Hesaplasmanin baslamasi

Tarih, Hicretin sekizinci yili, Cemâziyelevvel ayini gösteriyordu. Yer, Mü’te meydani idi.

Bir tarafta yüz bini asan gururlu ve intizamli Hiristiyan Bizans ordusu. Diger tarafta, üç bin kisilik, hasmina kiyasla gayet az ve harp malzemelerinden mahrum Hz. Zeyd kumandasindaki Islâm ordusu. Birincisinde her sey var, bir tek sey yok. Ikincisinde ise düsmana nisbetle hiç bir sey yok, sadece bir tek sey var: Iman. Ugrunda her seylerini fedâ etmek duygusuyla harekete geçen dinlerinin sahibi Allah’a iman ve Onun yardimina olan itimad.

Zahire bakilip hüküm vermeye kalkildigi takdirde görünen manzara garip bir durum arzediyordu. Kiyas kabul etmeyecek bir çokluk ve azlik karsi karsiyaydi. Nitekim, Bizans Imparatoru Heraklius, karsisinda bir avuç insani görünce, hadiseye bu kadar ehemmiyet verisinin mânâsiz düstügünü ve onlari bir anda yok edecegini düsünmüs olacak ki, kendisini tutamayarak kahkahalar savurdu. Sonra da bu kadar zahmet ve külfete mânâsizca sebebiyet verdigi için Sürahbil’i de tekdir etti.

Ne var ki, Kayser iki seyi birbirine karistiyordu: Görünüs ve hakikati. Evet, görünüste gerçekten Bizans ordusu göz kamastirici bir hasmete sahipti. Ama hakikatta bu hasmetli görünüs altinda ciliz ve sönük bir ruh vardi. Islâm ordusu ise, görünüste gerçekten sayica azdi, silahça güçsüzdü. Ama hakikatta bu azligin içinde azametli bir ruh, bir mânâ, bir heyecan ve ask vardi. Galibiyetler, muzafferiyetler ise, tarihte ihtisamli görünüslerin degil, hep azametli îmânin, büyük ruhun ve hasmetli mânânin olagelmistir.

Iki taraf artik birbirlerini iyice görmüs ve süzmüslerdi; bundan sonra bekleyip durmak mânâsizdi.

Islâm ordusunun kumandani Hz. Zeyd bin Hârise, Resûl-i Kibriyânin teslim ettigi ak sancagi omuzlayarak ortaya atildi. Çarpisma simsek çakislari sür’atinde basladi. Bir anda yerler kana bulandi. Tekbir sesleri, kiliç sakirtilari, at kisnemeleri, yarali feryatlari ve harp nâralari birbirine karisti.