***
DIŞARDA
Points: 10.492, Level: 68
Level completed: 11%,
Points required for next Level: 358
Overall activity: 0%
Achievements


Sâd sûresi
38 (38). SÂD SÛRESİ
MEKKÎ, 88 ÂYET
Adını 1. âyetteki ص [sâd] kesik harfinden ya da bu harfin temsil ettiği 90 sayısından alan ve kendinden önceki sûrelerin devamı niteliğinde bulunan Sâd sûresi’nde de –diğer Mekkî sûrelerde olduğu gibi– inanç esasları üzerinde durulmaktadır ve Kur’ân’ın kanıt gösterilmesiyle başlayan sûrede, müşriklerin Peygamberimize karşı muhalif tavırları dile getirilmiş ve eski tarihlerde yaşamış kavimlerin hayatlarından bazı kesitler verilmiştir. Ayrıca, Kur’ân’da önemli bir bölüm teşkil eden Âdem, İblis ve melekler ile ilgili kıssaya da ilk kez bu sûrede yer verilmiştir. Sûrenin sonunda ise, Peygamberimizin esas görevi vurgulanmıştır.
İNİŞ ZAMANI: Bilindiği gibi, Peygamberimizin Mekke’de İslâm’ı açıkça anlatarak yaptığı davet, Kureyş’in ileri gelenleri arasında sarsıcı bir etki meydana getirmişti. Özellikle güçlü kişiliği ile herkes tarafından tanınan Ömer’in de İslâm’ı benimsemesi, Mekkeli kodamanları iyice telâşlandırmıştı. Sûrede müşriklerin telâşlarından bahsediliyor olması, sûrenin Ömer’in Müslüman olduğu dönemde indiği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Kureyş ileri gelenlerinin içine düştüğü bu telâş, İmâm Ahmed, Neseî, Tirmizî, İbn-i Cerîr, İbn-i Şeybe, İbn-i Ebî Hatim ve İbn-i İshâk’ın eserlerinde yer alan nakillerde ise şöyle dile getirilmiştir:
Kureyş’in ileri gelenleri bir araya gelip aralarında istişâre etmişler ve yeğeni Muhammed (a.s) ile aralarını düzeltmesi için Ebû Tâlib’e arabuluculuk teklifinde bulunmayı kararlaştırmışlardır. Çünkü Ebû Tâlib öldükten sonra Hz. Muhammed’e (a.s) dokunacak olurlarsa, tüm Arap kabilelerinin, kendileri için, “Amcası hayatta iken, Muhammed’e dokunmaya cesaret edemediler; Ebû Tâlib öldükten sonra o’na saldırdılar” diye eleştirilmekten çekinmişlerdir.
Bu karar üzerine, Kureyş’in ileri gelenlerinden 25 kişilik bir heyet Ebû Tâlib ile görüşmeye gitmişir. Heyetin içinde, Ebû Cehl, Ebû Süfyân, Umeyye b. Halef, Âs b. Vâil, Esved b. Muttalib, Ukbe b. Muayt, Utbe ve Şeybe gibi ileri gelen kâfirler vardı. Bu heyet doğruca Ebû Tâlib’in yanına giderek, her zaman yaptıkları gibi, Hz. Peygamber’i amcasına şikâyet ettiler ve ona şöyle dediler: “Muhammed kendi dini üzerinde kalsın, biz de kendi dinimiz üzerinde kalalım. O bizim dinimize karışmazsa biz de o’nu kendi dininde serbest bırakır ve kime ibâdet ederse etsin o’na dokunmayız. Ama o da bizim tanrılarımızı kötülemesin ve halk arasında dinini yaymaya çalışmasın.”
Bunun üzerine Ebû Tâlib, Hz. Peygamber’i (s.a) yanına çağırarak o’na, “Ey yeğenim! Kavmimizin ileri gelenleri bana geldiler. Onlar, aranızda âdilâne bir anlaşmanın olup, bu çekişmenin sona ermesini istiyorlar” dedi ve sonra yeğenine Kureyşlilerin teklifini iletti. Hz. Peygamber (s.a) ise amcasına şöyle bir cevap verdi: “Ey amcacığım! Ben onlara öyle bir kelimeyi kabul ettirmeye çalışıyorum ki, bu kelimeyi kabul ettikleri takdirde, onlara sadece Araplar değil, tüm dünya tâbi olur.”
Kureyş heyetine Hz. Peygamber’in (s.a) bu cevabı iletilince fena halde bozuldular ve bir süre ne cevap vereceklerini bilemediler. Böylesine makul bir teklifi reddedebilecek kelimeleri hemen bulamamışlardı. Fakat kendilerine geldikten sonra, “Biz bir kelime değil, bin kelime bile söylemeye razıyız, ama o kelime nedir?” diye sordular. Resûlullah (s.a), “O kelime, lâ ilâhe illallâh’tır” diye cevap verdi. Bu cevabı duyar duymaz, Kureyş heyeti âniden hiddetlenerek ayağa kalktı ve söylenerek çıkıp gittiler.
Kureyş müşrikleri, İslâm’ın her gün biraz daha yayılması nedeniyle oldukça kızgın ve ne yapacaklarını bilemez bir haldeydiler. Ömer’in de Müslüman oluşu onları iyice perişan etmişti. İslâm’ın davetçisi, şerefli, lekesiz bir geçmişe sahip, akıl ve ciddiyet bakımından tüm Kureyş’in en seçkin kimselerindendi. Onun sağ kolu Hz. Ebû Bekr ise, değil sadece Mekke’nin, çevredeki kabilelerin de şerefli, dürüst ve zeki bir insan olarak tanıdıkları bir şahsiyetti. Şimdi de Hz. Ömer gibi cesur ve azametli kişiliğe sahip birinin de onlarla birleştiğini görünce, tehlikenin boyutlarının büyüdüğünü hissetmişlerdir.
Tarihçi İbn-i Sa‘d da, Tabakât adlı eserinde, bu olayın tümünü, sadece, “Bu, Ebû Tâlib’in son hastalığı değildi” ibaresi farkıyla yukarıdaki gibi anlatmıştır.Ona göre; bu olay, “Filân şahıs Müslüman olmuş, filân şahıs İslâm’a girmiş” şeklindeki haberlerin kulaktan kulağa yayıldığı ilk dönemde vukû bulmuştur. Öyle ki, bu haberler halk arasında yaygınlaşınca, Kureyş’in ileri gelenleri, Ebû Tâlib’e, Hz. Peygamber’i (s.a.) İslâm’ı anlatmaktan vazgeçirmesi için peşpeşe heyetler gönderdiler. İşte bu heyetlerden biri de yukarıda zikredilen heyettir.
Zemahşerî, Râzî, Nisâburî ve bazı müfessirlere göre, bu heyet, Hz. Ömer İslâm’ı kabullendiği zaman Ebû Tâlib’e gitmiştir.
Sûrenin ilk âyetlerinde Kureyşli inkârcıların o günlerdeki telaş ve şaşkınlıklarına, Peygamberimize olan kibirli yaklaşımlarına değinilmektedir. Bu âyetlerden anlaşılmaktadır ki, kâfirler İslâm’ı Peygamberimizin görevini yapmasında bir eksiklik, bir yanlışlık görmelerinden dolayı reddetmemişlerdir. Atalarının dinlerini körü körüne takip eden bu kâfirler, esasında kendi içlerinden bir peygambere tâbi olmayı hazmedememişler ve Peygamberimizin davetine bu yüzden kin ve hasetle yaklaşmışlardır.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1–3. Sâd/90. Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki, fakat o inkâr edenler bir gurur ve bölünme [muhalefet, ayrılıkçılık] içindedirler. Onlardan önce nice kuşakları helâk ettik Biz. Onlar da çağırıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi.
4–5. Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!” dediler.
6–8. Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): “İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten, istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan o’nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim Zikrimden bir kuşku içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–
9–10. Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyle ise sebeplerin içinde yükselsinler!
11. (Onlar) burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordudur!
12–13. Onlardan önce Nûh’un kavmi, Âd, kazıklar sahibi Firavun, Semûd, Lût’un kavmi ve Eyke ashâbı [Şu‘ayb’ın kavmi] da yalanladılar. İşte onlar, hiziplerdir.
14. Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hakk oldu.
15. Ve bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.
16. Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!”
17. Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Dâvûd’u hatırla. Şüphesiz o, (Rabbine) çokça dönendi.
18. Gerçekten Biz dağlara boyun eğdirdik; akşam ve sabah [daima, her zaman] o’nunla birlikte tesbîh ederlerdi.
19. Kuşları da toplu olarak (o’na boyun eğdirmiştik). Hepsi o’na dönücü idi.
20. Biz o’nun mülkünü de pekiştirdik. Ve o’na hikmeti [yasayı] ve fasl-ı hıtabı [hakkı bâtıldan ayıran sözü söyleme imkânını] verdik.
21. Ve sana şu hasımların [davacıların] haberi geldi mi? Hani onlar mihraba çıkıp varmışlardı.
22–23. Dâvûd’un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. (Ona,) “Korkma! (Biz) iki hasımız [davacıyız] . Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hakk ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt” dediler. (Birisi de) dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘Onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi [tartışmada beni yendi] .”
24. O [Dâvûd] dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de katanların [ortakların, bir cemiyette yaşayanların] çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini arı duru [has] hâle getirdiğimize kesin kanat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden (zulmeden kişi için) bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve döndü.
25. Biz de o’nun için bunu bağışladık/Biz de onu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz yanımızda o’nun için bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.
26. Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halîfe kıldık [yaptık] . O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver [hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla] . Hevâya [keyfe, arzuya] uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.
27. Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu, şu küfretmiş olan kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay şu küfretmiş olan kişilerin hâline!
28. Yoksa iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi mi kılarız? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlar gibi mi kılarız?
29. (Bu,) temiz akıl sahipleri onun âyetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.
30. Dâvûd’a Süleymân’ı da bahşettik. (O) ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendi.
31. Hani kendisine akşamüstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu;
32. “Ben, hayır [servet, çıkar] sevgisini, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim.” –Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.–
33. “Geri getirin onları bana!” (dedi). Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.
34–35. And olsun ki Biz Süleymân’ı da fitneye düşürmüştük [çeşitli badirelerden geçirerek saflaştırmıştık, olgunlaştırmıştık] . Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, döndü; “Ey Rabbim! Beni koru [maddî ve manevî pislik bulaştırma] ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk ihsan et! Şüphesiz ki Sen, bol bol ihsan edensin” dedi.
36–38. Bunun üzerine Biz de, o’nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, şeytânları; tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini o’nun emrine verdik.
39. İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya vermeyip tut.
40. Şüphesiz ki o’nun için yanımızda bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.
41. Kulumuz Eyyûb’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Meşakkat ve acı ile bana şeytân dokundu [şeytân bana acı ve meşakkat dokundurdu] .”
42. “Ayağın ile topukla [yere vur, mahmuzla, yaya olarak hemen oradan uzaklaş] ! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”
43. Ve Biz o’na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri [kavrama yeteneği olanlar] için bir ibret olarak bahşettik.
44. “Ve eline bir tutam bitki al, onunla hemen, rızk aramak için sefere çık ve hanis olma [kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme] .” Gerçekten Biz o’nu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendir.
45. Güç ve basîret sahibi kullarımız İbrâhîm’i, İshâk’ı ve Ya‘kûb’u da hatırla!
46. Şüphesiz Biz onları Yurt düşüncesi saflığıyla saflaştırdık [arı-duru hâle getirdik] .
47. Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir.
48. İsmâîl’i, Elyasa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir.
49–52. İşte bu bir öğüttür/şereftir/hatırlatmadır. Şüphesiz ki takvâ sahipleri için güzel bir dönüş yeri; içlerinde yaslanarak birçok meyve ve içecekler istedikleri ve de yanlarında hepsi de aynı yaşta bakışları dikililerin olduğu [gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu] kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır.
53. İşte bu, hesap günü için size vaat edilendir.
54. –Hiç şüphesiz ki işte bu, Bizim rızkımızdır; ona hiç tükenmek yoktur.–
55–56. İşte! Şüphesiz azgınlar için de en kötü dönüş yeri; kendisine yaslandıkları cehennem vardır. –O ne kötü yataktır!–
57. İşte o kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar [tadıp dursunlar] !
58. Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır.
59. İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir merhaba [rahat] yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar [atıldılar] .
60. Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba yok. Onu [cehennemi] önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!”
61. Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!”
62. Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız bir takım adamları niye göremiyoruz?
63. Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?”
64. Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir.
65–66. De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah’tan başka tanrı yoktur.”
67. De ki: “O, çok büyük, önemli bir haberdir.
68. Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
69. Onlar birbirileriyle tartışırken, benim mele-i A‘lâ’ya dair bir bilgim yok idi.
70. Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.”
71–72. Hani Rabbin bir zaman meleklere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratıcıyım. Onu tesviye edip, rûhumdan kendisine üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın” demişti.
73. Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler,
74. İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden [görmezden gelenlerden] oldu.
75. (Allah,) “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” buyurdu.
76. (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
77. (Allah,) “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle racîmsin” dedi.
78. “Ve elbette lânetim [hayırdan uzak tutmam] , karşılık gününe kadar senin üzerindedir.”
79. (İblis,) “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar beni bakıt [beni karşında tut, mühlet ver] ” dedi.
80–81. (Allah,) “Haydi sen belirli bir vakte kadar bakıtılanlardansın [karşıda duranlardansın/mühlet verilenlerdensin] ” buyurdu.
82. (İblis,) “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım,
83. ancak içlerinden arıtılmış kulların müstesnâ” dedi.
84. (Allah) buyurdu ki: “Hakk budur. Ben de şu hakkı söylüyorum:
85. And olsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.”
86. De ki: “Ben ona [Kur’ân’a] karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden [kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan] de değilim.
87. O [Kur’ân] , bütün âlemler için bir zikirdir/bir öğüttür ancak.
88. Ve onun müthiş haberini bir zaman sonra mutlaka bileceksiniz.”
Notası kayıp bir müziğim bu zamanda,
Ses tellerim titrer, konuşamam yanında,
Arzu halimi ancak bilirse O bilir,
Yarın Hak divanında...