Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe; 119)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“İyi insanla kötü insanın yanında oturanların hali, misk satanla demirci körüğü çekenin yanlarında oturanın hali gibidir. Miskçinin yanında oturursan ya sana misk verir veya satın alırsın, yahut onun güzel kokusundan faydalanırsın. Demirci körüğü çekene gelince, ya elbiseni yakar, yahut onun pis kokusun-dan rahatsız olursun.” (Buhari, Müslim)
İyi kişilerle oturup kalkmak, kötü kişilerle oturmamaya en güzel misallerden birisi de Eshab-ı Kehf’in köpeğinin kıssası ile Nuh (Aleyhisselam)’un oğlunun kıssasıdır. Günümüzde de görülmektedir ki iyi kişilerle beraber olanlar iyi bir insan olmakta, kötülerle beraber olanlar da kötü olmaktadır.
Anlatıldığına göre, Ka’bu’l-Ahbar şöyle demiştir:
“Allah-u Teala mahlukatı yaratmadan önce iki cümle yazıp Arş’ın altına astı. Bu cümlelerden birincisi şöyledir: Kötü arkadaşlarla düşüp kalkan kimse, tüm iyi kulların amelleri kadar iyi amel işlese bile ben onun tüm amellerini kötülüklere çevirerek kıyamet günü kendisini kötülerle birlikte haşrederim.
Diğer cümle de şöyledir: İyi arkadaşlarla düşüp kalkan kimse, tüm kötülerin kötülükleri kadar günah işlese bile, ben onun kötülüklerini iyi amellere çevirerek kıyamet günü, kendisini iyilerle birlikte haşrederim.”
Bilindiği gibi, kötü arkadaşlarla düşüp kalkan kimse, iyi amellerini bir kenara bırakır ve kötülüklere yönelir. İyi arkadaşlarla düşüp kalkan kimse ise, kötü amelleri bırakır, pişman olur ve iyi amellere yönelir.
Evliyalarla, Salih kimselerle beraber olan kişilerin Allah'a muhabbetleri artar. Marifetullah sahibi olurlar. İbadetler tatlı gelmeye başlar, günahlar ise onlar için çirkinleşir, iğrençleşir. Allah'ın aşkı, sevgisi kalplerine dolar. İnsan ibadetlerinde ne kadar kusurlu olduğunu, nefsinin ne kadar zelil olduğunu, Allah'ın azametine karşı kendi acizliğini anlar. İşte bunlar İyi kişilerle, evliyalarla beraber olmanın faydalarıdır.
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kişi kendi arkadaşının dini üzerinedir. Öyle ise kişi kiminle arkadaşlık yaptığına baksın.” (Ebu Davud)
Onun için insan Allah-u Zülcelal’in yolunda sapmadan doğru bir şekilde yürüyebilmek için daima iyi kişilerle birlikte olmalıdır. Böyle kimselerle beraber olmak hem Allah-u Zülcelal’i, hem Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’i hem de evliyaları razı eder.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
TEVBE
“De ki; Ey nefisleri aleyhine ileri gitmiş kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Allah tüm günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (Zümer; 53)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Ey İnsanlar! Allah’a karşı tevbe ediniz. Ben günde yüz sefer tevbe ederim.” (Müslim)
Tevbe; Allah-u Zülcelal’in kullarına açmış olduğu çok büyük bir merhamet kapısıdır. İnsanın pişmanlık duyarak samimi bir şekilde yaptığı bir tevbe kendisi için kurtuluştur. O halde aklı başında olan kimse sık sık Allah-u Zülcelal’e karşı tevbe etmeli ve işlediği günahta ısrar etmemesi gerekir. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) günahlardan masum olduğu halde günde yüz sefer tevbe ederken, onun ümmetinin tevbeden uzak durmaları çok yanlıştır.
Hasan-ı Basri’den rivayet edildiğine göre, Allah-u Teala şeytanı cennetten kovunca şeytan Allah-u Teala’ya: “Ululuğun hakkı için, ademoğlunun ruhu cesedinden ayrılmadıkça, bende onu rahat bırak-mam.” dedi. Allah-u Teala da şeytana şu cevabı verdi:
“Ululuğum ve yüceliğim hakkı için, ben de kulumun canı boğazına gelinceye kadar tevbe kapısını önünde açık tutarım.”
Allah-u Zülcelal Musa (Aleyhisselam)’ya şöyle vahyetmiştir:
“Ey Musa! Bir tevbekarın inlemesi benim katımda abidin sesinden daha sevimlidir.”
Günahları bırakmakta tevbenin bir parçasıdır. Diğer parçası ise pişmanlık duymaktır. Çünkü her bir günah kalpte bir iz, bir kir ve bir gölge bırakır. Bu iz ve kirleri silmek ise, ancak pişmanlık duymak, bir hayır işlemek ve tevbe etmekle mümkündür.
Anlatıldığına göre, Allah-u Zülcelal Davud (Aleyhisselam)’a şöyle buyurmuştur:
“Ey Davud! Benden yüz çevirenleri benim nasıl beklediğimi, günahları terk edip bana yönelenleri nasıl arzu ettiğimi bilseydiler, hemen bana yönelir-lerdi. İşte benden yüz çevirenlere karşı muamelem budur. Bana yönelenlere karşı muamelemin nasıl olacağını sen düşün!”
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki; bilindiği gibi her baba çocuğunu aşık olmuşcasına sever. Bir çocuk aniden babasından yüz çeviripte kaçarsa, o şevkatli baba bir an önce çocuğunun evine dönmesini ister. Allah-u Zülcelal’in merhameti kulların merhametinden daha fazladır. Herkes kendisine sormalıdır? Bu kadar şevkat ve merhamet sahibi olan Rabbimize, muhabbet beslemek, tevbe edip O’na layık bir kul olmaya çalışmak hak değil midir?
İnsan ne isterse Allah-u Zülcelal onu o kuluna veriyor. İnsanın tek çaresi hatalarını itiraf edip, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah-u Zülcelal’e yönelmektir.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
HAYA
“Haya imandandır. İman da cennettedir. Çirkin ve kötü sözler günahtandır. Günahta cehennemdedir. Haya ve iman, birbirinden ayrılmayan iki parçadır. İnsanın kalbinden biri çıkınca, diğeride çıkar.” (Hakim, Tirmizi)
İnsana güzel ahlakı kazandıran ahlaklardan birisi de hayadır. Çünkü haya bütün hayırların başıdır. Allah-u Zülcelal, bir kimseyi helak etmek istediği zaman, o kişiden hayayı kaldırır. Hayası olmayan kimse de, daima günahların içinde dolaşır durur.
Haya, insanın imanının ve takvasının alametidir. Haya, sahibini selamete çıkartan bir yoldur. Haya, sahibini günahlardan muhafaza eder. Nitekim Bişr-i Hafi demiştir ki;
“Herşeyin bir güzelliği vardır. Hayanın güzelliği de günahları terketmektir. Herşeyin bir semeresi vardır, hayanın semeresi de, hayırdır.”
Malik bin Dinar demiştir ki;
“Allah-u Zülcelal bir kalbden hayayı çıkardığı zaman, o kişi için bundan daha büyük bir azab yoktur.”
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir gün yanında bulunan sahabelere;
“Allah'tan gereği gibi haya edin!” buyurdu. Sahabeler;
“Yâ Resulallah! Elhamdülillah haya ediyoruz.” deyince; Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki;
“Allah'tan hakiki olarak haya etmek, gözünü, kulağını, dilini haram olan şeylerden korumak, haram yemekten ve zinadan sakınmak, ölümü ve dünyanın fani olduğunu hatırlamaktır. Ahiret mutluluğunu isteyen, dünya ziynetlerine önem vermez. İşte böyle yapan kimse, Allah'tan hakkıyla utanmış olur.” (Tirmizi)
Haya, biri Allah’a diğeri kullarına karşı olmak üzere iki çeşittir. İnsanlara karşı olan haya, gözlerini görülmesi helal olmayan yerlere bakmaktan sakındırmak; Allah’a karşı olan haya da O’nun ni’metlerini bilip emirlerine karşı gelmekten utanmaktır.
Unutmamak lazımdır ki; haya insan için bir kale gibidir. Bu kaleyi ne kadar iyi muhafaza ederse, kendisini selamete çıkarması o kadar kolay olur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Sen, hiç şüphesiz büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem; 4)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Mü’min güzel ahlakı sebebiyle, gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadet için ayakta bulunan kimsenin derecesine ulaşır.” (Ebu Davud)
İnsanlar için güzel ahlak hususunda en büyük rehber Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’dir. Ayet-i kerimede buyrulduğu gibi, o çok büyük bir ahlak sahibi idi. İnsanlara mertebeler kazandıran da güzel ahlaktır. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’de güzel ahlak sayesinde mertebelerinin zirvesine ulaşmıştır. Bu sebeple Allah-u Zülcelal yanında mertebesi en yüksek olanlar, O’nun Resulünün ahlakını yaşayanlardır.
Anlatıldığına göre, Allah-u Zülcelal imanı yarattığı zaman: “Ya Rabbi! Beni güçlendir.” demiş, Allah-u Zülcelal’de onu güzel ahlak ve cömertlikle güçlen-dirmiştir.
Güzel ahlak cennet ni’metlerine açılan bir kapıdır. Allah-u Zülcelal’in rızasına talip olan kimseler, ilk önce güzel ahlak kapısından girmişlerdir. Güzel ahlak; güleryüzlü olmak, insanlara iyilik yapmak ve hiç kimseye eziyet etmemek ve gelen eziyetlere de sabretmektir. Başkasının kötü huyundan şikayet etmek, kendisinin kötü ahlakının delilidir.
Rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem), Enes (Radıyallahu Anh) ile birlikte bir yere gidiyordu. Arkadan bir bedevi Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’e yetişti ve cübbesinin eteklerine öylesine asılarak çekti ki, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in ensesi kızardı ve kumaş Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in ensesinde iz bıraktı. Sonra da: “Ey Allah’ın Resulü! Allah-u Teala’nın sana nasip ettiği servetten bana da infak et.” dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) de bedeviye dönüp gülümseyerek iltifat etti ve kendisine bir şey verilmesini emretti. (Buhari, Müslim)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) Muaz (Radıyallahu Anh)’a şöyle buyurmuştur:
“Ey Muaz! Sana söyleyeceklerime uyarsan, güzel ahlak sahibi olursun. Ey Muaz! Allah'tan kork, sözünde doğru ol, verdiğin sözü yerine getir, emaneti koru, ihaneti terket, komşularınla iyi geçin, yetime acı, yumuşak sözlü ol, herkese selam ver, salih amellere sarıl, uzun emel peşinde koşma, yemin ettiğin zaman yeminine riayet et, Kur'anı iyi anla, ahireti sev, hesap gününden kork, alçak gönüllü ol.” (Beyhaki)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in, Muaz (Radıyallahu Anh)'a yaptığı bu nasihat, hepimiz için bir rehberdir. Eğer insan bu söylenilenleri yerine getirirse, güzel ahlak sahibi olur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Birbirinizin ayıbını araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette ondan tiksinirsiniz. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah tövbeleri kabul edicidir, çok merhametlidir." (Hucurat; 12)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Birbirinizi kıskanmayın, birbirinize buğz etmeyin, birbirinizin menfaatine, alışverişine zarar vermeyin, birbirinize sırt çevirmeyin ve birbirinizi gıybet etmeyin. Ey Allah’ın kulları birbirinize kardeş olun.” (Müttefekun Aleyh)
Bilindiği gibi gıybet; bir kimsenin arkasından, doğru olsa bile duyduğu zaman üzüleceği şekilde konuşmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bir gün sahabelere: “Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sordu. Sahabeler: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler. Buyurdu ki: “Mü’min kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle zikretmektir.” Sahabelerden biri: “Dediğim ayıbı kendisinde görürsem ne olur?” diye sorunca, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Eğer dediğin şey onda varsa gıybet etmiş olursun, ama yoksa yalan söylemiş ve iftira etmiş olursun.” (Müslim)
Gıybet; sahibini mahveden çok çirkin bir sıfattır. Gıybet öyle kötü bir ameldir ki sahibini perişan eder. Eba Umame el-Bahili şöyle demiştir:
“Kıyamet günü bir kula amel defteri verilir. Defterine baktığı zaman, dünyada hiç yapmadığı iyi ameller görür. Allah-u Zülcelal’e: “Ya Rabbi! Ben bu amelleri işlememiştim, bu ameller nereden geldi?” diye sorar. Allahu Zülcelal buyurur ki: “Bunlar senin gıybetini yapan iyi kimselerin amelleridir.”
Onun için Hasan-ı Basri gıybetini yapana bir tepsi meyve göndermiş ve: “Duyduğuma göre iyiliklerini bana hediye etmişsin. Her ne kadar bizim hediyemiz sizin hediyenizin karşılığı olmasa da, bizi mazur görün.” demiştir.
Bişr-i Hafi: “Gıybet eden kimse, ölü eti yiyen sırtlan gibidir.” demiştir.
İşte bütün bunlardan sonra gıybetin ne kadar zararlı olduğu anlaşılmaktadır. İnsanın zorluklar içinde güzel ameller işleyip, başkasını çekiştirmekle amellerinin sevabını kaybetmesi gerçekten çok yazıktır. Bile bile gıybete devam etmek akılsızlıktan başka bir şey değildir.
Onun için insan kendi kusurlarını hatırlamalı ve gıybet yapmaktan kaçınmalıdır.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Her kim zerre kadar, bir şer (kötülük) işlemişse, onu görecektir.” (Zilzal; 8)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlak da günahları eritir (yok eder). Kötü ahlak da, sirkenin balı bozduğu gibi (güzel) amelleri bozar.” (Taberani, Beyhaki)
Kötü ahlak, çok çirkin bir şeydir. Kötü ahlaklı olan kimselerden bütün insanlar uzak durur. İnsanların uzak durduğu bir kimseden Allah-u Zülcelal'de uzak olur.
Kötü ahlak, sahibini hem bu dünyada hem de ahirette helak eden bir hastalıktır. Bir kimse, hem taat ve ibadet yapar, hem de kötü ahlaklı olursa, yaptığı ibadetler kendisine bir menfaat vermiyor demektir.
Böyle kimseler ibadeti adet olarak gafletle yaptıklarından dolayı bir menfaat bulamazlar. Yoksa ihlaslı olarak ibadet yapan kimseler, bu ibadetleri ile kötü ahlak hastalığından kurtulurlar. Çünkü Allah-u Zülcelal'in ibadeti, insanda bulunan kötülükleri yok eder.
Bir grup sahabe-i kiram Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e gelerek;
“Yâ Resulallah! Filan kadın gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de ibadetle geçiriyor. Ama kötü ahlaklıdır. Dili ile komşularını incitiyor.” dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki;
“Onda hiç hayır yoktur. O ateş ehlindendir.” (Ebu Davud)
İşte bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi, kötü ahlak, sahibini ateş ehli yapmaktadır. Onun için insan üzerinde bulunan kötü ahlaktan kurtulmanın çarelerini aramalıdır. Kendisini kötü ahlaktan kurtaranlar, kalblerini temizlemiş ve selamete çıkarmış olurlar.
Kötü ahlaktan kurtulmanın çaresi, nefs neyi isterse onun tersini yapmaktır. Çünkü nefs, daima kötülüğe meyillidir. Nefs insana bir şey emrettiği zaman, bunun kıyamet gününde azab olarak geri döneceğini bilerek, ondan uzak durmak lazımdır.
Kötü ahlak, sahibinin burnuna takılmış ve ucu şeytanın elinde bulunan bir azab halkasıdır. Şeytan bu halka ile insanı kötülüğe, kötülükte sahibini cehenneme sürükler. Onun için kötü ahlaktan uzak durmak insan için en selametli yoldur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Her kim zerre kadar, bir şer (kötülük) işlemişse, onu görecektir.” (Zilzal; 8)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlak da günahları eritir (yok eder). Kötü ahlak da, sirkenin balı bozduğu gibi (güzel) amelleri bozar.” (Taberani, Beyhaki)
Kötü ahlak, çok çirkin bir şeydir. Kötü ahlaklı olan kimselerden bütün insanlar uzak durur. İnsanların uzak durduğu bir kimseden Allah-u Zülcelal'de uzak olur.
Kötü ahlak, sahibini hem bu dünyada hem de ahirette helak eden bir hastalıktır. Bir kimse, hem taat ve ibadet yapar, hem de kötü ahlaklı olursa, yaptığı ibadetler kendisine bir menfaat vermiyor demektir.
Böyle kimseler ibadeti adet olarak gafletle yaptıklarından dolayı bir menfaat bulamazlar. Yoksa ihlaslı olarak ibadet yapan kimseler, bu ibadetleri ile kötü ahlak hastalığından kurtulurlar. Çünkü Allah-u Zülcelal'in ibadeti, insanda bulunan kötülükleri yok eder.
Bir grup sahabe-i kiram Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e gelerek;
“Yâ Resulallah! Filan kadın gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de ibadetle geçiriyor. Ama kötü ahlaklıdır. Dili ile komşularını incitiyor.” dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki;
“Onda hiç hayır yoktur. O ateş ehlindendir.” (Ebu Davud)
İşte bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi, kötü ahlak, sahibini ateş ehli yapmaktadır. Onun için insan üzerinde bulunan kötü ahlaktan kurtulmanın çarelerini aramalıdır. Kendisini kötü ahlaktan kurtaranlar, kalblerini temizlemiş ve selamete çıkarmış olurlar.
Kötü ahlaktan kurtulmanın çaresi, nefs neyi isterse onun tersini yapmaktır. Çünkü nefs, daima kötülüğe meyillidir. Nefs insana bir şey emrettiği zaman, bunun kıyamet gününde azab olarak geri döneceğini bilerek, ondan uzak durmak lazımdır.
Kötü ahlak, sahibinin burnuna takılmış ve ucu şeytanın elinde bulunan bir azab halkasıdır. Şeytan bu halka ile insanı kötülüğe, kötülükte sahibini cehenneme sürükler. Onun için kötü ahlaktan uzak durmak insan için en selametli yoldur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Her kim zerre kadar, bir şer (kötülük) işlemişse, onu görecektir.” (Zilzal; 8)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Suyun buzu erittiği gibi, güzel ahlak da günahları eritir (yok eder). Kötü ahlak da, sirkenin balı bozduğu gibi (güzel) amelleri bozar.” (Taberani, Beyhaki)
Kötü ahlak, çok çirkin bir şeydir. Kötü ahlaklı olan kimselerden bütün insanlar uzak durur. İnsanların uzak durduğu bir kimseden Allah-u Zülcelal'de uzak olur.
Kötü ahlak, sahibini hem bu dünyada hem de ahirette helak eden bir hastalıktır. Bir kimse, hem taat ve ibadet yapar, hem de kötü ahlaklı olursa, yaptığı ibadetler kendisine bir menfaat vermiyor demektir.
Böyle kimseler ibadeti adet olarak gafletle yaptıklarından dolayı bir menfaat bulamazlar. Yoksa ihlaslı olarak ibadet yapan kimseler, bu ibadetleri ile kötü ahlak hastalığından kurtulurlar. Çünkü Allah-u Zülcelal'in ibadeti, insanda bulunan kötülükleri yok eder.
Bir grup sahabe-i kiram Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e gelerek;
“Yâ Resulallah! Filan kadın gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de ibadetle geçiriyor. Ama kötü ahlaklıdır. Dili ile komşularını incitiyor.” dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyurdu ki;
“Onda hiç hayır yoktur. O ateş ehlindendir.” (Ebu Davud)
İşte bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi, kötü ahlak, sahibini ateş ehli yapmaktadır. Onun için insan üzerinde bulunan kötü ahlaktan kurtulmanın çarelerini aramalıdır. Kendisini kötü ahlaktan kurtaranlar, kalblerini temizlemiş ve selamete çıkarmış olurlar.
Kötü ahlaktan kurtulmanın çaresi, nefs neyi isterse onun tersini yapmaktır. Çünkü nefs, daima kötülüğe meyillidir. Nefs insana bir şey emrettiği zaman, bunun kıyamet gününde azab olarak geri döneceğini bilerek, ondan uzak durmak lazımdır.
Kötü ahlak, sahibinin burnuna takılmış ve ucu şeytanın elinde bulunan bir azab halkasıdır. Şeytan bu halka ile insanı kötülüğe, kötülükte sahibini cehenneme sürükler. Onun için kötü ahlaktan uzak durmak insan için en selametli yoldur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
a
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
Ancak sabredenlere hesapsız bir şekilde mükafat ve sevap verilir.” (Zümer; 10)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“İmanın alameti varlıkta şükretmek, darlıkta sabretmek ve kadere rıza göstermektir.” (Taberani)
Allah-u Zülcelal yetmiş kadar ayetinde sabırdan bahsetmiş, onu övmüş, onun hayır ve faziletleri kazanmanın vesilesi olduğunu bildirmiş ve sabredenlere sevaplar ve dereceler va’detmiştir. Sabır da dört çeşittir:
1-) Bela ve musibetlere karşı sabretmek.
2-) İbadetlerin üzerinde sabretmek.
3-) Günahların üzerinde sabretmek.
4-) Ni’metlere karşı sabretmektir.
Sabır; Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için büyük bir vasıtadır. Nefsle mücadele etmekte ancak sabırla mümkündür. Onun için insan karşısına bir ibadet geldiği zaman sabırla onu yapmak, bir günah geldiği zaman da ondan kaçınmak suretiyle yapmamak için sabır göstermelidir.
Bela ve musibetlere sabretmek, tahammül göstermekte Allah-u Zülcelal’in yanında çok makbuldür. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefâret olur. Musibet, beklenmedik bir hâdise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez.” (Müslim)
Vehb b. Münebbih şöyle demiştir:
“Havarilerden birinin elindeki kitaptan şu parçayı yazdım: Eğer önünde bir bela yolu açıldı ise buna sevin. Çünkü peygamberlerin ve Salihlerin yoluna koyuldun demektir. Buna karşılık eğer önünde bir rahatlık yolu açılmış ise buna ağla. Çünkü peygamberlerin ve Salihlerin yolundan ayrıldın demektir.”
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir. a
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
ŞÜKÜR
“Andolsun ki, şükrederseniz elbette sizin üzerinizdeki nimetlerimi arttırırım.” (İbrahim; 7)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde cennete en önce gidenler, dünyada iken her vaziyette (olumlu ve olumsuz hallerde) şükredenlerdir.” (Taberani, Ebu Nuaym)
Allah-u Zülcelal bir çok ayet-i kerime de kullarına şükretmeyi emretmiştir. Allah-u Zülcelal’in vermiş olduğu ni’metlere şükretmek insan için hem dünyada, hemde ahirette çok büyük bir kardır. Şükrün kıymetini bilen ve yerine getirmeye çalışanlar bu karı elde eder. Şükretmeyen kimselerde bu kardan mahrum kalır.
Davud (Aleyhisselam) bir yakarışında şöyle demiştir:
“Allah’ım! Sana şükretmemde senin ni’metindir. Bu durumda sana nasıl şükredebilirim.” Allah-u Zülcelal ona şöyle cevap vermiştir:
“Bunu böyle bilince şükretmiş olursun.”
Şükür hususunda en büyük rehberimiz Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'dir. Hz. Aişe (Radıyallahu Anha)'den şöyle rivayet edilmiştir.
"Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ayakları şişinceye kadar, gece namazı kılar ve uzun süre ayakta kalırdı. Ben kendisine;
"Yâ Resulallah! Allah-u Zülcelal senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir. Neden böyle yapıyorsun? diye sordum. Buyurdu ki;
"Ey Aişe! Ben, Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?" (Buhari)
Salih bir zata;
“Şükredenlerin en çok şükredeni kimdir?” diye sorduklarında şöyle demiştir;
“Günahlardan uzak duran, ama kendini günahkarlardan sayan, farz olan ibadetlerini yerine getirdikten sonra nafile ibadetlere sarılan, ama kendisini yine de eksik ve kusurlu sayan, dünya malının azına razı olan, ama kendini dünyaya rağbet edenlerden sayan; zamanının çoğunu Allah-u Zülcelal'i zikretmeye ayıran, ama yine de kendini gafillerden sayan; salih amele istekli olan ama kendini müflislerden sayandır. İşte şükredenlerin en çok şükredeni budur.”
Azaları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir. Kulağın şükrü bir hayır gördüğü zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şikrü; ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa hakikaten şükredenlerden olur.
Unutmamak lazımdır ki; Allah-u Zülcelal'in nimetlerine şükretmek ve o nimetlerin hakkını yerine getirip nankörlük etmemek, cehennem ile insanın arasında bir perde ve cennet-i ala’ya giden dosdoğru bir yoldur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.