***
DIŞARDA
Points: 42.870, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 4,9%
Achievements


Hİzmet olmadan hİmmet olmaz”
Dervişlik Zor Zenaattir Oğul”
Seyda Hazretlerine intisap edeli birkaç yıl olmuştu. Kendimi yalnızlığın ortasında, karanlığa bir adım kalası alacalıkta, hangi yöne gideceğimi şaşırmış bir durumda ve çaresizlik içinde hissediyordum.
Duygularım med-ceziri yaşayan derya gibi bir yükselip bir alçalırken, içimden bir ses feryat ediyordu sanki. “Ey Sultanım! Himmet edeceksen, bundan daha uygun bir zaman yoktur.”
Zulmet ile nur arasındaki ince çizgide yürümeye çalışıyor ve hangi tarafa daha yakın olduğumu kestiremiyordum.
Babam Menzil’e gittiğimi ve Seyda Muhammed Raşid Hazretlerine intisap ettiğimi öğrendiği gün: “Dervişlik zor zenaattir oğlum” demişti.
Ne kadar da haklıymış!... Bu duygular içinde yolda yürüyordum. Düşüncelerimi sesli dile getiriyor olmalıydım, zira yoldan geçen herkes bana garip garip bakıyordu.
“Himmet edin bana yoksa perişanım” diyordum içimden ama sesli düşünmek dedikleri bu olsa gerek. Herkes garip garip bakıyordu.
Tren istasyonuna yaklaştım, ani bir kararla içeri girdim ve bilet aldım.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, nihayet Menzile varmıştım. Yatsı ezanları okunmuş, herkes camide namazda idi.
Acele ile abdest aldım ve hemen camiye girdim. Namaz bitti, dışarı çıktık ama o arada ben Seyda Hazretlerini ziyaret edemedim. Aslında, nefsim yüzünden ziyaret etmedim desem, daha doğru olacak.
Menzile indiğim andan itibaren bunalmaya başladım. Her şey üzerime geliyor ve adeta nefes alamaz gibi oluyordum. Bir an önce memleketime tekrar dönmek istiyordum. İçimde esen fırtınaların sebebini bilemiyordum ama o an bir araba bulsam oradan kaçmam gerektiğine inanıyordum.
Sabah namazına kadar uyumadım. Menzil içinde dolaştım durdum. Belki giden arabaya raslarım ümidiyle, köy çıkışına yakın bir yerde sabahladım.
Sabah ezanları okunmaya başladığında kendime geldim. Tekrar köye girdim, abdest aldım, sabah namazını Seyda Hazretlerinin arkasında kıldım.
Dışarı çıktım ve Seyda Hazretlerini bekledim. Seyda Hazretleri çıkınca hemen yanına koştum elini öptüm.
— Sultanım müsaade ederseniz memleketime gitmek istiyorum… Dedim. Sultan Hazretleri:
— Nerden geldin? Diye sordu.
— Sivas’tan... Dedim.
— Ne zaman geldin? Diye sordu.
— Dün gece... Dedim. Seyda Hazretleri gülümsedi. Biraz sessizlik oldu.
— Biraz kal, Cuma namazını kılarsın hafta sonu, kafileler gelir onlarla dönersin… Dedi.
— Başüstüne sultanım… Dedim. Seyda Hazretleri yürüdü gitti.
Biraz rahatlamıştım. Hemen yatakhaneye ineyim, hiç değilse öğlen vaktine kadar uyuyayım düşüncesiyle, hızla yatakhaneye yöneldim. İki gündür uyumamıştım, gözlerim kapanmak üzere, dizlerim beni taşımaktan vazgeçmek üzereydi.
Tam yatakhanenin kapısına gelmiştim ki bir sofi kolumdan tuttu:
— Sofi hizmet var, gel… Dedi. Ben yorgunluk ve uykusuzluktan bitap haldeydim. Öyle ki sofiye itiraz edecek mecali bulamamıştım. Elimden tutarak, adeta sürükleyerek beni götürüyordu.
Baktı ben direnmeye çalışıyorum: “Hizmet olmadan, himmet olmaz kurban” dedi. Bu söz, bir anda beynimde çakan bir şimşek gibi tesir etti, irkildim.
Bir kapı önüne geldik. Sofi elindeki onlarca anahtarın içinden bir bakışta bir anahtar çıkardı ve kapının kilidini açtı. Elimden tuttu içeri aldı. Burası bir depo idi. Yarısına saman yığılmış, yarısında da eski eşyalardan oluşan hurdalar. Sofi:
— Kurban, bu hurdalar dışarı çıkacak. Sonra bu samanlar hurdaların yerine alınacak. Yapabilir misin? Dedi. “Yapamam” demek gibi bir lüksümüz yoktu.
— Yaparım inşallah kurban… Dedim. Sofi:
— Tamam, o zaman sana kolay gelsin, benim işlerim var… Dedi ve gitti.
Ben samanlıkta samanlar ve hurdalarla baş başa kalmıştım. Yorgunluk ve uykusuzluktan bayılmak üzere idim. Şöyle bir göz gezdirdim. Uyumak için uygun bir köşe bulabilir miyim acaba? Diye içimden geçirdim. Samanların üzeri uygundu, orada en azından bir saat kadar uyusam, kendime gelirim diye düşündüm ve hemen samanların üzerine çıktım.
Tam yatmak üzereydim ki kapı gürültüyle açıldı. Ben telaşla yerimden fırladım, samanların içinde çalışıyormuş numarası yaptım. Gelen, biraz önceki sofi idi.
— Kurban, şurdan bir alet alacağım, sen de önce bu hurdaları dışarı çıkar hele, saman en sona, dedi.
— Tamam kurban, dedim çaresiz işe koyuldum.
Yaklaşık iki saatte, hurdaları kapının önüne çıkardım. Bir an önce işi bitirmek ve uyumak istiyordum.
Samanlık Saray Oldu
Hurdaları çıkarma işi bitince, samanları hurdalardan boşalan alana taşımaya başladım. Üçte ikisini bitirmiştim ki içeri telaşla sabahki sofi girdi.
-Kurban, kurban Seyda Hazretleri geliyor….
Ben ne yapacağımı şaşırmıştım. Elim ayağım birbirine dolanmış, samanlığın içinde bir o tarafa bir bu tarafa koşuyor, hızla samanları alıyor, bu tarafa atıyordum. O kadar telaşla yapıyordum ki ortalık toz duman olmuştu. Kapıda konuşmaları duyunca daha da telaşlanmış ve daha da hızla hareket etmeye başlamıştım.
Korku heyecan ve telaş birbirine karışmış, ben deli gibi hareket ediyordum. Kolumdan birisi tutup:
— Kurban bi dakka dur, toz yapma, Sultan Hazretleri kapıda… Dediğinde, ancak durabilmiştim.
Benim de kolumdan tutarak dışarı çıkardı. Kapıda Seyda Hazretleri tebessümle bana bakıyordu.
Bu kez daha da utandım, zira biraz önceki hareketlerim gözümün önüne gelmişti. Ta yıllar ötesinden geldiğini sandığım sesiyle Seyda Hazretleri:
— Ne yapıyorsun sofi? Diye sordu.
Ben heyecandan ne diyeceğimi bilmez bir halde. Ağzımın içinde onlarca kelimeyi yuvarladım, çiğnedim yuttum. Ne ben, ne yanımdakiler, ne de Seyda Hazretleri bir şey anlamıştı.
Durumu sabah beni buraya getiren sofi izah etti.
Bu arada samanlıktaki toz bulutu da dağılmıştı. Seyda Hazretleri içeri, girdi bizler de arkasından.
Depoyu bir müddet inceledi, sonra sofiye dönerek:
— Allah Razi olsun, eskisi daha güzeldi, böyle uygun olmamış… Dedi. Sofi:
— Emredersin Seydam... Dedi. Ben de heyecandan ne diyeceğimi bilemez halde:
— Emredersin Sultanım!… Diye bağırdım. Sesim çok çıkmıştı, Seyda Hazretleri gene gülümseyerek bana baktı.
— Senin adın ne idi sofi? Dedi.
Ben gene heyecandan ağzımın içinde bir iki kelime yuvarladım ama üç denemenin sonunda “Ahmet” demeyi başarmıştım.
— Bu hurdaları ve samanları eski yerlerine taşı Ahmet… Dedi.
— Baş üstüne Sultanım… Derken mutluluktan uçacak gibiydim. Sanki bana, ‘cennetten seç beğen, neresini istersen orası sana verilecek’ demişti.
Sabah girdiğimde, şaşkın ve biraz da nerden düştüm, der gibi baktığım samanlık, bana saray gibi görünüyordu.
“İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur” derler ya... Seyda ile olunca samanlık saray olmuştu.
Öğlen namazına kadar çalıştım. Öğlen namazından hemen sonra, tekrar başladım işime ve ikindiye yakın, tekrar eski haline getirmiştim depoyu. Ne yorgunluk ne de açlık hissediyordum.
Önce Hizmet...
İkindiye doğru Seyda Hazretleri tekrar gelmişti. Duruma baktı...
— Sofi yoruldun mu sen? Dedi.
“Ne yorgunluğu Sultanım, siz emredin sabahlara kadar, hatta geceleri de çalışırım, yeter ki siz ara ara gelip sorun bana” demek isterdim ama sadece:
— Hayır Sultanım, yorulmadım dedim. O tatlı tebessümüyle baktı bana:
— Tamam o zaman, biraz yemek ye, sonra bu kapıdaki ağaçların çivilerini sök dedi.
Biraz sonra elinde bir tepsi ile sofi geldi. Tepside pilav çorba ve yağda yumurta vardı. Sofi:
— Kurban, bunları yiyeceksin Seyda gönderdi, dedi.
Ben hemen tepsinin başına oturdum. “Şifa niyetine” diyerek besmele çekip başladım, on dakika sonra kırıntı dahi kalmamıştı, tepside ne varsa yedim.
Hemen dışarı çıktım. Baktım Seyda Hazretleri bahçede oturuyor. Beni gördü:
— Gel sofi, şu keseri eline al, bu ağaçlardaki çivileri sök, şu kutuya biriktir, dedi. Hemen koştum işime başladım. İnatçı bir çiviye rastlamıştım, bir türlü çıkmıyordu. Neresinden denesem çivi çıkmadı. Seyda Hazretleri yanıma geldi.
— Bak, şöyle yapacaksın, diyerek bana çivinin nasıl çıkarılması gerektiğini öğretti.
O gün akşama kadar çalıştım. Daha sonra ahıra gönderdiler. Devamında buğday ambarına, bir gün sonra kavun tarlasına, derken üç gün üç gece, soluk almadan çalıştım.
Ama bu arada bir şey oldu, ben artık memlekete gitmek istemiyordum. Hep burada kalmak istiyordum. Hemen Sultan Hazretlerinin yanına gittim.
— Sultanım müsaade ederseniz burada kalmak istiyorum, dedim. Tebessüm etti:
— Senin çocukların var mı? Dedi.
— Evet, var Sultanım, dedim.
— O zaman şimdi git, gene gelirsin. Bak zaten kafile de gelmiş sizin ordan, onunla dönersin, dedi.
Ben elini öptüm ve ağlayarak ayrıldım oradan.İçim coşku ile dolu idi. Kulaklarımda sofinin sözleri yankılandı gene: “Hizmet olmadan, Himmet olmaz.”
Mecnun Misali
Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama. Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil
Mevlâ’dır Hep…