-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İnsana Hürmet
Hayvan ölünce unutulur ve mezarı da kaybolur. Ama, insan öyle değildir... Atalarının hâtıra ve mezarlarını muhafaza etmeyen milletler, bilmem ki, onları hayvanlar seviyesine indirdiklerinin farkında mıdırlar..? Aslında, ölülere hürmet, gelecek adına dirilere bahşedilmiş bir emniyettir.
Cismaniyetle
Gönül Arasında Denge
Gerçek hayat, gönül seviyesinde sürdürülen hayattır. Gönlüyle var olan insan, geçmişi ve geleceği bir vâhidin iki yüzü gibi görerek zamanüstü bir varlık hâline gelir. Böyle bir ruh, ne geçmişin elemleriyle dâğidâr olur, ne de geleceğin korkularıyla. Gönlünde kendini bulamamışlara gelince, yaşadıkları sığ hayatla, daima bedbinlik ve karamsarlık içindedirler. Böylelerin nazarında mâzi korkunç bir mezar, gelecekse dipsiz bir kuyudur; ölseler de azap, kalsalar da...
* * *
İnsanın upuzun bir geçmiş ve bitip tükenmek bilmeyen bir gelecekle münasebeti, ancak kalb ve ruhun derece-i hayatını idrak etmesine bağlıdır. Bu seviyede bir hayat süren ve onu idrak eden talihli ruhlar, geçmişi atalarımızın otağ ve tahtları hâlinde, geleceği de Cennet bahçelerine uzanan yollar şeklinde görür ve vicdanlarında fışkırttıkları kevserlerden içe içe bu dünya hanından geçer giderler. Bu ölçüde bir hayatı idrak edemeyen bedbahtlar ise, yaşayışları ölümden beter, ölümleri de zulmet zulmet üstüne tam bir cehennemdir.
* * *
Ferdin amel ve davranışlarıyla iç hayatı arasında birbirini destekleyici, düzenleyici ve olgunlaştırıcı bir münasebet vardır. Bunu, “fâsit daire” karşılığı “sâlih daire” diye de adlandırabiliriz. Buna göre, insanın azim, ısrar, kararlılık gibi davranışları aksedip onun iç dünyasını nurlandıracağı gibi, vicdanının aydınlığı da, azim ve iradesini kamçılayarak, ona daha yüksek ufuklar gösterecektir.
* * *
Davranışlarıyla ruhun emrinde olan talihliler, hep Yaradan’ın hoşnutluğuna, insanlık ve fazilete doğru yol alırlar; onların “kıblenümâ”, yani pusulaları daima aynı mihraba işaret eder, hareket ibreleri de hep aynı rotayı gösterir. Ara sıra bir kısım sarkmalar olsa bile, içten bir nedâmet, yürekten bir iniltiyle, gönüllerini saran günahları ruhlarında eritir ve yollarına devam ederler.
* * *
En ince teferruatına kadar, fevkalâde bir titizlikle bütün mükellefiyetlerini yerine getiren kutlular, dış dünyalarındaki nizam, âhenk ve vazife aşkının yanında, iç âlemleri itibarıyla durmadan bir buhurdanlık gibi tüter ve günde birkaç defa kanatlanarak, melekler bezmine ulaşırlar.
* * *
Asırlarca ebediyet düşüncesiyle kaynayıp hallaç olan ve gönüllerimizde sonsuzun aşkını mayalayan bir anlayış, zamanla yerini ruhsuz formülcülüğe ve uyuşukluğu da beraberinde getiren mistik anlayışa bıraktı. O gün–bugün, ateş böceğinin çıkardığı minik şerareler mâhiyetindeki ilhamlarını, vahyin aydınlatıcı tayflarına denk tutan bu uğursuz düşünceler, aydınlık yolumuza sis ve duman püskürtüp, insanımızın semasını karartmaktadır.
* * *
Bütün bunlardan sonra, bize göre hakikat erini şöyle çerçeveleyebiliriz: O, cismaniyeti itibarıyla her türlü dâhiyeyi göğüsleyebilecek kadar çelikleşmiş bir beden; düşüncesi itibarıyla, asrının ulaştığı anlayışla Hak beyanını karıştırıp kaynatan ve mâhir bir kimyacı gibi her an başka terkiplere ulaşan inşâ edici bir kafa; ruhî melekeleri ve kalbi itibarıyla, asırlardan beri Mevlânaların, Yunusların şekillendiği potada kavrula kavrula pişmiş, olgunlaşmış bir ruh; nihayet, “insanlar arasında insanlardan bir insan olma” felsefesine inanmış olgun bir gönül ve başkalarının saadeti uğruna kendi hazlarını unutmuş bir fedakârdır.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Müsamaha
Aç herkese açabildiğin kadar sîneni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!
* * *
İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere karşı mürüvvetli ol; inançsızlara öyle yumuşak yanaş ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarında daima Mesih ol..!
* * *
Yolların en renklisinde ve beyanların en çarpıcısıyla göklerle alışverişinde bir Yüce Rehber’in arkasında olduğunu unutma! Unutma ve bu hususların bir tekine bile sahip bulunmayanları düşünüp, insaflı ol.!
* * *
Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldırış etme! Herkes, davranışlarıyla kendi karakterini aksettirir. Sen, müsamaha yolunu seç ve töre bilmezlere karşı âlicenap ol..!
* * *
Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen, insanı sev; insanlığa hayran ol..!
* * *
Sakınıp, bir kere dahi olsa nefsin hakemliğine düşmemelisin; zira ona göre senden başka herkes mücrim, her fert de talihsizdir. Bu ise, en doğru sözlünün beyanında şahsın helâki demektir. Sen, nefsine karşı oldukça sert, başkalarına karşı da yumuşaklardan yumuşak ol..!
* * *
Başkalarını sana sevdiren ve onları senin nazarında sevimli kılan tavır ve davranışlara dikkat et! Unutma ki, aynı şeyler, senin de sevilip beğenilmene vesile olabilir. Daima insanca davran ve merhametli ol..!
* * *
Hakk’ın sana karşı muamelesini ölçü kabul edip, halka karşı öyle davranmalısın. O zaman halk içinde Hak’la beraber olur, her iki yalnızlığın vahşetlerinden de kurtulursun...
* * *
Yaratıcı’nın nazarında ne olduğunu, gönlünde O’na ayırdığın yer ile; halk katındaki mevkiini de, onlara karşı olan tavırlarınla tartıp değerlendirebilirsin. Hak’tan bir lâhza gafil olma! Ve, “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol..!”
* * *
İnanan insanların sana kötülük yapabilecekleri ruhuna iyiden iyiye yerleşmişse, bunun bir muhakemesizlik ve aklın kılletinden, bir nefse zebun olma ve ruhun zilletinden meydana gelmiş olduğunu bil! Ve hemen, gönlünü hoplatacak, gözünü yaşartacak bir rabbânîye müracaat et..!
* * *
Hâsılı, insanlar içinde sevgi ve itibarını korumak için, Hak için sev! Hak için nefret et! Ve, gönlü Hakk’a açık bir insan ol..!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Alçak Gönüllülük
Yüzü yerde olanlar, Hak katında da, halk katında da sonsuz pâyelere ulaşırlar. Bunun aksine burunlarını dikip böbürlenenler ve herkesi hakir görüp çalım satanlar ise, hemen her zaman halk tarafından istiskâle uğramış, Hak tarafından da azaba çarptırılmışlardır.
* * *
İnsanın kendini beğenip büyük görmesi, aklının noksanlığına ve ruhunun hamlığına delâlet eder. Akıllı ve ruhen olgunluğa ermiş bir insan, mazhar olduğu her şeyi Yüce Yaratıcı’dan bilir ve şükran hissiyle her zaman O’nun karşısında iki büklüm olur.
* * *
Mütevazi olma, Yaratıcı’nın takdirine, halkın tahkir ve tekdirine karşı insanın gönlüne hoşnutluk hissi kazandırır. Evet, baştan haddini bilip tevazu kanatlarını yerlere kadar indiren birisi, insanlardan gelecek her türlü hor görmelere karşı en emin bir zırh içine girmiş ve en sağlam emniyet tedbirini de almış demektir.
* * *
Alçak gönüllülük, ferdin olgun ve faziletli olmasının; kibirlenip büyüklük taslamak ise, onun seviyesiz ve nâkıs olmasının alâmetidir. En kâmil kimseler, en çok insanlarla beraber bulunup, onlarla hemdem olanlardır. En nâkıs kimseler ise, insanlarla beraber bulunmayı, onlarla düşüp kalkmayı gururlarına yediremeyen bednâm talihsizlerdir.
* * *
Yaşadıkları toplum içinde kadir ve kıymetleri bilinmeyenler, seciyelerindeki tevazu sayesinde er geç yükselir, şereflere ererler. Büyüklük kompleksine kapılanlar ise, toplum tarafından irdene irdene zamanla yaşadıkları muhit içinde birer yabancı unsur hâline gelirler.
* * *
Bir insanın insanlığa yükselmesi onun tevazuu ile, tevâzuu da, makam, mansıp, servet ve ilim gibi halkın itibar ettiği şeylerin onu değiştirmemesiyle belli olur. Zikredilen hususlardan biriyle düşünce ve davranışlarında değişikliğe uğrayan kimsenin ne tevazuundan, ne de insanlığa yükselmesinden bahsedilebilir.
* * *
Alçak gönüllülük, hemen bütün güzel huyların anahtarı mesâbesindedir. Onu elde eden, diğer güzel huylara da sahip olabilir. Ona malik olamayan ise, gâliben diğer huylardan da mahrum kalır. Âdem Nebi (a.s), sürçüp düştüğü zaman, gökler ötesine ait yitirdiği herşeyi tevazuu ile yeniden elde ederken, aynı bâdirede yuvarlanıp giden şeytan, kibir ve gururunun kurbanı oldu.
* * *
Tekye ve zaviyelerde, hep yüzü yerde olanlar pervaz edip yükselmişlerdir. Mektep ve medreselerde de daima alçak gönüllüler istifade etmesini bilip, toplumlarına faydalı olmuşlardır. Burnunu dikip, tekyenin âdap ve usûlüne riayet etmeyenler, birinin rahle-i tedrisi önünde diz çöküp bir şeyler öğrenmeyi gururuna yediremeyen talihsizler ise, hep mahvolup gitmişlerdir.
* * *
Kibir ve ululuk “Zât-ı Ulûhiyet”in sıfatlarından olduğundan, büyüklük taslayıp şımarıklık yapanlar, hemen her zaman O’nun “Kahhâr” eliyle kıskıvrak yakalanmış ve helâk edilmişlerdir. Haddini bilip mütevazi olanlar ise, yükselip O’nun huzuruna ermişlerdir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İnsanlık
İnsan, başkalarına karşı iyi-kötü bütün davranışlarında nefsini mizan kabul ederek, her şeyi onunla tartmalı; nefsine hoş gelen şeyleri başkaları için de istemeli, nefsinin hoşlanmadığı bir muameleden başkalarının da hoşlanmayacağını kat’iyen hatırdan çıkarmamalıdır. Böylece o, hem yanlış davranışlardan, hem de başkalarını rencide etmekten kurtulmuş olur.
* * *
Kendinize yapılan ihsanların vicdanınızı yumuşattığını ve ihsanda bulunan zatlara karşı sevgi ve alâka duyduğunuzu düşünerek, başkalarının da sizi sevip, alâka duyacakları bir yolu keşfedip çıkarabilirsiniz. “İnsan iyiliğin kölesi”, iyilik de, şerrinden endişe edilen kimselere karşı en sağlam bir sığınaktır.
* * *
İnsanın olgunluk ve kemâli, fenalık gördüğü şahıslar hakkında dahi hakperestlikten ayrılmayıp, elden geldiğince iyilik yapmasıyla belli olur. Evet insan, kötülük gördüğü kimseler hakkında dahi mürüvvet ve insanca davranışlardan ayrılmamalıdır. Zira, kötülük yapmak hayvanî bir davranış; kötülüğe kötülükle mukabele, insanda ciddî bir kusur ve eksiklik; fenalığa iyilikle karşılık vermek ise, bir civanmertlik ve âlicenaplıktır.
* * *
Başkalarına yararlı olmanın sınırı yoktur. Himmeti yüce bir fert, başkaları için ruhunu feda etmeye kadar diğergâm olabilir. Ne var ki, böyle bir civanmertliğin insan için bir fazilet olması, o insanın samimiyet, hasbîlik, niyet duruluğu, ırk ve aşiret taassubundan uzak bulunmasına bağlıdır.
* * *
Bir şahsın insanlık ve mürüvveti, dost ve ahbaplarına karşı yakınlığı ve bu yakınlığın da devamıyla kâbildir. Onlara yakınlık gösterilmeden mürüvvetten dem vurmak, mücerret bir iddia; onlara karşı iyiliklerimizi onların bize olan iyiliklerine bağlamak ve yer yer o iyilikleri keserek onları cezalandırmak da, ham ruhluluk ve hakikata ermemişliğin ifadesidir.
* * *
Bir insanın diğer insanlara karşı en büyük iyiliklerinden biri de, onların uygunsuz davranışlarını görmezlikten gelip, kusurlarına karşı göz yummak şeklinde olur. Halkın kusurlarını araştırmak bir edepsizlik, onları sağda-solda anlatıp durmak affedilmez bir nakîse; onların işledikleri fenalıkları yüzlerine söylemek ise, fertleri birbirine bağlayıp vahdet içinde bulunduran kardeşlik zincirine indirilmiş bir darbedir. Heyhat ki, böyle bir darbe ile rencide edilmiş egolar yeniden bütünleşerek bir vahdet teşkil edebilsinler..!
* * *
İnsanlara ettikleri en büyük iyilikleri ehemmiyetsiz, onlardan gördükleri en küçük ihsanları büyük görüp takdir edenler, ilâhî ahlâka yükselmiş ve vicdanında huzura ermiş kâmil kimselerdir. Böyleleri, ne ettikleri iyilikleri başa kakarlar, ne de gördükleri alâkasızlıktan şikâyet ederler.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İnsanlık veya Mürüvvet
Senin halktan beklediğin muamele, halkın da senden beklediği muameledir.
* * *
Başkalarının yardımına koşmak, Allah’ın inâyetine sunulmuş en beliğ bir davetiyedir.
* * *
Bir tebessümle dahi olsa, kardeşini sevindirmeyi ihmal etmemelisin!
* * *
İnsanları sevip, sevdiğini de hissettirmek, aklın yarısıdır.
* * *
İnsanlar arasındaki yerin, onların senin nezdindeki yerleri kadardır.
* * *
Sürekli etraflarına bağırıp-çağıranlar, arzularının hilâfına dostlarını kaçırır, düşmanlarını da sevindirirler.
* * *
Her yere burnunu sokan, asla töhmetten kurtulamaz...
* * *
Seni memnun edecek şeylerin, âlemi de memnun edeceğini unutma!
* * *
Akıllı insan, çevresinin gücünü de kendi hesabına kullanmasını bilendir... Akılsız ve beceriksizler ise, bu potansiyeli kullanmak şöyle dursun, etraflarını levmetmekle, bu gücü aleyhlerinde kullanmış olurlar.
* * *
Komşuluk, komşuya yapılır...
* * *
Şerrinden endişe ettiğin kimseyi bir de iyiliklerinle yumuşatmayı dene!
* * *
Cezalandırmaya muktedir olduğun zaman affet ki, affın bir değeri olsun.
* * *
Senin annenin kucağına oturmamış pek çok kardeşinin bulunduğunu sakın unutma!
* * *
Kayıtsız şartsız itaat edenler hariç, bağnaz tipler, etraflarını kırar geçirirler.
* * *
Herkesi hoşnut etmek, her babayiğidin kârı değildir.
* * *
İyilik görmenin yolu, iyilik yapmaktan geçer...
* * *
Garaz, insanı kör, sağır ve kalbsiz eder.
* * *
İyi-kötü başkalarına edip-eylediklerimiz, yarın karşımıza çıkacak şeylerin tohumlarıdır.
* * *
Ruh aynasında, iyiliklerin yanında kötülükler de sıra sıradır.
* * *
İdeal insan, kendine rağmen bir mum gibi yanar ve başkalarını aydınlatır...
* * *
Dili uzun, eli kısa olmak yılanlara yakışsa da, insan için yılanlaşma sayılır.
* * *
Affetmenin değeri, cezalandırma imkân ve iktidarıyla mebsûten mütenâsip (doğru orantılı)tir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Günah ve Arınma
Günah fıtratta bir deformasyon ise, tevbe ve nedâmet, yeniden fıtrata dönüştür.
* * *
Gönülde pas bırakan günah, bünyeye musallat olmuş bir virüs gibidir; er-geç kendini hissettirir.
* * *
Ölümü düşünmeme, kalbin paslı olmasından ileri gelir; ölüm endişesi de, yakînin azlığından...
* * *
Suizan, ya akıl hastalığı veya kalb kiridir. Bundan kurtulmanın çaresi de, insanın kendi günahlarına uyanmasıdır.
* * *
İhmalden dolayı içine düştüğümüz çukurlardan, ancak ihmallerimizi telâfi etmekle çıkabiliriz.
* * *
Meskenin kristalden ise, başkasının kümesine bile taş atma!
* * *
Başkalarının ayıplarıyla meşgul olan, hayat boyu hep ayıp yapar...
* * *
“Ne attan düşmedik yiğit, ne de sürçmedik at yoktur.” derler. Önemli olan, düştükten sonra doğrulup kendine gelebilmektir.
* * *
Yarın yaparım düşüncesi, iradesizliğin bir diğer ifadesidir.
* * *
En büyük günahlar, şehvet meşcereliğinde boy atar gelişir... Şehvete hakimiyet, en büyük hakimiyettir.
* * *
Günaha karşı umursamazlık, en büyük günahtır.
* * *
Ağaç kurumamışsa, baharı duyar...
* * *
Allah’ın kahretmediğini görüp şımarma; mühlet verdiğini düşün, ürper!
* * *
Gerçek mü’min, her an Allah (c.c) ile merbûtiyeti olandır. Günahlar, bu irtibatı kesen zararlı şerarelerdir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Sır ve Sır Tutma
Sır, karşı koyulmaz bir güç kaynağı ve bozguna uğratılamayan bir ordu gibidir.
* * *
Sır bir namustur; onu koruyan –ister kendisine isterse başkasına ait olsun– namusunu korumuş olur. Onu fâşeden ise, şeref ve haysiyetini açıkta bırakmış ve ona değerince itibar etmemiş sayılır.
* * *
Bazı işler vardır ki, onlarda sır Hızır’a benzer; gizli kaldıkça inayet olur.
* * *
Sükût da bir hikmettir, ama hakimi çok az veya yok gibidir.
* * *
İnsanın, sırrını emanet edeceği kimse, kendisine namus emanet edilecek kadar emin ve onu muhafaza hususunda, kendi namusunu korumadaki titizliği kadar da hassas olmalıdır. Emin olmayana emanet, sırrı namus bilmeyene de sır verilmemelidir.
* * *
Dilini hapseden, sözlerinin esiri olmaktan kurtulur.
* * *
Sır tutma ve başkalarının sırrına saygılı kalma, tamamen irade ve idrakle alâkalı insânî bir meziyettir. İradesiz kimselerin sır tutmaları beklenemeyeceği gibi, yaptığı işlerin ve söylediği sözlerin akıbetini idrak edemeyecek kadar safderûn kimselerin de ketûm olmaları düşünülemez.
* * *
Bir insanın, emanet ettiği sırrını birkaç defa fâşetmiş birisine, yine de sır vermesi, onun idraksizliğini ve sırdaş seçimindeki aczini gösterir. İnançla gönlü oturaklaşmış ve gözü açılmış birisi, hayatında bu kadar aldatılıp, bu kadar kandırılmamalı!.
* * *
İnsan, açıklamada bulunmaya lüzum görülen yerlerde kendisine düşeni anlatmalı; boş yere kalbinin kapağını açarak sırlarını fâşetmekten de kat’iyen sakınmalıdır. Öyle, her yerde, ulu orta kalbindeki sırları saçıp gezenlerin, günün birinde hem kendilerini, hem de içinde bulundukları toplumu önünü alamayacakları bir ölüme sürükleyecekleri, kat’iyen hatırdan çıkarılmamalıdır.
* * *
İnsan, kendisine ait gizli şeyleri şurada-burada fâşetmekten fevkalâde sakınmalıdır. Hele bunlar, çirkin, sevimsiz ve netice itibarıyla da fayda getirmeyen şeyler ise... Zira bu hâl, çok defa dostları utandırıp, düşmanları da sevindirebilecek uygunsuz durumların doğmasına sebebiyet verebilir.
* * *
Sîneler, sırlar için birer sandukça olarak yaratılmışlardır. Akıl onların kilidi, irade de anahtarıdır. Bu kilit ve anahtarda arıza olmadığı sürece, sandukçanın içindeki cevherleri kimsenin bilmesine imkân yoktur...
* * *
Başkasının sırlarını sana taşıyan birisi, senin sırlarını da, başkalarına taşıyabilir. Bu sebeple, öyle densizlerin, en ehemmiyetsiz hususiyetlerimize dahi vâkıf olmalarına kat’iyen fırsat verilmemelidir.
* * *
Ahmağın kalbi dilinin ucunda; akıllının dili, sînesinin en uç burcundadır.
* * *
Ahmakla sırdaş olmaktan sakınmak lâzım.. kasdî kötülük mülâhazalarının ötesinde, bazen iyilik düşünürken de kötülük yapabilir.
* * *
Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır, aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti... Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; topluma ait bir sırrın ifşâ edilmesiyle de millî haysiyetle oynanılmasına fırsat verilmiş olur. Zira sır, sînelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına karşılık, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah haline gelir. Onun içindir ki, atalarımız: “Sırrın senin esirindir; fâşedersen esiri olursun.” demişlerdir.
* * *
Bir prensip olarak sırrın benimsenmesini gerektiren nice kıymetli işler vardır ki, onu temsil edenlerin sır tutmayışından, o işte bir adım ileriye gidilememiş, hatta bazen müteşebbisler için ciddî rizikolara da sebebiyet verilmiştir. Hele bu iş, milletin hayat ve bekâsıyla alâkalı nazik mevzulardan ise..!
* * *
Bir devlet, devlet sırlarını düşmanlarına kaptırmış; bir ordu, hareket stratejisini hasım güçlere belli etmiş; bir iş ve aksiyon adamı, rakipleri tarafından keşfedilmiş ise, o devletin derlenip toparlanmasına, o ordunun zafer elde etmesine ve o aksiyon adamının muvaffak olmasına imkân yoktur.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Dil Belâsı
Çok konuşmak, aklî ve ruhî dengesizliğe delâlet eden bir hastalıktır. Makbul söz, en kestirme bir yolla, muhatabın kafasını karıştırmadan ona bir şey anlatan sözdür. Muhataba bir şeyler anlatabilmek için uzun boylu konuşmaya gerek yoktur ve hatta çok defa uzun bir konuşma, beraberinde bir kısım zararlar da getirir. Zira çok söz tenâkuzdan (çelişki), tenâkuzlar ise karşı tarafın kafasında çeşit çeşit yeni sorular meydana getirmekten hâli değildir. Böyle bir durum ise, faydadan daha ziyade muhatap için zararlı olabilir..
* * *
Akıllı insan, konuşmak yerine, hem kendisi hem de başkaları için faydalı olabilecek şahısların konuşturulmasını sağlayan insandır. Aslında, aklı kâinat fen ve ilimleriyle; kalbi de ilâhî mevhibelerle doymuş ve olgunlaşmış kimselerin yanında başkalarının konuşması saygısızlık ve o kâmil ruhların susması da toplum adına bir mahrumiyettir.
* * *
Az söylemek, çok dinlemek bir fazilet ve ermişlik nişânesi, devamlı kendini dinlettirmek arzusu da, her zaman bir cinnet eseri sayılmasa da, mutlak bir dengesizlik ve hayâsızlık olduğunda şüphe yoktur.
* * *
Söylenecek her söz, bir meseleyi halletmeye ve bir soruya cevap olmaya yönelik bulunmalıdır. Söylerken de hem sorana hem de dinleyenlere bıkkınlık vermekten kat’iyen kaçınılmalıdır.
* * *
İnsanın, konuşmaması gerektiği yerde susması ve konuşması icap ettiği yerde de konuşması normal ve tabiîdir. Ne var ki, daha istifadeli olabilecek kimselerin konuşmaları, her zaman tercih edilmelidir. Bu ise, her şeyden evvel bir edep işi ve susmanın faziletini idrak etmeye bağlıdır. Atalarımız ne hoş söylemişlerdir: “Konuşman gümüş ise, sükûtun altındır.”
* * *
İnsan, çok söz söylemekle değil, söylediği sözlerin yerinde ve faydalı olmasıyla kadrini, kıymetini yükseltir. Aksine, her yerde ulu orta konuşan kimse, hele konuştuğu şeyler de yüce mefhumlara ve uzmanlık isteyen mevzulara dairse, hem bir sürü hatalara düşer, hem de kendi değerini düşürmüş olur. “Çok konuşanın çok sakatatı olur” sözü ne kadar yerinde ve kıymetli bir sözdür.
* * *
İnsan konuşmalarıyla kendini gösterir ve davranışlarıyla da ruhunun yüceliğini aksettirir. Her sözü mutlaka onun söylemesi lâzım geliyormuş gibi lafı kimseye bırakmayan gevezeler, zamanla bütün dostlarından nefret ve tahkir görmeye başlarlar. Böyle bir durum ise, zaman zaman onların da söylemeye muvaffak olabilecekleri güzel sözlerin dinlenmemesini ve dolayısıyla da çok yüksek hakikatlerin –bir geveze söylediği için– küçümsemesini netice verir ki, bu da, o yüce hakikatlere karşı hürmetsizlik ve saygısızlık demektir.
* * *
Az yeme, az uyuma gibi az konuşma da, öteden beri olgun kimselerin şiarı olagelmiştir. Ruhî melekelerin gelişmesinde insana ilk tavsiye edilen şey, diline hakim olup, lüzumsuz ve münâsebetsiz sözlerden sakınma olmuştur. Zira, her yerde ağzını açıp saçma sapan söz edenlerin, kafa ve gönüllerinden daha büyük olan dilleri, ihtimal ki, onların sürekli kaybetmelerine sebep olacaktır; hem burada, hem de öteki âlemde.
* * *
Hele yapmadıkları şeyleri söyleyenlerin hâli, bütün bütün acı ve onlar hesabına düşündürücüdür. Bu itibarladır ki, En Doğru Sözlü’nün beyanında dil ve apış arasını muhafaza etme, cennetlere uçmanın birinci vesilelerinden sayılmıştır.
* * *
Bir insan, çok konuşma, kendi beyanını beğenme ve başkalarına söz hakkı tanımama hastalığından uzak kaldığı nispette, Yaratan ve yaratıklara yakın ve onların nazarında sevimli olur. Aksine, ne Hak katında, ne de halk katında umduğunu bulamaz.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Vaad
Bin kere vadedeceğine, bir kere vaadini yerine getirmek daha iyidir.
* * *
Verilen sözde durma, insan olmanın ve insanî değerleri bilmenin gereğidir.
* * *
Yüzüp-gezen zeminde bir şey bitmez; yüzüp-gezen insan da hayır etmez.
* * *
Vaadini yerine getirme hassasiyeti imandan, vaadinden dönme de nifaktan kaynaklanmaktadır.
* * *
İnsanların bir kısmı, bütün bir hayat boyu, vicdanlarında akdettikleri muahedenin gereğini yerine getirmeye çalışır; bir kısmı da, böyle bir muahededen habersiz yaşar. İşte bu noktada mü’min, münafıktan ayrılır.
* * *
Vadedip yerine getirmedi deme! Vadedip yerine getirmediklerini düşün! İnsanlıkta bulunmadı deyip kimseyi kınama! İnsanlıkta bulunma adına kaçırdığın fırsatları hatırla!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Temkin
Sizi göklere çıkarsalar da, unutmayın, yer daha emindir. Uçaktan düşen parçalanır ama, ayakları yerde olan, olduğu gibi kalır.
* * *
İnsafı hiç elden bırakmamalı ki, ondan selim düşünceler doğar. Aksi takdirde, kapanması zor yaralar açılır ve tamiri güç kırıklar meydana gelir. Sonra makul davransanız da, ne o yaraları kapatabilir, ne de o kırıkları onarabilirsiniz.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İyi-Daha İyi
Hayat, ilâhî bir nimettir; ondan daha büyük nimet de, borçtan âzâde yaşamaktır.
* * *
En bahtiyar insan, günahları en kısa ömürlü olandır; ondan daha bahtiyarı da, günahlara karşı her zaman kapalı kalabilendir.
* * *
İnsan vardır, zamanı kendi hesabına yontar; insan da vardır, bir ömür boyu zaman onu yontar durur...
* * *
Yaşlılık içinde yaşlılığı katlayan en büyük dert, yaşlılık tasasıdır...
* * *
Karanlığa karşı tavır almak iyidir; ondan daha iyisi de, karanlığa sövüp-sayma yerine, küçük dahi olsa bir meş’ale tutuşturmaktır.
* * *
Devamlı olan az hayır, ara sıra kesilen çok hayırdan daha bereketlidir.
* * *
Hıfzıssıhha (sağlığı koruma-hijyen) adına bir adım, tedavi adına yüz adımdan daha yararlıdır.
* * *
Bir tek canlı meme, bin ölü koyundan daha hayırlı ve daha bereketlidir.
* * *
İzzet ve şeref, müslümanın Muhammedî oluşundadır..
* * *
Eldeki bir serçe, elde olmayan bir güvercinden daha iyidir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Muamele ve Davranış
Dindarlık, muamele ile belli olur.
* * *
Mü’min, yaptığı şeyleri Allah’ın teftişine arz etme mülâhazasıyla yapar.
* * *
Yağmur, bulutlu havada; iyi davranışlar da, Allah’la irtibatlı gönüllerde bulunur.
* * *
Her şey kontrol altına alınabilir ama, huy zor...
* * *
Yaşlı insanın süt emmesi ayıp, sütten kesilmesi de zordur.
* * *
Hiç kızmayanın kızması çok farklıdır...
* * *
Eğri çomağın gölgesi düz olamayacağı gibi, kalb balansını iyi ayarlayamamış birinin davranışları da düz olamaz.
* * *
Halk, davranışlarına göre seni bir yere oturtmuşsa, durumunu değiştirmeden, başka muamele beklemek abestir.
* * *
Âfiyetten daha tatlı, başkalarına muhtaç olmaktan daha acı ve şartların elvermediği zaman dindar olmaktan daha ağır bir şey yoktur.
* * *
Amelsiz söz, verâsız fıkıh, velâyet ve zühde ulaştırmayan ilim, vefâsız dostluk ve âfiyetsiz hayat, birer aldatmacadan ibarettir.
* * *
Çilehaneler irade gücünü artırır. Fert, oralarda kendi kendini bulur. Çilehanede, inziva esastır. Bunun için de iyi bir bâtın, fevkalâde bir zâhir olması şarttır. Fakat mükemmel fert, toplum içinde gelişir. Beşerî münasebetlerin tam öğrenilebilmesi, ancak toplum içinde olur..
* * *
Sevgililer gibi kaynaşıp bütünleşin ama, iş ve muamelelerinizde yabancı olma esasına göre davranın!
* * *
Sen, kendini anlatmayı bırak; seni davranışların anlatsın..!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Yüksek Duyguların Bütünlüğü
Açıktan açığa ırz ve namus düşmanlığı yapanlar alçak, gizli yapanlar ise, Allah'tan utanmayan ve kendini bilmeyen nâdânlardır. Aslında ırz ve namus hissi taşımayanlar, millet-vatan hissi de taşımazlar.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Nimet ve Nimet Şuuru
Allah’ın insanlar üzerinde sayılmayacak kadar nimetleri vardır; bunların en büyüklerinden biri de, bu nimetlerin şuurunda olma nimetidir.
* * *
Sıhhat, sağlıklı kimselerin sırtında atlastan öyle bir nimettir ki, kadrini ancak hastalar bilir...
* * *
Allah’ın insana en büyük nimeti iman nimetidir. Bu büyük nimetin şükrü de, O’na isyan etmemektir.
* * *
Her nimete, o nimet cinsinden şükürle mukabele, bir kadirşinaslık ifadesidir.
* * *
Çok defa cahilin mesut ve müreffeh, hikmet erbabının da maddeten bedbaht yaşaması, dünyadaki nimetlerin zâtî kıymete göre gelmediğini gösterir.
* * *
Eşyanın fiyatını bilmek değil, kıymetini bilmek mühimdir.
* * *
Allah’ın ihsanları kendi büyüklüğü ölçüsündedir; şükür isteği ise, nimet verdiklerinin kâmetine göredir.
* * *
İnsanı Allah’tan uzaklaştıran nimet, en büyük musibettir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Diğergam
Herkesin himmeti kâmet-i kıymetine göredir; sadece kendini düşünen, ya hiç insan değildir veya eksik bir varlıktır. Gerçek insanlığa giden yol, başkalarını düşünürken icabında kendini ihmal etmekten geçer.
* * *
İnsan, kendi ayıpları karşısında savcı, başkalarının kusurları karşısında da, onlar hesabına avukat olmalıdır.
* * *
Olgun insan ve gerçek dost, Cehennem’den çıkışta ve Cennet’e girişte bile “Buyurun” demesini bilendir.
* * *
Hakikî insan, şartlar ne olursa olsun, kendi kovasına süt sağarken başkalarının kovalarını da boş bırakmaz.
* * *
Sen tohum at-git, kim hasat ederse etsin!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Tevhid ve Allah Sevgisi
İçten geçeni söylemede söyleyene değil, söyletene bakacak ve “Onu Allah konuşturdu” diyeceksiniz. Bu tarz düşünce, hem hatasız, hem de tehlikesiz olur.
* * *
İstediğini Allah’tan isteyen, hiçbir zaman mahrum kalmaz.
* * *
Allah’a dayanan hep diridir, ölüp gitse bile Hakk’a intisabıyla yaşıyor sayılır.
* * *
Allah sevgisinin en güzeli, bir tarafta mehâbetullah, öte tarafta mehâfetullah ile çevrili olanıdır.
* * *
Allah’ın bize kendisini sevmemiz için imkân tanıması ne büyük bir pâye..!
* * *
Bin bir tecrübe ile sabittir ki, “Şu dinamiklerle hedefe varılır” dendiğinde, çok geçmeden o dinamikler zîr ü zeber olmuştur. Bize düşen, canımızı dişimize takıp, Allah’a tevekkül içinde çalışmaktır.
* * *
Kahrolacağa sen ilişmesen de, mevsimi gelince Kudret mutlaka onun hakkından gelir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Berzah Meş’alesi
Teheccüd namazı, berzah karanlığına karşı insanın elinde bir meş’ale gibidir. Esasen, beş vakit namazdan her biri de, insanın karanlık bir noktasını aydınlatır, zamanın belli parçalarına ışık saçar. Namaz olmayınca insan, din rotasında yürüyemez ve müstakim olamaz. Efendimiz (s.a.s), teheccüdü gece kılamayınca gündüz kaza etmiştir. Bununla herhalde bize, hayatımızda boşluk bırakmama dersini vermek istemişti...
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İç Dünyası
Ruhlarımıza giren ve orada kök salan her düşünce, er-geç meyvesini verir. Bu meyve, “Tubâ-i Cennet” meyvesi de olabilir, Cehennem zakkumu da... Dimağında iyinin, güzelin, affın, müsamahanın nüveleri bulunan bir insanın gönlü hep Cennet bahçelerini andırır. Ve böyle birinin, birdenbire hırsızlık yapıp yol kesmesi, zina edip adam öldürmesi, içki içip uyuşturucu kullanması, herkesi hor görüp her şeyi tenkit etmesi düşünülemez. Bütün bu uygunsuz davranışlar için, daha önceden bir kısım fena fikir ve fena plânların bulunması şarttır. Dimağı fena ve yaramaz düşüncelerle dolu olan insanın yaptığı şeyler ise, tamamen onun iç dünyasının akislerinden ibarettir. Bunun içindir ki, her fert, kendi iç dünyasıyla düzen ve istikamete kavuşmadıktan sonra, dış durumu itibarıyla kat’iyen güzel olamaz, güzel görünemez; olsa, görünse de, uzun zaman öyle kalamaz.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İyilik Düşüncesi
İnsanların gönüllerini fethetmeye götüren yolların en mühimlerinden biri de, daima onlara iyilik yapma fırsatını kollamak ve böyle bir fırsat ele geçer geçmez de, vakit kaybetmeden hemen iyilikte bulunmaktır. Keşke, gönüllerimizi hep iyilik yapma düşüncesine göre akord edebilseydik..!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Dost ve Arkadaşlık
Dost ve arkadaşlarını aziz tutup onlara ikramda bulunan kimse, düşmanlarına karşı bir sürü müdafaacı ve kendine arka çıkacak kimseler kazanmış olur.
* * *
İnsanın sadık arkadaşa ihtiyacı, diğer zarurî ihtiyaçlarından daha ehemmiyetsiz ve geri değildir. Dost ve ahbapları itibarıyla huzur ve emniyet içinde bulunan bir fert, başka birçok hususta da da güvene ermiş sayılır.
* * *
Akıllı bir insan, çevresiyle münasebetleri bozulduğunda, onlarla arasındaki hoşnutsuzluğu çarçabuk giderip, dostluğunu yenilemesini bilen insandır. Bundan daha akıllısı da, titizlik gösterip, dostlarıyla hiçbir zaman uyumsuzluğa düşmeyen kimsedir.
* * *
Gizli düşmanlar olduğu gibi, gizli dostlar da vardır. Dostun gizlisi, kendini anlatmayı dalkavukluk sayar. O halde, düşmanları tanımada gayret gösterildiği gibi, dost arama da ihmal edilmemelidir. Zira aranmadan bulunan dostlar, umulduğu kadar emniyetli olamayabilirler.
* * *
Arkadaşlar arasında sevgi ve alâkanın devamı, meşrû yol ve makul işlerde birbirlerine karşı gösterecekleri anlayış ve ferâgat düşüncesine bağlıdır. Düşünce ve davranışlarında birbirlerine karşı fedakâr olamayan kimselerin dostlukları da kısa ve geçici olur.
* * *
Bir insanın dostlarına karşı sadakati, onların acılarını vicdanında duyup, lezzetlerini, kendi lezzetleri gibi bildiği ölçüdedir. Dostlarının ağlamasıyla ağlayamayan, onların gülmesiyle gülemeyen dost, vefâlı dost sayılamaz.
* * *
Gerçek dostluk ve kardeşlik, dost ve kardeşlerin dünyevî durumlarının parlak olmadığı günlerde dahi, onlarla münasebetini devam ettirdiği nispette belli olur. Kötü günlerde ve tehlike anında dostlarının yanında bulunmayan birinin, dostlukla alâkası yoktur.
* * *
Hakikî dost, düşebileceği yerlerde dostunu kollayandır; her işinde ona baş sallayan değil...
* * *
Çevresiyle sık sık çekişip münâzaa edenlerin dostları da az olur. Dostlarının hem çok, hem de vefâlı olmasını arzu eden kimse, onlarla gereksiz münakaşalardan kat’iyen kaçınmalıdır.
* * *
Sen kendini aziz tutarsan, başkaları da aziz bilir!
* * *
Dostluk, her şeyden evvel bir gönül işidir. Onun riya ve aldatmacalarla elde edileceğini sananlar hep aldanmışlardır. Böylelerinin çevresinde, tabasbus ve yaltaklanmaya aldanmış üç-beş safderûn kimse muvakkaten bir araya gelse de, bunların, dostluklarını uzun süre devam ettireceklerine kat’iyen ihtimal verilemez.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Pahalı İnsanlar
İnsanlar arasında çok cüz’î şeylerle satın alınabilecek kadar ucuz olanları bulunduğu gibi, dünyalar dolusu altın ve elmaslarla satın alınamayacak kadar pahalı olanları da vardır. Milletleri yükselten de, işte bu ikinci kısımda olanlardır. Pahalı insanlar, yağmur yüklü bulutlar gibi, hep yüksek ideal ve faziletlerle yüklüdürler. Bilinsinler bilinmesinler, onların geçtikleri yerler arkalarından yeşerir gider...
* * *
Ömer Muhtar, İtalyanlar’a, “Ben ölüyorum; ebedî var olacağım. Fakat siz, ölümle biteceksiniz.” diyor. Müslüman, hayatını çok pahalıya satar; fâni hayatı verir, bâki hayatı alır. Bizi dünyaya bağlayan sıhhat ise, şu sıhhat dedikleri şey, birkaç günlük güzelliği üzerinde olan güle benzer, yani gül yaprağı gibidir. Gül yaprağı canlı, sıhhatli olduğunda çok dikkat çekicidir ama, pörsüdüğünde hiçbir kıymeti kalmaz.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
En Büyük Sermaye
Ahlâk ve vicdan, terbiye ve nezaket, her ülkede geçerli bir akçe ve para dalgalanmalarından müteessir olmayan bir pırlanta gibidir. Onları elde eden, yüksek itibarlı tacirlere benzer ki, başka sermayeleri olmasa da, her yerde alışveriş yapabilirler.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Fânilik
Kalbin tik-takları, doğumla başlamış ölüm bestesinin mırıltılarıdır.
* * *
Kıyametin yakın olduğunu hemen herkes biliyor. Ama, her gün onun bir parçasının koptuğunu, bilmem idrak eden kaç insan var?..
* * *
Gençler, gençlikleri ve güzellikleri geçince ne kadar kıymetsiz kalacaklarını önceden sezebilselerdi, herhalde hiç durmadan ebedî gençlik ve güzellik yollarını araştıracaklardı...
* * *
İnsanın değer verdiği nice şeyler vardır ki, onunla beraber ölür-gider; ama, onun ortaya koyabildiği yararlı iş ve yararlı düşünceler, mezardan sonra da bâki kalır ve ebetlere kadar yaşarlar...
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Ağlamak ve Gülmek
Ağlamak, hassas ruhların ferahlama gayreti ve vicdanda yanan ateşi gözyaşlarıyla söndürme hamlesidir. Ne var ki, insanların çoğu ağlanacak yerde güler, gülecek yerde de ağlar...
* * *
Ruh tutuşunca vicdan kavrulmaya başlar ve işte o zaman insan da ağlar. Tam bu esnâda gözyaşları imdada yetişir ve ruhun ateşini söndürür. Bence, çeşm ile çeşme arasındaki münasebet de buradan gelir...
Korku ve Ümit Üzerine
İnsanlardan korkmak, insanı felç eder; onların eline bakıp onlardan bir şeyler beklemek ise, çok defa sükût-u hayal ve ümitsizliğe sebebiyet verir. Kimseden korkmamanın tek çaresi korkulacak merciden korkmak, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemenin yolu da, her zaman için kuvvetli ve vaadini yerine getirmeye muktedir olana itimat etmekle olur.
Herkes İçin İki Gün
İnanıyoruz ki, her insan için iki gün vardır: Biri, her insanın kendine ait günü, diğeri de gelecek nesillere ait olanı... Biz, bu günlerden biri itibarıyla ağlayıp inlesek de, diğeri itibarıyla, Rahmeti Sonsuz’un inayetine güvenerek, güleceğimize inanıyoruz.
Ağlama ve Gülme Kuşağı
Yaş ilerledikçe kulluk düşüncesiyle bütünleşmeyen bir ruh, kazanç ufkunda kaybetme talihsizliğine düşer. Eğer o, bunu idrak edebilseydi, bugün güldüklerine ağlayacak ve nedâmetten iki büklüm olacaktı...
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Ömrün Bereketli Olanı
En uzun ömürlüler, en çok yaşayanlar değil; evirip-çevirip, hayatlarından en çok semere almasını bilenlerdir. Bu ölçüye göre, yüz yaşında kısa ömürlüler olabileceği gibi, on beş yaşında iken, ancak, binlerce yılda elde edilebilecek bereket ve feyizlerle, başı göklere ulaşmış olanlar da bulunabilecektir.
Gerçek Hayat
Hayat, çocuklukta bir tomurcuklaşma ve neş'e; gençlikte metafizik gerilim ve mücâhede ruhu; ihtiyarlıkta dostlara kavuşma arzusuyla hep canlı kalmanın adıdır. Ne acıdır ki, inkârcı göz, onu kâh bir komedi, kâh bir trajedi gördü ve insanoğlundaki şevk ve şükür düşüncesini öldürdü..!
Yalnızlık
Yalnızlık hissi, gönlünü ebede göre ayarlayamamış, ruhunda sonsuzluk düşüncesini mayalayamamış sefil ve derbeder kimselerin onulmaz derdidir. Öyle anlaşılıyor ki, duygularının inançla şahlanacağı, ruhlarının varlığın gerçek çehresini görecekleri âna kadar da, böyleleri, ne bedbinliğin sisli atmosferinden kurtulabilecek, ne de bütün varlıkla sarmaş-dolaş olup, her şeyle dostluk ve arkadaşlığa erebileceklerdir.
Bu Bir Derinlik
İnsanda hissî yapı, yaşanan hayat, çekilen çile ve ızdırapla mebsûten mütenasip (doğru orantılı) olarak gelişir. Hep hayatın dışında kalmış, düşüncesiz ve ızdırapsız kimselerin his dünyaları da, diğer melekeleri gibi kat’iyen inkişâf etmez ve böyleleri hiçbir zaman varlıkla bütünleşemezler.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Fenalık
Devamlı fenalık yapanlara, hiç kimse müdahale etmese de, bir gün mutlaka kendi fenalıklarına takılmaları mukadderdir. Evet, sürüp-giden fenalıkların yolu, er-geç fena bulup yok olmaya çıkar.
* * *
Ârızî şerler, devamlı görünseler de muvakkattırlar. Tabiî ömürleri dolunca, onlar da, her şey gibi ölür giderler. Ne var ki, bazen bizim insanî değerlerimizi de alır, beraber götürürler.
Bir Kısım Kalb Hastalıkları
Gerçek dindar, aynı zamanda en yüksek ahlâka sahip olan insandır. Onun ibadetinde gösteriş, muamelesinde aldatma, gönlünde garaz ve nifak yoktur. Gösteriş, insanı Hak’tan, aldatma ise hem Hak’tan, hem de halktan uzaklaştırır... Garaz nefretle, nifak da lânetle yâd edilmeye sebebiyet verir.
Tamâ
Tamâ, arslanı fare yapan bir kapandır; düşen kurtulamaz onun elinden..
* * *
Tamâ, en zorlu yiğitlerin bile sırtını yere getiren bir gulyabanîdir.
* * *
Tamâı olmayan, zamanla herkesin tamâ ettiği biri olur.
* * *
Kıskançlarda kıskançlık, tamahkârlarda tamâ, dünyevîleşmiş bir cehennemdir.
* * *
Tamahkârlık, insanın boynunda bir esaret tasmasıdır.
* * *
İhtiyaç, hayâ hissini delen bir güve gibidir.. hele bir de tamâ ile desteklenirse..!
* * *
İnsan, meftun olduğu şeyin kollarında can verir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İnhiraf
Şimdiye kadar bir “Mehlika Sultan” uğruna, nice meçhullere yelken açtık. Ancak, ne sevdasıyla çöllere düştüğümüz Leylâ'yı bulabildik, ne de ayrıldığımız sahillere geriye dönebildik...
* * *
Bir cemiyet kendi ruh kökünden uzaklaşınca, bakış zâviyesi değişir ve değer hükümleri de bütün bütün alt üst olur. Böyle bir toplumda cihada “bâğîlik”, zulme “adalet” nâmı verilir; tarihe lânetler yağdırılır; günün iğrençlikleri göklere çıkarılır; edep horlanır; hayâsızlık alkışlanır; iffet öcü gösterilir; yüzsüzlük tabiî sayılır; millete ve mâziye bağlılık en bayağıca karalanırken, köksüzlük ve köksüzler âdeta semâvîleştirilir..!
* * *
Karşı cinsle düşüp kalkma düşkünlüğü ve hep onlarla beraber bulunma arzusu, ya bir zaaf eseri ve tabiat bozukluğu veya o cinse ait karakteri taşıma emaresidir.
Cahillik
Cahillik, eşyanın yüzüne çekilmiş bir peçe gibidir; o peçeyi yüzünden sıyıramayan bahtsızlar, hiçbir zaman kâinattaki yüksek hakikatlere nüfuz edemezler. En büyük cehalet, Allah'ı bilmemektir; hele bu bir de bencillikle birleşince, artık tedavisi kabil olmayan bir cinnet halini alır.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Dünyanın Gerçek Yüzü
Bazıları, dünyayı biraz para, biraz da âfiyetten ibaret sayarlar. Bu, her şeyi maddeye dayayıp, dünyayı bildiklerine, gördüklerine bağlayanlar için doğru olsa da, hakikate uyanmış mânâ insanları nazarında aldanmışlıktan başka bir şey değildir.
* * *
Bugün dünyayı bozmaya çalışanlar, onun intizamını koruyanlardan hem daha çok, hem de daha nüfuzlu görünüyorlar. Kuvvet dengesine tesir edecek mânevî bir güç olmazsa, hâlihazırdaki durumla, iyilik ve güzellik adına büyük mesafelerin alınacağını söylemek zordur.
Mücrim Ruhlar
İnsan, çok defa başkalarına kendi gönül adesesiyle bakar; oradaki sisler ve dumanlarla da her şeyi ve herkesi bulanık görür. Onun bu hâliyle verdiği kararlar ise, bütün bütün karanlık ve merhametsizce olur. Doğrusu, bu hâle düşmüş bir bencil, etraftaki her şeyi mahvolup gitmiş sanır; ama, aslında mahvolup giden, onun kendisidir.
Çocuk Ruhlular
Büyüklerin bize olan iltifat ve teveccühlerini bizim ihtiyacımız, onların da ululuklarının emaresi saymak, sonra da edep ve saygımızı o iltifatların devamına vesile bilerek, lâubâliliklerden kaçınmak gerekir ki, şatahatlara girerek şımarık biri durumuna düşmeyelim. Veyl, hakkındaki teveccühleri suiistimal eden çocuk ruhlu sergerdanlara..!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Üçüncü Bölüm: Ahlâkî - İçtimâî
Millet
Kendi milletlerine iyi birer rükün olmaya azmetmiş fertler, bu düşüncelerinde eğer samimî iseler, kendilerine ait menfaatlerini unuttukları olacaktır ama, milleti ilgilendiren hususların en küçüğünü dahi, bir an olsun hatırdan çıkarmayacaklardır.
* * *
En seviyeli millet, bütün işlerini birlik ve bütünlük içinde düşünüp, çoğunluğun reyine ağırlık veren millettir. Tabiî, o millet fertlerinin din, dil, tarih şuuru gibi hayatî hususlarda aynı terbiyeyi almış olmaları çok önemlidir.
* * *
En çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır. Aksine, bazı kusurlarımızdan dolayı çok dostlarımızı kaybedeceğimiz gibi birçok eksik ve kusurlarımızı da düzeltme mülâhazası söz konusu olmayacaktır.
* * *
Milletçe bizi zaafa düşüren en önemli hususlardan biri de, çevremizi saran dost suretindeki hilekârlara karşı sâfîliğimizdir. Oysaki insan her vaade aldanmamalı, her yol gösterene de inanmamalıdır.
* * *
Bir millet fertleri arasında hile ve aldatmaca akıllılık sayılıyorsa, o millet, artık onulmaz bir derde müptelâ olmuş demektir. Böyle bir bünyede iyilik emaresi olarak görülen şeyler ise, veremli bedendeki şişkinlikleri semirip gelişme zannetme gibi bir aldanmışlıktır.
* * *
Bir milletin bütün fertleri arasında ailevî bağ seviyesinde bir irtibat varsa, bu irtibat sayesinde talih, zirvelere doğru onun yoluna mutlaka su serpecektir. Fertleri birbirini sevmeyen ve biri diğerinin aleyhinde olan, birbirine karşı emniyet ve güven hissetmeyen milletler ise, hakikî mânâda millet olamadıkları gibi, istikbal vadetmeleri de söz konusu değildir.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Genç
Genç adam güç, kuvvet ve zekanın fidanıdır. Terbiye ve ıslah edildiği takdirde, zorlukları yenen bir Heraklit, gönüllere aydınlık ve dünyaya nizam vadeden bir güç hâline gelebilir.
* * *
Cemiyet bir kristal kap, gençler de onun içinde tıpkı herhangi bir sıvı gibidirler; onun renk ve şeklini alır, onunla görünürler. Bilmem ki, onlara inkıyat ve itaat çağrısında bulunan nizam havarileri, dönüp bir kere de kendilerine bakabiliyorlar mı?
* * *
Hevesler oldukça tatlı, faziletler de biraz ekşi ve tuzlu yemeklere benzerler. Genç bunlardan birini seçmekte serbest bırakılınca, bilmem ki, neyi seçip neyi terkedeceğini söylemeye hâcet var mı..? Oysaki, onları fazilete dost, ahlâksızlık ve rezâlete de düşman olarak yetiştirme mecburiyetindeyiz.
* * *
Terbiye ile imdadına koşulacağı âna kadar genç, yetiştiği çevre, heves ve zevkin pervanesi; ilim, basiret ve mantığın uzaklarında dolaşan bir deli ve kanlıdır. Genci, geçmişiyle bütünleştirip geleceğe hazırlayacak olan iyi bir terbiye, onu müstakbelin Ömerleri hâline getirecektir.
* * *
Bir milletin yükselip alçalması, o millet içindeki genç kuşakların alacakları ruh ve şuura, görecekleri talim ve terbiyeye bağlıdır. Gençleri iyi yetiştirilmiş milletler, her zaman terakki etmeye namzet olmalarına karşılık, onları ihmal etmiş milletlerin tedennileri ise kaçınılmazdır.
* * *
Bir milletin geleceği hakkında kehanette bulunmak isteyenler, o milletin gençlerine verilen terbiyeye baksalar, hükümlerinde yüzde yüz isabet ederler.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Gençlik
Genç kuşaklar üzerine şefkatle eğilmek, ülkeye ve milletimize sahip çıkma yolunda atılmış mânâlı bir adımdır. Ne var ki, bu merhamet hissi, onların kalbî ve ruhî hayatlarına müteveccih olduğu nispette faydalı ise de, cismaniyetlerine yönelik olduğu zaman onları birer bedenî varlık hâline getirmesi, hatta azmanlaştırması söz konusudur.
* * *
Genç nesillere değer veren her millet yükselmiş, onları gençlik heveslerinin akışına terkedenler ise, bu ihmallerinin cezasını çok ağır olarak çekmişlerdir. Şayet bugün, çevremiz ihanetlerle kaynayıp duruyor ve nesiller hergün biraz daha azgınlaşıyorsa, bu, tamamen bizim ihmalimizin neticesidir. Evet, başımız bulutlarda dolaşırken, ayaklarımızın dibinden yatak odalarımıza kadar sızan kobraları sezemedik ve bugünkü acıklı hâlimizi kendi elimizle hazırladık...
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İzdivaç ve Yuva
Evlenmek, zevk ve haz için değildir; evlenmek, aile teşkili, milletin bekâ ve devamı, ferdin duygu ve düşüncelerinin dağınıklıktan kurtarılması ve cismânî hazlarının zapturapt altına alınması içindir. Bu konuda zevkler ve hazlar ise, fıtratın çok meselelerinde olduğu gibi, birer avans ve imrendirmeden ibarettir.
* * *
Evlenecek kimseler, birbirlerinin üstlerine-başlarına, kılık ve kıyafetlerine, hatta servet ve dış güzelliklerine göre değil; bu en ciddî meselede, ruh güzelliği, namus ve ahlâk anlayışı, fazilet ve karakter yüksekliğine göre karar vermelidirler.
* * *
Evlenirken gerekli tetkikâtı yapmamış veya yapma fırsatını bulamamış kimselere, iş gelip boşanma kertesine dayanınca, en âkilâne kriterlerin dahi hiçbir yararı olmayacaktır. Evet, mesele yuvadaki yangından az zararla kurtulmak değil; önemli olan, yangın çıkaracak unsurların yuvaya sokulmamasıdır.
* * *
Tanımadığımız kimseye kız vermemeli, tanımadığımız kızlara da talip olmamalıyız. Böyle meçhuller üzerine yapılan bir akit, ya boşanma gibi Allah’ın (c.c.) sevmediği bir sonuçla noktalanır veya taraflar için hayat boyu işkencelere vesile olur.
* * *
Daha ilk teşebbüste Hakk’a sığınılarak, mantık ve muhakeme üzerine kurulmuş öyle mübarek yuvalar vardır ki, bütün bir hayat boyu tıpkı bir mektep gibi çalışır ve yetiştirdiği çıraklarıyla, mensup olduğu milletin devam ve bekâsını teminat altına alır.
* * *
Düşünülmeden-taşınılmadan izdivaç adına ortaya konan evlilikler ve bir araya gelmeler, arkada ağlayıp sokaklarda sürünen eşler, “öksüzler yuvası”na bırakılan yetimler ve aileleri yüreklerinden yaralayan caniliklerle neticelenmiştir.
* * *
Evliliğin, ferde ait fayda ve menfaati bir ise, millete ait olanı pek çoktur. Bu itibarla, bozuk evlilik gibi, hiç evlenmemek de, kızları sefil, delikanlıları rezil edip, millete su ve kan kaybettiren bir koleradır.
* * *
Ta baştan sağlam esaslar üzerine kurulmuş ve maddî-mânevî saadetin dalgalanıp durduğu bir yuva, milletçe var olmanın en sağlam bir temel taşı ve faziletli fertler yetiştirmenin de mübarek bir mektebidir. Evlerini mektepler kadar feyizli ve bereketli, mekteplerini de evleri kadar sıcak hâle getirebilen milletler, ıslah hareketlerinin en büyüğünü yapmış, gelecek nesillerin huzur ve mutluluğunu garanti altına almış sayılırlar.
* * *
Millet, hane cüz’ifertlerinden meydana gelir. Bu itibarla, evler iyi ise millet iyi, evler kötü ise millet de kötüdür. Keşke, milletin salâhını isteyenler, her şeyden evvel hanelerin ıslâhına çalışsalardı...!
* * *
“Ev”e, içindeki insanlara göre “ev” denir. Bir hanenin fertleri, o hanede oturanların insanî değerleri paylaştıkları ölçüde mesut sayılırlar. Evet, diyebiliriz ki insan, eviyle insanca yaşar; ev de, içindeki insanlarla “ev” olur.
* * *
Ev, küçük bir millet; millet de, büyük bir hanedir. Büyük-küçük herhangi bir haneyi ârızasız idareye muvaffak olmuş ve hane halkını insanlığa yükseltebilmiş birisi, az bir gayretle daha büyük organizasyonlarda da başarılı olabilir.
* * *
Bir hanedeki nizamsızlık ve döküntü, o hânedeki insanların derbederliğini ve ruh perişâniyetini; bir beldede evlerin, dükkanların, sokakların pisliği, intizamsızlığı, bozukluğu da, belediye kadrosunun derece-i hissini tasvir eder.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Boşanma
Boşanma, ferdin nikâh kaydından sıyrılıp, kendini boşa alması ameliyesidir. Nâdiren dinlendirip rahatlatıcı görünse de, çok defa huzursuzluk ve sefaleti de beraberinde getirir.
* * *
Boşanma, din nazarında mübahların en sevimsizidir. Ne var ki, ruhsat ve cevazının sevimsizliği kadar, men edilmesi de gayritabiî ve gayrifıtrîdir.
* * *
Boşanmayı gerektiren zaruretleri görmezlikten gelmek, insan mâhiyeti ve bu mâhiyetin hususiyetlerini bilememekten kaynaklanmaktadır. Evlenen herkesin birbiriyle imtizaç edeceğini beklemek, herkesi dümdüz, aynı fıtrat, aynı mizaç, aynı yapı ve aynı karakterde tasavvur etme gibi bir safderûnluk ifadesidir.
* * *
Her keyfî boşama, boşayan için bir nedâmet, boşanan için bir haksızlık ve aile fertleri için de öyle bir huzursuzluk kaynağıdır ki, bazen bütün bir hayat boyu, kanayan bir yara gibi acısı, ızdırabı devam eder durur...
* * *
Boşamak, hastalıklı bir uzva karşı cerrâhî bir müdahale ise, izdivacın aklî, mantıkî bir çizgide cereyan etmesi ve sağlam şartlara bağlanması, hijyenik bir hassasiyettir. Onun için, boşamakla aileyi, boşamayı kaldırmakla da vicdanı kahretmezden evvel, izdivaç, doku uyumluluğu titizliği içinde ele alınmalı ve gelecekte bu uyumu temin edecek şartlardan taviz verilmemelidir.
* * *
Bir dünya, uzun asırlar, boşamayı men etmek veya hiç olmayacak şartlara bağlamak suretiyle, beraber yaşamayı düşünmeyenleri zorla bir arada tutmaya çalıştı. Bir başka dünya ise, kadına, onu istediği zaman alıp, istediği zaman da atabileceği bir nesne gibi baktı ve onu bir eşya gibi gördü. Bunlardan biri erkeğe azabın, diğeri de, kadını insan görmemenin ifadesinden başka bir şey değildi.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Anne-Baba
Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk’a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır.
* * *
İnsan, daha küçük bir canlı hâlinde var olmaya başladığı günden itibaren, hep, anne-babanın omuzlarında ve onlara yük olarak gelişir. Bu hususta ne peder ve vâlidenin çocuklarına karşı olan şefkatlerinin derinliğini tayine, ne de onların çektikleri sıkıntıların sınırını tespite imkân yoktur. Bu itibarla, onlara hürmet ve saygı, hem bir insanlık borcu, hem de bir vazifedir.
* * *
Ebeveynin kadrini bilip, onları Hakk’ın rahmetine ulaşmaya vesile sayanlar, bu dünyada da, öteler ötesinde de en talihlilerdendir. Onların varlıklarını istiskal edip, hayatlarına karşı bıkkınlık gösterenler ise, sürüm sürüm olmaya namzet bir kısım uğursuzlardır.
* * *
İnsan, peder ve vâlidesine karşı hürmeti nispetinde Yaratıcısına karşı da hürmetkâr sayılır. Onlara hürmeti olmayanın, Allah’a (c.c) da hürmet ve saygısı yoktur. Günümüzde, ne garip tecellidir ki, sadece Allah’a karşı saygısız olanlar değil, O’nu sevdiğini iddia edenler bile, anne ve babalarına sürekli saygısızlıkta bulunmaktadırlar.
* * *
Evlât, anne ve babasına fevkalâde hürmetli ve itaatkâr, onlar da, en az onun cismaniyetine verdikleri ehemmiyet kadar kalbî ve ruhî hayatına ehemmiyet verip, onu bir an evvel en maharetli hekimlerin terbiyesine teslim etmelidirler. Çocuğunun kalb ve ruhunu unutan anne-baba ne cahil, böyle bir görgüsüzlüğe kurban giden çocuk, ne talihsizdir..!
* * *
Anne-babanın hukukunu hiçe sayan ve onlara isyan eden evlât “insan bozması bir canavar”, çocuğun mânevî hayatını garanti etme gayretinden mahrum ebeveyn de merhametsiz birer gaddardırlar. Ve hele, çocuk yolunu bulup kanatlandıktan sonra onu felç eden anne ve babalar..!
* * *
Yuva, toplumun temel unsurudur. Orada fertler ne kadar birbirlerinin hak ve vazifelerine karşı saygılı olurlarsa, toplum da o kadar sağlam ve sıhhatli olur. Yoksa, yuvada yitirilen şefkat ve hürmeti toplum içinde aramak beyhûdedir..!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Çocuk
Bir ağacın, nesil ve nev’ini devam ettirmesinde çekirdek ve tohumu ne ise, insan nesli ve nev’inin devamında da çocuk aynı şeydir. Çocuklarını ihmal eden milletler inkıraza, onları yabancı ellere ve yabancı kültürlere terkedenler de, özlerini kaybetmeye mahkumdurlar.
* * *
Her otuz-kırk senede bir milletin en aktif ve en verimli kesimini teşkil edecek nesiller, bugünkü çocuklardır. Çocukları küçük ve değersiz görenler, millet hayatında nasıl mühim bir unsuru hafife aldıklarını düşünüp ürpermelidirler.
* * *
Bugünün nesillerinde görülen fenalığın, bir kısım idarecilerde müşahede edilen yetersizliğin ve milletçe çekilen sıkıntıların mes’ulleri, otuz sene evvelki hakim unsurlardır. Çeyrek asır sonraki her türlü facia veya faziletler de, bugünkü nesillerin talim ve terbiyesini derpiş edenlere ait olacaktır.
* * *
Geleceğini teminat altına almak isteyen her millet, sağa sola harcayacağı zaman ve enerji kadar bir kısım imkânları da, yarının büyük insanları olacak çocukların yetiştirilmesine sarf etmelidir. Başka yönlere harcanan şeylerin büyük bir kısmı bâdihevâ gitse bile, nesillerin insanlığa yükseltilmesi istikametinde sarf edilen şeyler, bitip tükenme bilmeyen bir gelir kaynağı gibi devam edip duracaktır.
* * *
Günümüzde toplumun yüz karası sayılan sefiller, şerliler, anarşistler, ayyaşlar, morfinmanlar, esrarkeşler... dün terbiyelerinde ihmal gösterdiğimiz çocuklardır. Bilmem ki, bugünkü ihmallerimiz yüzünden, yarın sokaklarımızı ne türlü nesillerin dolduracağını hiç düşündük mü..?
* * *
Yarının kaderine, teknik ve teknolojik üstünlüğe sahip olan milletler değil; evlilik müessesesini ciddi olarak ele alan ve kendi nesillerini insanlığa yükseltmesini bilen milletler hakim olacaktır. Evlilik ve doğum meselesini ciddî olarak ele alamamış, kendi terbiye felsefesiyle nesillerine sahip çıkamamış milletler, bugün olmasa da yarın, zamanın insafsız dişlileri arasında eriyip gitmeye mahkumdurlar.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Çocuğun Hakları
İnsan, yaratılırken hayat arkadaşıyla beraber yaratılmıştır. Onun yalnız başına kaldığı devre, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu şekilde, daha ilk varlığa ererken eşiyle beraber yaratılmak, insan için izdivacın fıtrî olduğunu göstermektedir. Bu fıtrî vazifede en mühim maksat ise “tenâsül”dür. Binaenaleyh, nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmadan yapılan evlilik bir eğlence ve macera, bu evlilikten meydana gelen çocuklar da, bir anlık hissin kurbanı talihsizlerdir.
* * *
İnsan nesli, yine ancak insanla devam eder, kalbin ve ruhun hayat seviyesine doğru kanatlanmış insanla... Terbiye görmemiş, ruhî melekelerini geliştirememiş ve dolayısıyla da insanlığa yükselememiş nesiller, Âdem soyundan gelseler bile, insan azmanı bir çeşit garip yaratıklar; böylelerinin anne ve babalığını yüklenenler ise, bağrında canavar büyüten bedbahtlardır.
* * *
Anne-babanın, evlâtlarını yetiştirip faziletlerle donattıkları nispette onlara “evlâdımız” demeye hakları var ise de, ihmal edilmiş yavruları hakkında böyle bir iddiada bulunmaları kat’iyen muvafık değildir. Hele ona, fenanın-çirkinin yollarını gösteriyor, onu insanlıktan uzaklaştırıyorlarsa...
* * *
Bir milletin devam ve bekâsı, iyi yetiştirilmiş nesillerle kaimdir; millî varlığı ve millî ruhu mükemmelleştirilmiş iyi nesillerle... Milletler, geleceklerini emanet etmek üzere mükemmel bir nesil yetiştirememişlerse, istikballeri karanlık demektir. Hiç şüphe yok ki, nesillerin iyi yetiştirilmesinde en birinci vazife, anne ve babalara düşmektedir.
* * *
Anne-baba, çocuklarına sahip çıkar, onların duygu ve düşüncelerini hem kendileri hem de topluma yararlı olacak şekilde geliştirirlerse, millete yeni ve sağlam bir rükün kazandırmış olurlar. Aksine, onu insanî duyguları itibarıyla ihmal etmişlerse, cemiyetin içine herhangi bir haşere salmış sayılırlar.
* * *
Bir ağaç tımar edildiği zaman, bir canlı da, bakımı-görümü yapıldığı sürece hem semere verir, hem de neslini devam ettirir. Bakılmadığı zaman ise, ağaç güdükleşir, canlı da amelmande olur. Ya bin bir istidat ve kabiliyetle dünyaya gönderilen insan? Acaba, onun bir ağaç kadar olsun tımar edilmesi gerekmez mi?
* * *
İnsanoğlu, çocuğu dünyaya getiren sensin! Gökler ötesi âlemlere yükseltmek de senin vazifendir. Onun cisminin sağlığına ehemmiyet verip üzerinde titrediğin gibi, kalbî ve ruhî hayatı için de titre, merhamet et, kurtar o bîçareyi Allah için! Ve, zebil olup gitmesine fırsat verme!
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Ahlâk
Âlim olmak başka, insan olmak başkadır. Âlim, ilmiyle insanlığın emrine girip, ahlâk ve faziletiyle ilmini temsil ettiği ölçüde hafıza hamallığından kurtulur ve yüksek bir insan olma payesine ulaşır. Aksine o, ömrünü beyhude heder etmiş bir zavallıdan farksızdır. Zaten demir mahiyetindeki cehaleti, altın gibi faydalı ve kıymetli kılan da ancak, ahlâk ve fazilettir.
* * *
Aldatılsan dahi, sakın kimseyi aldatma..! Ayrıca, en yüksek bir fazilet olduğu hâlde, bazen kaybetmeye sebebiyet verse de sadakat ve istikametten asla ayrılma!
* * *
Günümüzde ahlâk, artık eskilerin anladıkları gibi, bir faziletler topluluğu şeklinde anlaşılmıyor. Bugünün insanı, onu, daha çok içtimaî nezaket ve terbiye şeklinde anlamak istiyor. Bu şekliyle olsun, keşke onu herkeste görebilseydik!..
* * *
Ahlâk, insanoğlunun davranışlarıyla alâkalı bir kısım yüksek düsturlar ihtiva eder ki, hepsi de ruhun yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Buna dayanarak diyebiliriz ki, kendi ruhuyla içli-dışlı olamamış kimselerin, ahlâk kaidelerini de uzun zaman temsil edebilmeleri oldukça zordur.
* * *
Önceleri “Ahlâk kitaplarda kaldı.” derlerdi. Şimdi, “Eski kitaplarda kaldı.” diyorlar. Öyle de olsa, eskitilmek istenen bu kıymetli şeye ne kadar “yeni” feda edilse değer.
* * *
Kendi menfaatini başkalarının menfaatine feda etmek, bir ruh yüksekliği ve civanmertliktir. Karşılığında herhangi bir menfaat beklemeden hep hayır işleyenler, beklenmedik bir yerde bütün hayırlı düşünce ve işleriyle karşılaşınca, hayret ve hayranlıkla talihlerine tebessümler yağdıracaklardır.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Fazilet
Ebetlere kadar devam edecek olan ruhun için hep yeni yeni şerefler, mansıplar ara! Kazandığın şerefleri kaybetmemek için de hep tetikte ol!
* * *
Eğer bir toplumda, çirkinler ve çirkinliklerin boy atıp gelişmesi üzerinde durulmuyor, güzeller ve güzellikler şakîler gibi takip ediliyor, hakikat ve fazilet âşıkları hakaret görüp tazyike uğruyor, lâahlâkîlik rahatlıkla her yere girebiliyorsa, o ülkede fazilet için yaşayanlara yerin altı üstünden daha hayırlıdır.
* * *
Fazilet, insanların takdir edip, hayvanların hoşlanmadığı; rezîlet de, insanların ürperip uzaklaştıkları, hayvanların umursamadan yapageldiği davranışlara denmiştir ki, yerindedir.
* * *
Din, millet, vatan, namus ve devlet gibi yüksek mefhumlara duyulan şiddetli muhabbet, civanmert ruhların işidir. Onlar, bu yüksek hakikatleri çiğnemez, çiğnetmez; gerektiğinde tereddüt göstermeden o uğurda seve seve ruhlarını feda ederler. Böyle bir ruh yüceliğinden mahrum olan talihsizler ise, buna divanelik derler.
* * *
Fazilet, bazı durum ve şartlara göre zarara sebebiyet verse de, yine fazilettir. Onu hakir görüp, ondan pişmanlık duymak, her zaman haksızlıktır. Fazilet yüzünden gelen zararlar, yine faziletle defedilmeye çalışılmalıdır.
* * *
Fazilet, hak edilen hürmete ehemmiyet vermeme; gurur ise, hak etmediği yerlerde dahi hürmet bekleme ruh hâletidir. Fazilet söylerken, gurur, benliğin bağrına sığınır ve ızdırapla dinlemeye durur.
* * *
Geçmişteki büyüklerimizi hayırla yâd etmek onların hakkı, bizim için de bir kadirşinaslık ifadesidir. Zira onlar, millete asalet kazandıran birer kök gibidirler; onları çürütmeye çalışmak, milleti şerefli mâzisinden ürkütüp uzaklaştırmak demektir.
* * *
Haklı şöhretleri takdir ve onları saygı ile yâd edenler, bir gün mutlaka hürmetle yâd edilirler. Şöhretleri tenkit ve düşürmekle meşhur olmak isteyenler ise, pek fena bir şöhret kazanırlar...
* * *
Kendini bilmek, basiret; kendini görmek ise, körlüktür. Kendini bilen, hem Hakk’a hem de halka yaklaşır; kendini gören ise, benliğinden başka her şeyden uzaklaşır.
* * *
Geçmişe ait hataları değerlendirip onlardan istifade etmek ve geçmişteki insanları bir ölçüde affedip onlarla meşgul olmamak akıllıca bir davranış, gereksiz yere mâzi ve mâzidekileri karalamak ise bir ahmaklıktır.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Terbiye
Bizde, “Çocuk aziz ise, terbiyesi daha azizdir.” diye bir söz vardır; ne kadar doğru!
* * *
Çocuk terbiyesinde ana-baba, perhizli insan gibi olmalı ve terbiyede ölçüye çok riayet etmelidirler.
* * *
0-5 yaş arası şuuraltının en açık olduğu dönemse, bu dönemde çocuklara iyi örnekler adına ne yapılsa değer.
* * *
Her insanın geleceği, çocukluk ve gençlik çağlarındaki intiba ve tesirlerle sımsıkı alâkalıdır. Çocuklar ve gençler, yüksek duygularla coşup şahlanacakları bir iklimde yetişiyorlarsa, zihnî ve fikrî durumları itibarıyla diri, ahlâk ve fazilet itibarıyla da örnek olmaya namzet sayılırlar.
* * *
İnsan, duygularının pes şeylerden uzak olduğu ölçüde insandır. Kalbi kötü duyguların baskısı altında, ruhu nefsanîliğin cenderesine takılmış kimseler, sûretâ insan görünseler de düşünmek icap edecektir. Terbiyenin bedene ait olan kısmını hemen hemen herkes bilir ama; asıl işe yarayan fikrî ve hissî terbiyeyi anlayan çok azdır. Oysaki, birinci şık terbiye ile daha ziyade kas güçleriyle beden insanları, ikinci şıkla ise ruh ve mânâ insanları yetişir.
* * *
Bir milletin ıslâhına fenaları imha etmekle değil, nesilleri millî kültür ve millî terbiye ile insanlığa yükselterek hizmet edilmelidir. Din, tarih şuuru ve gelenekler halitasından ibaret mukaddes bir tohumu yurdun dört bir bucağında çimlendirmedikten sonra, imha edilen her fenanın yerinde birkaç tane yenisi ot gibi bitecektir.
* * *
Çocuklara okutulacak kitaplar, şiir olsun nesir olsun, düşünceye kuvvet, ruha metanet, ümit ve azme fer verecek mahiyette olmalıdır ki, iradeleri güçlü, fikirleri sağlam nesillere sahip olunabilsin...
* * *
Kız çocukları ileride deruhte edecekleri çocuklarının terbiyesine göre, bir çiçek gibi nazik, ince ve şefkatli yetiştirilmeleri esas olmakla beraber, hak düşüncesine sahip çıkmaları bakımından da polat gibi olmalarına dikkat edilmelidir. Yoksa, nezaket ve incelik uğruna onları bir kısım miskinler, âcizler hâline getirmiş oluruz. Unutmayalım, dişi arslan da yine arslandır.
* * *
Terbiye başlı başına bir güzelliktir ve kimde olursa olsun takdir edilir. Evet, cahil dahi olsa, terbiyeli olduğu takdirde sevilir. Millî kültür ve millî terbiyeden mahrum milletler, kaba, cahil ve serseri fertlere benzerler ki, bunların ne dostluğunda vefa, ne de düşmanlıklarında ciddiyet olmaz. Böylelerine güvenenler, hep inkisar-ı hayale uğrar; bunlara dayananlar, er-geç desteksiz kalırlar.
* * *
Bir üstada çıraklık yapmamış ve sağlam bir kaynaktan terbiye almamış mürebbî ve mürebbiyeler (eğitimci), başkalarının yollarına fener tutan körler gibidirler. Çocukta görülen arsızlık, şımarıklık, bağrında geliştiği kaynağın bulanık olmasından meydana gelmektedir. Ailedeki duygu, düşünce ve hareket intizamsızlığı, katlanarak çocuğun ruhuna akseder. Tabiî, ondan da topluma...
* * *
Mekteplerde en az diğer dersler kadar terbiye ve millî kültür üzerinde de durulmalıdır ki, vatanı cennetlere çevirecek sağlam ruh ve sağlam karakterli nesiller yetişebilsin. Tâlim (öğretim) başka, terbiye (eğitim) başkadır. İnsanların çoğu muallim olabilir ama, mürebbî olabilen çok azdır.
* * *
En lüzumlu olduğu hâlde en az üzerinde durulan dersler, millî kültür ve millî terbiye dersleridir. Bir gün dönüp bu yolu işletmeye koyulursak, milletin terakkisi adına en isabetli kararı vermiş olacağız.
* * *
Şair, doğuştan şairdir. İmruu’l-Kays, hiç mektep görmemiş. Einstein, mektepten kaçarmış. Zira düşüncesi başka. Newton, matematikten zayıf almış ama, teorisi matematik üzerine. Biz, elin-âlemin kazanı içerisinde kendi kepçemiz ile karıştırmaya çalışıyoruz.
* * *
Ruhları aynalar gibi parlak, fotoğraf makineleri kadar süratli kayıt yapan çocukların ilk mektepleri, kendi hâneleri, ilk terbiyecileri de anneleridir. Annelerin sağda solda harcanmadan iyi birer terbiyeci olarak yetiştirilmeleri, bir milletin varlığı ve bekâsı için en mühim bir esastır.
-
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Nasihat
Nasihat, dinî hayatın orta direğidir.
* * *
Eğer nasihat yararsız olsaydı, Allah, hiç peygamber gönderir miydi?
* * *
Nasihat, hayırlara ulaştıran önemli bir vesiledir; hayrın vesilesi hayır, sevabınki de sevaptır.
* * *
Nasihat eden, herkesten evvel, anlattıklarını yaşamalıdır ki, inandırıcı olsun. Dünkü müessiriyetin, bugünkü tesirsizliğin sebepleri bence bunda aranmalıdır.
* * *
Körlerin rehberliğine kalanlar, yol yürüyeceklerine oldukları yerde kalsalar, hedefe daha yakın bulunurlar.
* * *
Gönüllerin anahtarı, yumuşak huy ve yumuşak kelimelerdir.
* * *
Vaiz, bütün cemaati bir anda görüp, kontrol edebilendir.
* * *
Her zaman davranışlarla anlatma, sözle anlatmadan daha inandırıcı olmuştur.
* * *
Yumuşak konuş ki, kalblerin kapıları açılsın; sıcak kalbli ol ki, vicdanlar, senin düşüncelerine “buyur!” etsin; ihlâslı davran ki, tesirin sürekli olsun..!
* * *
Bütün sözlerin havada kaldığı zaman, muhataplarına iyilikle itap etmeyi denemek de yararlı olabilir...
* * *
Hayırdan daha büyük hayır, şerden daha büyük şer vardır.. hangisinin ne zaman tercih edileceğini akıllı ve ilhama mazhar olanlar bilirler.