Tevhîd Zikri
Dersen e
ğer bileyim hâllâk’ı ayne’l-yakîn
Zikre çalış ey begim hâb-u keselden sakın
Tevhîde eyle devâm oturma heman subh u şâm
Hiç kalmasun âr u nâm ol kibr u kirden emin
Et zikrini rûz u şeb eyle visâlin taleb
Bil hicre gaflet sebeb andan Hudâ’ya sığın
Zikr eyle Kuddûsîyâ çıksan gönülden mâsivâ
Girup içine Hudâ desün sana âferin1134.
Kuddûsî’nin hassasiyetle üzerinde durdu
ğu konuların başında tevhîd zikri
gelmektedir; çünkü tevhîd, varlıkları, ayne’l-yakin olarak insana tanıtan kesintisiz bir
ibâdettir. Kuddûsî’nin anlayışında, tevhîd zikrinin sürekliliği sûfîyi cem’ ve birlik’e
götürür.1135 Yakîn, kesinlik demektir. İnanma ve bağlanmada kuşkunun asla olmamasıdır1136.
Her türlü bilme şeklinin kesin ve şüpheden uzak olmasıdır. Yakin mertebesi, her türlü
kaygılardan uzak olarak tam sükûnet ve huzur hâlidir1137. Kur’an’ın da andığı1138 ve kesinlik
olarak nitelediği bu kavram için, Kuddûsî genellikle “ayne’l-yakîn” tabirini çok kullanır.
Çünkü ayne’l-yakîn keşf ve ilham yoluyla elde edilen ilmî ifade etmektedir. Bu ilim çeşidi,
kulun küllü bir fenâ hâliyle beşerî varlığından çıkarak Hâlık’ı yine Hakk ile müşahede
etmesini ifade eder1139. İşte Kuddûsî bu yakîni bilgiye ulaşıp varlığı tanıyabilmeyi tevhîd
zikrinin devamlı olarak yerine getirme şartına bağlar. Kuddûsî’ye göre bu zikri yerine
getirmek, her şeyi ile bütün varlığı “yok” veya “sıfır” saymak, sadece Allah’ın varlığıyla var
olma düşüncesi ve fiilinin hayat bulması demektir. Bu zikir atmosferine giren bütün sınırları
a
şmıştır, kendi varlığının “hiç”likine kani olduğundan dolayı O’nun için ar-namus, utanma
duyguları yok olmuştur. Sûfî de aldatıcı tembellikten uzak kalarak Allah’ın salih kullarından
istediği şekilde hiçbir zaman O’nu anmaktan, hatırında bulundurmaktan gafil olmamalıdır.
Kuddûsî’nin sûfîlik felsefesinde tevhîd zikri, Allah’ı sürekli hatırda canlı tutmanın
anahtarıdır. “Lâ” ile her şey temizlenip “Allah” yerleştirildiği bir gönlün, hiçbir anında
Hakk’tan uzak kalması mümkün değildir. Çünkü zikir ne zaman, ne mekânı, ne de belli bir
ritüeli vardır Kuddûsî’nin anlayışında. O tarîkatların belli kurallara bağladığı zikri değil, her
kesin her an sesli-sessiz yerine getirebileceği zikri tavsiye etmektedir.1140 Onun için zikir, sûfî
için teneffüs edilen bir hava gibi yaşamsal bir gerçektir. Çünkü gerçek âşık Mâ’şukunu
devamlı gönlünde ve zihninde yaşatan kişidir. Öyle ise, sûfî için Allah’ı anmanın hiçbir
yönden sınırı yoktur. Onların zikri “zikr-i daim”dir. Bu sürekli zikirde sûfînin gönlü ve diliyle
ifade edeceği en güzel cümle veya kelime “kelime-i tevhîd” olacaktır. Tevhîd kelimesi,
Allah’ı bütün mecazi, yâni gölge varlıktan birlemek, O’nun “bir” ve “tek” oluşu anlamına
gelen vahdeti, tasavvufun temel felsefesini açıklar. Sûfîler, tevhîdi, yaratıkların hareket ve
sükununu, Allah’ın fiili olarak bilmektir.1141
Hem cümle zikrin afzali demi
ş nebîler ekmeli
İ
ksâr eden olur veli tevhîde meşgûl ol heman
Kalbi sivâdan pak eder koymaz alâ’ikden eser
Âşık olan dersen eğer tevhîde meşgûl ol heman.1142
Kuddûsî’ye göre, “
lâ” evrenin başlangıcıdır. Bu “lâ” sûfînin ilk menzilidir.
“Lâ”nın bilincine varan her şeyi “hiç” bilip, Allah’tan cem’ olan sûfî, Allah için koşan ve onu
kendisine hedef edinendir.1143 Onun için sûfînin hareket noktası, “lâ” iledir. Evrenin hesabı,
bu “lâ” ve “illâ” ile mümkündür1144. Eğer Sûfî “lâ” ve “illâ”yı idrak edip, gereğini yerine
getirirse, “kevn” sırrını çözer, ağyârın esaretinden kurtulmuş olur. Çünkü “lâ” ve “illâ”
“kün”deki hikmeti taşır. “Lâ” deyince hareket başlar, “illâ” deyince evren yerine oturur. “Lâ
ilâh” gere
ği yerine gelmeyince, Allah dışındakilerle olan bağın kırılması mümkün değildir1145.
Fakat Allah’ın dışındaki bağlar, perdeler yok edilince, evren “Lâ ilâhe illallah” nuru ile
aydınlanır. Onun için Kuddûsî tevhîd zikrini, Allah’ı anmanın hatırda tutmanın bütün kelime
ve cümlelerin de en faziletlisi ve en anlamlısı olarak görür. Onun için tevhîd cümlesi insanı
Allah’a yak
ınlaştıran, O’na dost/veli eden en büyük kelimedir. Gönlü mâsîvadan temizleyen,
bütün dikkat ve düşünce yoğunlaşmasını Allah’ta toplayan ve ağyârın tüm ilişkisini kesen tek
cümledir.1146
‘I
şk zikir ile hâsıl olur hem gönlüne irfân olur
Ârif Hu’dâ-ı tez bulur tevhîde meşgul ol hemen
Zikre çalış etme kesel çek mâsiva şuglundan el
Ağyârı terk et Hakk’a gel tevhîde meşgul ol heman
Et zikre Kuddûsî devâm çün sâlikle gaflet merâm
Bitmek ise işin merâm tevhîde meşgul ol hemân1147.
Kuddûsî’ye göre, a
şkın oluşması ve yoğunlaşması ancak sürekli olarak Allah’ı
gönül ve zihin haf
ızasında diri tutmakla gerçekleşir. Gönlün, Allah bilgisiyle dolması da aşkın
yoğunlaşması ve tesiri sonucunda gerçekleşir. Ma’rifetin oluşup sûfî ihata etmesiyle Allah’a
vuslat çabuk olur. Çünkü sûfîlere göre, aralarında hiçbir zaman tam bir kopma olmayan aşk
ve bilgi gerçek önemini saflıkta, letafette ve güzellikte bulmaktadır1148. Bu güzellik insan
ruhundaki katılığı eritir ve hikmetin meyvesi olan vahdet sırrının zevkini ortaya çıkarır1149.
Bilgi, aşk ve güzellik arasındaki ilişki, sûfîlerce çokça zikr edilen “kenz” hadisinde ortaya
konulmaktadır.
İ
lâhî kaynakla ilişkisini kesen her ilim faydasızdır ve tevhîd dışındadır. Her bilgi
de insanı Allah’tan uzaklaştırır. Tevhîde dayalı her bilgi ve faydalı olan her şey de Allah’dan
gelir. İşte ârif de bu bilgi ile donanır.1150 Bundan dolayı sûfî de, Kuddûsî’nin dediği gibi,
zikir-tefekkür-aşk ve bilgi bağlarını sıkı dokumalıdır.
1134 Kuddûsî, Dîvân, s.150.
1135
Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrar, vr. 260a.
1136
Suad Hâkim, a.g.e. ss.1246–1250.
1137
İbnü’l-Arabî, Fütûhât, III, 308.
1138
Bk. Vâkı’a, 95; Tekâsür, 5-7.
1139 Bk. Sühreverdî, Avârif, s.250; İbnü’l-Arabî, Kitâbu’l-Mesâil, (Rasâil), 1403.
1140
Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrar, vr. 236b.
1141
Afîfî, Tasavvuf, s.90.
1142
Kuddûsî, Dîvân, s. 83.
1143
Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrar, vr. 237a.
1144 İkbal, Ey Şark Kavimleri, 63.
1145
İhsan Süreyya Sırma, “İkbal’in Düşüncesinde Lâ ve İllâ’nın Analizi”, Muhammed İkbal Kitabı, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 1995, s.99–103.
1146
Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrar, vr. 217b.
1147
Kuddûsî, Dîvân, s.149.
1148
Titus Burchardt, İslâm Tasavvuf Doktrinine Giriş, Çev: Fahrettin Arslan, (Kitabevi Yay.), İstanbul, 1995,
s.40.
1149
Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, Çev: Yusuf Yazar, İz Yayınları, İstanbul, 2001, s.283.