Zümrütcüm ve Hayrun nisacım ellerinize emeklerinize sağlık çok güzel paylaşımlar bagırmaabagırmaa
Teşekkür ederim. Allah(c.c) razı olsun....
Printable View
Zümrütcüm ve Hayrun nisacım ellerinize emeklerinize sağlık çok güzel paylaşımlar bagırmaabagırmaa
Teşekkür ederim. Allah(c.c) razı olsun....
4.Günün Tasavvuf Konusu
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifVELİLER NASIL TERBİYE EDER
http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla şöyle buyuruyor:
"http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahiplen dûşünûp ibret alırlar.1
Hikmetin ne olduğu hakkında alimlerin çeşitli görüşler bildirmişler, şöyle demişlerdir:
"Sözde ve fiillerde isabetli davranmak, bilmek ve bildiği ile amel etmek, derin ve yararlı bilgiye sahip olmak, varlıkların özündeki manaları anlayabilmek, http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın emrindeki anlamı kavrayabilmek, güzel ve doğru işlere yönelmek, http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'nın ahlakı ile ahlaklanmak, vesveseyi ayırt edecek gerçek ilim, niçin ve neden diye sormaya ihtiyaç bırakmayacak ilim, ledünni ilim, hayret verici bir vahdet sırrının kendisini gösterdiği kalptir."2
Alimlerimiz, bütün bu özelliklerin ilim adı altında toplandığını açıklamışlar, meselenin sadece bilmek değil amel olduğunu, amelden maksadın ise marifet ile sağlaştığını açıklamışlarve şöyle demişlerdir:
Bütün bunlardan sonra iki şey ortaya çıkıyor:
1- Hakikatıgösteren ilim
2- Eşyanın aslını öğretecek marifet ilmi3
Hikmet verilen kişiye Hakim denir. Lokman(s.a.v) kendisine hikmet verilen bir zat idi. Peygamber olduğunu söyleyen alimler var ise de hakîm bir veli olduğu görüşü daha yaygındır. Rabbimiz Teâla "Andolsun biz Lokman'a hikmeti verdik...4 buyurur.
"Lokman (s.a.v) kendisi aslen Habeşli idi. Davud (s.a.v) muasırı idi. İsrailoğullan arasında bulunmuş, hakîm, alim bir mübarek zat idi. Kuran-ı Kerim'de Lokman suresi vardır. Mevlâna Celaleddin-i Rumi Hazretleri şöyle diyor:
" Lokman, pak ve tertemiz kalpli biriydi. Evvelce o köleydi. Efendisi onu, kendi oğullarından bile değerli görürdü. Onun için önemli işlerde ona görev verirdi. Çünkü Lokman, köle olmakla beraber nefsinîn heva ve hevesinden kurtulmuştu.
Hani padişahın biri vardı. Konuştuğu bir şeyhe ihsan ve ikram etmek için bir gün şöyle demişti:
- Dîle benden ne dilersen!..
Ama şeyh, padişaha:
- Padişahım!. Bana öyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç. Zira senin iki hakir kölen var. Onlar sana zaten emir vermektedirler, deyince padişah şaşırmış şöyle sormuştu:
- Bana emir verebilen o iki köle kimdir? Söyle de bileyim. Zira bu benim için bir zillettir.
Bunun üzerine şeyh şöyle dedi:
- Biri gazap dîğeri ise şehvettir.
Onun için padişahlıktan, saltanattan, hükmetmekten vazgeçmiş olan kişî, hakikatin padişahıdır. Onun nuru ay ve güneş olmadan da parlar. Kendisi manevî bir hazine olan zatın, hazinesi zaten vardır. Hakikatte varlık, varlığa düşman olan kimsenindir.
Lokman'ın efendisi, dış görünüşe bakılırsaefendi idi. Ama gerçekte köle idi. Lokman da onun efendisi olmuştu.
Ters görünen şu alemde bu gibi haller çoktur. Çöle kurtuluş yeri denmiştir. Altının kıymetini kuyumcu, incinin değerini mücevher satan, gülün kıymetini bülbül bilir. İsim ve renkler, dünya ehlinin aklına tuzak omuştur.
Bir grubu tanıtan elbisedir. Avam kıyafetinde bulunan bir veliye de 'o avamdandır'derler. Aslında cahil olsa bilr o elbiseyi giydiği için ona 'hoca, şeyh, efendi, mürşi,alim' gözüyle bakarlar.
Ama onda yalancı bir zühd hayatı vardır. Oysa hakiki zühd ile tanınmak gerekir. Bunu anlayabilmek için basiret nuru ile bakmalıdır. Taklitten ve iğreti olmaktan arınmış bir nur olmak gerek. Öyle ki insan, bir kimseyi fiili sözûnû işitmeden tanıyabilsin.
Basiret sahibi olan arifler, akıl yolu ile kalplere gîrerler. Orada ne olduğuna bakarlar. Müşahede ederek kalpte olanı bilirler. Bunun lafını yapmakla kalmazlar.
Böyle gizli şeyleri bilen http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın has kulları, can aleminde kalplerin casusudurlar. Onlar bir bakışları ile hayal gibi kalbîn derinliklerine gîriverirler, insanın kalbindeki sırları keşf ederler. Serçenin bedenindeki tertip nedir ki doğanın aklına gizli kalsın. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın sırlarını bilen kamil velilere karşı kulların ne sırrı olabilir?
Lokman, efendisine her yemek getirdiğinde, efendîsi hemen Lokman'ı arar buldururdu. Ta ki Lokman o yemeğe el uzatsın, bir lokma alsın da efendisi onun artığını yesin diye.
Lokman'ın efendisi, onun artığını yer, içer ve neşelenirdi, Onun yemediği şeyleri ise dökerdi. Lokman olmadan bir şey yiyecek olsa iştahı olmazdı
.
Bir gün efendiye hediye olarak bir kavun getirmişlerdi. Efendi kölelerden birine:
- Git, oğlum Lokman'ı çağır, dedi.
Lokman yanına gelince, kavundan bir dilim kesip ona verdiler. O da şeker ve bal yer gibi onu iştahla yedi. Yediği yedi dilime ulaştı. Onun böyle iştahlı olarak yemesî, efendisinin de canını çektirdi.
Efendisi, Lokman'a:
- Bir parça kalınca onu da ben yiyeyim ne kadar tatlı kavun olduğunu anlayayım, dedi.
Ama efendi ağzına lokmayı alınca adeta gözlerinden ateş çıktı, dlii kabardı, boğazı yandı. Kavunun acılığında kendinden geçti. Bir müddet sonra Lokman'a şöyle dedi:
-Ey cihanın cânı!. Zehir gibi acı kavunu nasıl yedin? Böyle bir kahrı nasıl lutufsandın? Bu nasıl sabırdır? Bunu nasıl elde ettin? Bu kadar acıyı ben yiyemem, artık bu kadarını yeterli gör, niye demedin ?
Lokman, efendisine şöyle dedi:
- Ben senin nimet veren elinden o kadar çok yedim ki, onlara karşı utancımdan iki kat oldum. Bir defalık acı bir şey gördüm, onu tatdım. Bunun için de sana söylemekten sıkıldım.
Madem ki vücudumun her bir parçası senin nimetlerin sayesinde olgunlaştı. Eğer ben bir acıdan dolayı feryat edecek olursam yüzlerce yolun toprağı vücudumun üzerine olsun!...
Şeker veren elinin lezzeti, bu kavunda nasıl acılık bırakır? Acılar muhabbetten saflaşır. Dertler sevgiden şifaya dönüşür.
Bakırlar onun için altın olur. Muhabbetten ölüyü diriltirler. Nice padişahı kul ederler. Bu muhabbet irfanın neticesidir. İrfansız birisi, muhabbet tahtına nasıl oturabîiir? "5
Kardeşlerim!
Onun için http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla bir cahili kendisine dost edinmez. Eğer edinecek olursa onu terbiye eder. Ona ilim verir. Bu ilim marifet îlmidir. Bütün ilimlerin sonu da budur. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ı tanımak ve bilmek asıl marifettir.
Lokman (s.a,v)'in efendisine muhabbeti vardı.Ondan dolayı, o zehir gibi kavun dîlimlerinî yemişti. Aşk ve muhabbet öyle bir kudret vardır ki bütün akıllar ona hayran olur.
İşte http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın dostları Hak aşığı zatlardır. Muhabbetleri olmayınca kendilerini eksik görürler, nakıs bulurlar. Kulluklarını yapamadıklarına inanırlar. Onlar, kulları çok severler. Çünkü kullar, velileri Alahu Teâla'ya ulaştıran bir köprüdür. Hakikata kulların arasından süzülüp giderler.
"http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla Nebileri ve velileri alemlere rahmet olarak üzere dünyaya getirmiştir. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın veliler. insaı Cenab-ı Hakk'ın dergahına davet ederler. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a:
- Ya Rabbi. Bunları sen kurtar, diye dua ederler.
Diğer taraftan da insanlara nasihat ederler. Bu uğurda çok gayrette bulunurlar. Nasihatları insanlara tesir etmeyince de vazgeçmezler, yine http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teala'ya yönelirler ve şöyle derler:
- İlâhi, ya Rabbi!..Rahmet kapını kapama!..
Halkın çoğunda çok az merhamet vardır. -Himmet sahibi olan mürşidi kamil zatlarda çok merhamet bulunur. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın cüzi rahmetine mazhar olan kul, Rabbül Âlemin'e ulaşırsa rahmet deniz gibi olur. Herkese yol gösterir. Onun için:
- Ey sâlik!. Sen http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın cüzi rahmetine mazhar olmuşsun.
Rahmetin tamamını. Rahmet sahibi http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'dan almış olan bir mürşide tabi ol. Onun izinde yürü!..6
Ebubekir Şiblî, Devamend emîri idi. Rey emiri vasıtasıyla Bağdat'tan kendisine bir mektup geldi. Bunun üzerine Rey emiriyle beraber bir grup, Bağdat'taki halîfenin huzuruna gittiler. Orada Rey emirine hil'at6 verildi.
Oradan geri döndükten sonra bir gün Rey emiri, aksıracağı tutunca burnunu sultanın hediye ettiğî hil'ate silmek zorunda kaldı. Bu durum, halîfenin kulağına gittî. Dalkavuk sıfatlı kişiler, o emirin halifeye hakaret olsun dîye böyle davrandğını söylediler.
Gerçeği bilmeyen halife, 'Rey emirinin hil'atını çıkarın, ensesini vurun, emirlik görevinden alın' dedi. Devamend emiri Ebubekir Şiblî, arkadaşının başına gelenleri görünce kendine geldi. 'Bir mahlukun kaftanını, hil'atını mendilyerine kullanmaktan dolayı insan azledilirse, o insanın hali nicedir. diye düşündü.
Derhal halifenin huzuruna vardı. Görevinden istifa etmek istediğini söyledi. Halife bu duruma şaşırdı. Gerekçesinin ne olduğunu sorunca, Ebubekir Şiblî ona şöyle dedi:
- Ey Halife. Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil'ate yapılan saygısızlığı hoş karşılamazken. Âlemlerin Sultanı olan http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla, ihsan ettiğî marifet ve muhabbet elbisesini, bir kulun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mi?!..dedi.
Ve...Ben http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a kul olacağım, padişahın kölesi olmaktan vazgeçiyorum diyerek, vazifeden ayrıldı. Asla kovulması muhtemel olmayan Alah'ın azametine sığındı.
Şu halde şehvet ve gazap kuvvetini http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın emrettiği derecesinde kullanmadıkça, insanın aziz olması mümkün değildir. Kendisi cihan padişahı olsa bi!e... Bu iki kuvvet kime hakimse, o kişi aslında köledir.
Ebubekir Şiblî kurtuluşu, hürriyetini elde etmiş olan http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif dostlarına başvurmakla elde edeceğine artık inanmıştı. Onun için tasavvufi ahlaka talip oldu. Bir mürşid-i kamilin dergahına varmak istedi.
Bağdat'taki halifenin emrinde terbiye görmek yerine, yine Bağdat'taki iki cihan gönül sultanı Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri'nin terbiyesini tercih etti.
Hemde vali iken ve dörtyüz hocadan ilim öğrenmiş, dört bin hadis ezberlemişken!..
Cüneydi Bağdadi Hazretleri'nin dergahına geldi. Zamanın mürşid-i kamili olan bu zat, onun gelişinden hastalığının ne olduğunu, şifasının nerede bulunduğunu marifet ilmi ile bildi. Ebubekir Şiblinin derdini, daha o bir şey demeden anladı.
Onun kalbindeki sırlara âşina oldu. Onun derdinin dermanının ne olduğunu kendisine söyledi:
- Sende bir cevher var!.. Ya bunu bana hediye et veya sat!..
- Efendim! Ne yapmam gerek?
- Çarşıya git, bir yıl kibrit sattı..
Ebubekir Şiblî Hazretleri, bir sene kibrit sattıktan sonra. Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri ona 'bu şöhret ve ticaret kapısıdır, şimdi git bir sene kapı kapı dolaş, dilencîlik yap' dedi. Şibli mürşidine asla itiraz etmedi.
Kardeşlerim!
Demek ki Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri'nin, Ebubekir Şiblinin gönlünde gördüğü manevî illet, dünyada izzet ve kıymet kazanmaya dair bir şöhret duygusu idi. Dünyadaki izzet ve ikbal beklentisi içindeki nefsin azgınlığı, Cüneydi Bağdadi Hazretleri'nin terbiyesiyle giderilecekti.
Bu ise meşakkat demektir. Hem izzet sahibi nefsi beslemek hem de arifibillah olmak bu yolda olmaz. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif yolunda böyle bir terbiye usulü görülmemiştir. Onun için Ebubekir Şiblî Hazretleri, adım adım Bağdat'ta dolaşmadık yer bırakmadı. Çarşı Pazar dolaştı, çıra sattı. Nefsi yeterli terbiyeye ulaşmayınca mürşidi onu kapı kapı dolaştırdı.
Mürşid-i Kamil insana zulüm etmez, insanın nefsine zulüm ettirir ki o nefis sahibi şifa bulsun, Gönül aleminde nice sırlara sahip olsun. Tarih boyunca bir kamil mürşidin dediklerine itaat eden, onun terbiyesinde yetişen ama bunun sonucunda rezil kepaze olan hiçbir kimse olmamıştır. Ama hepsi izzet ve kerem sahibi büyük zatlar olmuşlardır. Nefsini ıslah edemeyenler ise zelil olmuştur.
Ebubekir Şiblî Hazretleri aylarca nefsini ıslah etmekle uğraştı. Öyle bir hale geldi ki artık kimse kendisine bir şey vermez oldu. Evvelce kendisine para yardımında bulunanlar şimdi kapılarını kapatır oldular.
Kendisini kınamaya başladılar. Yaptıkları yardımları da kestiler. Ama o bütün bunlara sabretti. Bu arada asıl mürşidinden ayrı kalmadı. Ne zaman kadar? Mürşidi kendisine açıkça bir işaret verinceye kadar!...
Bir gün Ebubekir Şiblî Hazretleri durumunu mürşidine arz etti. Ne yapması gerektiğini sordu. Mürşidi kendisine şöyle dedi:
- Şimdi kendi kıymetini bildin mi? Hani sen valiydin, emirdin, hani yıllarca ilim okumuştun. Gördün mu şimdi kıymetin bir metelik etmiyor! İnsanlar sana bir kuruş bile vermiyorlar!
-Evet, efendim.
-Şu halde, bu dünyaya bel bağlama, insanlara güvenme. Kullardan gelen hiç bir izzet devamlı olmaz. Ama http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâla'dan sana ikram edilen takva, izzet ve ubuiyet devamlıdır.
Kardeşlerim!
Hakikatte varlık ve kendine güvenmek, nefsine sevmek ona itaat etmek, şeytana uymak insanın başlıca düşmanıdır. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'dan başkasına güvenmek asla http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a itaat değildir. Herkes 'Ben http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a güveniyorum' der ama yaptıkları busözü tasdik etmez. Bunu sadece dil ile herkes söyler. Önemli olan tabii haliyle söyleyebilmektir.
Onun için Mevlâna Celaleddin Hazretleri Şöyle diyor:
- Horozun birisi çöplükte eşinirken, bir inci ile yakut buldu. Güldü. Dedi ki 'ey inci, ey yakut! Şaşarım, senin neyine insanlar itibar ediyor? Vallahi ikinizin yerineiki arpa tanesi olsaydı, benîm için daha kıymetliydi, der.
Şu halde ktymet ihtiyaca göre belli olur. Kimizin Kıymet verdiği, diğerimizin yanında beş kuruş para etmez. O halde ebedi inci olan ihtiyacımız http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ı tanımaktır. Bundan Daha büyük bir değer yoktur. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'yı tanıma ihtiyacı en fazla, velilerde görülür.
Çünkü onlar en çok buna itibar ederker. Yanına gelen müritlerden de bunu isterler. Bunun adı irfan ilmidir. Bir şeyler bilenin adı alimdir. Eşyayı tanıyan ve bilenin adı ise ariftir. Gerçek alimler arifi billah olan zatlardır. Arif olmayan mürşit olamaz, insanı tanımayan onu irşat edemez.
Zünnünn Misri Hazretleri (v.245/859) şöyle diyor:
- Ben nice yerler gezdim, nice manevî haller gördüm. Ama bütün bunların sonunda Yüce Rabbime teslimiyetten başka çare bulamadım. Bana 'şu dağa git' dediler. O dağa gittim.
Orada bir derviş gördüm. Kendisine bir dergah edinmişti. Bir ayağı bu tekkenin kapısının içerisinde, bir ayağı tekkenin kapısının dışında idi. Dışarıda olan ayağını ise kesmişti. Kendisine selam verdim ve:
- Bu ne hal? dedim. Ne içeri giriyorsun, ne de dışarı çıkıyorsun. içerdeki ayağın sağlam, dışarıdaki ayağın kesik, sanki bir odun gibi. Cevap verdi:
- Bu benim nefsime verilmiş bir cezadır. Ben otuz sene bu mağarada ibadet ettim. Ama bir gün buraya bir kadın uğradı. Gönlüm o kadına meyletti. Kadın dönüp giderken işte şu kesik ayağımı dışarıya attım.
O sırada bana İlâhî bir ses işittim, şöyle diyordu:
- Hiç utanmıyor musun? Otuz senedir yüce http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın huzurunda ibadet ediyorsun. Bir kadının peşinden giderek şeytana uymuş, nefsine itaat ediyorsun!..
Bunun üzerine ben, dışarıdaki ayağımı bedenimden ayırdım. Ama içeriye de giremedim. Şimdi günahımdan dolayı http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla bana ne yapacak diye bekliyorum.
Zünnün-i Mısri Hazretleri'nin dergahına bir gün çok zengin bir insan geldi. Bu kişiye yüz bin altın miras kalmıştı. Mirasını bağışlamak üzere Zünnun-ı Mısrî Hazretlerine:
- Ben bunu senin hizmetinde harcamak istiyorum, dedi.
- Ergenlik çağına ulaştın mı?
- Hayır.
- O halde, senin malını harcamak doğru olmaz. Ergenlik dönemine gelince, kendi kendine hayır ve şerri ayırt edebildiğin zaman, gel ben seni müridlîğe kabul edeyim.
Bunun üzerine genç geriye döndü. Aradan yıllar geçti. Çocuk delikanlılık dönemine geldi. Zünnürn Mısri Hazretleri'nin dergahı tekrar geldî. O'nun elinde http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'ya tövbe etti. Kamil bir mürşidi bu tövbesine şahit tuttu. Zünnun Mısrî Hazretleri de bu müridinin bağışladığı altınları fakirlere dağıttı.
Derken bir gün bu genç, mürşidine:
- Yüz bin altınım daha olsaydı da size bağışlasaydım. Böylelikle daha fazla hizmet etmiş olurdum, dedi.
Müridin bu sözünden Zünnun-ı Mısrî Hazretleri hoşnut olmadı. Müridinin hâla gönlünde para sevgisi olduğuna kanaat etti. Gence şöyle sordu:
-Sofi!..Sana göre dünya nedir?
-Efendim! Hiçbir kıymeti yoktur. Adeta toprağın içinde kum tanesi gibidir!..
-Pekî öyleyse, filan attara git, şu şu otları al gel.
Derviş denilenleri attardan alıp geldi. Zünnün-i Mısri Hazretleri dervişe, 'getirdiklerini ez' dedi o da ezdi; Yağa batır' dedi, batırdı; 'Hamur yap'dedi, yaptı.
Zünnun-i Mısri Hazretleri bu hamurdan üç tane boncuk yaptıktan sonra dervişe, 'şimdide herbirine iğneyle delik del' dedi. Sofi delikleri deldi. Sonra onlara üfürmesini istedi.
Derviş onlara üfürünce http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın kudretîlye üç tane yakut meydana geldi. Bunun sonunda Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:
- Şimdi bunları al, pazara götür, değerini öğren geriye getir, dedi.
Genç pazara gitti. Yakutun her birine yüzbin altın değer biçtiler. Sonra derviş tekkeye geriye dönüp olanları anlattı. Bunun üzerine
Zünnun-ı Mısrî Hazretleri dervişe:
- İşte gördün mü, http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla otları mücevhere dönüştürdü. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif dostlarının gözünde bu mücevherler topraktaki bir kum tanesi gibidir, dedi!..
Şu halde insan iki kanatlı olacak. Bir kanadında http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif korkusu, diğer kanadında http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın rahmet ve yardımından umut olacak. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın azabından korkacak ama O'nun yardımına da layık olmaya gayret edecek. Kulluğunu asla unutmayacak. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif dostları bizim tamah ettiğimiz şeylere nasıl oyuncak muamelesi yapıyor, görüyorsunuz değil mi?
İşte http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif yolcusu bu iki kanadı sayesinde http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifu Teâla'nın yolunda muhabbet eder, hızlı yol alır. Eğer bu iki kanatta http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif korkusu olmazsa, kul http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a yaklaşamaz. Eğer bu iki kanatta, http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın rahmet ve ümidiyle yardımına güvenmek olmazsa, kul yine http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'a ulaşamaz.
Mürşid-i Kamil olan http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif dostları bu şekilde hem zahir ilimlerini hem de batın iiimlerini tamamlamışlardır. Onlar öğrendikleri ilimleri kitaplarda bırakmadılar. Hayatlarına aktardılar. Onların hayatında ilmi bu şekilde muhabbetle yaşanabilir görenler, onlara gıpta ile baktılar. Ellerine edeple sarıldılar. Zorlama ile değil muhabbetle sevdiler. Gönülden onlara bağlandılar. Onun için kimse onların muhabbetine akıl ile ulaşamadı.
Bakınız Bediuzzaman Said Nursî Hazretleri ne diyor:
"Hilafet merkezi olan İstanbul'u, beş yüz elli sene Hiristiyanlık alemine karşı İslam'ın nurunu söndürmek için yapılan saldırılar karşısında koruyan, İstanbul'da beş yüz yerde fışkıran tevhid nurları ve İslam'ın merkezi konumundaki müminlerin dayanak noktaları, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde, dergahlarda 'http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif.. .http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif...' diyenlerin iman kuvvetleri ve ilâhi marifetten meydana gelen ruhanî muhabbetleri ve coşkuları olmuştur. 8
http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın dostları veliler bildiklerini yaşadıkları için bulunduklan yerlerde insanlar toplandılar. İlâhi muhabbetin ne olduğunu onların hayatlarında gördüler. Gittikleri yola güven duydular. Terbiyelerine iman ettiler, irşatlarına teslim oldular Alim ile arifin farkını, marifet ilmindeki halleri ile gördüler http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif rızası ile hırsı birbirinden ayırt etmeyi onlarda öğrendiler.
1 Bakara, 269
2 Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, II, 205-215
3 Er-Razi, M. Gayb. VII, 67; Hâzin, Tefsir, I, 377
4 Lokman, 12
5 Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevi, VII, 470 (B. No:5416-5486)
6 Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevî, X, 473 |B. No:9499-9504)
7 Hil'at: Padişahın, sevip beğendiği kişiye hediye olarak verdiği süslü elbise, kaftan. (Derl.]
8 Bediuzzaman, Mektubat, s.421 (29. Mektup)
Kaynak Eser: Mehmet Ildırar, Tasavvuf Sohbetleri 4
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifHZ. ALİ (r.anh)
Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'l Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır.
Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu.
Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).
Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah'ın yatağında yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır.
Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.
Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür.
Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar.Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.
Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.Tevbe suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.
Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.
Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.
Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .
Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .
Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .
Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.Hz. Ali İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti.
Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.
Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti.
Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu.
Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: "şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir." (İnsan, 5/11)
Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).
Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:
"Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ'ya istiğfar ederse http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."
"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. "
"Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altıyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun:
Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et.
Herkes dünya ile meşgul olurken sen http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm'a uygun yaşa; İslâm'a uygun kazan; İslâm'a uygun harca.
Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.
Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.
"Hz. Ali buyurdu:
"Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."
"İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden daha hayırlıdır. "
"Kul ümidini yalnız Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "
"Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."
"Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "
"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif'u Teâlâ'yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "
"Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır . "
"Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.""Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. "
Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm'ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .
4.Günün kıssası(Bizzat Şeytan Uğraşıyor)
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gif
http://tbn3.google.com/images?q=tbn:...ak/satanwp.jpg
Bizzat Şeytan Uğraşıyor
Bir Ramazan günü Abdulkadir Geylani Hazretleri dostları bir çölden geçiyorlardı. Hava oldukça sıcaktı. Tuttukları oruçtan dolayı açlık onların takatini kesmiş ve onları halsiz bırakmıştı. Buna rağmen, yollarına devam ediyorlardı. Bu sırada karşılarında bir ışık belirdi ve onlara şöyle seslendi:
-Ben sizin rabbinizim Ramazan'da yemek içmek size haramdır. Ama şimdi size helal kıldım. Yiyiniz içiniz.
Bu ilginç durum karşısında heyecana kapılan bazıları, hemen su kaplarına ve yiyeceğe el attılar. Tam bu sırada Abdulkadir Geylani hazretleri dostlarını uyardı:
-Sakın oruçlarınızı açmayın!
Sonra sesin geldiği tarafa dönüp:
- "Euzu billahi mine'ş-şeytani'r-racim. Euzu billahimine şerri zalike" kovulmuş şeytandan http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifa sığınırım.
Bu görünen şeyin zararından http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifa sığınırım, der demez nur görünen şey bir anda kapkara kesildi! Şeytan kendisini süslü göstererek onları aldatmaya yeltenmiş ama oyunu çabucak ortaya çıkmıştı.
http://www.tevbe.org/forum/images/sm...imi0062sq0.gif http://www.tevbe.org/forum/images/sm...animislam3.gif http://www.tevbe.org/forum/images/sm...imi0062sq0.gif
4.Gün...PEYGAMBERİMİZ(SAV)'İN HAYATI
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifPEYGAMBER EFENDİMİZ(SAV)'İN DOĞUMU
Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz,miladi 571 yılında,Rebiul-Evvel ayının 12 Pazartesi günü sabaha karşı Mekkede Haşimoğulları mahallesinde doğdu.
BU GECE:
Ddertliler hep derdine buldu bu gece.
Rahmeti Rahman ile doldu bu gece.
Bu ne semavi koşu melekler indi yere.
Doğdu aleme rahmet ulu Peygamber bu
gece.
Gökler tül tül açıldı rahmet denizi taştı.
Alemlere nura gark oldu,yandı yanan bu gece.
Peygamber efndimiz doğduğunda,vucudu tertemiz,sünnetli,göbeği kesilmiş,Peygamberlik mührü sırtına vurulmuş Dedesi Abdulmuttalip doğumundan yedi gün sonra adını muhammed (s.a.v) koydu.
Güzel isimleri:Ahmed,Mahmut,Mustafa' dır.Peygamberimizin babası Abdullah doğumundan iki ay önce ticaret için gittiği Medineden dönerken 25yaşında vefat etmiş ve oraya gömülmüştü.Peygamberimize babasından miras kalan 5 deve,bir sürü koyun,ümmü E ymen adında bir habeşli bir hizmetci ve doğduğu ev kalmıştı.Annesi Vehbi'nin kızı Amine hatundur.Baba annesi:FatımaAnneannesi:Berre' dir.
Sevgili peygamberimiz,Hz.İbrahim(A.S)' ın büyük oğlu Hz.İsmail(A.S)'ın soyundandır.
hz muhammed sav in doğumuyla gelen mucizeler
Kâinatta en büyük hâdise hiç şüphe yok ki, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dünyaya teşrifleri hâdisesidir.
Çünkü, hilkat ağacının çekirdeği odur. Kâdir-i Zülcelâl, onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da, insan da olmayacaktı. Dolayısıyla imtihan dünyasının kapısı da açılmayacaktı. “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir: Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi [meyvesi] olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.”
İşte, “Sen olmasaydın, ey Habîbim, felekleri [kâinatı] yaratmazdım” kudsî hadisi , bu sırra işaret etmektedir.
Ayrıca, Efendimizin risâleti diğer peygamberler gibi hususî değil, umumi ve cihanşümûldür. Buna binâen elbette dünyaya teşrifleri esnasında birtakım hârikâ hâdiseler vücuda gelecekti. Ve bu hâdiseler akıl ve basîret sahiplerini düşünceye sevkedecekti.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri esnasında belli başlı şu hârikâ hâdiseler meydana geldi :1) Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu.
Yahudîler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif Resûlünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudî âlimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı.
Resûl-i Zîşanın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri ‘Hey Yahudîler!’ diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudîler, ‘Ne var, ne yırtınıyorsun?’ diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudî şöyle haykırıyordu:
“‘Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”‘ 36
İbni Sa’d'ın naklettiği konu ile ilgili bir rivâyette ise şöyle denilmektedir:
“Mekke’de oturan bir Yahudî vardı. http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif Resûlünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:
“‘Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?’
Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“‘Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alâmeti var.’”
Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudîye haber verdiler:
‘Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.’”
Yahudî gidip peygamberlik alâmetini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“‘Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.’” 37
Demek gökkubbe pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resûl-i Kibriya Efendimizin gelişini alkışlıyordu.
2) Medâyin’deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı.
Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi… Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dinî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hâdisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi.
Kisrâ tacını giymiş tahtına oturmuştu. Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi. Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu.
Bu haber, Kisrâ’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı.
Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mûbezan söz alarak gördüğü bir rüyâyı anlattı:
“Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar.”
Kisrâ, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mûbezan’ın bu rüyâsını da mânâlı buldu. Sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Bu muammayı çözmek istiyordu. Bilgisine ve irfânına güvendiği Mûbezan’a sordu:
“Peki, bu neye işâret olabilir?”
Başkadının cevabı kısa ve öz oldu:
“Araplar tarafından çok önemli birşeyler olacağına işâret olabilir.”
Kisrâ, bunun üzerine derhal Hîre Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı. Mektupta,
“Bana orada bulunan âlimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.
Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi.
Gelen âlimi hükümdar derhal huzura kabul etti.
Cereyan eden hâdiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi. Abdü’l-Mesih, Kisrâ’ya hâdiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilâve etti:
“Şam yakınında Câbiye’de oturan dayım Satîh’de bunlara cevap verecek bilgi vardır.”
Bunun üzerine Kisrâ, Abdü’l-Mesîh’i gidip Satîh’ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi.
Meşhur Şam kâhini Satîh kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok yaşlı bir kâhindi. Dâimâ sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı. Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu.
Abdü’l-Mesîh, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satîh’in yanına vardı. O sırada Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selâmın alabildi ve ne de konuşabildi.
Fakat, Abdü’l-Mesîh olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi. Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satîh gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:
“Ey Abdü’l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak.
Asâ’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satîh için.”
Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi.”
Derin bir nefes çektikten sonra da ilâve etti:
“Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır.” 38
Bu cümleler, Satîh’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif’a teslim etti.
Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. O âna kadar bir benzeri görülmemiş bu hâdise, dünyaya o gece şeref veren zâtın beraberinde getirdiği sönmez nûr ile Mazdeizmin 39 karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti. Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hâdiseler Satîh’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hâtemü’l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı.
3) Kâbe’nin İçini Karanlık Ve Kirlere Boğan Putların Pekçoğu Başaşağı Yıkıldı:
Kureyş müşrikleri, yeryüzünde http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif’ın tek ma’bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kâbe’yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı. Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resûl-i Kibriyânın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler.
Bu hâdisenin ifâde ettiği mânâ büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zât, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır. Gönüllerde pâk, nezih ve saâdet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır.
Dünya buna şâhid oldu. O Resûl-i Zîşan, kısa zamanda Kâbe’yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslâm îmânı ile yok ediverdi.
4) İstahrabat’ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecûsîlerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi.
Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilâsına uğramış basit bir ateşmiş gibi sönüverdi.
Demek ki, gelen zât, putperestlik gibi, ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş’alesiyle aydınlatacaktı.
5) Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü Bir Anda Kuruyuverdi.
Bu da, gelen zâtın, http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif’ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifâdesi idi.
6) Dünyaya Teşrifleri Ânında, Şark Ve Garbı Küçük Bir Oda Gibi Aydınlatan Bir Nur Görüldü.
Demek ki, dünyaya gelen zâtın tebliğ edeceği din, şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacak, insanlığın beşte birini şefkadi sînesinde terbiye edip okşayacaktı.
7) Semâve Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark Oldu.
Resûl-i Kibriya Efendimizin dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. Taşan seller Semâve Vadisi ve Semâve şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Sonra da bir mektup yazarak durumu Kisrâ’ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler.
8) Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü:
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü. 40 Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur. “Madem Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gâipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına (haberlerine) set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe irâs etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân, nazil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler îmâna geldiler. Çünkü, daha cinler tâifesinden olan muhbirlerini bulamadılar.” 41
O âna kadar görülmemiş bu hâdiselerin Resûl-i Ekremin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfı değildi. Ezelî kudretin kader kaleminin tayin ve tesbitiyle vücuda geliyorlardı. Ve dünyaya Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) zuhurunu haber veriyorlardı.
36. Kastalanî, Mevâbibü’l-Ledünniye: 1/122
37. Tabakât, 1/162-163
38. Taberî, 2/131-132
39. Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran’da bir dinî mezheptir. Zerdüşt tarafından vaz’edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır. Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir. Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır. (İslâm Ansiklopedisi: 8/201-205.)
40. Taberî, 2/131; Kaâdı İyaz, Şifâ, 1/726-733; Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.161-163
41. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.163
Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyayı teşriflerine mekân olarak Kâbe'den başka herhangi bir yerin anne rahmi olabilmesi mümkün değildir. Eğer, "ALLAH (cc), varlık arasında en kudsî yer olarak Kâbe'yi görmüştür.
Beytullah binası da buna bir işarettir. Ayrıca 'ALLAH'ın baktığı yer orasıdır, Cenâb-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarının halîtası buradadır." denmişse, şüphesiz Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyayı şereflendireceği yer de, en mübarek 'Buk'a (toprak parçası)' sayılan Kâbe olacaktır.
Evet, Nebiler Serveri'nin başka bir yerde doğması düşünülemez. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), ancak Kâbe'nin rahm-i mâderinde neş'et edebilir. Annesi bir başka yerde olsaydı bile, gelip O'nu Kâbe'de dünyaya getirmeliydi. Çünkü insanlar arasında bütün İlâhî isim ve sıfatların hareket ve odak noktası olan Hz. Muhammed Mustafa'yı (sallallâhu aleyhi ve sellem), bütün bu isim ve sıfatların bir nokta-i mihrâkiyesi olan Kâbe'den başka bir yer besleyemezdi.
allah razı olsun bilgilenmemize yardımcı oldunuz saolun teşk ederiz hepinizin eline sağlık
Allah c.c.razı olsun paylaşımlarınızı bekliyoruz..
Ramazan 6. Günün Duası
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifدعاء اليوم السادس: اللهمّ لا تَخْذِلْني فيهِ لِتَعَرّضِ مَعْصِتِكَ ولا تَضْرِبْني بِسياطِ نَقْمَتِكَ وزَحْزحْني فيهِ من موجِباتِ سَخَطِكَ بِمَنّكَ وأياديكَ يا مُنْتهى رَغْبةَ الرّاغبينَ
6. Günün Duası: “http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gifumme la tehzulnî fîhi li-tearruzi ma’siyetik, velâ tazribnî bi-siyâti negimetik, ve zehzihnî fîhi min mûcibâti sehatike, bi-mennike ve eyâdîke, ya muntehâ rağbet’ir-râğibîn.”
Anlamı: http://www.tevbe.org/forum/images/smilies/allah.gif’ım! Sana karşı işlediğim günahtan ötürü bu günde beni yalnız bırakma; azap kırbacınla beni cezalandırma; bu günde gazabına vesile olacak şeylerden beni uzaklaştır; -sonsuz- lütfün ve nimetlerin hakkına, ey şevkli insanların en büyük arzusu!
Ramazan 6.günün konusu(müzik ve tv)
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifMüzik konusu Islâm âlimlerini çok meşgul eden bir konudur. Çünkü bu mesele bir çırpıda cevap verilecek bir mesele değildir. Zamana, zemine, dinleyene ve dinletene göre değişebilen esnek bir meseledir. Bu yüzden Gazalî bu meseleyi bütün bu itibarları hesaba katarak “Ihyâ”sında uzun uzadıya anlatmıştır. Birkaç cümle ile özetlemek istersek şunları söyleyebiliriz: Müzik bütünüyle haram olmadığı gibi, bütünüyle de helâl değildir. Fıtrat da bütünüyle haram olmamasını gerektirir. Tabiatta kendiliğinden var olan ahenkli şırıltılar, kuş sesleri ve yanık Kur’ân okuyuşlarının haram olduğunu kimse söylememiştir. Düğünlerde, bayramlarda işin içine biraz eğlence de karışsa, def gibi aletlerle çalıp söylemek ve eğlenmek genellikle helâl görülmüştür. Yabancı kadının türkü söylemesini erkeğin dinlemesi genellikle haram görülmüş ve kadının sesi avret olmasa bile, nameli türkü ve şarkısı kalplerde fitnenin uyanmasına sebep olur denmiştir.
Kadının kadından, erkeğin erkekten müzik dinlemesine gelince; haram şeylerin tasvir edildiği türkü ve şarkılar, ittifakla haram görülmüş, bunun dışındakiler ayrıma tabi tutularak, dinleyende kötü duygular uyandıranı haram, iyi duygular uyandıran mübahtır denmiştir. Harplerde cesaret vermek için, ruh hastalarını tedavi etmek için müzik bazı çeşitleriyle helâl sayılmış ve kişinin tek başına iken yalnızlığını gidermek için birşeyler terennüm etmesi mübahtır denmiştir. Günümüzde müziğin ideolojik silah olarak kullanılma özelliği hesaba katıldığında müslümanlar tarafından da silah olarak kullanılabileceği söylenebilir. Bazı tarîkat mensuplarının def vs. ile semâ ve raks yapmalarını, Imam Rabbani’nin de içinde bulunduğu birçok Islâm âlimi ağır bir dille tenkit etmiş ve bunun kötü bir bid’at olduğunu söylemişlerdir.
Ancak müzigi, herşeye rağmen yerenlerin savunanlardan çok olduğu, yerilirken haram yani günah olduğunun söylenmesi, savunulurken ise ancak mübah olduğunun söylenmesi, yani, sevap olduğunun söylenmemesi de hesaba katılmalıdır. Televizyona gelince; kastedilen müzik ise onun için söylenecek şeyler de aynıdır. Ne var ki, bir kıyaslama yapılırsa canlının cansızdan daha etkili olduğu ve mahzurunun bir derece daha fazla olacağı da açıktır. Yani direkt olarak görülmesi haram olmayan şeylerin ve manzaraların, ekrandan görülmesi de öncelikle harâm değildir. EIbette haram olanınki de, az önce söylediğimiz bir derece farkını hesaba katarak haramdır. Televizyonun esas sakıncalı yani, şu anda müslümanlar aleyhine bir beyin yıkama ve ahlâkı tahrip aracı olarak kullanılması ve çok hayırlı işlere sarfedilecek zamanların boşa geçmesini sağlamasıdır. Gerçi bu son etkisi, kötü işler yapacak olan insanlar hesaba katıldığında faydalı bir sonuçtur ama, tersi için de kötü bir sonuçtur. Ayrıca televizyon aile ve fert bazında da laik, yani hiçbir hareketini dine göre ayarlamayan bazı standartlarını ölçü alıp, devamlı onların hayatını “normal” olarak empoze ettiği için, asıl zararı şu anda Islâmî inanç ve âile düzenini yıkma işlevi görmesidir. Bu, izleyenleri farkında olmadan damla damla yuttukları öldürücü bir zehirdir. (Geniş bilgi için bk. Ibn Âbidîn; Fetâvâ N/298-99; Dürrû’I-Münteka N/553; Nemenkânî N/214 v
6. Gün _ SaLaVaT-ı ŞeRiFe
http://www.tevbe.org/forum/besmele1.gifAllâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî arasâtil Kıyâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin hîne tekûmussâatü vettâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten muhallasaten anil melâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten mübelleğaten ilesselâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten fâizaten alâ ehlil kirâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî külli hînin ve ân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî külli zamânın ve mekân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin bikülli lisânın ve cenân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ınde zuhûri külli hikmetin ve beyân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin sâhibil kitâbil azîzi ve hâmilil Fürkân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten câmiaten beyne kün ve kân,
Ve Salli Alâ cemîi ihvânihî minennebiyyîne vessıddîkîne veşşühedâi vessâlihîne ehlel kıbleti vel amân vel kitâbi vel mîzân. Yâ HANNÂN, Yâ MENNÂN. Vağfirli ümmeti Muhammedin habîbike ve nebiyyike alleyhissalâtü vesselâm.
Ve eskinhüm alel cinâni ve ahsin ileyhim yâ veliyyel ihsân ve edhilhüm, birahmetike firridâ verrıdvân, verrahmeti velğufrân ve eizhüm mineşşeytâni vennîrâni, birahmetike yâ ERHAMERRÂHİMÎN.