Asıl adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri ü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi.

Enel Hak dedi

ü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim" dedi.

Yüz kırbaç vurun
Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.


VE SONRA O AN GELDI....KÜLLERINI SAVURDULAR....
RÜZGARLAR HAYA ETTI TASIMADILAR KÜLLERI....VE....
DICLE'YE DÜSTÜ KÜLLER....ÖYLE BÜYÜK BIR YÜK DÜSTÜKI DICLEYE....HAYKIRDI DICLE......"YA RAB.
BUGÜNÜ YASAMAKTANSA,ASIRLAR ÖNCE KURUMAYI DILERDIM
INSAN OGLUNUN TASIYAMADIGI MANSUR'U BEN NASIL TASIRIM.....VE.....KIRILDI DICLE....ÜZÜLDÜ....
KIZDI BAGDAT'A VE BAGDATLILARA......SIZ DEDI DICLE
MANSUR'A YASAMAYI ÇOK GÖRDÜNÜZ....BENDE SIZE BU SEHRI ÇOK GÖRÜYORUM....SEVGILININ KANINI AKITTIGINIZ BU SEHRI EBEDIYEN ALTIMDA TUTACAGIM BIR DAHA GÜNES ISITAMAYACAK BU SEHRI.....VE.....
KABARMAYA BASLADI DICLE.....SETLERINDEN TASMAYA BASLADI.....ÖYLE BIR KABARIYORDUKI....HALK KORKUYA KAPILDI DEHSETE DÜSTÜ....SULAR ILERLEMEYE BASLAYINCA....ÇIGLIKLAR VE FERYATLAR BIRBIRINE KARISTI......ISTE O ZAMAN SADIK TALEBE ANIMSADI SON VASIYETINI EFENDISININ.....HIRKAYI ALDIGI GIBI SEHRE DOGRU KOSAN SULARA KOSTU...O SULARA DEGIL MANSUR'UNA KOSUYORDU...ONU YINE KUCAKLAMASINI,ONA YINE SEVGIYLE BAKMASINI ISTIYORDU..O SULARA DEGIL MANSURUNA KOSUYORDU....
HIRKASINI HAVAYA SAVURDUGUNDA RÜZGARLAR "AH"ÇEKTI
MANSUR DIYE FISILDADI.....BIR MELEGI INDIRIR GIBI INDIRDILER HIRKAYI DICLEYE...VE DICLE SUSTU....
KIZGINLIGINI YUTTU...HIRKAN GELDI EY SEVGILI ..DEDI...HIRKASINI GIYDIRDI MANSURA...VE EDEBINI TAKINDI ONUN KARSISINDA..."TOPLAN" DEDI MANSUR ONA ...TOPLANDI...ÇEKTI SULARINI GERIYE...
BAGDATI BIRAKTI...MANSURUNUN HÜRMETINE BAGDATI BAGISLADI..........ASIRLARDIR SÖYLENIR DURUR DICLE
DINLEMESINI BILENLERE...DERKI KENDI KENDINE....
"BENI BU KATL'E ORTAK ETMEK ISTEDILER .... BUNU MANSURA NASIL REVA GÖRDÜLER....INLER INCEDEN INCEDEN....SONRA GURURLANIR BIRAZ...BIRAZ MAGRUR .
DERKI : BANA GELDI MANSUR..MISAFIRIM OLDU...AMA ONU AGIRLAYAMADIM....VE GITTI...ARS-I ALA'DA KENDISI IÇIN YAPILMIS....NUR'DAN BIR YERE YERLESTI
ORADAN BAKAR BANA GÖZ KIRPAR...SIZDE DERSINIZKI..
YILDIZ KAYDI...HAYIR..
MANSUR BANA GÖZ KIRPTI.................


alıntı