-
Ceylan Çalışkan
CEYLAN ÇALIŞKAN
http://img269.imageshack.us/img269/5476/10717.jpg
Mehmed Çalışkan, oğlu Ceylân'la birlikte Üstada nasıl gittiğini şöyle anlatmaktadır:
"Bir gün Ceylân'la beraber Üstadı ziyarete gitmiştim. Üstad:
"Oğlun mu?'
"Evet.'
"Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışayım dedim:
"Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum, ne buyurursunuz?"
"İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin' diye buyurdu.
"Böyle bir cevap beklememekle beraber, hemen razı oldum. Zaten Üstadın her emrini yerine getirmeye çalışırdık. Ev işlerimizi olduğu gibi, hususî meselelerimizi dahi hep kendisine danışırdık.
"Ceylân'a verdiği ilk ders: Sıdk!
"Buyurdu ki:
"Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyyen kötü anılır.'
"Ceylân'ın vazifesi, Üstadın söyleyip kendisinin yazdığı mektupları, sonra eve gelerek daktilo etmektir.
"Üstad, 'Bu usûl zor' demişti. 'Sana on beş günde İslâm yazısını öğreteceğim.' Ve hakikaten öğretti. Nasıl öğretti, hangi usûlü takip etti, bilmiyorum.
"l948 senesinde tevkif edildiğimiz zaman sadece bizim Çalışkan ailesinden altı kişi vardı. Ceylân o zaman l9 yaşlarındaydı. Yani Ceylân genç ve körpe yaşında zindanlara atılmıştı.
"Ceylân'ın askerlik çağı geldiğinde, Üstad onun biraz geç asker olmasını istemişti. Müracaatlarımızı yapamadık ve Ceylân asker oldu.
"Üstadına 'Allaha ısmarladık' diye veda ederken, hakikaten maddi-manevî hastalıklarımızın derin ilmiyle ve derya gibi olan şefkatiyle tedavi eden Nur'ların Müellifi yavruma şu nasihatı vermişti:
'Sen Risale-i Nur'un esaslarını hareketlerinle yaşa!"
"Sonra bir not verdi. Bu notlarda, 'Benim şarktaki dostlarıma ve talebelerime selâm olsun!' diye yazmıştı.
"Ceylân Urfa'ya gidince bunu bir Nakşî şeyhine verince, şeyh kağıdı cebine koymuş. 'Bunu benim için yazmış' demiş.
"Aradan epeyce zaman geçti. Ceylân, usta asker oldu. izin sırası gelince iznini almış, fakat zekâ ve çalışkanlığından dolayı, mükâfat izniyle beraber iki ay! Durumu bana bildirdi, 'Baba, ne yapayım?' diye soruyordu. Tabiî, biz de Üstada sorduk.
"Tamam tamam kardaşım, Ceylân Urfa medresesinde kalsın' diyerek cevap vermişti.
"Biz biraz üzüldük. Aylar sonra çocuğu görecektik, o da olmadı. Tabiî emir Üstadımızındı. Ceylân Urfa medresesinde kalmıştı.
"Bir ara o medreseye polisler gelip Ceylân'ın ifadesini almışlarsa da neticede birşey çıkmadı.
"Nihayet askerliğini bitirdi ve geldi. Bir gece evde kaldıktan sonra ertesi gün, Üstad.
"Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver' dedi.
"Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik' dedim.
"Böylece, Ceylân yatağını evden toplayıp, Üstadın yanına gitti."
İşte bundan sonra, Ceylân Çalışkan, zekâsıyla, dehasıyla, eşsiz kabiliyetleriyle, asrın sultanına, dâhi-i âzam Üstada talebe, hizmetkâr ve manevî bir evlât olmuştu-tıpkı kardeşlerinin evlâtları Abdurrahman ve Fuad gibi..
Ceylân'ın Üstadla alâkası pek çok hatıraları bulunmaktadır.. Bunlardan tesbit edebildiklerimi anlatayım:
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
Kavunun başına gelenler
Üstad bir gün kavunun başını kesmiş, içinin yumuşağını kaşıkla yemiş, kalan sert kısmı da "Bunu götürün, teberrüken yiyin" demiş.
Bakraç gibi olan bu kavunu Ceylân bir rafa koymuş, bir-iki gün sonra bu kavunu almış, ipten kulp takmış ve iki katlı evin üst penceresinden, kuyuya sarkıtır gibi aşağıya sarkıtmış, çekmiş, böylece oynamış.
Üstad kavunu ne yaptıklarını Ceylân'a sorduğu zaman, olduğu gibi anlatınca, "Peki," demiş, "Doğru söylediğin için bu sefer sizi affettim."
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Ceylân'ı dünyaya vermeyeceğim
Üstad, Ceylân'dan çok memnundu. "Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim" derdi.
Bir gün "Ceylân, senin hayatın uhrevîdir. Eğer dünyevî olsa pek azdır!" diyen Üstad, babası Mehmed Çalışkan'a ise, "Bu oğlunun iyiliği, babanın sana ettiği dualarının neticesidir" demişti.
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
Lâtifeler...
Küçük yaşta Üstada manevî bir evlat olan Ceylân Çalışkan, hiçbir kimsenin yapmadığı ve yapamadığı lâtifeleri, şakaları yapmıştı. Yine bunlardan tesbit edebildiklerimi, lâtif lâtifelerini anlatayım:
Üstad bir gün arabada giderken Ceylân Çalışkan'a radyoyu açtırmış. Mustafa Sungur bu durumu bilmediği için, Ceylân hem radyoyu kapamıyor, hem de gülüyormuş. Mustafa Sungur'un ısrarıyla Ceylân radyoyu kapatınca, Üstad, "Ceylân, radyoyu aç, Sungur da dinlesin!" demiş ve "Kardaşlarım, ben sizin dinlediğiniz gibi dinlemiyorum" diyerek radyodaki hava zerrelerinin vazifeleriyle alâkalı dersler vermiş.
***
Bir meseleden dolayı Ceylân'ın canı sıkılınca, Üstad gönlünü almak için iltifat ederek, "Ceylân, size malta eriği alacağım" deyince, Ceylân, "Üstadım, gönlümüzü mü alıyorsun, yoksa yeni dünya mı alıyorsun?" diyerek mukabele etmiş.
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Ben oklava yedim"
üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, "Ben oklava yedim Üstadım" diye, yine üstadı tebessüm ettirmiş.
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Nine ihtiyardır"
Bahar günü arabayla kır gezintisi yaparken otlayan koyunların, kuzuların yanından geçerken. Üstad, "Ceylân, sana bir koyun alacağım, bir de nine alacağım. Nine koyunu sağar, sen de sütünü içersin" deyince, Ceylân "Nine ihtiyardır, bu işleri yapamaz Üstadım" diye cevap vermiş.
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Zekeriya'nın dolmuşu
"Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikâyet mektupları üzerine Zekeriya Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış. Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş. Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylân Çalışkan, zekâsından fışkıran cevabını biraz da argoya sararak, hemen cevap vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş. Üstadım."
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Bir huri bana yeter"
Üstad iman ve Kur'ân hizmetini ehemmiyetini, bu zamandaki fedakârlığı anlatarak, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lâzım deyince, Ceylân Çalışkan yine lâtifesini yapmış: "Üstadım, bir tanesi yeter bana."
l96l yazında Nur talebeleriyle birlikte Ceylân Çalışkan'ı birinci şubede nezarete koymuşlardı. Hadisede mühim bir unsur olan Said Özdemir, elinde, içinde Nur'un matbaa klişeleri, formaları da çantasıyla birlikte, fırsatını bulup firar etmişti. Yirmi üç gün kadar Nur talebeleri nezarette kalınca Ceylân Çalışkan şu mısraları yazmıştı:
"Ağustos'un dördüncü haftası
"Said ve çantası
"Birinci şubeden bırakıp kaçtı
"Başımıza sevaplı belâlar açtı."
Bu şiiri eline alıp okuyan Birinci Şube Müdürü, "Bunu kim yazdı?" diye sormuştu. "İçinizden en eski kimse onunla konuşalım" diyen Birinci Şube Müdürü Muzaffer Yılmaz'a Ceylân Çalışkan, "Eskilere itibar olsa, bit pazarına nur yağardı" diye şaka yapmıştı.
***
Harbiyede sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylân Çalışkan şu lâtifeleri satırları yazmıştı:
"Saat on bire geldi
Yemeğe hâcet kalmadı
Halimize demeye hacet kalmadı
Herkes hacetini içerde görür
Hacetim var demeye hacet kalmadı
Burası bir sivri adadır
Yassıada'ya gitmeye hacet kalmadı."
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
"Hizmet eyle imana"
Yüksek zekası yanında şiire ve şairliğe de merakı, kabiliyeti olan Ceylân Çalışkan, Hanımlar Rehberi'nin sonundaki "Nurcuların Kasidesi" isimli şiirde askerlerin "Annem, beni yetiştirdi, bu vatana yolladı" marşına bir nazire olarak yazmıştı.
"Annem beni yetiştirdi, bu hizmete yolladı.
Teslim etti risaleyi, Allah'a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle imana.
Sütüm sana helâl etmem, çalışmazsan Kur'ân'a."
şeklinde yazarak, iki makamda okunan bu marşı, zaman zaman arabaya aldığı çocuklarla birlikte okurdu. Üstadla kırlara çıktığı günlerde yine bu marşı Nur talebeleri okurlardı.
Bir şaka ve lâtife tarzında yazılan bu şiiri ise "Emirdağ Nurcularını Medhiye ve Mathiyeleridir" ismini taşımaktadır.
Kış gelince hepsi sözü verdiler
Yaz gelince çabuk geri döndüler
Parlayan bir mum gibi söndüler
Ne sebatkârdır bu Emirdağlılar
Risale-i Nur içinde adları çıktı
Talebelik yapa yapa canları çıktı
İçlerinde zaten hiç arslan yoktu
Ne kahramandır bu Emirdağlılar
Bir vak'a olunca hepsi kaçarlar
Mübarek gecelerde hepsi uçarlar
Talebelik köprüsünde önde geçerler
Ne ileri yönlüdür bu Emirdağlılar
Mirac gecesinde kırklar toplandı
Karnı aç olanlar manen yoklandı
Maşaallah gündüz gibi günahları paklandı
Ne günahsızdır bu Emirdağlılar
Yazı yazmak bizde birinci gaye
Yapamıyoruz ama ne çare
Nefsimize veriyoruz büyük bir paye
Ne mütevazidir bu Emirdağlılar
Önümüzdeki gece Leyle-i Berat
Çok çalışalım ele geçmez bu fırsat
Şimdi gelse de sarsmaz bu memat
Rabıta-ı mevtlidir bu Emirdağlılar
Kimi Üstadın hep halini sorar
Kimi ziyaret eder, Üstadı yorar
Kimi gece gündüz üç gece arar
Ne lopçu bu Emirdağlılar
Vaktaki kalem yazdı, olduk biz de talebe
Zındıkaya, küfre karşı çaldık galebe
Zülfikar gitti Mısır'a, Şam'a, Haleb'e
Nef fütuhatçıdır bu Emirdağlılar
İhlâslıdır, birbirine küserler
Bid'adları, riyaları köklerinden keserler
Âlem-i ervahda rüzgâr gibi uçarlar
Ne maneviyatçıdır bu Emirdağlılar
Menfaati hiç âlet etmeyen
Rızadan başka gaye gütmeyen
İhlas hilâfına, yola gitmeyen
Ne ihlâslıdır bu Emirdağlılar
Nur uğuruna kesseler bizim kelleyi
Elimizde tutarız ateş gülleyi
Korkarız karanlıkta görsek gölgeyi
Ne metanetlidir bu Emirdağlılar
Söyle söyle sende mi ulvî himmet?
Esrar-ı atom, irşad-ı devlet
Sende mi hep umumî gayret?
Ne keşfiyatçıdır bu Emirdağlılar."
-
Cevap: Ceylan Çalışkan
Ceylân'dan annesine mektup
l929'a doğup l963'de cennet yaşında şehit olan Ceylân Çalışkan, amcası Abdullah Çalışkan'ın hanımının vefatı dolayısıyla kendi üvey anasına, ahiretten ve ebediyetten bahseden şu mektubu yazmıştı:
"Çok sevgili, çok müşfik valideciğim, Senin ellerinden, hem mübarek ayaklarından hasretle, hürmetle, iştiyakla öperim. Hem son musibetinizden başınız sağolsun.
"Sevgili valideciğim, dünyadaki herşey ve her ölüm bize diyor ki; siz de fanisiniz, siz de öleceksiniz. Cenab-ı Hakkın bahtiyar kulları bütün bu hadiselerden hisselerine düşen dersi alırlar. Yani kendi nefislerine derler ki: "Ey nefis, sen lâyemut değilsin, fânisin, ibret al, sırat-ı müstakimden ayrılma. Ve her işinde âlemlerin Rabbi ve Hâlıkı olan Kadîr-i Zülcelâl-i Velikramın rızasını esas maksat yap' der. Bunu böyle söyleyen ve böyle yapan bir abd Biiznillahi Teâla saadet-i ebediyeye vâsıl olur.
"Ey müşfik anneciğim! Cenab-ı Hak sana musibet perdeleri arkasından öyle nimetler ihsan etmiş ve öyle lütuflar vermiş ki, eğer şükür ile mukabele etsen, pek cüz'î olan amelin seni her iki cihanda mesut etmeye kâfi ve vâfidir.
"Birincisi: Bu zamanda en büyük hizmet-i imaniyenin kahramanı ve sertacı olan Üstadımızın şahsî hizmetinde az da olsa sadakatla istihdam edilişin ve o kudsî rehberin yemeğini pişirmen, bazı çamaşırlarını yıkamak suretiyle onun o kudsî hizmetine iştirak edip dualarına pek yakınları arasında dahil olman acaba kaç kadına nasib oldu ki?
"Bu doğrudan doğruya alâka ve hizmetinizi bir taraf etsek de bilvasıta olan hizmetinize dahi nazar etsek göreceğiz ki, yine en bahtiyar sensin. Sen Risale-i Nur'a hizmet edenlere hizmet etmek şerefine nail oldun. Bu mazhariyete, eğer kadınlar taifesinin aklı başına gelse ve kalb gözleri açılsa idi, canlarını feda edecekler ve seninle adeta yarışa gireceklerdi. Hem sana bütün hayatları boyunca gıbta edeceklerdi.
"Cenab-ı Hak ve Teâla Hazretleri seni ağuş-u rahmetine almış olacak ki, bütün bu saadetler üzerine bir yenisini daha yetim terbiyesi suretinde ihsan etmiş bulunuyor.
"Merhum ve mağfur Abdullah amcadan kalan üç yetime Cenab-ı Hakkın masum emanetleri ve vedîaları olarak bakmanız ve onları kendi öz evlâtlarınızdan ayırd etmeyerek şefkatinizle onlarla alâkadarlığınız hem maddî hayatımıza, hem manevî hayatımıza öyle bir nur serper ki rıza-ı İlahî için olmak şartıyla o nur bütün hayatımızı saadete ve nura kalb edip aydınlatabilir ve saadet çiçekleri açarlar.
"Ey muhterem anne, sen bu hizmetlerinde benim bu biçare nazarımda öyle ulvîleşiyorsun ki, adeta Peygamberimizin 'Cennet anne ve babanın ayağı altındadır.' Cenab-ı Hakkın 'Onlara üf bile demek caiz değil' mealindeki kudsî emirlere mâsadak olmaya ehil olacak bir vaziyet kesb ediyorsun
"Ey müşfik anne, sen aynı zamanda yetimler annesisin. Birinci yetim benim.
"Fakat ben nankör çıktım. Belki herkes benim kadar nankör olamaz, Kadir kıymet bilirler. Velev ki, benim gibi bilmeseler dahi, mademki herşeye nâzır ve her yerde hazır bir zerre kadar bir şeyi zayi etmez. Bütün hayır ve şer onun elindedir. Bütün ücretleri o verecektir ve ondan beklemelisin.
"Şu kararsız fâni dünyada sen bizzat yetimlerle ve kendi masunların meşguliyeti yüzünden, belki ehl-i dünya zevkperest kadınlar gibi boş vakit bulup, dünyevî işlerle lüzumsuz şeylerle meşgul olamazsın ve belki ehl-i dünya kadınlar tarafından 'Dünyanın en hayır sever kadını sen misin? Kendi çocukların varken başkaları ile uğraşmak neden?' denilebilir. Ve belki bizzat kendilerine iyilik ve şefkat edip baktığın, yedirip, kuşatıp, terbiye ettiğin çocuklar akılları ermeye başlayınca küfran-ı nimet ederek, senin kıymetini bilmemezlik badbahtlığına-Şimdi senden afv isteyen biçare Ceylân gibi düşeceklerdir. Ve bizzat senin nefsin, kalbinin, ruhunun rağmına olarak, bu kudsî, sevapdar, Allah'ın, Peygamberin, Üstadımızın ve bütün ehl-i hakkın razı olup istedikleri hizmeti arzulamayacaklardır. Fakat düşün ki, Cenab-ı Hakkın rızası için yapılan en küçük amel dahi en büyüktür. Cenab-ı Hak kabul etse, bütün halk reddetse kıymeti yok. Cenab-ı Hak razı olsa, bütün dünya küsse tesiri yok. Eğer O razı olsa, kabul ederse ve hikmeti iktiza ederse, halklara da kabul ettirir. Onları da razı eder.
"Hatta bir darb-ı mesel var: 'İyilik et denize at, balık bilmezse de, Hâlık bilir.' Varsın, bütün bu hizmetlerinin kıymetini elinde duadan başka hiçbirşey bulunmayan biçare insanlar bilmesin.
"Herşeyin anahtarı Onun elinde olan Hâlık-ı Zülcelâlin bilmesi senin ve bütün beşeriyet için kâfi ve vâfidir.
"Anneciğim, senin dünyevî ve uhrevî saadetin hiç her zaman dua etmekteyim. Senden de dua beklemekteyim. Bilhassa masum yavrulardan. Onların cümlesinin gözlerinden hasretle öperim. Bütün akraba-yı taallûkata, ninelerime, yengelerime, dayılarıma selâm eder, ellerinden öperim. Dualarına el açarım."
El Bakî Hüvel Bâki Biçare, duanıza muhtaç evlâdınız: Ceylan