SÖZLER / Risale-i Nur'dan 09. Söz
Dokuzuncu Söz
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
فَسُبْحَانَ اللّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ اْلحَمْدُ فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
Ey birader! Benden, namazin su muayyen bes vakte hikmet-i tahsîsini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalniz birisine isaret ederiz.
Evet, herbir namazin vakti, mühim bir inkilâb basi oldugu gibi, azîm bir tasarruf-u Ilâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanât-i külliye-i Ilâhiyenin birer ma'kesi oldugundan, Kadîr-i Zülcelâl'e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tâzim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasinda toplanmis yekûnuna karsi sükür ve hamd demek olan namaza emredilmistir. Su ince ve derin mânâyi bir parça fehmetmek için «Bes Nükte»yi nefsimle beraber dinlemek lâzim...
BIRINCI NÜKTE: Namazin mânâsi, Cenâb-i Hakki tesbih ve tâzim ve sükürdür. Yâni, celaline karsi kavlen ve fiilen "Sübhânallah" deyip takdîs etmek. Hem kêmaline karsi, lâfzan ve amelen "Allahü Ekber" deyip tâzim etmek. Hem cemâline karsi, kalben ve lisânen ve bedenen "Elhamdülillâh" deyip sükretmektir. Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazin çekirdekleri hükmündedirler. Ondandir ki, namazin harekât ve ezkârinda bu üç sey, her tarafinda bulunuyorlar. Hem ondandir ki, namazdan sonra, namazin mânâsini te'kid ve takviye için su kelimât-i mübareke, otuzüç defa tekrar edilir. Namazin mânâsi, su mücmel hülâsalarla te'kid edilir.
sh: » (S: 43)
IKINCI NÜKTE: Ibâdetin mânâsi sudur ki: Dergâh-i Ilâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrini görüp Kemâl-i rubûbiyetin ve Kudret-i Samedâniyyenin ve Rahmet-i Ilâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni rubûbiyetin saltanati, nasilki ubûdiyeti ve itaati ister; rubûbiyetin kudsiyeti, pâkligi dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istigfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-i bâtilasindan münezzeh ve muallâ ve Kâinatin bütün kusurâtindan mukaddes ve muarrâ oldugunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de rubûbiyetin Kemâl-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za'fini ve mahlûkatin aczini görmekle Kudret-i Samedâniyyenin âzamet-i âsârina karsi istihsan ve hayret içinde Allahü Ekber deyip huzû ile rükûa gidip ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem rubûbiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacini ve bütün mahlûkatin fakr ve ihtiyacatini sual ve dua lisaniyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmatini, sükür ve sena ile ve Elhamdülillah ile ilân etsin. Demek, namazin ef'âl ve akvali, bu mânâlari tâzammun ediyor ve bunlar için taraf-i Ilâhîden vaz'edilmisler.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Nasilki insan, su âlem-i kebirin bir misâl-i Mûsaggaridir ve Fâtiha-i Serîfe, su Kur'an-i Azîmüssân'in bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibâdâtin envâ'ini samil bir fihriste-i nurâniyyedir ve bütün esnâf-i mahlukatin elvân-i ibâdetlerine isaret eden bir harita-i kudsiyedir.
DöRDÜNCÜ NÜKTE: Nasilki haftalik bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alirlar. Öyle de; Cenâb-i Hakk'in bir saat-i kübrâsi olan su âlem-i dünyanin sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverâni ve dakikalari sayan seneler ve saatleri sayan tabakat-i ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-i ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatirlatirlar. Meselâ:
Fecir zamani, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanina, hem insanin rahm-i mâdere düstügü âvânina, hem semâvat ve arzin alti
sh: » (S: 44)
gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatirlatir ve onlardaki suûnât-i Ilahiyeyi ihtar eder.
Zuhr zamani ise, yaz mevsiminin ortasina, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve isaret eder ve onlardaki tecelliyat-i rahmeti ve füyûzat-i nimeti hatirlatir.
Asr zamani ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlik vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) asr-i saadetine benzer ve onlardaki suûnât-i Ilahiyeyi ve in'âmat-i Rahmâniyeyi ihtar eder.
Magrib zamani ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlûkatin gurubunu, hem insanin vefatini, hem dünyanin kiyamet ibtidasindaki harâbiyetini ihtar ile, tecelliyât-i celaliyeyi ifham ve beseri gaflet uykusundan uyandirir, ikaz eder.
Isâ' vakti ise, âlem-i zulûmat, nehâr âleminin bütün âsârini siyah kefeni ile setretmesini, hem kisin beyaz kefeni ile ölmüs yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmis insanin bâkiye-i âsâri dahi vefat edip nisyan perdesi altina girmesini, hem bu dâr-i imtihan olan dünyanin bütün bütün kapanmasini ihtar ile Kahhâr-i Zülcelâl'in celalli tasarrufatini ilân eder.
Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 09. Söz
Gece vakti ise, hem kisi, hem kabri, hem âlem-i Berzahi ifham ile, ruh-u beser rahmet-i Rahmân'a ne derece muhtaç oldugunu insana hatirlatir. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve Berzah karanliginda ne kadar lüzumlu bir isik oldugunu bildirir, îkâz eder ve bütün bu inkilâbat içinde Cenâb-i Mün'im-i Hakikî'nin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ve senaya müstehak oldugunu ilân eder.
Ikinci sabah ise, sabah-i hasri ihtar eder. Evet su gecenin sabahi ve su kisin bahari, ne kadar mâkul ve lâzim ve kat'î ise, hasrin sabahi da, Berzahin bahari da o kat'iyettedir.
Demek bu bes vaktin herbiri, bir mühim inkilâb basinda oldugu ve büyük inkilâblari ihtar ettigi gibi; Kudret-i Samedâniyyenin tasarrufat-i azîme-i yevmiyesinin isaretiyle; hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mu'cizâtini ve rahmetin hedâyâsini hatirlatir. Demek asil vazife-i fitrat ve esâs-i ubudiyyet ve kat'î borç olan farz namaz, su vakitlerde lâyiktir ve ensebdir.
sh: » (S: 45)
BESINCI NÜKTE: Insan fitraten gâyet zaîftir. Halbuki her sey ona ilisir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gâyet âcizdir. Halbuki belâlari ve düsmanlari pek çoktur. Hem gâyet fâkirdir. Halbuki ihtiyâcâti pek ziyadedir. Hem tenbel ve iktidarsizdir. Halbuki hayatin tekâlifi gâyet agirdir. Hem insâniyet onu kâinatla alâkadar etmistir. Halbuki sevdigi, ünsiyet ettigi seylerin zevâl ve firaki, mütemâdiyen onu incitiyor. Hem akil ona yüksek maksadlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kisa, ömrü kisa, iktidari kisa, sabri kisadir.
Iste bu vaziyette bir ruh, fecir zamaninda bir Kadîr-i Zülcelâl'in, bir Rahîm-i Zülcemâl'in dergâhina niyaz ile namaz ile müracaat edip arzuhal etmek, tevfik ve meded istemek ne kadar elzem ve pesindeki gündüz âleminde basina gelecek, beline yüklenecek isleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinad oldugu bedâheten anlasilir.
Ve zuhr zamaninda ki, o zaman, gündüzün kemâli ve zevale meyli ve yevmî islerin âvân-i tekemmülü ve mesâgilin tazyikindan muvakkat bir istirahat zamani ve fâni dünyanin bekasiz ve agir islerin verdigi gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in'âmât-i Ilâhiyyenin tezahür ettigi bir andir. Ruh-u beser, o tazyikten kurtulup, o gafletten siyrilip, o mânâsiz ve bekasiz seylerden çikip Kayyum-u Bâki olan Mün'im-i Hakikî'nin dergâhina gidip el baglayarak, yekûn nimetlerine sükür ve hamd edip ve istiane etmek ve Celâl ve âzametine karsi rükû ile aczini izhar etmek ve Kemâl-i Bîzevaline ve Cemâl-i Bîmisâline karsi secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazini kilmak; ne kadar güzel, ne kadar hos, ne kadar lâzim ve münasib oldugunu anlamayan insan, insan degil...
Asr vaktinde, ki o vakit, hem güz mevsim-i hazînanesini ve ihtiyarlik hâlet-i mahzunânesini ve âhirzaman mevsim-i elîmânesini andirir ve hatirlattirir. Hem yevmî islerin neticelenmesi zamani, hem o günde mazhar oldugu sihhat ve selâmet ve hayirli hizmet gibi niam-i Ilâhiyenin bir yekûn-u azîm teskil ettigi zamani, hem o koca Günesin ufûle meyletmesi isaretiyle; insan bir misafir memur ve her sey geçici, bîkarar oldugunu ilân etmek zamanidir. Simdi ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ihsana karsi perestis eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan, kalkip abdest alip su
sh: » (S: 46)
asr vaktinde ikindi namazini kilmak için Kadîm-i Bâki ve Kayyum-u Sermedî'nin Dergâh-i Samedâniyyesine arz-i münâcat ederek, zevalsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatina iltica edip, hesabsiz nimetlerine karsi sükür ve hamd ederek, Izzet-i Rububiyyetine karsi zelîlâne rükûa gidip, Sermediyyet-i Ulûhiyyetine karsi mahviyetkârane secde ederek, hakikî bir teselli-i kalb, bir rahat-i ruh bulup huzûr-u Kibriyâsinda kemerbeste-i ubûdiyet olmak demek olan asr namazini kilmak, ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münâsib bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fitrat edâ etmek, belki gâyet hos bir saadet elde etmek oldugunu; insan olan anlar.
Magrib vaktinde, ki o zaman, hem kisin baslamasindan yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlûkatinin vedâ-i hazînânesi içinde gurub etmesinin zamanini andirir. Hem insanin vefatiyla bütün sevdiklerinden bir firak-i elîmane içinde ayrilip kabre girmek zamanini hatirlatir. Hem dünyanin zelzele-i sekerat içinde vefatiyla, bütün sekenesi baska âlemlere göçmesi ve bu dâr-i imtihan lâmbasinin söndürülmesi zamanini andirir, hatirlatir ve zevâlde gurub eden mahbublara perestis edenleri siddetle îkaz eder bir zamandir. Iste aksam namazi için böyle bir vakitte, fitraten bir Cemâl-i Bâki'ye âyine-i müstak olan ruh-u beser, su azîm isleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdîl eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Layezal'in ars-i âzametine yüzünü çevirip bu fânilerin üstünde «Allahü Ekber» deyip onlardan ellerini çekip hizmet-i Mevlâ için el baglayip Dâim-i Bâki'nin huzurunda kiyam edip «Elhamdülillah» demekle; kusursuz Kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karsi hamd ü sena edip اِيّاكَ نَعْبُدُ وَاِيّاكَ نَسْتَعِينُ demekle, Muinsiz Rububiyyetine, seriksiz Ulûhiyyetine, vezirsiz Saltanatina karsi arz-i ubudiyyet ve istiâne etmek, hem nihayetsiz Kibriyâsina, hadsiz kudretine ve acizsiz izzetine karsi rükûa gidip bütün kâinatla beraber za'f ve aczini, fakr ve zilletini izhar etmekle,سُبْحَانَ رَبّىَ الْعَظِيمِ deyip Rabb-i Azîm'ini tesbih edip; hem zevalsiz Cemâl-i zâtina, tegayyürsüz Sifât-i Kudsiyyesine, tebeddülsüz Kemâl-i Sermediyyetine karsi secde edip hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsiva ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem
sh: » (S: 47)
bütün fânilere bedel bir Cemil-i Bâki, bir Rahîm-i Sermedî bulup, سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلَى demekle zevalden münezzeh, kusurdan müberra Rabb-i A'lâsini takdis etmek; sonra tesehhüd edip, oturup bütün mahlukatin tahiyyat-i mübarekelerini ve salavat-i tayyibelerini kendi hesabina o Cemil-i Lemyezel ve Celil-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekrem'ine selâm etmekle biatini tecdid ve evâmirine itaatini izhar edip ve îmânini tecdid ile tenvir etmek için su kasr-i kâinatin intizâm-i hakîmanesini müsahede edip Sâni-i Zülcelâl'in vahdâniyetine sehadet etmek; hem saltanat-i rubûbiyetin dellâli ve mübellig-i marziyati ve kitab-i kâinatin tercüman-i âyâti olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'in Risâletine sehadet etmek demek olan magrib namazini kilmak ne kadar lâtif, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hos ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyane bir sohbet ve dâimâne bir saadet oldugunu anlamayan adam, nasil adam olabilir!