IrSad NedIr, MÜrSId KImdIr?
Hakiki ve kâmil bir mürsid, iman kurtarma noktasinda adeta bir can simidi gibidir. Ancak “taklidinden sakinmak” sarttir. Aksi halde imani kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir. Her meslek ve mesrepte oldugu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya egitimi yetersiz, kemale ermemis olanlar mevcuttur. Fakat sahte olanlari kolay ve çabuk fark edilirler. Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun.
Sahte mürsidleri ele veren ipuçlari genellikle sunlardir:
Dünya üzerinde öyle mübarek zâtlar var ki, Allah onlari insanlari karanliktan aydinliga çikarsinlar diye hizmetine almistir.
Onlar insanligin irsadi için, kurtulusu için görevlendirilmis velilerdir. Allah'tan baskasi önünde egilmezler ve O'nun rizasindan baska bir sey de talep etmezler.
Onlarin gayeleri sadece Alemlerin Rabbi Allah'tir. Sözleri O'nu zikirden ibarettir. Günes gibidirler. Insanlar için bir isik, insanlik için bir aydinlik... Yol'dan, Yolumuz'dan haber verirler, rehberlikleri ile önümüzü aydinlatirlar. Hiç bir karsilik talep etmeden, beklemeden...
O aydinliktan faydalanabilmek için onlari bilmek, tanimak, yaptiklari irsadi anlamak gerek. Irsad nedir, mürsid kimdir bilmek gerek.
Dünya hayatinin en serefli ve en degerli isi, gönülleri Hakk'a uyarip, duygu ve düsünceleri Allah ile bulusturmaktir. Çünkü suur sahibi bütün varliklarin yaradilis gayesi Allah'i tanimak ve O'na ibadet etmektir. (Zariyat, 56)
Bu gayeden uzaklasildigi an, hayat manasini yitirmis, imtihan kaybedilmis, dünya hayatiyla birlikte ebedi hayat da hüsrana ugramis olur.
Muhtelif ayet ve hadislerde isaret edildigi üzere, Allah'in zikri bütünüyle yeryüzünden kalktigi zaman dünyanin da varlik sebebi ortadan kalkmis ve kiyamet vacip olmus olur. Demek ki, dünyayi ayakta tutan sey Allah'in zikridir. Iste insanin yüzünü Hakk'a çevirmekten ibaret olan irsadin degeri, bu yaradilis gayesinden kaynaklanmaktadir.
Böylesine serefli bir vazifeyi, Allah en seçkin kullari olan peygamberlerine ve onlarin vârislerine vermistir. Sayet irsaddan daha degerli ve serefli bir is olsaydi, Cenab-i Hak peygamberlerine o vazifeyi verirdi.
Irsadin manasi ve ehemmiyeti
Kelime olarak irsad: Hak ve hakikate, iyiye, dogruya tercüman olmak, Allah yolunu göstermek manalarina gelmektedir. Tasavvufî manasiyla irsad ise: Allah'i kullarina, kullarini da Allah'a sevdirmektir. Belirli bir egitimi ve metodu olan bu irsadi, su sekillerde de tarif edebiliriz:
* Yaraticisiyla tanisik olmayan ruhlari onunla tanistirmak, Rabbi'yle tanisik olan ruhlari da onunla olan münasebetlerinde derinlestirip yükseltmek.
* Potansiyel olarak insanlik kabiliyetine sahip olan insani, fiilen insan haline sokmak. Diger bir tabirle “insan-i kâmil” yapmak.
* Insanin ser kabiliyetini hayir kabiliyetine çevirmek suretiyle, seytan ve onun temsil ettigi kötülükleri bertaraf etmek.
* Insani iyilige, ibadete, güzel ahlâka, salih amele, istikamete… hasili Rabbi'nin rizasina yöneltmek suretiyle O'na ulasmasini saglamak.
Mürsidin mana ve keyfiyyeti
Irsad eden, dogru yolu gösteren rehber zata mürsid denir. Allah'in, doksan dokuz güzel isminden biri de “er-Resîd” dir (bkz. Hûd Suresi, 87). Resîd, mürsid anlamina gelmektedir. Çünkü asil olarak hak ve dogru yolu gösteren, sonsuz rahmet sahibi Allahu Tealâ'dir. Nebileri ve rabbanî alimleri vasitasiyla insan ve cinleri ilâhi kitabinin nurlu beyanlarina davet etmektedir. Inanan-inanmayan herkese merhamet buyurup, onlari ebedi azaptan kurtaracak mürsidleri aralarindan çikarmaktadir.
Nitekim, her devirde bu vazifeyi hakkiyla yapabilecek mürsidleri yetistirmek farz-i kifayedir. Ayet-i kerimede: “Içinizden hayra çagiran, iyiligi emredip kötülükten men eden bir sinif bulunsun. Iste kurtulusa eren onlardir.” (Âl-i Imran, 104) buyurulmaktadir.
Tasavvufta kemale ermis, olgunlasmis, evliyalik mertebelerinin sonuna ulasmis, kabiliyeti olanlari bu yolda yetistiren rehber zata mürsid-i kâmil denir.
Umumi manada mürsid-i kâmil, kalp ve kafa izdivacina muvaffak olmus bir mana kahramani, hakikat davetçisi ve gönüllere Hak esintilerini duyuran bir peygamber vârisidir. Ulasmak isteyenle ulasilacak olan arasinda bir köprü mesabesinde olan mürsidin en belirgin vasfi, Hakk'a yakinliktir. Onun fizikî alem kadar metafizik alemlere de gönül gözü açiktir. O, Allah, insan ve kainat münasebetini kavrayan, varligin esrarina asina bir arif, dünya- ahiret bilgileriyle donanmis bir bilgedir. Hak yolcusunun kalbine kendi hususi mazhariyetlerini yansitan bir velîdir. Iste böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüsmüs, tas ve toprak da altin seviyesine yükselmistir.
Bu vadide, gavs ve kutuplardan düz nasihatçilara kadar birçok irsad ehlinden bahsetmek mümkündür. Fakat ruhlara insan-i kâmil olma ufkunu açamayanlara mürsid denemez. Denemez; zira bunlarin kendileri irsada muhtaçtirlar ve mutlaka terbiye edilmelidirler. Bir atasözümüzde, “Kendi muhtâc-i himmet bir dede, bilmez ki gayra nasil himmet ede” denilir.
Cevap: IrSad NedIr, MÜrSId KImdIr?
Vaiz-mürsid farki
Vaaz ve nasihatle mesgul olanlar, ihlâsli olmak kaydiyla, irsad adina kismen halka faydali olabilirler. Ilim ögretirler, faydali ve dogru olani kitaplardan okuyup anlatabilirler. Bazi konularda hayir ve iyilige de sevk ederler. Fakat kendisi kemale ermeyen nefs erbabi bir kimsenin, terbiye ile baskalarini kemale erdirmesi mümkün degildir. Muhataplarini nefs ve seytanin hilelerinden kurtaramazlar. Hakiki Allah sevgisini veremezler. Terbiye etmeye kalktiklarinda, kendilerini de muhataplarini da helâk ederler. Nefs ve seytanin oyuncagi olurlar. Zaten terbiye ettikleri görülmüs bir sey de degildir. Böylelerinin hali, Imam-i Gazalî Hazretleri'nin buyurdugu gibi, yakasinda akrep olan bir kimsenin boynundaki akrebe aldiris etmeyip, eline aldigi bir yelpazeyle baskalarinin burnundaki sinegi kovalamasina benzemektedir.
Siradan bir irsad eriyle Hakk'a yakinlik kazanmis velî bir mürsid arasinda, en az yerden Ars'a kadar manevi mesafe vardir. Velîlik mertebesine yeni adim atmis mübarek bir zatla, gavs ve kutup gibi zirvelere tirmanmis Allah dostlari arasinda da belki bir o kadar mesafe daha vardir.
Onun için gavs ve kutup gibi zatlar hem malumdurlar, yani zahirde beseriyet mertebesindedirler, hem de meçhuldürler ki, sirlari gaybü'l-gaybdedir. Hak'dan baska onlara kimse muttali olamamistir. Kendi evladindan ve müridlerinden çok sayida velî yetistiren Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'nin seyhi Üftade Hazretleri söyle demistir: “Beni, ehil, evlad ve etbadan hiç kimse bilememistir”
Iste bu gibi kutbiyyetini gavsiyyetle derinlestirmis bir kâmil, mana atmosferine giren herkese ufkunun boyasini çalar, onlari Kur'an ve Sünnet malzemesiyle adeta yeniden insa eder.
Mürsidlerin makamlari
Kâmil bir mürsidin velîlik makamina ulasmasi mutlaka gereklidir. Aksi halde velî olmayan bir zatin taliplerine manevi u***** açmasi bir tarafa, onlara zarar bile verebilir. Velâyet ise, fenafillâh (Allah'da fani olma) makamiyla baslar. Bu, bir nevi yeryüzünden mesela Süreyya yildizina kadar olan basamaklari çikmak gibidir. Velî bu mesafeyi bazen adimlariyla, bazen de manevi bir vasitayla çekilerek çikar. Sonunda her türlü yön, mesafe ve mekândan münezzeh olan Allah'a vasil olur.
Vuslata eren bir velînin tevhidi ve dolayisiyla da imani kemale erer. Nefsanî ahlâkindan soyunur. Rahmanî ahlâk ile ahlâklanir. Cenab-i Hakk'in tecellilerine mahzar olur. Lâkin bu makamda olan bir kimsenin alemi, su gördügümüz fizikî alem degildir. Her ne kadar cismi bu alemde olsa da, ruhu Ars-i A'lâ ve onun üzerindeki manevi alemlerle alâkadardir. Bulundugu alemin kayitlariyla sinirlidir. O yüzden vecd ve istigrak halleri galiptir. Çogu zaman Allahu Tealâ'nin disindaki her seye (mâsivaya) suurlari kapalidir. Avamdan olan halkla onlarin dünyasi apayridir. Iste bunun için fenafillâh makamindan bekabillâha dönmeyen bir velîye irsad görevi verilmez.
Bekabillâh, vuslat ile kemale erdikten sonra, bir bakima çiktigi merdivenlerden geri dönüp, fizikî alemdeki insanlarin seviyesine inmektir. Irsad vazifesini yerine getirebilmek için bu inis zaruridir. Zira, velî ile talibin arasinda -makam bakimindan olmasa da- mertebe açisindan bir uçurum olmamalidir.
Bir velî, Allah'a vuslat yolunda çikarken ne kadar çok yükselirse, halkin seviyesine inisi de o kadar fazla olur. Ayni sekilde, fizikî aleme dogru ne kadar çok inerse makami o kadar yüksek, irsadi o denli kuvvetli olur. Çünkü inisi fazla oldugundan mahluklara yakinligi artar. Böylece kendisinden çokça istifade edilir. Nübüvvetten baska velâyet makaminin da sultani olan Hz. Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, çikista herkesten yukari, iniste ise herkesten asagi indi. Bu yüzden onun irsadi bütün peygamberlerden kuvvetli oldu ve bütün insanlarin peygamberi oldu.
Su halde fenafillâh ve bekabillâh makamlarina ulasan bütün mürsidler, prensipte kâmil bir velî olmakla birlikte, aralarinda yerle gök kadar mesafe bulunabilmektedir. Aradaki bu fark hiç süphesiz irsada da yansimaktadir. Ayrica kutbiyyet ve gavsiyyet makamlarinin sultanlari ile bu makamda olmayanlarin ahiretteki sefaatleri her halde bir olmayacaktir. Hatta ehl-i kesfin beyanina göre, Gavs, duasiyla sûfi olmayanlarin da imdadina yetisir, onlarin son nefeste imanla kabre girmelerine vesile olur.
Kâmil mürsidlerin sözleri ölmüs kalpleri diriltmek için devadir. Onlar ashab-i makâl gibi çuvallarla laf etmezler. Pek az ve inci gibi tane tane konusurlar. Halleri her seyi anlatmaya kâfidir. Bakislari manevi kalp hastaliklarinin sifasidir. Tas kesilmis kalpler, onun sevgisine kavusmakla yumusak olur. Hadis-i serifte buyruldugu üzere: “Görüldükleri zaman Allah hatirlanir.” Cismanî yüzleriyle Allah'in kullariyla mesgul olurken, manevi yüzleriyle Allahu Tealâ'ya baglidirlar. Dislari halk, içleri Hak iledir. Hadis-i kutside Cenab-i Mevlâ, “onlarin gören gözü, tutan eli, isiten kulagi” oldugunu beyan etmektedir. Kim bilir, belki de Hak Tealâ Hazretleri günde kaç kere kalplerinde tecelli edip, “Kalbin nasil dostum?” diye sormaktadir.
Dolayisiyla böyle bir kalbe girebilmek kadar büyük bir saadet yoktur. Çünkü o kalbe girmek Hz. Rasulullah'in kalbine girmek ve Allah'in rizasina nail olmak manasina gelmektedir. Paha biçilmez degerde bir kristale benzeyen o kalbi kirmak ise, sekavetlerin en büyügüdür. Çünkü bunun manasi da yine hadis-i kutside belirtildigi üzere, Allah ile savasmaktir.
Cevap: IrSad NedIr, MÜrSId KImdIr?
Bir mürside halife olmak
Kâmil mürsidlerin en tatli ideallerinden biri de kendilerinden daha büyük mürsidler yetistirmektir. Bunun için hiçbir fedakârliktan kaçinmayip, onlarin terbiyesi ile mesgul olurlar. Nihayet belirli mertebe ve makamlara ulasan talip, mürsidinden icazet alarak halife olur. Yani mürsidlik yapmaya ehil bir kimse haline gelir. Bir mürsidin çok sayida halifesi olabilecegi gibi, hiç olmayabilir de.
Genel olarak iki türlü hilâfet sekli vardir. Birincisi isaretle verilen halifelik, ikincisi de zaruretle verilen halifeliktir. Isaretle halifelik, silsiledeki mesayih-i kiramin mana alemindeki ittifaki ve isaretleriyle verilir. Tabii bu silsilenin basi Hz. Peygamber s.a.v.'dir. Cenab -i Hak kimi seçtiyse, mürsid ona hilafet verir. Makbul ve üstün olan hilâfet sekli budur. Mürid, bu çesit hilâfeti geri çeviremez. Kâmil (yetismis) ve mükemmil (yetistirebilen) mürsidlerin halifeleri ekseriyetle böyledir. Istisnalari azdir.
Zaruri halifelik ise, bir ihtiyaç veya maslahata binaen, müridin makami kemale ermedigi halde sadece mürsidin izniyle verilen halifeliktir. Bu tip halifelerin mürsidi hayatta oldugu müddetçe insanlar ondan fayda görür. Eger kemale ermeden mürsidi vefat ederse, onun isi tehlikeli ve zordur.
Yukarida anlatilanlarin disinda, bir de müridler tarafindan halife ilan edilen sahislar vardir ki, bunlarin gerçekte mürsidlikle bir alakalari yoktur. Umumiyetle herhangi bir halife birakmayan mürside bagli müridler bunu yaparlar. Belki seçtikleri zat çok iyi, muhterem ve hatta velî bir zat olabilir. Ama yukarida anlatildigi gibi, mürsidlik baska bir seydir. Kâmil mürsid tarafindan izin verilmedikçe irsadlari muteber degildir. Hz. Peygamber s.a.v.'e kadar uzayan bir icazet silsilesinden de mahrumdurlar. Bu gibi zatlar cemaatin önünde hayirli hizmetler yapan bir agabey fonksiyonundan öte geçemez. Hakiki terbiye veremez. Baskalarina halifelik izni veremez. Verse de geçerli olmaz. Fenâ ve bekâ mertebelerine ulasamadigi için, kendilerine rabita yapilmasina izin veremez, daha dogrusu vermemelidir. Çünkü böyle bir rabitanin faydasi yoktur.
Ders vermek üzere kendilerine vekâlet verilen sahislara ise vekil denilir. Bazi tasavvufî kollarda bunlara halife diyenler de vardir. Fakat söz konusu zatlarin mürsidlikle bir alakalari yoktur. Mürsidleri vefat eder ya da vekâletten azlederse, bunlarin vazifeleri sona erer.
Mürsidlik babadan ogula geçer mi?
Mürsidlik kesinlikle babadan ogula, kardesten kardese, kan bagiyla veya irsiyetle geçen bir vazife degildir. Mürsidlik, ancak amel edip matlup olan mertebelere ulasan ve ilmi olan salike Allah'in ihsan ettigi bir görevdir. Bu saadete nail olan, mürsidin oglu da olabilir, yabanci birisi de...
Fenafillâhtan bekabillâh makamina kim döndü ise, Allah'in izniyle ona vazife verilir. Dönmeyene irsad izni verilse de, böylelerinin mürsidi hayatta degilse irsad vazifesi yapmamalari daha uygundur.
Kâmil mürsidlerin dikkatle üzerinde durduklari konulardan biri de, bu makamin layik olana verilmesidir. Üftade Hazretleri'nin buyurdugu gibi, yakin çevrede kâmil mürsidlik makamina elverisli hiç kimse kalmasa, dünyanin öbür ucundan layik olan getirilip o makama oturtulur. Tarih boyunca bu hassasiyete sahip olmayanlar kisa zamanda dagilip gitmislerdir. Nitekim dergâhlarin çöküsünü hazirlayan önemli sebeplerden birisi de budur. Geçmiste bazi tasavvufî kollarda, yetismis erkek evladi bulunmadigi için besikteki sehzadeye hilâfet verenler çikmistir. Fakat “besik seyhligi” diye bir kavramin tarihe geçmesine sebep olan bu kollar, çok sürmeden yok olup gitmis, isimleri bile unutulmustur.
Elbette ki gavslik, mücedditlik gibi manevi zirvelerde dolasan, çevresine feyz, nisbet ve nur saçan büyük imamlarin ailelerinden büyük zatlarin çikmasindan daha tabii bir sey yoktur. Hatta bunlardan bazilarinin kiyamete kadar devam etmesi beklenir. Mesela mana gözüyle istikbale bakan Gavs-i Kasravî Hazretleri'nin, kendi aile ocagindan yedi tane gavsin çikacagini müjdeledigi rivayet edilir.
Bir mürsidin evlatlarinin hepsi birden nazarini Hakk'in rizasina diker ve bu gaye ugrunda ihlâsla amel ederse, Allahu Tealâ onlarin sa'y u gayretlerini bosa çikarmaz. Cenab-i Hak hem sonsuz merhamet sahibi, hem de âdil-i mutlaktir. Ayet-i kerimede buyuruldugu gibi, kim zerre kadar hayir islerse onun karsiligini, kim de zerre kadar ser islerse onun karsiligini görür (Zilzal, 7-8). Sah Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nin amelini isleyen, onun makamina ulasir.
Çogu kere demircinin oglu demirci, çiftçinin oglu çiftçi oldugu gibi, peygamberlerin ogul ve kardeslerinden peygamber, mürsidin yakinlarindan da mürsid çikmistir. Ibrahim a.s.'in oglu Ismail a.s.; Yakup a.s.'in oglu Yusuf a.s.; Musa a.s.'in kardesi Harun a.s. bunun en güzel örnegidir. Ayni sekilde mürsidlik görevi Imam-i Rabbanî Hazretleri'nden oglu Muhammed Masum Hazretlerine, ondan da oglu Seyh Seyfüddin Hazretleri'ne intikal etmis, sonraki silsilede de bunun birçok örnekleri görülmüstür.
Cevap: IrSad NedIr, MÜrSId KImdIr?
Sahte veya yetersiz mürsidler
Hakiki ve kâmil bir mürsid, iman kurtarma noktasinda adeta bir can simidi gibidir. Ancak “taklidinden sakinmak” sarttir. Aksi halde imani kurtarmak bir yana, tehlikeye bile girebilir. Her meslek ve mesrepte oldugu kadar, bu meslekte de akidesi, niyeti bozuk, menfaatçi, sahte veya egitimi yetersiz, kemale ermemis olanlar mevcuttur. Fakat sahte olanlari kolay ve çabuk fark edilirler. Yeter ki biraz basiret ve feraset olsun.
Sahte mürsidleri ele veren ipuçlari genellikle sunlardir:
* Allah'in emirlerine ve Hz. Rasulullah'in sünnetine dogru dürüst uymamak. Dinî, ser'î konularda zaaflar göstermek.
* Kur'an ve hadis-i seriflere ulemanin verdigi manalarin disinda yanlis manalar vermek, olmayacak biçimde yorumlamak.
* Kadinlarla karisik bir vaziyette oturup sohbet etmek, onlara el öptürmek veya mahremsiz teke tek görüsmek.
* Sohbet ve toplantilarinda rüyaya genis yer vermek.
* Haksiz yere milletin malini yemek, girdigi menfaat iliskilerinde muhatabina zarar vermek veya aldatmak.
* Sun'î zorlamalarla bir kisim keramet gösterilerinde bulunmak. (Bu tipler bazen istidraç yoluyla insanin kalbinden geçenleri de söyleyebilirler.)
* Kendisinden baska önüne gelen herkese, hatta dindarlik ve salâhiyetiyle taninan sahislara bile, kâfir, münafik damgasini vurmak.
* Seytanin vehim ve vesvesesiyle bir takim hezeyanlarda bulunmak, kendisine vahiy geldigini vs... söylemek.
* Insanin gönlüne huzur verecek, Allah'i hatirlatacak nuranî bir simadan mahrum bulunmak.
Yolu bitirmemis nakis mürside teslim olmak da Imam-i Rabbanî Hazretleri'nin ifadesiyle öldürücü bir zehirdir. Bir hasta, mütehassis olmayan, diplomasi bulunmayan bir hekimin ilacini içerse iyi olmak söyle dursun, hastaligi artar. Iyilesme kabiliyeti de bozulur. O ilaç önce agrilari durdurabilir. Sinirleri bozdugu, zarar verdigi için agri duyulmaz. Fakat bu hal iyilik degil, kötülüktür. Bu hasta hakiki bir hekime giderse, hekim önce o ilacin zararlarini gidermege ugrasir. Ondan sonra hastaligi tedaviye baslar.
Her mürside el verme ki yolunu sarpa ugratir
Mürsidi kâmil olanin gayet yolu âsân imis...