***
DIŞARDA
Points: 42.870, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 4,9%
Achievements


Bir müjde bekliyorduk…
Sofiler neden bekleşiyordu?
Hayatımız kendi akışı içerisinde ilerlerken, en ummadık ve bize göre belki en olmadık zamanda köklü değişikliklere uğrar. Bu, bizim tasarrufumuzda olmayan ani değişiklik; hayatımızı bir kesiş noktasına taşır ve sanki her şeyimizi yeniden gözden geçirir, yeniden hayatımızı değerlendirme imkânı buluruz.
İşte, bir bahar sabahı Seyda Hazretlerinin dergâhına girdiğimde, hayatımda nelerin değişebileceğini yâda aklımda nasıl bir milat ve ruhumda ne tür bir inkılâp olacağını bilemezdim.
Şu muhakkak ki Seyda Hazretlerini her gördüğünüzde, hayatınız değişir, duygularınızdaki karmaşıklık ve bulanıklık berraklaşırdı.
Dergâha girdiğimde, her yer sessiz ve durgundu. Her zaman birbirlerine güler yüzle bakan sofiler, şimdi yüzlerinde bir hüzün ve endişe ile maksatsız ve manasız bir şekilde caminin önündeki küçük meydanda, hapiste havalandırmaya çıkmış mahkûmların hiç bir gaye ve amaç gözetmeksizin, sadece attıkları her adımda mahpus günlerinden bir gün daha düşecekmiş gibi hızlı ve hiçbir amaca dayanmayan ‘volta’ları gibi, sofiler de meydanda dolaşıyorlar ve hiçbir şey konuşmuyorlardı.
Bu duruma ilk bakışta mana vermek zordu, fakat meseleyi bilen sebebi de bilebilirdi. Seyda Hazretleri hasta idi…
Sabırsız ve telaşlı adımlarla dolaşan sofiler, Seyda Hazretlerinden gelecek haberin merakı ve heyecanı ile dolu, birbirleriyle konuştuklarında Haneyi Saadet’ten gelecek haberin duyulmayacağı endişesiyle suskundular. Dillerinde sadece kendilerinin duyabilecekleri kadar sesli dualarla, mahzun gözlerle, Seyda Hazretlerinin penceresine bakıyorlardı.
Nasıl bir duygu ve aşk, insanları böylesine mahzun ve tedirgin edebilirdi ki ve bu duygunun kaynağı ne idi ki?
Elbette Asrı Saadet!
Acaba, Asrı Saadet’te de Sevgili Peygamberimiz hastalandığında, Sahabe Efendilerimiz Âlemlerin Sultanı’nın kapısında böylesine mahzun ve böylesine tedirgin beklemişler miydi?
O kapıdan gelecek her söz, onların hayatında ne köklü değişikler yapacaktı, biliyorlardı…
Şimdi dervişlerde, Seyda Hazretlerinin evinden gelecek bir haberle, ya yeniden hayata tutunacak ya da hayatlarında oluşan bu ani kırılmanın sarsıntısıyla ne yapacaklarını şaşıracaklardı.
Yıllar önce, Seyda Muhammed Raşit Hazretlerinin vefat haberini aldığımızda bize neler olmuştu. Evimin bir odasında bir sağa bir sola koşup dururken “Ben bundan sonra ne yapacağım?” diye, ümitsiz naralar atarken hatırlarım kendimi.
Ne zor şey Allah’ım!...
“Sizler sizden öncekilerinin yaşadıklarını yaşamadıkça kâmil mümin olamazsınız” hadisi şerifi, ne mana ihtiva ediyor? Çilenin her türünü yaşayacağız; Sahabe Efendilerimiz ne yaşamışsa…
Koşarak Haneyi Saadet’in kapısına gittim. Evlatlarından birisi orada idi. Seyda Hazretlerini sordum. “Durumu iyidir, istirahat ediyor” dediler. Ziyaret etmek istediğimi söyledim. “Biraz sonra kabul edilecek” dediler ve kapıda beklemeye başladım.
Özlem, hasret, merak, endişe, hüzün, keder, şiirlerine konulası ne kadar kelime varsa hepsi o kısa zaman diliminde üzerime yapışmış ve benimle hem hal olmuştu…
Tam o sırada, Seyda Hazretlerinin evlatlarında birisi bana seslendi:
— Seyda Hazretleri seni istiyor.
Biraz önceki duyguların üzerine, bir anda en tepeden heyecan da eklendi. Ellerim titredi, bacaklarımın bağı çözüldü. Koşarak yukarı çıktım. Kapıda durup çağrılmayı bekledim. Biraz sonra içeri aldılar. Seyda Hazretlerinin bulunduğu odaya girdim.
Seyda Hazretleri, beyaz örtülerle bezenmiş bir yatağın içinde uzanmış yatıyordu. Gözlerimin kaçamak bakışlarını ona çevirdiğimde, yüzündeki solgunluğu ve yorgunluğu fark edebilmiştim. Kendi kendime binlerce kez kızmak ve onu bu kadar yorgun ve hasta ettiğimiz için kendimizden hesap sormak istiyordum.
Sadece kendini düşünen ve sadece kendi sıkıntılarımızın bir an önce giderilmesini, hastalarımızın şifa, dertlerimizin deva, borçlarımızın eda bulması için sürekli olarak bize dua etmesini istediğimiz, asla ve asla dinlenmeden yorulmadan ve uyumadan, adeta bizim arzu ve isteklerimize hizmet etmesini istediğimiz, dayanağımız, medarı iftiharımız ve iki göz bebeğimiz hasta idi…
Bencilliğimizden ötürü, kış sabahlarında kendimizce çok büyük gibi gelen sıkıntımızı, öğlene kadar bekleyip memleketimize iki saat daha geç varmayı göze almadığımız için dakikalarca o soğuk kış günlerinin sabah keskin ayazlarında, ayakta ve dışarıda beklettiğimiz kıymetlimiz hasta idi…
Memleketimizden her çıkımızda heyecan ve hasretle yanına koştuğumuz Sultanımız hasta idi. O hasta idi ve şimdi hepimiz hasta idik…
— Hoş geldin Ahmet! Dedi o latif sesi ile. Ben koşarak yatağın kenarından elini öpmek için uzandım.
— Nasılsın? Dedi.
Ne diyebilirdim ki? Benim nasıl olmam neyi değiştirirdi ki! Sultanımın nasıl olduğu önemli idi…
— Sultanımız nasıllar? Diye sorabildim.
— Ahmet, biraz hastayım ama inşaallah daha iyiyim! Dedi.
Yavrusunun üzülmesini istemeyen babanın çocuğuna ne kadar hasta olsa da çok hastayım deme imkânı var mıydı ki?
Şefkatin, merhametin kaynağı Sevgili Peygamberimize âşık ve onun varisi olan Seyda Hazretleri, bizim için de şefkat ve merhamet doluydu.
— Sofiler beklemesinler, gelmek isteyenleri içeri alın. Sen de burada kal, sofileri içeri alın, dedi.
— Baş üstüne Sultanım, derken, elimdeki kırmızı gülü ve cep çakısını uzattım.
— Bunlar nedir Ahmet! Dedi.
— Hediyedir Sultanım… Dedim.
— Allah Razı olsun Ahmet, dedi.
Sofileri guruplar halinde odasına almaya başladık. Her sofinin odaya girmesiyle, Seyda Hazretleri adeta hastalığını unutuyor, içeri giren her sofiye tebessümle dua ediyordu. İçeri giren her sofi, adeta Seyda Hazretlerine ilaç oluyordu…
‘Her anımızı Allah Yolunda geçirmeliyiz!’
Kapıda bekleşen sofilerin ziyareti saatlerce sürmüş ve Seyda Hazretleri yine yorgun düşmüştü. Ziyaret bitmiş ve namaz vakti yaklaşıyordu.
— Sultanım sizi yorduk, dedim. O ise tebessüm etti:
— Yok yok Ahmet, yorulmadım inşaallah, daha iyiyim, dedi.
“Ümmeti ümmeti” diyen bir Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) âlim ve veli varisi olan Sultanım, ne diyecekti ki başka.
Müsaade isteyerek odadan çıkacaktım ki:
— Ahmet, kitaplara da ara verdik, hemen başlayalım bir an önce bitirelim. Kitapların aksamaması lazım, dedi.
Her anında ve ahvalinde, Allah yoluna hizmeti kendine görev edinmiş olan Allah dostlarının her hali ve sözü, anlayana ne büyük hikmetler gösteriyordu. Sağlıklarında insanları irşad eden veliler, hastalıklarında da insanları irşat etmekten vazgeçemiyorlar.
“Yol uzun, zaman kısa, ne yaparsak ve biriktirirsek burada olacak. Onun için elimizden geldiği kadar, her anımızı Allah yolunda geçirmeliyiz” demişti Sultanım, bir keresinde.
“Başım ağrıyor, yorgunum, hastayım…” diyerek hizmeti, hatta virdi bırakan bizlere, ne büyük dersler veriyordu Sultanımız…
Mecnun Misali
Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama. Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil
Mevlâ’dır Hep…