd-u mânevîleri ve ruhlu birer sübût-u ilmîleri vardir ki: Levh-i Kaza ve Kader vasitasiyle o mânevî hayatin eseri, mukadderat namiyle görünür, tezâhür eder...
* * *
sh:» (S: 117)
Zeylin Üçüncü parçasi
Hasir münasebetiyle bir sual: Kur'anda mükerreren:
اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً hem وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ fermanlari gösteriyor ki: Hasr-i Â'zam bir anda, zamansiz vücuda geliyor. Dar akil ise, bu hadsiz derece hârika ve emsalsiz olan mes'eleyi iz'ân ile kabûl etmesine medâr olacak meshud bir misâl ister.
ELCEVAP: Hasirde, ruhlarin cesedlere gelmesi var. Hem cesedlerin ihyasi var. Hem cesedlerin insasi var.«Üç mes'ele» dir.
BIRINCI MES'ELE: Ruhlarin cesedlerine gelmesine misâl ise: Gâyet muntâzam bir ordunun efradi, istirahat için her tarafa dagilmis iken, yüksek sadâli bir boru sesiyle toplanmalaridir. Evet, Isrâfil'in borusu olan SUR'u, ordunun borazanindan geri olmadigi gibi, ebedler tarafinda ve zerreler âleminde iken Ezel cânibinden gelen اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ hitâbini isiten ve قَالُوا بَلَى ile cevab veren ervahlar, elbette ordunun neferatindan binler derece daha müsahhar ve muntâzam ve mutîdirler. Hem degil yalniz ruhlar, belki bütün zerreler dahi, bir ordu-yu Sübhânî ve emirber neferleri oldugunu kat'î bürhânlarla Otuzuncu Söz isbat etmis.
IKINCI MES'ELE: Cesedlerin ihyasi misâli ise: Çok büyük bir sehirde, senlik bir gecede, birtek merkezden, yüzbin elektrik lâmbalari, âdeta zamansiz bir anda canlanmalari ve isiklanmalari gibi, bütün Küre-i Arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara nur vermek mümkündür. Mâdem Cenâb-i Hakkin elektrik gibi bir mahlûku ve bir misâfirhanesinde bir hizmetkâri ve bir mumdari, Hâlikindan aldigi terbiye ve intizâm dersiyle bu keyfiyyete mazhar oluyor. Elbette elektrik gibi binler nuranî hizmetkârlarinin temsil ettikleri, hikmet-i Ilâhiyyenin muntâzam kanunlari dairesinde Hasr-i A'zam tarfetül-ayn'da vücûda gelebilir.
ÜÇÜNCÜ MES'ELE, KI : Ecsâdin def'aten insasinin misâli ise;
sh:» (S: 118)
bahar mevsiminde birkaç gün zarfinda nev-i beserin umumundan bin derece ziyade olan umum agaçlarin bütün yapraklari, evvelki baharin ayni gibi birden mükemmel bir sûrette insalari ve yine umum agaçlarin umum çiçekleri ve meyveleri ve yapraklari, geçmis baharin mahsulâti gibi, berk gibi bir sür'atle îcadlari; hem o baharin mebde'leri olan hadsiz tohumcuklarin, çekirdeklerin, köklerin, birden beraber intibahlari ve inkisaflari ve ihyâlari; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran emvat gibi bütün agaçlarin cenazeleri bir emir ile def'aten «Ba'sü Ba'del Mevt» e mazhariyetleri ve nesirleri; hem küçücük hayvan tâifelerinin hadsiz efradlarinin gâyet derecede san'atli bir Sûrette ihyâlari; hem, bilhassa sinekler kabîlelerinin hasirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadini temizlemekle bize abdesti ve nezâfeti ihtar eden ve yüzümüzü oksayan gözümüz önündeki kabîlenin bir senede nesrolan efrâdi, benî-âdemin Âdem zamanindan beri gelen umum efradindan fazla oldugu halde, her baharda sâir kabîleler ile beraber birkaç gün zarfinda insalari ve ihyâlari, hasirleri; elbette Kiyâmette ecsad-i insâniyenin insasina bir misâl degil, belki binler misâldirler.
Evet dünya dârül-hikmet ve âhiret dârül-kudret oldugundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasiyla, dünyada îcad-i esya bir derece tedricî ve zaman ile olmasi; Hikmet-i Rabbâniyyenin muktezasi olmus. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezâhürleri için maddeye ve müddete ve zamânâ ve beklemeye ihtiyaç birakmadan birden esya insa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapilan isler, âhirette bir anda, ve bir lemhada insasina isareten Kur'an-i Mu'cizül-Beyân وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ferman eder. Eger hasrin gelmesini, gelecek baharin gelmesi gibi, kat'î bir sûrette anlamak istersen; hasre dair Onuncu Söz ile Yirmidokuzuncu Söze dikkat ile bak, gör. Eger baharin gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmagini gözüme sok...
DöRDÜNCÜ MES'ELE olan mevt-i dünya ve kiyâmet kopmasi ise: Bir anda bir seyyâre veya bir kuyruklu yildizin emr-i Rabbânî ile Küremize, misafirhânemize çarpmasi; bu hânemizi harab edebilir. On senede yapilan bir sarayin, bir dakikada harab olmasi gibi...
***
sh:» (S: 119)
Zeylin Dördüncü parçasi
قَالَ مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِ اَنْشَاَهَآ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
Yâni, insan der: «Çürümüs kemikleri kim diriltecek?» Sen, de: «Kim, onlari bidayeten insa edip hayat vermis ise o diriltecek.»
Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin Üçüncü temsilinde tasvir edildigi gibi; bir zat göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teskil ettigi halde, biri dese: «Su zat, efradi istirahat için dagilmis olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizâmi altina getirebilir.» Sen ey insan, desen «Inanmam.» Ne kadar divânece bir inkâr oldugunu bilirsin. Aynen onun gibi; hiçlikten, yeniden ordu-misâl bütün hayvânat ve sâir zîhayatin, tabur-misâl cesedlerini kemâl-i intizâmla ve mîzan-i hikmetle o bedenlerin zerratini ve letâifini emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile kaydedip yerlestiren ve her karnda, hattâ her baharda ruy-i zeminde yüz binler ordu-misâl zevil-hayatin envâlarini ve tâifelerini îcad eden bir Zât-i Kadîr-i Alîm, tabur-misâl bir cesedin nizâmi altina girmekle birbiriyle tanisan zerrat-i esâsiyye ve eczâ-i asliyyeyi bir sayha ile Sûr-u Isrâfilin borusuyla nasil toplayabilir? Istib'âd sûretinde denilir mi? Denilse, eblehcesine bir divâneliktir.
Hem, Kur'an kâh oluyor ki; Cenâb-i Hakkin âhirette hârika ef'allerini kalbe kabûl ettirmek için, ihzâriye hükmünde ve zihni tasdike müheyya etmek için, bir i'dâdiye sûretinde, dünyadaki acâip ef'âlini zikreder. Veyahut, istikbalî ve uhrevî olan ef'âl-i acîbe-i
sh:» (S: 120)
Ilâhiyyeyi öyle bir sûrette zikreder ki, meshudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatimiz gelir. Meselâ:
اَوَلَمْ يَرَالاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ
tâ, Sûrerin âhirine kadar... Iste su bahiste Hasir mes'elesinde Kur'an-i Hakîm hasri isbat için yedi-sekiz Sûrette, muhtelif bir tarzda isbat ediyor.
Evvelâ: Nes'e-i Ulâyi nazara verir. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan, tâ hilkat-i insâniyyeye kadar olan nes'etinizi görüyorsunuz... Nasil oluyor ki: «Nes'e-i Uhra» yi inkâr ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki dâva ehvenidir. Hem, Cenâb-i Hak, insana karsi ettigi ihsânat-i ezîmeyi:
اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle isaret edip der: Size böyle ni'met eden bir zât, sizi basibos birakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasiniz. Hem remzen der: Ölmüs agaçlarin dirilip yesillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasini kiyas edemeyip istib'âd ediyorsunuz. Hem, Semâvat ve Arzi halkeden, Semâvat ve Arzin meyvesi olan insanin hayat ve mematindan âciz kalir mi? Koca agaci idare eden, o agacin meyvesne ehemmiyet vermeyip baskasina mal eder mi? Bütün agacin neticesini terketmekle, bütün eczasiyla hikmetle yogrulmus hilkat neticesini terketmekle, bütün eczasiyla hikmetle yogrulmus hilkat seceresini abes ve beyhûde yapar mi zannedersiniz? Der: Hasirde sizi ihya edecek Zât, öyle bir Zâttir ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir. Emr-i كُنْ فَيَكُونَ e karsi kemâl-i inkiyad ile serfürû eder. Bir bahari halketmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvanati îcad etmek, bir sinek îcadi kadar kudretine kolay gelir bir Zâttir. Öyle bir Zâta karsi: مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ deyip kudretine karsi ta'ciz ile meydan okunmaz!
Sonra, فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ tâbiriyle; hersey'in
sh:» (S: 121)
dizgini elinde, hersey'in anahtari yaninda, gece ve gündüzü, kis ve yazi bir kitap sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti iki menzil gibi; bunu yapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir. Mâdem böyledir, bütün delâilin neticesi olarak: وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yâni; kabirden sizi ihyâ edip, hasre getirip huzur-u kibriyâsinda hesabinizi görecektir.
Iste su âyetler, hasrin kabûlüne zihni müheyya etti. Kalbi de hâzir etti. Çünki: Nezâirini dünyevî ef'âl ile de gösterdi. Hem, kâh oluyor ki: Ef'âl-i uhreviyyesini öyle bir tarzda zikreder ki: Dünyevî nezâirlerini ihsas etsin. Tâ istib'âd ve inkâra meydan kalmasin, meselâ: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ilâahir.. ve اِذَا السَّمَآءُ انْفَطَرَتْ ilâahir.. ve اِذَا السَّمآءُ انْشَقَّتْ
Iste su sûrelerde, kiyâmet ve hasirdeki inkilâbât-i azîmeyi ve tasarrufat-i Rubûbiyyeti öyle bir tarzda zikreder ki; insan onlarin nazirelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördügü için, kalbe dehset verip akla sigmayan on inkilâbati kolayca kabûl eder. Su üç sûrenin meâl-i icmâlîsine isaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak gösterecegiz. Meselâ:
اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ kelimesiyle ifade eder ki: Hasirde herkesin bütün a'mâli bir sahife içinde yazili olarak nesrediliyor. Su mes'ele kendi kendine çok acîb oldugundan akil ona yol bulamaz. Fakat, sûrenin isaret ettigi gibi hasr-i baharîde baska noktalarin naziresi oldugu gibi, su nesr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünki: Her meyvedâr agaç, ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esmâ-i Ilâhiyyeyi ne sekilde göstererek tesbihat etmis ise ubûdiyyetleri var. Iste onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlariyle beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarinda yazilip baska bir baharda, baska bir zeminde çikar. Gösterdigi sekil ve Sûret lisaniyle gâyet fasih bir Sûrette analarinin ve asillarinin a'mâlini zikrettigi gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a'mâline nesr-
sh:» (S: 122)
eder. Iste gözümüzün önünde bu Hakîmâne, Hafîzâne, Müdebbirâne, Mürebbiyâne, Lâtifâne su isi yapan Odur ki, der: اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْBaska noktalari buna kiyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardim için bunu da söyliyecegiz. Iste: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Su kelâm, tekvir lâfziyle, yâni, sarmak ve toplamak mânâsiyle parlak bir temsile isaret ettigi gibi, nazirini dahi îma eder.
Birinci: Evet, Cenâb-i Hak tarafindan adem ve esîr ve Semâ perdelerini açip, Günes gibi dünyayi isiklandiran pirlanta-misâl bir lâmbayi, hazine-i rahmetinden çikarip dünyaya gösterdi. Dünya kapandiktan sonra o pirlantayi perdelerine sarip kaldiracak.
Ikinci: Veya ziya metâini nesretmek ve zeminin kafasina ziyayi zulmetle münâvebeten sarmakla muvazzaf bir memur oldugunu ve her aksam o memura metâini dahi toplattirip gizlendigi gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alisverisini az yapar. Kâh olur; Ay onun yüzüne karsi perde olur; muamelesini bir derece çeker. Metâini ve muamelât defterlerin topladigi gibi elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hattâ hiç bir sebeb-i azl bulunmazsa, simdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmus yüzündeki iki leke büyümekle, günes, yerin basina izn-i ilâhî ile sardigi ziyayi, emr-i Rabbânî ile geriye alip, günesin basina sarip «Haydi yerde isin kalmadi der, cehenneme git, sana ibâdet edip senin gibi bir memur-u Mûsahhari sadakatsizlikle tahkir edenleri yak» der اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ fermaninin lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.
* * *
sh:» (S: 123)
Zeylin Besinci parçasi
Evet, Nass-i Hadîs ile nev-i beserin en mümtaz sahsiyetleri olan yüz yirmidört bin Enbiyanin icmâ ve tevâtür ile, kismen suhuda ve kismen hakkel-yakîne istinaden, müttefikan âhiretin vücudundan ve insanlarin oraya sevk edileceginden ve bu kâinat Hâlikinin kat'î vaad ettigi âhireti getireceginden haber verdikleri gibi; ve onlarin verdikleri haberi kesif ve suhud ile ilmel-yakîn Sûretinde tasdik eden yüz yirmidört milyon Evliyânin o âhiretin vücuduna sehadetleriyle ve bu kâinatin Sâni-i Hakîminin bütün esmâsi bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekayi bilbedâhe iktiza ettiklerinden yine âhiretin vücudan delâletiyle; ve her sene Baharda Ruy-i Zeminde ayakta duran had ve hesaba gelmez ölmüs agaçlarin cenazelerini emr-i كُنْ فَيَكُونَ ile ihya edip بَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ e mazhar eden ve hasir ve nesrin yüz binler nümunesi olarak nebâtat taifelerinden ve hayvanat milletlerinden üçyüz bin nev'leri hasir ve nesir eden hadsiz bir Kudret-i Ezeliyye ve hesapsiz ve israfsiz bir Hikmet-i Ebediyye ve rizka muhtaç bütün zîruhlari kemâl-i sefkatle gâyet hârika bir tarzda iâse ettiren ve her baharda az bir zamanda had ve hesaba gelmez enva-i zînet ve mehâsini gösteren bir Rahmet-i Bâkiye ve bir Inayet-i Dâime; bilbedâhe âhiretin vücudun istilzam ile, ve su kâinatin en mükemmel meyvesi ve Hâlik-i kâinatin en sevdigi masnûu ve kâinatin mevcûdâtiyle en ziyâde alâkadar olan insandaki sedit, sarsilmaz, daimî olan «ask-i beka» ve «sevk-i ebediyyet» ve «âmâl-i sermediyyet» bilbedâhe isareti ve delâletiyle, bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-i âhiret ve bir dâr-i saâ-
sh:» (S: 124)
det bulundugunu o derece kat'î bir Sûrette isbat ederler ki: Dünyanin vücudu kadar, bilbedâhe âhiretin vücudunu kabûl etmeyi istilzam ederler. (Hâsiye) Mâdem Kur'an-i Hakîmin bize verdigi en mühim bir ders; îman-i bil-âhirettir ve o îman da bu derece kuvvetlidir ve o îmanda öyle bir rica ve bir teselli var ki: Yüzbin ihtiyarlik bir tek sahsa gelse, bu îmandan gelen teselli, mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كَمَالِ اْلاِيمَانِ deyip ihtiyarligimiza sevinmeliyiz...
***
_______________
(Hasiye) : Evet, sübûti bir emri, ihbar etmenin kolayligi ve inkâr ve nefyetmenin gâyet müskil oldugu, bu temsilden görünür. Söyle ki; biri dese: Süt konserveleri olan gâyet hakîka bir bahçe, küre-i Arz üzerine vardir. Digeri dese: Yoktur. Isbat eden, yalniz onun yerini veyahut Bâzi meyvelerini göstermekle kolayca dâvasini isbad eder, Inkâr eden adam, nefyini isbat etmek için küri Arz bütün görmek ve göstermekle dâvasini isbat etmek için Küre-i Arzi bütün görmek ve göstermekle davâsini isbat edebilir. Aynen öyle de, Cenneti ihblar edenler yüzbinler terassuhatini, meyvelerini, âsarini gösterdiklerinden kat-i nazar, iki sâhid-i sâdikin sübûtuna sehadetleri kâfi gelirken onu inkâr eden hadsiz bir kâinati ve hadsiz ebedi zaman temasa etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârini isbat edebilir; ademini gösterebilir. Iste ey ihtyar kardesler, îman-i âhiretin ne kadar kuvvetli oldugunu anlayiniz...
Said Nursi