BEŞİNCİ BÖLÜM
RİSÂLE-İ NUR CEMAATİNİN HUSÛSİYETLERİ
Zaman şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanıdır
Bu zaman, ehl-i hakîkat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.
Kastamonu Lâhikası, s. 102.
Salisen :Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin,sahs-ı manevîsinden gelen dehasına kar,sı mağlûp düşebilir. Alem-i İslamı bir cihette tenvir edecek ve kudsî bir dehanın nurları olan bir vazife-i îmâniye, bîçare, zayıf, mağlûp, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımlan bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahıs ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer, dağılır.
Emirdağ Lâhikası-l, s. 70.
Nurculuk bir cemiyet midir?
Bizi hayrette bırakan ve gayet şaşırtan ve bir garazı itisas eden ve bililtizam hiçten bir sebeb-i ittiham îcad etmek nevinden, musırrane, bir cemiyet ve teşkilat varmış gibi soruyorlar, "Bu teşkilatı yapmak için nereden para alıyorsunuz?" diyorlar.
Elcevap : Evvela, ben dahi soranlardan soruyorum: Böyle bir cemiyet-i siyasiyenin, bizim tarafımızdan vücuduna dair hangi vesîka, hangi emareler var ve para ile teşkilat yaptığımıza hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki, bu kadar musırrane soruyorlar? Ben, on senedir Isparta vilayetinde şiddetli tarassut altında bulunmuşum. Bir iki hizmetkar ve on günde bir iki yolcudan başka adamları görmeyen garip, kimsesiz, dünyadan usanmış, siyasetten gayet şiddetle nefret etmiş ve kuvvetli siyasî muhalif cemiyetlerin ne kadar aksülameller ile zararlı ve akîm kaldığını mükerrer müşahedatla görmüş ve kendi kavim ve binler dostları içinde, en mühim fırsatta, siyasî cemiyet ve cereyanları reddetmiş ve karışmamış ve îmân-ı tahkîkînin gayet kudsî ve hiçbir şeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve ağraz-ı siyasî ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakkî ederek şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri
-1- kendine düstur eden ve hileyi hilesizlikte bulan, asabî ve bilaperva esrarını fâş eden, on sene koca Isparta vilayetinin hassas ve cessas memurlarına böyle teşkilat sezdirmeyen bu adamdan, "Böyle bir teşkilat var ve siyasî bir dolabı çeviriyorsunuz" diyenlere karşı, yalnız ben değil, belki Isparta vilayeti ve bütün beni tanıyanlar, belki bütün ehl-i akıl ve vicdan, onların iftiralarını nefretle karşılar ve "Garazkâr planlar ile onu itham ediyorsunuz" diyecekler.
Saniyen: Meselemiz îmândır. Îmân kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamları ile uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekalliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer, gayet insafsız bir dinsiz, herkesi (hâşâ) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip, bu mübarek ve dindâr milleti tahkir etmek niyetiyle böyle işâa eder.
Tarihçe-i Hayat, s. 201.
Nur Talebelerinin ders arkadaşlıklanna ve sırf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabına ve hariçten ve dahilden gelen ifsad cereyanlarına karşı mücahidâne tesanüdlerine gizli cemiyet namını vermek, değil nev-i beşeri, belki zemini de hiddete getirip, o ittihamı reddeder.
Şûâlar, s. 329.
Bana sordular ki: "Sizin cemiyet olmadığınız, üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle, yirmi seneden beri tarassut ve nezaret eden altı vilayetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle harika bir alâka var ki, hiçbir cemiyette, hiç bir komitede yoktur. Bu müşkülü halletmenizi isterim ’ dediler.
Ben de cevaben dedim ki; "Evet, Nurcular cemiyet memiyet, husûsan siyasî ve dünyevî ve menf’i ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olmazlar. Fakat, bu vatanın eski kahramanlan kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedâilerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarını irsiyet almışlar ki, bu harika alâkayı gösterip Denizli mahkemesinde bu aciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler:
"Milyonlar kahraman başları fedâ oldukları bir hakîkate başımız dahi fedâ olsun" diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek, Nurcularda hakîki, hâlis, sırf rıza-yı İlâhî için ve müsbet ve uhrevî fedâiler var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak, lastikli kanunlar ile onlan kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve îmânın fedâilerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler.
Şûâlar, s. 439.
Nur Talebelerinin cemiyet olduğu vehmini veren sebepler
Bazı insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir siyasî cemiyet vehmini veren üç maddedir.
Birincisi : Eskiden beri benim talebelerim benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmaları, bir cemiyet vehmini vermiş.
İkincisi : Risâle-i Nur’un bazı şakirtleri-her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen cemaat-i İslâmiye heyetleri gibi hareket etmelerinden, bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki o mahdut üç dört şakirdin niyetleri cemiyet memiyet değil, belki sırf hizmet-i îmâniyede halis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesanüddür.
Üçüncüsü : O insafsızlar kendilerini dalalet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükümetin bazı kanunlannı kendilerine müsait bulduklarından, fikren diyorlar ki, "Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükümetin bizim medenîce nâmeşrû hevesâtımıza müsait kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise, muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler." Ben de derim:
Hey bedbahtlar! Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan, içinde daimî kalsaydı ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı, belki bu iftiranızda bir mânâ bulunabilirdi. Hem, eğer ben siyaset ile işe girseydim, yüz risâlelerde on cümle değil, belki biı, cümleyi siyasetvarî, mübarezekârâne bulacaktınız. Hem, farz-ı muhal olarak, eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksatlanna ve keyiflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz diye-ki, şeytan da bunu inandırmaya çalışamıyor ve kimseye kabul ettiremez. Haydi böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiçbir vukuatımız gösterilmiyor; hükümet ele bakar, kalbe bakmaz ve herbir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur, elbette adliye kanunu ile bizleri mesûl etmezsiniz.
Şûâlar, s. 310-311
Nur şakirtleıinin hâlis ve sırf uhrevî nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına, dünyevî ve siyasî cemiyet namını verip, onları mesûl etmeye çalışanların ne kadar hakîkatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber, deriz ki:
Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin husûsan millet-i İslâmiyenin üssü’l-esası, akrabalar içinde samîmane muhabbet ve kabîle ve taifeler içinde alâkadârâne irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı manevî, muavenetkârâne bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedâkârâne bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’ân hakîkatlerine ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasiyle temin eden bu rabıtaları inkar etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur Şakirtlerine medar-ı mesûliyet cemiyet namını verebilir. Onun için hakîki Nur Şakirtleri çekinmeyerek Kur’ân hakîkatlerine karşı kudsî alâkalannı ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen herbir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkeme-i adilenizde hakîkat-i hâli olduğu gibi îtiraf ediyorlar. Hile ile dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.
Şûâlar, s. 330.
Nurculuk bir tarîkat midir ?
Benim ittihamım ve tevkifime sebep gösterilen dördüncü madde, devletçe yasak edilen tarîkat dersini vermekle ihbar edilmiş olmaklığımdır.
Elcevap : Evvela: Elinizdeki bütün kitaplarım şahittirler ki, ben hakaik-ı îmâniye ile meşgulüm. Hem müteaddit risâlelerde yazmışım ki, "Tarîkat zamanı değil, belki îmânı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsiz Cennete giden pekçok, fakat îmânsız Cennete girecek yok. Onun için, îmâna çalışmak zamanıdır" diye beyan etmişim.
Saniyen: On senedir Isparta vilayetinde bulunuyorum. Biri çıksın, bana, "Tarîkat dersi vermiş desin. Evet, bazı has ahiret kardeşlerime ulûm-u îmâniye ve hakaik-ı âliye dersini, hocalık îtibariyle vermişim. Bu, tarîkat talimi değil, belki hakîkat tedrisidir. Yalnız bu kadar var. Ben Şafîyim, namazdan sonraki tesbihatım Hanefi tesbihatından biraz farklıdır. Hem, akşam namazından yatsı namazına kadar ve fecirden evvel hiç kimseyi kabul etmemek şartıyla, kendi kendime günahlanmdan istiğfar ve ayetler okumak gibi şeylerle meşguliyetim var. Zannederim, dünyada hiçbir kanun bu hale yasak diyemez.
Tarihçe-i Hayat, s. 199
Nur Talebeleri nasıl bir cemaattir?
Ben buradaki bütün Risâle-i Nur Şakirtlerini ve benimle görüşenleri veya okuyan ve yazanlarını aynıyla işhad ediyorum; onlardan sorunuz ki, ben hiçbirisine dememişim bir cemiyet-i siyasiye veya cemiyet-i Nakşiye teşkil edeceğiz. Daima dediğim budur: "Biz, îmânımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i îmân dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslâmiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını ve Kur’ân’da "hizbullah" namı verilen ve umum ehl-i îmânın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur’ân’a hizmetimiz için hizbü’1-Kur’ân, hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnâmede bu mânâ murad ise, bütün rûhumuzla, kemal-i iftiharla îtiraf ederiz. Eğer başka mânâlar murad ise, onlardan haberimiz yoktur.
Şûâlar, s. 238.
Medar-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki, üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraet vemıekle beraber mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cemiyet,
hiçbir emâre, mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız, bir muallimin talebeleri ve darü’l-fünûn şakirtleri ve Kur’ân dersini veren hafızın hıfza çalışanları gibi, Risâle-i Nur Talebelerinde bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla ittiham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vâizlere siyasî cemiyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve mânâsız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum.
Yalnız, hem bu memleketi, hem âlem-i İslâmı çok alakadar eden ve maddî ve mânevî bu vatana ve bu millete pekçok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risâle-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi tekrar aynı hakîkat ile müdafâamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez.
Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensûpları var. Ve hergün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalannı ve hizmetlerini gösteriyorlar.
-2-kudsî programıyla,birbirinin yardımına dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla-koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve husûsi vazifemiz de, Kur’ân’ın îmanî hakîkatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i îmâna bildirip, onları ve kendimizi îdam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz.
Şûâlar, s. 320.
Evet, biz bir cemaatiz. Hedefımiz ve programımıı evvela kendimizi, sonra milletimizi îdam-ı ebedîden ve daimî berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşîlikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesîle olan zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un çelik gibi hakîkatleriyle kendimizi muhafazadır.
Şûâlar, s. 305.
Şahs-ı manevî olan Nur Cemaati Ferîd makamına mazhardır
Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi
"Ferîd" makamına mazhar oldukları için, değil husûsi bir memleketin kutbu, belki-ekseriyet-i mutlaka ile-Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu. Ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben eskide, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzamda kutbiyet ve gavsiyetle beraber ferdiyet dahi bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risâle-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu, gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerremede dahi-farz-ı muhal olarak-Risâle-i Nur’un aleyhinde bir îtiraz kutb-u azamdan dahi gelse, Risâle-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u azamın îtirazını iltifat ve selâm sûretinde telakkî edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı îtiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
Kastamonu Lâhikası, s. 145.
Nur Cemaati dost, kardeş, talebe dairelerinden müteşekkildir
Malûm olsun ki, bizi ziyaret eden ya hayat-ı dünyeviye cihetinde gelir; o kapı kapalıdır. Veya hayat-ı uhreviye cihetinde gelir; o cihette iki kapı var. Ya şahsımı mübarek ve makam sahibi zannedip gelir; o kapı dahi kapalıdır. Çünkü, ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakka çok şükür, beni kendiıne beğendirmemiş. İkinci cihet, sırf Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı olduğum cihetledir. Bu kapıdan girenleri, ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyonım. Onlar da üç tarzda olur: ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.
Dostun lıassası ve şartı budur ki: Katiyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakîki olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.
İşte şu üç tabaka, benim üç şahsiyetimle alakadardır. Dost, benim şahsî ve zatî şahsiyetimle münasebettar olur. Kardeş, abdiyetim ve ubûdiyet noktasındaki şahsiyetimle alakadar olur. Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebettardır.
Şu görüşmenin de üç meyvesi var:
Birincisi : Dellâllık îtibariyle mücevherât-ı Kur’âniyeyi benden veya Sözler’den ders almak-velev bir ders de olsa.
İkincisi : İbadet îtibariyle uhrevî kazancıma hissedar olur.
Üçüncüsü : Beraber dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinde el ele verip, tevfik ve hidayet istemek.
Eğer talebe ise, her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur.
Eğer kardeş ise, birkaç defa husûsi ismiyle ve sûretiyle dua ve kazancımda hazır olup, hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dahil olup, rahmet-i İâhiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde "ihvetî ve ihvanî" dediğim vakit, onlar, içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i İlâhiye onları biliyor ve görüyor.
Eğer dost ise ve ferâizi kılar ve kebâiri terk ederse, umûmiyet-i ihvan îtibariyle duamda dahildir. Bu üç tabaka dahi, beni manevî dua ve kazançlarında dahil etmek şarttır.
Mektubat, s. 329.
Nur Cemaati, iç içe girmiş daireler misali, geniş bir dairedir
Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dairesine liyakati olmayan Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla, daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla, talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraf tar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışanya atmayınız. Fakat, Risâle-i Nur’un erkânlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere, onlan teşrik etmemek gerektir.
Kastamonu Lahikası, s.188.
Sıhhatli ve istikametli birlik, Nur cemaatinin esasıdır
Cemaatte vahîd-i sahih olmazsa, cem’ ve zam, kesir darbı gibi küçültür HAŞİYE
Mektûbât, s. 459.
Nur cemaatinde meşveret ve istişare esastır
-3-emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım.
Emirdağ Lâhikası-I, s. 23.
Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telaşsız, velveleye vermemek tazım.
Emirdağ Lâhikası-l, s. 141.
Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.
Emirdağ Lâhikası-I, s. 219.
Hafız Mustafa’nın bizce pekçok ehemmiyetli olan mektubu, çoktan beri beklediğim bir hakîkati gösterdi ki; Risâle-i Nur dairesindeki şakirtler, istişâre sûretinde, tâb etmek gibi çok ehemmiyetli işleri görmeye başlamalarıdır.
Kastamonu Lâhikası, s. 90.
Mümkün olduğu kadar geçici rüzgarlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayınız. Zaten mabeyninizde samîmi tesanüd ve meşveret-i şer’iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı mânevînin fıkrini, o meşveretle bildirir.
Kastamonu Lâhikası, s. 91.
Meşveret-i şer’iye ile reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlas Risâlesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilaf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.
Kastamonu Lâhikası, s. 178.
HAŞİYE: Hesapta malûmdur ki, darb ve cem’, ziyadeleştirir. Dört kere dört, on altı olur. Fakat kesirlerde darp ve cem’, bilakis küçültür. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.
1 Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.
2 Mü’minler kardeştirler. (Hucurât Sûresi:10).
3 İşlerinde onlarla istişâre et. (Âl-i İmran Sûresi:159.)