Peygamber (s.) sevdalısı olan Kuddûsî, Allah’ın kendisini dost/hâlil olarak seçtiği
Hz. peygamber (s.)’in, “rızkın onda dokuzu ticarettedir” sözünden hareketle sâlikleri ticaret
yapmaya davet eder. Onun, Hz. peygamber (s.)’e olan sevgisi kalbinde zerre kadar burukluk
duymadan yerine getirilen bir sevgidir805. Kuddûsî’nin “ehl-i Hak” diye tanımladığı âşık
sûfî/sâlik kişi, ameliyle, aşkıyla/tutkusuyla “Hakk’ın onlardan razı olduğu onlarında O’ndan
razı”806 olduğu insandır. Çünkü onlar, “Hakk’ın rızasını kazanmak amacıyla nefislerini
(Allah’a) satmışlardır”.807
Mevlâ sever bil zâkiri hem sevdirir kullarına
Münkir ider buğz u hased olub muzır inkârına
Eyler temennî mevkini bilmez ki ölmez ehl-i ‘ışk
Çünki ederler intikâl ‘uşşâki Hak yanlarına
İki cihânın zineti virmez safâ onlara hiç
Maksûdları itmek nazar her ân Huda dildârına
Var cennetin içinde bir cennet adı Rıdvân-durur
Ol cennetin sûkkânı bakmazlar cihân gül zarına808.
Kuddûsî’ye göre, Allah, kendisini devamlı anan sâliki hem sever, hem de diğer
kullarına sevdirir. Zira “Allah, kendini zikreden/anan topluluğu melekler ile kuşatır, rahmet
çevreler ve onların üzerine İlâhî huzur ve muştu iner. Allah böyle bir topluluğu yüce katındaki
varlıklarla anar”809. Allah’ın, âşık kulunu sevmesi için önce bağlılığını görmesi gerekir.
Bağlanmanın tam olgunluğa ermesi, aşk ve sevginin önce Allah’a, Hz. peygamber (s.)’e,
insanlara ve diğer bütün varlıklara karşı olması gerekir. Çünkü bir sâlik için “İman, Allah ve
Resûlü’nün senin için her şeyden daha sevgili olmasıdır”810. Aynı zamanda Yaradan’ın
kullarının da sevilmesi gerekir; “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız”811. “Aşk
adamı” olan sâlik için, yalnız kendisinin algıladığı bir âlem ve yaşadığı bir zevk vardır. İşte
bu ateş ya da erdirici sır denilen şey ile kendini Rabbin da bulur. Onu bu hedefine yürüten
kuvvet aşk ile yoğrulan ve kuşkudan tamamen arınmış bir imandır.
Kuddûsî’nin ölüm düşüncesinden de açıklandığı gibi, “ehl-i ‘ışk” ölümsüzdür.
Kuddûsî’nin “ehl-i ‘ışk” insanı, ölümü, Allah’a kavuşmanın anahtarı olarak görür. Ölüm,
Hakk’ı bizzat görme makâmına girmenin kapısıdır812. Eğer âşık sâlik Allah’a kavuşmak
isterse, Allah da ona kavuşmak ister813.
Mevlânâ da ölümü, şekere ve en tatlı şeye benzetir; çünkü ölüm, ateş bile olsa
Hakk dostuna hâliline bağdır, bahçedir, âb-ı hayattır. Bu dünyada ölüm olarak görünür, fakat
diğer yanda âhirette doğumdur814.
Onlar “ehl-i ‘ışk” olduklarından dolayı, Hakk’tan başka bir arzuları yoktur. Dünya
ve âhiret nimetleri cennetin güzellikleri onları hiç mi hiç cezb etmez. Onlar sadece Allah’ı
arzularlar. Sinan Paşa (ö.1486)’nın da dediği gibi “Aşk ezel kadehinden bî-huşlıktur/aşk iki
âlemi ferânuşlıktur”815. Âşık sûfî için, “iki cihanın da nakşı yokken aşk ve mahabbet şivesi
vardı. Zamane, sevgi âdetini ortaya şimdi atmadı ki”816.
Kuddûsî’nin anlayışında, Allah, her var olan nesneye tecellî ettiğinde, sâlik dünya
ve cennet nimetlerini düşüneceği yerde, varlıkta Hakk’ı müşahede ederek, tefekküre
dalmalıdır. Çünkü evrende sevgiyle ilgisi olmayan bir hareket yoktur817. Yâni varoluş ve
sürüp giden akış, sevgi ve aşk üzerine oturtulmuştur. O’nun için sûfî, her yerde var olan,
Mâ’şuku düşünerek sadece O’na yönelmelidir.
798 Haşr, 59/24.
799 Hicr, 15/29.
800 Bakara, 2/31.
801 Frithjof Schuon, Evrensel Sanatın İlke ve Kıstasları, çev: Ramazan Dikmen, Düşünce ve Dil’in içinde, Haz:
Hüseyin Su, Hece Yay. Ankara, 2004, s.199-204.
802 Gulamrızâ Âvânî, Hayal Aynasında İlâhî Cemâlin Tecellîsi: San’at, Hikmet ve Sanat İçinde, çev: Mehmet
Kanar, İnsan Yay. İstanbul, 1997, s.211-217.
803 Hadîd, 57/3.
804 Bk. Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, 2. Baskı, Ankara, 1997; Ali Tenik, Ahiliğin Tasavvufî
Boyutu ve Şanlıurfa’da Ahilik İzleri, Mârife Dergisi, sayı 2, Konya, 2002, s.133–159; Franz Taeschner, “Akhı”
Encylopedia of İslâm 1, London, 1960, s.324 vd.
805 Nisâ, 4/65.
806 Maide, 5/119.
807 Bakara, 2/107
808 Kuddûsî, Dîvân, s.145.
809 Tirmizi, Duâ, 7.
810 Bk. Neseî, İman, 2.
811 Bk. Müslim, İman, 93.
812 El-Mekkî, a.g.e., II, 101.
813 Buhâri, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 14.