TAKDİM
Bediüzzaman Said Nursî, altı bin sayfayı bulan bir külliyatın müellifidir. Doksan yıla yaklaşan ömrü boyunca (1876-1960) bu asrın meselelerine İslâm inanç ve düşüncesi açısından çözümler getirmeyi kendisine gaye ve dâvâ edinmiştir. Çağımız insanının idrakine hitap eden Risale-i Nur eserleri tamamen kendisine has bir te’lif ve tanzim metoduna sahiptir.
Bu eserlerin her birisi başlı başına bir kelâm, bir hadis veya bir fıkıh kitabı değildir. Onun eserleri, günümüz insan ve toplumlarının zihnini ve gündemini meşgul eden sorulara, Kur’ân ve hadisler kaynak alınarak cevap veren bir özelliğe sahiptir. Sorulara cevap verilirken, felsefeden politikaya, ekonomiden sosyolojiye, mantıktan tabii ilimlere kadar her ilim disiplini ile irtibat kurulmuştur. İman disiplini içinde yaşamasını mümkün kılan te’lif metodu, Risale-i Nur eserlerini, günümüz toplumlarında inanan veya inanmayan herkes için meraklı bir ilgi odağı haline getirmiştir.
Günümüz dünyasında, dine yönelme eğilimlerinin güç kazandığı bir gerçektir. Milletlerarası seviyede yapılan bütün araştırmalar bu gerçeği tasdik ediyor. 21. asırda insanlığı yönlendirmede dinlerin güçlü bir konumda olacağı şimdiden kabul ediliyor.
Dünyadaki sistemlerarası münasebetleri ve dengeleri inceleyen ilmî araştırma eserlerinin, sosyolojik ve kültürel tahlillerinde insanlığın dinî ve mânevî hayata ciddi bir eğilim halinde olduğu sonucuna varılmıştı. İnançlarla mücadele esası üzerine kurulan komünizmin silâh zoruyla ayakta durmaktan başka bir özelliği bulunmadığının anlaşılması ve hükmettiği insanları maddî manevî sefaletle başbaşa ve ortada bırakması, dine yöneliş hızını, beklenenin de ötesinde arttırmıştır. Bu noktada düşünen kafalara düşen iş, bu gelişmenin yolunu kesmek değil, onunla anlaşıp uzlaşma olmalıdır.
Batı sistemi ise, insanı kontrol edemeyişinin maddî ve mânevî sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır. Sanayi toplumlarının içine düştüğü bunalımlar ve hastalıklar bunun neticesidir. Kimliğinde önemli bir özellik olarak hürriyetçilik damgası taşıyan Batı sisteminin bazı bölgelerdeki etnik çatışmalara ve uluslararası teröre karşı etkisiz kalması ve hattâ örtülü bir destek vermesi, bu sistemin yetersizliğinin başka bir boyutudur.
Sağduyusunu ve hakkaniyet duygularını kaybetmemiş olan insanlığın nazarları genel bir barışın dünyaya hükmetmesi beklentisi içindedir. Bunu sağlayacak inanç ve düşünce potansiyelinin ancak dinde ve mânevî değerlerde bulunabileceği inancı, haklı olarak güçlenmeye devam ediyor.
Güçlenen dine yöneliş eğilimlerinin gerçek muhatabı acaba hangi din olacaktır?
Bilhassa 1970'li yıllardan itibaren dünya kamuoyunun dikkatleri, İslâmın yeniden canlanışı ve yükselişi gerçeğine çevrildi. Tanınmış Batılı yayın organları İslâmın yükselişini konu alan yayınlara son yirmi yıl içinde artan bir ilgi ile yer verdiler. Bu yöndeki yayınlar son yıllarda daha da yoğunlaşarak devam ediyor. Buradan, denilebilir ki, güçlenen dine yöneliş eğilimlerinin gerçek sahibi ve muhatabı İslâmiyet olacaktır. Bu gerçeğe asrın ilk yıllarında işaret eden Bediüzzaman şunları söylüyordu:
“Biz Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efratları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 23)
Çünkü onun ifadesiyle İslâmiyet insanlığın yapısına en uygun fıtrat dinidir.
Günümüz insanının boşalan inanç dünyasına ancak fıtrat dini olan İslâmiyetin girebileceğine inanan Bediüzzaman, İslâmiyeti asrın idrakine uygun bir mantık ve üslûp dokusu içinde inceledi. Bugünün insanını nazara alarak yorum ve açıklamalar getirdi. Dinî değer ve düşüncelerle bütünleşmenin her insan için yaratılış gereği olduğunu isbata dayalı bir metod ve üslûpla ortaya koydu.
Dünyanın tanınmış üniversitelerinde görevli, çok değerli yerli ve yabancı ilim adamları, bu topraklarda doğup büyümüş bir âlimin eserlerinin tahlilini yaptılar ve onun görüşlerini ele aldılar.
Bugün Türkiye’den dünya inanç ve fikir hayatına Bediüzzaman’ın görüşleriyle aydınlık bir pencere açılıyor. Bu tebliğler Türkiye’nin gerçek kimliğini takdim ve dışa tanıtılmasında yeni bir dönüm noktası olarak kabul edilmelidir. Bediüzzaman’ın şu ifadeleri bu gerçeği çok açık olarak ortaya koyuyor:
“Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın zamanda bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.”
Dünyanın çeşitli üniversitelerinden gelen ve Risale-i Nur üzerinde çalışmalarıyla tanınan değerli ilim ve fikir adamları, asrımızda İslâmın yeniden yapılanması konusunda, Bediüzzaman’ın görüşleri ışığında önemli tespit ve tekliflerde bulundular.
Nesillerin, Batının tercüme kültürüyle yetiştirilmeye çalışıldığı dönemlerde, İslâm inanç ve düşüncesinin terki mümkün olmayan değerler manzumesi olduğunu eser ve hizmetleriyle ispat eden ve bunu topluma mal eden Bediüzzaman hakkında kaleme alınmış olan bu tebliğlerin fikir dünyamıza yeni ufuklar açacağını ümit ediyoruz.
Bu tebliğler, 27-29 Eylül 1992 tarihinde İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından tertiplenen “İslâm Dünyasının 20. Asırda Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî” konulu milletlerarası sempozyumda, İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi ve Mim Hotel salonlarından sunulmuştur.