KAOS ve İNANCIN SİHİRLİ DÜNYASI 2
Bu coğrafyanın talihli fakat biraz mağdur; bahtiyar ama zulme uğramış büyük milleti olan bizler, inancımız, düşünce ufkumuz ve millî üslûbumuz, başka milletlerde olmayacak ölçüde, millî ruh potasında şekillene şekillene, işlene işlene öyle incelmiş, öyle zarifleşmiş ve öyle evrensel değerlerle bezenmiştir ki, fazla değil, birkaç celse bile bizimle oturup kalkanlar bu farklılığı hemen anlayabilirler. Zira bu farklılıkta her zaman bizim gönüllerimizin mukaddes hüznüyle, ruhlarımızın şevk çağıltıları duyulur. Evet, bize kulak verenler, hemen her zaman, bizim beyan ve üslûbumuzda tatlı ve romantik bir hicranın ümitle seslendirilen bestelerini, zevkli ve ebedî bir dâüssılanın da vuslat nağmelerini dinlerler. Evet biz, bir yandan `Ey sâki aşkın narına yandıkça yandım bir su ver` diye mırıldanırken, bir yandan da `Parmağım aşkın balına bandıkça bandım bir su ver` der, hüznümüzü, tasamızı gülücüklere çeviririz. Dillerimiz bazen aşk bazen de melâl söyler; aşk u melâl başkaları için birer ızdırap sayılsa da, biz onlar a Mevlânâlar gibi hep kopup geldiğimiz âleme iştiyakın şiirini dinleriz. Aşk ve melâl bizde, içli, gamlı bir sonsuzluk arzusundan kaynaklanan ruhun lisanıyla bir yakarıştır. İnançlarımız, duygularımız bizi hep ötelerin sihirli âlemlerinde dolaştırdığı için hemen her zaman hüzün ve neş’eyi iç içe duyar; ağlamaları, gülmeleri aynı sesin farklı perdeleri gibi dinler; sînelerimizin tasayla inip kalkmasına yüzlerimiz gülücüklerle cevap verir, gözlerimiz yaşlarla dolup taşarken vicdanlarımız İrem Bağları gibi güllerle kızarır.
Her ferd için müyesser olmasa da, AllahÕla irtibat bizim en tabiî tavrımızdır.. ve OÕnunla münasebet ömrümüzün bütün hatıralarını zevk u şevke çeviren bir büyü gibidir. OÕna ait duygularla atan sînelerimiz sürekli bir temâşâ hülyâsıyla dolar boşalır; gönüllerimizde en acı hazanları bahar neşvesiyle iç içe yaşarız. Ruhlarımız her zaman, HakÕla münasebetin gereği olarak bir kısım hususî duyuş ve zevk edişlerin insiyâkıyla en imrendirici tavırlara bürünür; bürünür ve bize hemen her an, hüzün ve kederlerle dolup taştığımız dakikalarda bile ayrı bir haz ve ayrı bir inşirahı duyurur. Haz veya hüzün, inşirah veya gam, imanla çarpan sînelerimizde istihâlelere uğrayarak bize zevklerin en tabiîsini ve beklentilerin en reel olanını söyler. Gerçi bazen, bizim de, başkaları gibi gelip geçtiğimiz hayat güzergâhında yumuşak saatlerle sert dakikaları, tatlı haftalarla acı günleri ve gece-gündüz münâvebesi içinde gelip geçen aydınlıklarla karanlıkları iç içe yaşadığımız olur; olur ama, inançlarımız, HakÕla irtibatlarımız ve ümitlerimiz sâyesinde kahırların elinden ne lütuflar ne lütuflar yudumlar ve ne erişilmez zevklere ereriz! Kahrı, lütfu bir bilmeyenler azap içinde azaplarla kıvranadursunlar, biz kendi atmosferimizde her şeyin engin bir rahmete inkılâp edeceğini görür; acı tatlı yanlarıyla bütün bir hayatı kevserler gibi yudumlar, yediğimiz-içtiğimiz her şeyde, oturup-kalktığımız her yerde kendi iç âlemimizin değişik dalga boyundaki nurânî inkişâflarıyla, kederlerimizin sevinçler karşısında küçüldüğünü, elemlerimizin lezzetler içinde eriyip gittiğini ve ömürlerimizin en renkli televvünlerle öteler hesabına birer sırlı mahzene aktığını duyar; fânîliğimizin ebediyete inkılâp etmesi hazzıyla, ağlarken bile çevremize gülücükler yağdırırız.
Bizim dünyamızda inançlar, inançların bağrında doğup gelişen beklentiler hayatımızla o kadar iç içedir ki, ömrümüzün her faslı bizi bir dua, bir niyaz, bir namaz durağında kanatlandırır ve âhiretin kapısına kadar götürür; götürür ve gönüllerimize cennet güzelliklerini içirir. Bu sâyede her gün birkaç defa cennet kokularını duyar gibi oluruz. Öyle ki, biz kendimizi hayatın gündelik seyrine salsak bile, gün boyu minarelerden yükselen ezan sesleri, temcid nağmeleri, câmilerin pencerelerinden dışarıya taşan kâmet, tesbih, tahmid ve tekbir sadâları bizi hep kendi iklimine çeker, ruhlarımıza kendi boyasını çalar, gönüllerimizi bir tambur gibi seslendirir, bir ney gibi inlettirir ve bir mûsıkî neşvesiyle coşturur; coşturur da, tâ iç dünyamızın derinliklerinden köpürüp gelen, bütün duygularımıza yayılan, düşüncelerimizi cennet yamaçları gibi renklendirip dilimize, dudaklarımıza ilham çağlayanları gibi akan sırlı bir ledünnîlikle büyülenir ve olduğumuz yerde kalakalırız.
Bu büyü ve ledünnîlik, binbir feyiz ve bereketin sağanak sağanak yağdığı mübarek gün ve gecelerde daha bir aşkınlığa ulaşır. Öyle ki çevremizdeki her şey bir neşÕeye bürünür, her taraf daha bir uhrevîleşir ve ruhlarımızın metafizik hedefli heyecanları gider kendi zirvelerine, tasavvufî ifadesiyle kemâlâtlarının arşına ulaşır. Etrafımızı duyup dinleyebildiğimiz ölçüde bizler tıpkı çocuklar gibi seviniriz, çocuklar da kendilerini saf neşÕenin lunaparklarında sanırlar; sanır ve hep bir bayram sevinci yaşarlar.
Böyle bir dünyada sabahlar, yolu beklenen birer misafir gibi kapımızdan, penceremizden içeriye akar; akşamlar, birer sevgili gibi gelir halvethânelerimizde yanımıza oturur; geceler, DostÕla vuslatın çağrışımlarıyla çınlar durur.. ve her vadide OÕna yükselmiş eller, OÕndan gelecek vâridleri yakalamak için, ruhunun gücüyle metafizik gerilime geçer ÒTut elimden ey Dost tut ki edemem sensizÓ der inlerler.
Böyle bir dünyada, namazlar, dualar, gülbanklar gibi gürler ve uhrevî bir derinliğin sesi-soluğu olarak uğuldar.. gecelerin halveti bir ipek gibi ruhlarımızı sarar.. nabızlarımız, müşâhede muştusu almış bir sînenin heyecanıyla atar.. ve belki de bazılarımız, en içten duygularını, en içli sesleriyle, ifade edeceği mazmunu ifade edebilmek için çatlayıncaya kadar öten bülbüller gibi açık-kapalı her yerde şakır durur.. hâsılı, herkes kendine göre bitmeyen bir melâl ve sevinç, dinmeyen bir aşk ve heyecanla durmadan bir şeyler mırıldanır.. kendi ruhunun raÕşelerini dinler ve dinletir.. aşk u melâlle inler ve başkalarını da inletir. Evet, bir taraftan o, ruhunun heyecanını ve gönlünün ilhamlarını çevresine aksettirerek hem boşalıp hem de kendini son bir kez daha ifade ederken, diğer taraftan da herkesin müşterek hissiyâtına tercüman olarak söylemek isteyip de ifade edemediğimiz müphem mânâları söyler.
İşte bu ölçüde bir iman ve ümitle, bir aşk ve ledünnîlikle, dünü-bugünü-yarını birden yaşama ufku, hayata öyle bir derinlik kazandırır ki, ukbâ eksenli her gönül, kendini bir his ve fikir zemzemesi içinde bulur ve hâdiselerin sıkıcı, boğucu bütün tesirinden kurtulur. Bence, bütün insânî alâkaların en sağlam esası, duyulan bütün zevklerin en temiz kaynağı ve bütün aşkların, iştiyakların, cezblerin, incizabların menbaı da işte bu iman ve bu ümittir. Bu iman ve bu ümidi elde eden her gönül eri, zamanüstü olmayı bütün derinlikleriyle duyup yaşayabilir.
Evet, insan, bu ufku yakalayabildiği ölçüde, varlığı daha bir farklı duyar, eşyâyı daha bir farklı değerlendirir ve her şeye sinmiş SonsuzÕdan gelen tecellîlerin renk, tat, koku ve şivesiyle âdetâ kendi içinde erir ve yeni bir ÒbaÕsü baÕdel mevtÓle ikinci bir varlığa erer. İç müşâhedelerin, varlığın perde arkasına açık olduğu böyle eşref saatlerde insan var olmanın bütün zevklerini duyar ve bir mârifet banyosu almış gibi yabancı şeylerin sıkletinden bütün bütün kurtulur. Zaten, böyle aşka susamış ve iştiyakla şahlanmış gönüllere yer yer öteler sağanak sağanak şefkatle boşalır; kuruma endişesiyle titreyen bütün sîneleri sular ve hayalleri ne çiçekler ne çiçeklerle bezer!
Bu inanç ve bu ufuk insanlarının, upuzun bir cehd ve imsak dönemine terettüp eden bu hâllerine bazılarımız akıl erdiremeyebilir; ama bütün bunlar, birer kalbî, ruhî ve hissî vakÕadır. Hayatın binbir tecellisi içinde, SonsuzÕun ruhlarımıza boşalttığı bu aşkı, bu şevki, bu şiiri, bu mûsıkîyi, aktif imsak ve büyük cehd kahramanlarından başkası da anlayamaz. Bunu anlayamayanlar bizi de anlayamazlar. Bu ince ve nazlı hayatın uzağında kalanlar, kendi uzaklıklarının karanlıklarını yaşayadursunlar, hakikati müşâhede adına bakış zâviyesini yakalayabilmişbasiretler, her zaman bu vâridâtı bütün dalga boylarıyla duyar, kevserler gibi yudumlar ve dünyevî hayatlarını cennetler gibi yaşarlar.
Biz, döne döne duyup yaşadığımız bu zevk ve bu lezzeti, bir bayram sevinci içinde kim bilir daha kaç defa anlatacağız? Kaç defa anlatırsak anlatalım -anlatanın ifadelerindeki rekâket mahfuz- hep zevkle dinleyecek ve onları paylaşmaya çalışacağız.