Bu konuda sonrakiler (müteahhirün) üç görüşe ayrılmışlardır:
1. Cennet ve Cehennem fanidirler, ebedi değillerdir. Nasıl ki sonradan olma (hadis) iseler, aynı zamanda fanidirler.
2. Cennet ve Cehennem bakidirler, daimidirler, ebediyen fani olmayacaklardır.
3. Cennet baki ve ebedi olup Cehennem fanidir.
Biz bu görüşleri, mukabillerini ve her görüş sahibinin delillerini zikredip Allah'ın kitabına ve rasulünün sünnetine aykırı olanları reddedeceğiz.
Her ikisinin de fani olduğu görüşü, muattıla (Allah'ın sıfatlarını reddeden) Cehmiyye'nin piri Cehm b. Safvan'a aittir. Onun bu konuda ne sahabeden, ne tabilerden, ne de diğer İslam imamlarından hiçbir selefi yoktur.
Ehl-i Sünnetten hiçbir kimse böyle bir görüş belirtmemiştir. Onun ve etbaının bu görüşünü İslam'ın imamları başlarına çarpmışlar bu sebeble onları kafir saymışlardır. Onları her yerde deşifre etmişlerdir.
Mesela Abdullah b. el-îmam Ahmed, es-Sünne isimli kitabında Harice b. Mus'ab'ın şöyle dediğini yazmıştır:
"Cehmiyye, Allah Azze ve Celle'nin kitabından, şu üç ayetle kafir olmuşlardır:
Bir: "Yemişleri daimidir, gölgesi de." (Ra'd, 35)
Cehmiyye ise devam etmeyecek diyor.
İki: "Bu bizim rızkımızdır, onun için tükenme yoktur." (Sa'd, 54)
Cehmiyye ise bitecek diyor.
Üç: "Sizin yanınızdakiler biter, Allah'ın yanındaki ise bakidir." (Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünneh, 789)

Şeyh el-İslam der ki:
"Cehm b. Safvan bu görüşünü, itikad edindiği bir esasa dayandığı için söylüyor. Onun itikad ettiği esas şudur:
"Sonu gelmez fani varlıkların olması muhaldir."
Bu esas, kelam ehlinin, cisimlerin ve sonradan olma varlıkların hudusüne (sonradan var oluşlarına) delil getirdikleri bir esastır. Bu esasa dayanarak onlar, alemin hudusünü (sonradan var olduğunu) söylemişlerdir. Cehm de buna dayanarak geçmişte başlangıçsız fani varlık olmayacağına göre gelecekte de (sonu olmayan) fani varlık olmaz demiştir. Ona göre bir fiilin gelecekte devamlılığı, Rabb Tebareke ve Teala açısından muhaldir, mazide de muhal olduğu gibi.
Mutezile'nin piri, Ebul-Huzeyl el-Allaf da onun bu esasına muvafakat etmiştir. Fakat o şöyle söylemiştir.
"Bu esas, peşpeşe gelmeleri sebebiyle hareketlerin fani olmasını gerektirir, (nesnelerin değil)."
"Bu şekilde o, Cennet ve Cehennem ehlinin hareketlerinin son bulacağını, nihayet daimi bir sükunet (duruş, hareketsizlik) haline düşeceklerini ve hiçbirinin hiçbir hareket yapamayacak duruma geleceğini söylemiştir.
Sonu olmayan hadisler (sonradan olma varlıklar) olmayacağını iddia edenlerden bir gurup da bu hususun aklın bir gereği olduğunu iddia etmiş, fakat, nakil, Cennet ve Cehennem'in ebedi olduğunu söyleyince biz de onu kabul ettik, demişlerdir.
Halbuki düşünmemişlerdir ki aklen imkansız olan bir şeyin olabileceğini şeriat söylemez. Çünki şeriatın, aklen imkansız bir şeyin olduğunu söylemesi imkansızdır. Öyle görünüyor ki bu adamlar aslında aklen muhal olanlarla, caiz olanları seçemiyorlar. Çünki şeriat ikincisini getirir, birincisini değil. Şeriat aklın idrak edemeyeceği, tek başına bilemeyeceği şeyleri getirir, muhal olduğunu bildiği şeyleri değil.
Cehm'e ve Ebu'l-Huzeyl'e bu esasların da muvafakat edenlerin çoğunluğu geçmiş ile geleceği ayrı düşünmüşlerdir.
Şöyle demişlerdir:
"Geçmiş, varlık alemine girmiştir, gelecek değil. Dolayısıyla muhal olan, namütanahi şeylerin varlık alemine girmesidir, peşpeşe girmelerinin varsayılması değil."
Demişlerdir ki: Bu şöyle demeye benzer:
"Sana ne zaman bir dirhem versem, arkasından başka bir dirhem daha vereceğim."
Bu mümkündür. Birinci şekil ise şöyle demeye benzer:
"Sana ne zaman bir dirhem versem, daha önceden başka bir dirhem vermiş olacağım."
Bu ise muhaldir. Bunlara göre namütahi şeylerin geçmişde bulunması muhal, gelecekte bulunması ise vacib (zorunlu) dur.
Başkaları bunlarla tartışmış ve bilakis durum gelecekte ne ise geçmişte de öyledir, orada fark yoktur, geçmiş ve gelecek izafi (göresel)dir, gelecek olan şey, bir zaman gelir geçmiş haline gelir, her geçmişte daha önce bir gelecek idi, dolayısıyla devamlılığı bu iki taraftan birinde mümkün, diğerinde muhal saymak akli değildir" demişlerdir.
Yine demişlerdir ki:
"Bu husus, Rabb Tebareke ve Teala'nın "yapan oluşu"nun (failiyyati) devamlılığı ile ilgili bir meseledir. O, ezelde Rabb, kadir ve fa'al (her murad ettiğini yapan) idi. Tıpkı ezelde, hayy (diri), alim (bilen) ve kadir olduğu gibi...
O'nun "yapan" olup ta bir işi yapamaması muhaldir. Sonra durumunun değişip, bir yenilik olmaksızın, ezelde yapamadığı bir işi yapar hale gelmesi muhaldir. Böyle bir şeyi düşünmek bile bozuk bir düşünce olduğunu bilmeye kafidir. Bozukluğunu anlamaya şu da yeter:
"Tapılacak işin daha önce muhal iken sonradan mümkün hale geldiği vakit, ya o işin yapılabileceği önceki bir vakit olmaya uygundur ya uygun değildir.
Eğer uygun değil derseniz, bu bir tahakkümdür ve ma'kul değildir, bu delilik gibi bir şeydir. Yok eğer uygundur derseniz, o zaman aynı şekilde o vakitten önce başka bir vakit daha vardır ve bu sonsuz devam eder. Olmuş bitmiş veya olduğu farzedilen hiçbir zaman yoktur ki orada o iş mümkün olmasın. Bu da bir kemal ve ihsan sıfatıdır, Rabb Teala'nın hamdine, rablığına ve mülkü saltanatına dairdir. O, ezelden beridir, hep Rabb'dir, hamid (övülen), melik ve kadirdir, O'nun bu sıfatları yenilenmemiştir. Tıpkı ezelden beri, diri (hayy), mürid (irade eden), alim (bilen) olduğu gibi.
Hayat, ilim, irade ve kudret sıfatları da eserlerini ve ilgili hususları icab ettirir (ortaya çıkarır). Hiçbir engelleyici ve kahredicisi olmayan, hayy, kadir, alim ve mürid bir varlığın bir şey yapmasının imkansız olması nasıl düşünülebilir. Nasıl bu husus, dinin esaslarının esası kabul edilir de Allah ve Rasülünün haber verdiği şeylere ölçü olarak alınır ve aklen caiz olanlar, imkansız olanlar diye bir ayırım buna göre yapılır?
Eh, ölçü diye ortaya atılan şeyin durumu bu ise buna göre ölçülen şeyler nasıl doğru olabilir?
"Geçmiş varlık alemine girmiş bitmiştir, gelecek ise Öyle değildir" diye bir ayırım yapanların bu sözüne gelince, bunun arkasında herhangi bir gerçek yatmamaktadır. Çünki varoluşun sınırladığı hareketler, sonludurlar, sonra yok olup geçmişe karışırlar. Tıpkı gelecekte olacakların şimdi yok bulundukları gibi. Dolayısı ile bunların varlığı iki yokluk arasında bulunmaktadır. Bu hareketlerden bir gurup var olup bitince arkasından başka bir gurup ortaya çıkar. Geçmişe karışan, gelecekte olacak olanla tamamen aynıdır. Dolayısı ile o delil eğer geriye doğru bir şeyin öncesinde sonsuz şeylerin olamıyacağını gösterirse, ileriye doğru da sonsuz şeylerin olamayacağını gösterir.
Gelelim şu sözünüze:
"Gelecek, şöyle demeye benzer: "Sana ne zaman bir dirhem versem, arkasından başka bir dirhem daha vereceğim" ki bu mümkündür.
Geçmişse şöyle demeye benzer: "Sana ne zaman bir dirhem versem, daha önceden başka bir dirhem vermiş olacağım" ki bu muhaldir."
Evet sizin böyle bir söz ile geçmişi, gelecekten ayırmanız bir aldatmacadır. Bizim konumuzla ilgili değildir. Bizim konumuza uygun olarak geçmişle ilgili söylenecek söz şudur:
"Sana ne zaman bir dirhem vermişsem, mutlaka ondan önce başka bir dirhem vermişimdir."
İşte böyle bir şey, tıpkı gelecekte olduğu kadar geçmişte de devam edip gitmeye müsaittir. Sağlam akıl yönünden ikisi arasında asla bir fark yoktur.
Nihayet Cehm, Ebu'l-Huzeyl ve bunların etbaı iki durum arasında bir fark göremeyince, hareketlerin geçmişte bir başlangıçlarının olması gerektiği gibi gelecekte de bir sonlarının olması gerektiğine hükmettiler.
Hadis ehli ise her ikisinin de mümkünlük ve vaki olma yönünden eşit olduğunu söyledi. Rabb Sübhanehü ve Teala'nın murad ettiği her-şeyi ezelde yapıcı (fa'al) olduğunu, kemal sıfatlarına, celal özelliklerine ezeli ve ebedi olarak sahip olduğunu belirttiler. Bir işi her zaman yapmaya kadir olanın, aynı işi belli bir zamanda yapabilen bir olmaz, yaratan yaratmayan gibi olmaz, ihsan eden etmeyen gibi olmaz, işleri idare eden etmeyen gibi olmaz dediler.
Acep alemlerin Rabbinin takdiri veya gerçek namütenahi bir zamanda kendisi için muhal olarak birtakım işleri yapmamış bulunmasında ne gibi bir kemal ola ki?
Aslında öyle demek, O, buna kadir olamaz demektir. Eğer bu mutlak ifadeye yanaşmaz ve muhal olan bir şey güç yetirilmezlikle nitelenemez derseniz o zaman iki muhali cemetmiş olursunuz:
İşin, muhalliğini gerektiren bir şey yokken muhal olduğunu söylemek, işin, sebeb yenilenmesi yokken bizatihi muhallikten bizatihi mümkünlüğe geçmesi.
Bir de kalkmış bunu bir asıl kabul ederek yaratıcının varlığını ve alemin sonradan varoluşunu isbata çalışıyorsunuz. Böylece hem akla hem şeriata karşı cinayet işliyorsunuz. Rabb Teala, ezelde de işi yapmaya kadirdir, irade ile konuşmaya da. Ezelde murad ettiğini de yapan O'dur, ihsan edici Rabb da O'dur.

Kısaca şunu söylemek isteriz ki;
Cennet ve Cehennemin fani olduğunu söylemek, bid'at bir sözdür, sahabeden, tabiinden, İslam imamlarından hiç kimse böyle bir söz söylememiştir.
Bu sözü söyleyenler bunu fasit bir kıyastan hareketle ortaya atıyorlar. Ne ki bu asıl, insanlardan bir çoğuna bir şeye benzer gibi gelmiş de bunu hakk bir inanç sanmışlar, buna dayanarak Kur'an'ın mahluk olduğunu söylemiş, sıfatları reddetmişlerdir. Halbuki Kur'an, Sünnet ve sarih akıl, Allah'ın kelimelerinin, fiillerinin sonsuz olduğunu ne sona erip kesilir, ne bir başlangıçla sınırlanır olmadığını belirtmektedir.
Allah buyurur ki:
"De ki: Eğer deniz Rabbimin kelimeleri için mürekkep olsa, bir mislini daha takviye için getirsek yine Rabbimin kelimeleri bitmeden deniz biterdi." (Kehf, 109)
"Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem olsa, deniz mürekkep olsa arkasından onu yedi deniz takviye etse Allah'ın kelimeleri bitmezdi. Allah azizdir, hakimdir." (Lokman, 27)
Yani O, izzetli ve hikmetli olduğu için O'nun kelimeleri bitmez. İzzet ve hikmet O sübhanın iki zati sıfatıdır, durum başka türlü de olmaz.
İbn Ebi Hatem, Tefsirinde zikreder:
er-Rabi b. Enes derdi ki:
"Allah Azze ve Celle'nin ilmi karşısında tüm kulların ilmi, bütün denizler içinde bir tek damla kadardır. Nitekim Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem olsa..." (Lokman, 27)
"Deniz mürekkep olsa..." (Kehf, 109)
Yani denizlerin hepsi Allah'ın kelimeleri için mürekkep, ağaçların hepsi kalem olsa kalemler kırılır, denizlerin suyu biter, yine Allah'ın kelimeleri kalır, onları hiç bir şey sona erdiremezdi. Çünki hiç kimse O'nu layık olduğu şekilde takdir edemez, layık olduğu şekilde övemez. Bilakis O, kendini övdüğü gibidir. Rabbimiz, dediği gibi, çok üstündür. Sonra dünya nimetleri başından sonuna kadar ne varsa hepsi, ahiret nimetlerine göre yeryüzündeki tüm daneler karşısındaki bir hardal danesi kadar bir şeydir.