4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Osmanlı Ansiklopedisi

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Osmanlı Ansiklopedisi

    OSMANLI TARİHİ ANSİKLOPEDİSİ

    A


    ABAZA HASAN PAŞA (?-1659)

    IV.Mehmet döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nda çöküşü hızlandıran iç ayaklanmaların ünlü simalarından bir vezirdir.

    Anadolu'daki Türkmen aşiretlerinin ağası bulunduğu sırada Yeniçeri ileri gelenlerinin etkisiyle azledildiği için Kastamonu'da ayaklanarak o sırada kendisi gibi asi İbşir Paşa ile birleşmiştir. İbşir Paşa'nın sadrazamlığında ise yeniden Türkmen aşireti reisliğine atanmıştır. Fakat İbşir Paşa İstanbul'da öldürülünce onun hıncını almak üzere yine ayaklanmış ve 1656'da kendisine vezirlik rütbesi ile Diyarbakır valiliği verilmiş, daha sonra Halep valiliğine gönderilmiştir.

    Köprülü Mehmet Paşa sadrazam olunca Abaza Hasan Paşa'yı Erdel (Transilvanya) seferine çağırmış, Köprülü Mehmet Paşa'nın samimiyetine güvenmeyen Hasan Paşa, sadrazamın şiddet hareketlerini öne sürerek yeniden ayaklanmıştır. İçlerinde vezirler de bulunan 15 kadar vali ve bey de bu ayaklanmayı desteklemişlerdir. Anadolu'daki bu kargaşalıktan padişahın telaşlanması üzerine Köprülü Mehmet Paşa, Erdel'den İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır.

    Abaza Hasan Paşa, Anadolu serdarı sıfatıyla üzerine gönderilen Diyarbakır valisi Murtaza Paşa'yı bozguna uğratmıştır.

    Kış mevsimiyle gelen güçlükler üzerine, Murtaza Paşa ile Halep valisi Tutsak Ali Paşa, Abaza Hasan Paşa'nın maiyetindeki Yeniçeri ve levent reislerini kandırıp uzaklaştırdılar. Sonra da Hasan Paşa'yı padişaha affettirecekleri vaadiyle kandırarak Halep'e getirdiler, ani bir gece baskınıyla maiyetindekileri ve Abaza Hasan Paşa'yı öldürdüler. Paşa'nın kesilen başı İstanbul'a gönderildi.

    FORUMUZ.BİZ






    ABAZA MEHMET PAŞA (7-1634)

    Yeniçeri Ocağı'nın bozulduğunu ve ortadan kaldırılması gerektiğini ilk defa görmüş ve bu yolda uğraşmış, savaş ve ayaklanmalarıyla ünlü bir vezirdir.

    Canbulatoğlu Ali Paşa'nın hazinedarı idi. 1607'de Koca Murat Paşa tarafından esir edilmiş, Yeniçeri ağası Halil Ağa'nın şefaatiyle ölümden kurtulmuş

    ve hizmetine girmiştir. Halil Paşa'nın Kaptan-ı Deryalığı sırasında Derya Beyliği’ne tayin edildi. 1620'de Halil Paşa Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem sıfatiyle İran seferine giderken Abaza Mehmet'i de birlikte ***ürmüş ve Maraş Eyaleti'ne tayin etmiştir.

    Padişah II. Osman ile Hotin seferine katılan Abaza Mehmet Paşa, savaş sırasında Yeniçeri Ocağı'nın bozulduğunu ve gayesinden saptığını çok yakından görmüştür.

    Hotin seferinden dönüşünde Erzurum valiliğine gönderilmiştir. II. Osman'ın Yeniçeriler tarafından öldürülmesi üzerine Yeniçerilerin amansız bir düşmanı haline gelmiş ve Erzurum'da ocak mensuplarını bir bir ortadan kaldırmaya başlamıştır.

    Abaza Mehmet Paşa'nın Yeniçerilere karşı olan bu aşırı düşmanlığında "Abaza şeyhi" lakabıyla anılan mürşidi ve şeyhi, Kayserili Abdürrahim Efendi'nin etkisi olduğu bilinmektedir. Bu hareketlerinde Sivas, Ankara ve Maraş valileri de Abaza Mehmet Paşa ile birleşince gelişen hareket İstanbul'ca bir ayaklanma sayılmış ve Abaza Mehmet Paşa'ya karşı önce Cağalzade Mehmet Paşa ve Anadolu beylerbeyi İlyas Paşa gönderilmişse de bir şey yapama***** geri döndükleri için Çerkez Mehmet Paşa sadrazam ve serdar-ı ekrem sıfatıyle ayaklanmayı bastırmaya memur edilmiştir. Kayseri civarındaki savaşta Abaza Mehmet Paşa yenilerek Erzurum'a çekilmiş, Erzurum'un iç kalesine Yeniçerileri koymak şartıyle kendisine tekrar Erzurum valiliği verilerek işin kapatılması İstanbul'ca uygun görülmüştür. Fakat Abaza Paşa çok geçmeden iç kaledeki Yeniçerileri öldürtüp tekrar ayaklandığı ve üzerine gelen eski efendisi Halil Paşa'yı da Erzurum'da topla karşıladığı için Padişah IV. Murat, Hüsrev Paşa'yı ordu ile Abaza Mehmet Paşa üzerine göndermiştir. Hüsrev Paşa ordusu 1628'de Erzurum'u birdenbire kuşatınca Abaza Mehmet Paşa savaşmadan teslim olmayı uygun bulmuş ve Hüsrev Paşa onu alarak İstanbul’a getirmiştir.
    rare
    IV. Murat, Abaza Mehmet Paşa'nın, hareketleri hakkındaki açıklama ve cevaplarından, özellikle mert tavırlarından hoşlanarak suçunu bağışlayıp, Bosna valiliğine göndermiştir.

    Abaza Mehmet Paşa Bosna, sonra Belgrat, daha sonra Vidin valiliklerinde iken yapılan savaşlarda yararlık göstermiştir. Lehistan seferi hakkında kararlar verilmek üzere İstanbul'a çağrıldığı zaman bir müddet IV. Murat'ın maiyetinde bulunmuştur. Padişaha karşı tekrar ayaklanması şüphesiyle birlikte Müftü Yahya Efendi, Silahtar Ağa ile muhasiplerden bazılarının telkinleri, o aralık Rumlarla Ermeniler arasındaki anlaşmazlıkta Abaza Mehmet Paşa'nın Ermenilere yardım için rüşvet almasının padişaha haber verilmiş olması, idamına tesir eden sebeplerdir.

    Abaza Mehmet Paşa, cesur ve savaşlarda yararlık göstermiş bir askerdi, zamanında şanlı bir vezir olarak tanınmıştır. En büyük özelliği de, Yeniçeri Oca-ğı'nın bozulduğunu görmüş ve Osmanlı ordusunun yenileşmesi, düzeltilmesi için uğraşmış olmasıdır.



    ABBAS HİLMİ PAŞA (1874-1944)

    Osmanlı İmparatorluğu'nun fermanıyla Mısır Hidivliği'ne getirilenlerin üçüncüsü ve sonuncusudur. Mısır'ı idare etmiş bulunanların ise, Mehmed Ali Paşa dahil olmak üzere, yedincisidir.

    Babası Hidiv Tevfik Pasa’dır. Abbas Hilmi Paşa hayatının büyük bir kısmını İstanbul'da geçirdi. Hidivliği 1892'den 1914 yılına kadar sürdü, İngilizlerle işbirliği yapmadığı için hidivlikten düşürüldü; fakat Türkiye Cumhuriyeti Abbas Hilmi Paşa'nın hidivliğini 1923 Lozan Antlaşması'na kadar tanıdı.

    İlk Mısır Hidivi olan dedesi İsmail Paşa, II. Abdülhamid tarafından azledilip yerine babası Tevfik Paşa getirildiğinde Abbas Hilmi, dört yaşındaydı. İlk öğrenimini Mısır'da yaptı. Sonra İsviçre'de, daha sonra küçük kardeşiyle birlikte Viyana'daki Theresianum lisesinde okudu. Henüz talebe bulunduğu sırada, 1892 yılının Ocak ayında babası ölünce eğitimini yarıda bırakarak Mısır'a döndü ve Kahire'de merasimle Hidiv ilan edildi. Babıali, bir süre sonra Hidivlik sınırında değişiklik yaparak Akabe Limanı'yla bu körfezin ağzında bulunan Tiran Adası'nın yönetimini Hicaz'a devretmek isteyince İngiltere, çıkarlarına ters düşen bu kararı tanımadı. Babıali de, anlaşmazlığın çözümlenmesini, kararından dönmekte buldu.

    Abbas Hilmi Paşa, İngiliz idaresinde olmamak şartiyle Hidivliğini sürdürmek ve Arap Birliği'ni kurmak istiyordu. Hatta, Osmanlı İmparatorluğu'nun sürekli desteğini sağlamak amacıyla II. Abdülhamid'e damad bile olmak istemişti. Sık sık İstanbul'a geliyor, yaz aylarını da Boğaziçi'nde geçiriyordu. II. Abdülhamid, ona ve annesine karşı çok iyi davranmıştır. Hatta Osmanoğulları hanedanından başka hiç kimseye vermediği "Hanedan-ı Al-i Osman" nişanını Abbas Hilmi Paşa'ya vermiştir.

    Bazı tarihçiler, Abbas Hilmi Paşa'nın Osmanlılara bağlı görünmekle beraber, Suriye'de bazı gizli girişimleri olduğunu ileri sürerler. II. Abdülhamid bile bu konuda çok şüphe duymuştur. Abbas Hilmi Paşa, II. Abdülhamid'e karşı hiç değilse görünüşte pek uysal ve saygılı davranmış, hatta Jön Türklerle padişahın arasını bulmaya çalışmıştır. Bununla beraber, Abbas Hilmi Paşa, Osmanlı askerinin Akabe ve Sina Yarımadası'm işgal ettiği sıralarda, İngiltere' nin Osmanlı Devleti'ni savaşla tehdit ederek geri çekilmeye zorlaması karşısında tam bir seyirci durumunda kaldı ve Mısır'da milliyetçilik hareketlerini destekledi.

    Abbas Hilmi Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı durumunu II. Abdülhamid'in hal'inden sonra da değiştirmemiş, her yaz İstanbul'a gelmiştir. Ne var ki İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra II. Abdülhamid devrinde cesaret edemediği bir takım hazırlıklara girişmiş ve gösterişli bir Mekke seyahati ile hacı olmuştur. Abbas Hilmi Paşa'nın Bingazi'yle Trablusgarb savunmasında gerek maddi, gerekse manevi yardımları olduğu da bir gerçektir.


    ABDURRAHMAN GAZİ

    Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda büyük hizmetleri görülen kumandan.

    Osman ve Orhan Gazi zamanında birçok savaşlara katıldı. Yalova'yı fethetti. Akçakoca Bey ile Kocaeli'nin Osmanlı topraklarına katılmasında önemli rol oynadı. Kartal civarındaki Aydos Kalesi'nin zaptında büyük yararlılık gösterdi. Kalenin kuşatması sırasında Rum tekfurunun kızı kendisine aşık oldu. Bazı tarihçiler Rum kızının, sevgilisi Abdurrahman Gazi'ye kaleden iple anahtar sarkıtarak gizlice onu içeri aldığını ve böylece kale kapısının Türklere açıldığını yazarlar.
    :rolleyes:

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Osmanlı Ansiklopedisi

    ABDURRAHMAN ŞEREF BEY (1853-1925)

    Maarif, Evkaf, Posta ve Telgraf Nazırı, Ayan üyesi, son vak'anüvis, tarihçi, yazar, milletvekili.

    İstanbul'da doğdu. İlk öğrenimini Eyüp mahalle okulunda, orta öğrenimini Eyüp Rüştiyesi'nde ve Galatasaray Sultanisi'nde yaptı. 1873 yılında okuldan mezun olduktan sonra tarih ve coğrafya öğretmenliği ile göreve başladı. Mahreç-i Aklâm memur okuluna genel tarih, 1875 yılında Mekteb-i Sultani'ye (Galatasaray Lisesi) gramer ve imla öğretmenliğine, 1877 yılında Darülmuallimine genel tarih öğretmenliğine, 1878 yılında Mülkiye Okulu müdürlüğüne tayin edildi. 1882'de Galatasaray Lisesi'ne İslam ve Osmanlı Tarihleri öğretmeni, 1887 yılında Mülkiye Okulu Osmanlı Tarihi, umran-ı coğrafya, istatistik öğretmeni, 1894 yılında 16 yıllık Mülkiye Okulu müdürlüğünden sonra Mekteb-i Sultani'ye müdür oldu. 1894-1908 yıllan arasında 14 yıl süre ile müdürlüğü devam etmiştir. Ayrıca, Darülfünun'da Devletler Tarihi hocalığı yaptı.
    FORUMUZ.BİZ

    II. Meşrutiyet (1908)'te Defter-i Hakani Nazırı, altı ay sonra da ayan üyesi 1909, 1911, 1912 ve 1920 yılları arasında Maarif Nazırı, 1909-1922 yılları arasında 13 yıl süre ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son vak'anüvisi, I. Dünya Savaşı yıllarında Ayan Meclisi ikinci reisi, 1925 yılına kadar Tarih-i Osmani Encümeni Reisi oldu. Son Osmanlı kabinelerinden İzzet Paşa Kabinesi'nde Posta ve Telgraf Nazırlığı yaptı. 1923 yılında Cumhuriyet'in ilk Meclisi'nde İstanbul milletvekili seçildi. En yaşlı üye olarak bu ikinci seçim dönemi Meclis'te oturuma başkanlık etti. Ayrıca Kızılay başkanlığı da yaptı.

    18 Şubat 1925 tarihinde 72 yaşında iken İstanbul'da öldü.

    Eserleri:

    "Tarih-i Devlet-i Osmaniye" (2 cild, 1893-1899); "Tarih Musahabeleri" (Makaleler, 1917, 1926, 1978); "Fezleke-i Tarih-i Düvel-i İslamiye" (1885-1893); "Fezleke-i Tarih-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye" (Lise ders kitabı, 1884, 1899); "Tarih-i Asr-ı Hazır" (1897); "Zübdetü'l-Kısas" (Lise ders kitabı, 2 cild, 1899); "Harb-i Hazırın Menşe'i" (1918); "Lütfi Tarihi" (8. cilt yayını, 1911); "Sultan Abdülhamid-i Saniye Dair" (A. Refik Altınay ile 1918); "Topkapı Saray-ı Hümayunu", (Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası'nda tefrika); "Coğrafya-yı Umrani" (1894); "İlm-i Ahlak" (1889); "İstatistik" (1890).



    ABDÜLAZİZ (1830-1876)

    Osmanlı hanedanından otuzikinci padişahtır.

    II. Mahmud ile Pertevniyal Sultan'ın oğludur. Şubat 1830'da (15 Şaban 1245) doğdu.

    Basit bir Şark eğitimiyle yetişmiş; veliahtlığında güreş, av, cirit gibi sporlara merakı ile tanınmıştır. 25 Haziran 1861'de (17 Zilhicce 1277) tahta çıktı. Ancak kısıtlı eğitimi bir yana pehlivan vücutlu ve muhafazakar mizaçlı bulunması, halk arasında iyi karşılanmasına sebep olmuştu.

    Abdülaziz Babıâli'ye gönderdiği "Hatt-ı Hümayun"da "vükelayı yerlerinde ibka ve Abdülmecid zamanında ilan edilmiş olan Tanzimat Kanunu'nu tekid ve mali güçlüklere çare bulunacağını" ilan etmekle işe başladı.

    Sultan Abdülaziz, tahta çıktığı zaman imparatorlukta çeşitli mühim meseleler ile karşılaşmış ve bunları giderme tedbirlerine başvurmuştur, önce sarayda ve hükümet dairelerinde bazı tasarruf tedbirleri alınmışsa da karşılıksız çıkarılmış olan kağıt paraların ortadan kaldırılması ve mali buhranın azaltılmasına çare bulunamamış; 1862'de İngiltere'den yeni bir istikraz yapılmıştır. Diğer taraftan tersanenin kuvvetlendirilmesi, gemiler ve silahlar alınması için yapılan masraflar ile Karadağ ve Hersek ayaklanmalarının bastırılması için lazım olan paralar, zaman geçtikçe mali dengeyi bozmakta devam etmiştir. Bir başka önemli mesele Balkanlar'da ve Adalarda milliyetçi akımlar ile Mısır'da bağımsızlık isteğinden kaynaklanan olaylardır. Paris Antlaşması’ndan hemen sonra Osmanlı hakimiyetine karşı direnmeler birbirini izlemiştir.

    Devlet yönetimindeki değişiklikler de ayrı bir önem taşır. Kıbrıslı Mehmed Paşa azledilmiş; sadrazamlığa Ali Paşa sonra da Fuad Paşa getirilmiştir. Cemiyet-i Tıbbiye bu sıralarda kurulmuş, yalnız şekilde kalmış olmakla beraber devlet hazinesinde bütçe yapmak usulü yine bu yıllarda kabul edilmiş, bir de Divan-ı Muhasebat kurulmuştur.

    Yunanistan'da Bavyeralı Kral Othan'ın düşürülmesi ve yerine Danimarka kralının oğlu Georges'un getirilmesiye sonuçlanan ayaklanma, Girit meselesinin meydana çıkmasını hazırlamıştır. Hersek'teki ayaklanmadan ve çarlığın körüklediği panslavizm cereyanlarından cesaret alan Karadağ prenslerinden Mirko Petroviç de başkaldırmıştır. Bunun üzerine Serdar-ı ekrem Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Karadağ'ı ezerek kımıldayamayacak hale getirmiştir. Rusya, Avusturya ve Fransa'nın işe karışmaları yüzünden elde edilen başarı sürekli olamamıştır. Karadağ'a karşı girişilen hareket, Hersek

    ayaklanmasının durulmasına sebeb olmuştur Ancak panslavizm taşkınlıkları durmaksızın körüklendiği için bu defa Sırbistan'da da bazı hareketler başlamıştır. Belgrat'ta Sırpların Osmanlı karakollarına hücum ve askerin de Sırplara ateş etmeleri üzerine çıkan olaylara Avrupa devletleri de karışmışlardır.

    1862'de yapılan protokol ile Osmanlı askerinin şehirden çekilmesi ve yalnız kalede kalması gibi şartlarla mesele yine Osmanlı hakimiyetini zayıflatacak şekilde sonuçlanmıştır.

    Sultan Abdülaziz 1863 Ağustos'unda Mısır'a seyahat etmiştir. O sırada Mısır'da vali Said Paşa'nın ölümüyle yerine İsmail Paşa yeni geçmiş bulunuyordu. Bu seyahatten önce Fuad Paşa'nın yerine sadrazamlığa Yusuf Kamil Paşa getirilmiştir.

    Fuad Paşa Abdülaziz'e Mısır seyahatinde serasker sıfatıyla katılmış, dönüşte ikinci defa sadrazam olmuştur. Bu sıralarda Cemiyet-i Tedrisiye-i İslami-ye kurulmuş, Maarif Nezareti'nde bazı değişiklikler ve yenilikler yapılmış ve Darülfünun’da umum için fizik, geometri gibi dersler açılmış, Londra'dan Şişhaneli denen tüfekler getirilerek benzerlerinin Tophane'de yapılmasına başlanmıştır.

    Midhat Paşa'nın Niş Eyaleti'ndeki başarıları üzerine Silistre, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek Tuna vilayeti teşkil olunmuş ve eyalet teşkilatının vilayetlere çevrilmesi ve vilayetlerde medeni tesislerin meydana getirilmesi faaliyeti başlamıştır.

    1866'da Fuad Paşa'nın yerine önce Mütercim Rüştü Paşa, bir müddet sonra Ali Paşa sadrazam olmuş ve o sıralarda İstanbul'a gelen Mısır valisi İsmail Paşa Mısır vergisine zam yapmak, Girit ayaklanmasını bastırmaya yardım için asker göndermek ve sarayla bazı vükelaya birçok hediyeler vermek pahasına Mısır valiliğindeki veraset usulünü değiştiren ve Mısır valilerine Hidivlik unvanını veren fermanları Sultan Abdülaziz'den almıştır. Veraset usulünün değişmesi yüzünden vali olmak hakkını kaybeden Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, Abdülaziz aleyhinde çalışmak üzere Paris'e kaçmıştır. Hür fikirler etrafında toplanmış onlanların kurduğu Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katılacak olan Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi gibi gençler de bu sıralarda Avrupa'ya kaçarak Mustafa Fazıl Paşa'mn himayesi altında Paris ve Londra'da gazeteler çıkarmaya başladılar.

    Romanya'daki ayaklanma sonucunda Prens Couza çekilmeye mecbur olmuş ve yerine Prusya krallık hanedanından Prens Carol geçirilmişti. Osmanlı hükümeti, Carol'un prensliğini protesto etmiş olmakla beraber, Avrupa devletlerinin tesiriyle kabule mecbur kalmış ve evvelce Prens Couza'ya yapıldığı gibi Carol da İstanbul'a gelince Göksu Kasrı'nda misafir edilip uhdesine Memleketeyn voyvodalığı tevcih edilerek nişanlarla ve hediye edilen atlarla Romanya'ya dönmüştü.

    Romanya meselesi yeni yatıştığı sıralarda Girit ayaklanması başladı. Eski sadrazamlardan Mustafa Naili Paşa, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, sonra da Ali Paşa Girit'e gittiler. Adadaki ayaklanma yatışır gibi olduğu sırada Yunanistan, Osmanlı Devleti'yle münasebetini kesti. Paris'te toplanan konferans sonucunda savaşın önüne geçildiyse de Girit meselesinde kesin bir durum ortaya konamadı.

    Sultan Abdülaziz, İmparator II. Napoleon'un daveti üzerine 1867 Mayıs'ında deniz yoluyla Fransa'ya gitmiş, oradan Londra'ya geçerek dönüşte Prusya ve Avusturya'ya uğrayıp seyahatinin 47. günü Varna yoluyla İstanbul'a dönmüştü ki bu yolculukta veliaht Murad, şehzade Abdülhamid ve Yusuf İzzeddin ile o zaman Hariciye Nazın olan Fuad Paşa birlikte bulunmuştur.

    Galatasaray Lisesi, Mekteb-i Sultani adıyla bu sırada, 1868'de açılmış, Tıbbiye-i Mülkiye ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye tarafından Sultanselim'de Darüş-şafaka kurulmuş ve 1848'de rüştiyelere öğretmen hazırlamak üzere Fatih'te açılmış olan Darülmuallimin’in Sıbyan mektepleri’ne öğretmen yetiştirmeye mahsus olan kısmı 1872'de Süleymaniye civarında eğitime başlamıştır.

    Hastalanarak Niş'e gitmiş olan Fuad Paşa'nın orada ölmesi üzerine Abdülaziz saltanatının ilk devrinde memleketi ayakta tutan, Tanzimat'ın kudretli devlet adamlarından biri kaybolmuş, yani Ali Paşa yalnız kalmış oluyordu. Yeni teşkil edilmiş bulunan Şura-yı Devlet'in reisliğine Midhat Paşa getirilmiştir ki oradan 1868'de Bağdad valiliğine gönderildi. Midhat Paşa Bağdad'da da büyük başarılar göstermiştir. Dicle üzerinde, Tuna'da olduğu gibi, gemiler işletilmesine teşebbüs olunmuştur. Bundan başka İdare-i Aziziye adıyla bir deniz yolları idaresi kurulduğu gibi Boğaziçi hizmetlerinde de Şirket-i Hayriye meydana getirilmiştir. Fransa İmparatoriçesi Eugenie, Süveyş kanalının açılmasında hazır bulunduktan sonra III. Napoleon namına Sultan Abdülaziz'in ziyaretini iade için İstanbul'a gelmiş ve Avusturya İmparatoru Franz-Joseph de yine bu sıralarda Sultan Abdülaziz'in Viyana ziyaretini iade etmiştir. Mecelle Cemiyeti Cevdet Paşa'nın reisliği altında bu sıralarda kurulmuştur.

    1871 savaşında Fransa'nın yenilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması kararlarının hükümsüz olduğunu ve Karadeniz'deki hükümranlık haklarından faydalanılmaya karar verildiğini ilan etmiştir. Bunun üzerine Londra'da toplanan konferans Osmanlı Devleti 'nin boğazları açıp kapamak hususundaki hakkını kabul ve tasdik etmekle beraber Karadeniz'in tarafsızlığını sağlayamamıştır. 1856 Paris Antlaşması evvelce Romanya, Sırbistan ve Karadağ muhtariyetleriyle zedelenmiş olduğu gibi bu defa Londra konferansıyla büsbütün bozulmuş oluyordu.

    Fransa'nın yengilisi panslavizmin yayılmasına fırsat vermişti ve zaten bu propagandanın başında olan General İgnatiev o zamanlar Rus elçisi sıfatıyla İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Sadrazam Ali Paşa, bir taraftan Mısır Valisi İsmail Paşa'nın israflarına ve fermanlarla elde ettiği imtiyazlara sığmayan işlerine engel olmaya çalışıyor, öte taraftan Sultan Abdülaziz'in istibdadını ve lüzumsuz masraflarını önlemeye çalışıyordu. 1871'de Ali Paşa'nın ölümü ile Tanzimat devrinin son temsilcisi de gitmiş, Mahmud Nedim Paşa sadarete geçmiştir. Bu suretle Sultan Abdülaziz saltanatının kötü yılları da başlamış oldu. Mahmud Nedim Paşa, yolsuz işlerine bazı vükela ile valileri değiştirmekle başladı. İmparatorlukta merkezde ve vilayetlerde büyük memurları durmadan değiştirmek yüzünden kararsızlık da büsbütün arttı. Tanzimat fermanı ile muhakemesiz hapis ve sürgünlük usulü kaldırılmış olduğu halde Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa ile istibdadın bu vasıtasını kullanmaya başlamış ve birçok tanınmış adamları sürdürmüştü. Mahmud Nedim Paşa, devletin içinde bocaladığı para darlığına rağmen Galata sarraflarından yüksek faizlerle borç alarak saraya para yetiştiriyor, Ali Paşa zamanında türlü güçlüklerle Babıali'ye alınmış olan hükümet kudretini Sultan Abdülaziz'in düşüncesiz idaresine teslim ediyordu. Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'nın halk arasında artan itibarsızlığını sezdiği için, yerine Midhat Paşa'yi sadrazamlığa getirdi.

    Midhat Paşa'nın Meşrutiyet esaslarını, yani hükümdarlık işlerinde halk kontrolünü tesis etmek istemesi ve idaresi Sultan Abdülaziz'e uygun gelmemiş, ikibuçuk ay sonra Mütercim Rüştü Paşa'yı, ondan sonra Serasker Esad Paşa'yı, daha sonra Şirvanizade Rüştü Paşa'yi ve tekrar Esad Paşa'yı sadrazam yaptıktan sonra 1875'de Mahmud Nedim Paşa'yı ikinci defa olarak hükümetin başına getirmiştir.

    Saltanatının ilk yıllarında ancak yirmibeş milyon kadar olan Osmanlı borçları hemen her yıl tekrarlanan yeni borçlarla ikiyüz elli milyona varmış ve Mahmud Nedim Paşa'nm güya ıslah ve tasfiye maksadıyla giriştiği tedbirler yüzünden hazinenin iflası hem memleket içinde, hem dışarıda meydana çıkmıştır.

    Hersek'teki ayaklanma Bosna'ya da sıçramış, Bulgaristan'da başlayan komitecilik ve haydutluk hareketleri, Rusya'nın engel olması yüzünden asker kuvvetiyle bastırılamadığı için halk arasında vuruşmalar ve "Otlukköy" olayı gibi facialar meydana getirilmiştir.

    Bulgarlar Osmanlı memur ve halkına türlü işkenceler yaptıkları halde bu durumları ters ve yalan bir biçimde Avrupa'ya aksettiriyorlardı. Çarlık Rusyası da Bulgarları korumak bahanesiyle Osmanlı İmparatorluğu'na son darbeyi vurmaya hazırlanıyordu.

    İstanbul'da softalarla halk tarafından yapılan nümayişler üzerine, Sultan Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'yı fedaya mecbur kalarak sadrazamlığa tekrar Mütercim Rüştü Paşa'yı getirmiştir. Sadrazam, Meclis-i Vükela'ya memur Midhat Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed paşalar ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi, devletin vahim durumunu bir dereceye kadar düzeltebilmek için Sultan Abdülaziz'i tahttan indirmeye karar verdiler.

    29—30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz tahtından indirilerek yerine V. Murad tahta çıkarıldı.

    Abdülaziz önce Topkapı Sarayı'na ***ürülmüş ve dört gün sonra kendi isteğiyle Feriye Sarayı'na naklolunmuştur. Abdülaziz'in padişah olarak istediğini yaptırmaya alışan ve esasen kibirli, taşkın olan mizacı, tahttan indirilip hapsolunmaya dayanamamış, sakalını düzeltmek için annesinden aldığı sivri uçlu bir makasla kol damarlarım kesmiştir. İntihar olayı, o zaman muayenede hazır bulunan türlü tabiyet ve milliyetteki yirmi kadar doktorun raporlarıyla ve ayrıca uzun incelemeler yaparak etraflı bir rapor vermiş olan İngiliz elçiliği hekiminin şahitliğiyle tesbit edilmiştir. Fakat bir süre sonra Abdülaziz'in taraftarları onun öldürülmüş olduğu rivayetini ileri sürmüşlerdir. II. Abdülhamid iradesiyle olaydan üç yıl sonra Yıldız'da kurulan mahkemede Midhat, Damat Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar mahkum olmuşlardır.

    Sultan Abdülaziz'in ölümü olayı intihar mı, katl mi? O zamandan beri her iki ihtimal hakkında ortaya deliller sürenler ve bunları münakaşa edenler vardır ve mesele belki de tarihin aydınlatamadığı şüpheli olaylardan biri olarak kalacaktır.

    Abdülaziz saltanatının ilk devresinde Ali Paşa, sarayın keyfi hareketlerine bir dereceye kadar direnmiş ve Babıali'nin nüfuzunu korumaya muvaffak olmuştur, ölümünden sonra ve Mahmud Nedim Paşa'nın ilk sadrazamlığından itibaren başlayan ikinci devrede Sultan'ın karakteri büsbütün meydana çıkmıştır.

    Tanzimat Fermanı'nm temin ettiği hürriyet ve masuniyet prensiplerini ihlal ederek başta bazı vükela olmak üzere bir takım kimseleri ve bu arada Namık Kemal gibi şahsiyetleri sürgüne göndermesi, İsmail Paşa'ya Mısır'ın imparatorluktan büsbütün ayrılmasına sebep olacak imtiyazlar vermesi, korkunç bir hadde varan israfları ve nihayet Hersek'te başlayan ayaklanmayı bastırmaktaki aczi Abdülaziz'in tahttan indirilmesine sebep olmuştur.

    Bununla beraber Sultan Abdülaziz, imparatorluk donanmasını o zamanki en kuvvetli devletlerin donanmaları derecesine yükseltmek için gayret göstermiş, Arabistan Yarımadası'nda sürüp giden karışıklıklar onun zamanında önlenmiştir. Midhat Paşa Bağdat valisiyken Osmanlı Hükûmeti'ni Necid'e kadar ***ürdüğü gibi o zamana kadar tamamıyle Mekke emirlerinin idaresi altında bulunan Hicaz bölgesinde de bir vilayet teşkil edilmiş ve Osmanlı hakimiyeti yüzyıllardan beri Yemen'in Hüdeyde sahiline münhasırken Redif Paşa komutasında gönderilen orduyla bütün Yemen kıtası alınıp Yemen vilayeti yeniden kurulmuştur.

    Sultan Abdülaziz ney çalardı, yazısı da güzeldi. Sarayına çağırıp tablolar yaptırdığı yabancı ressamlara istediği konuları anlatmak üzere çizdiği taslaklar resimdeki kabiliyetini göstermektedir.
    :rolleyes:

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Osmanlı Ansiklopedisi

    ABDÜLHAMİD I (1725-1789)

    Osmanlı hanedanından yirmiyedinci padişahtır.

    III. Ahmed'in Şermî Rabia Sultan'dan doğma oğludur. 28 Mart 1725 (5 Recep 1789)'de doğdu.

    Şehzade Bayezid'in 1770'te ölümü ile veliaht oldu ve 21 Ocak 1774 (8 Zilkade 1187)'de tahta çıktı. I. Abdülhamid tahta çıktığı zaman devlet buhranlı bir vaziyette idi. Rusya ile yapılmakta olan savaş devam ediyor ve ülkenin bir çok yerinde ayaklanmalar başgöstermiş bulunuyordu. Mali sıkmtı da büyük etkisini sürdürüyordu. Savaşa devam edilmek istenildiyse de Osmanlı ordusunun Kozluca'da mağlup olması ve serdar Muhsinzade Mehmed Paşa'nın karargahı olan Şumnu'da ancak 12.000 kişi ile kalması üzerine Ruslarla barış görüşmelerine girişilerek 21 Temmuz 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Barıştan sonra Avusturya, Osmanlı Devleti'nin zayıflığından istifade ederek Bukovina'yı işgal etti.

    I. Abdülhamid, savaş esnasında memleketin çeşitli yerlerinde çıkan ayaklanmaları bastırmak ve bazı askeri ıslahat yapmak zorunda kalmış, Kaptan-ı derya Cezayirli Hasan Paşa ile Sadrazam Halil Hamid Paşa'nın bu hususlarda değerli hizmetleri görülmüştür. Hasan Paşa, Suriye, Mısır ve Mora'daki karışıklıkları yatıştırdığı gibi Halil Hamid Paşa'nın gayretiyle Rumeli'deki kaleler ve Kafkas sahilleri tahkim olunmuş, sürat topçuları çoğaltılmış, topçu, lağımcı ve humbaracıların ıslahı için Fransa'dan mühendisler getirilmiştir. Mühendishane-i Berri-i Hümayun da açılmıştır.

    Bu hükümdar zamanının önemli işlerinden biri de yerli malı kullanılmasının mecburi tutulması ve terkedilmiş bir halde bulunan İbrahim Müteferrika matbaasının ihyasıdır.

    Irak'ta kurulmuş olan Kölemen idaresini kaldırmak düşüncesinde olan Osmanlı Hükümeti, İran saldırısı karşısında Irak ahvalini büsbütün karıştırmamak için bu fikrinden vazgeçmiş ve Zend Kerim Han'ın ölümünden sonra yerine geçen Zeki Han zamanında İran gailesi sona erdiğinden Bağdat ve Basra eyaletleri Kölemenlerden Süleyman Ağa'ya vezaretle tevcih edilmiştir. Bu arada bahriye işlerinin bozulması ve levendlerin halka zulüm ile ortalığı kasıp kavurmaya başlamaları sonucu 1776'da Levend Teşkilatı kaldırılmıştır.

    Küçük Kaynarca Antlaşması ile istiklali kabul edilen Kırım'da Rusya'nın tahrikiyle karışıklık eksik olmamış ve onun himayesiyle hanlığa Şahin Giray seçilmişti. Bu müdahaleler yüzünden yeni bir Osmanlı-Rus savaşı ihtimalleri başgösterdiği sıralarda Fransa'nm tavsiyesiyle Haliç'te Aynalıkavak kenarında bir anlaşma imzalandı (10 Mart 1779).

    I. Abdülhamid'in gittikçe artan Rus tehlikesi karşısında imparatorluk hudutlarını korumak üzere Kafkasya'da bazı tedbirler aldırdığını, Soğucak ve Anapa'yı imardan başka, Çerkez kabilelerini medeniyete sokmak için Soğucak muhafızlığına Ferruh Ali Paşa'yı gönderdiğini ve paşanın bu hususta pek büyük gayretler sarfettiğini söylemek lazımdır. Ruslar, Gürcistan kralını himaye ederlerken, Babıali de buna karşılık olmak üzere Dağıstan'ı kendi tarafına çekmeye uğraşmış, Kafkasya'da bu yüzden çıkan mücadeleler, esasen Şahin Giray meselesinin ihlal ettiği Osmanlı-Rus münasebetlerini bozmuştur.

    Şahin Giray'in şuursuz Rus taraftarlığı, Kırım'da ayaklanma çıkması ile sonuçlanmış ve Rusya'nın müdahalesiyle Kırım ilhak edilmişti (1784). I. Abdülhamid bu olaydan çok etkilenmesine rağmen Osmanlı ordusunun kafi derecede hazırlıklı olmadığını bildiğinden harbe girmek istemedi. Fakat sadarete geçen Koca Yusuf Paşa, Rusya ile savaşı elzem görüyordu. Öte taraftan, Avusturya ile müttefik bulunan Rusya, Osmanlı Devleti'ni yıkmak üzere açıktan açığa hazırlık yapıyordu ve Rusya İmparatoriçesi II. Katerina Avusturya İmparatoru II. Josef ile "Rum projesi" adını verdikleri bir proje hazırlamışlardı. İki hükümdarın olaylı bir şekilde Kırım'da buluşmaları üzerine Babıali daha fazla dayanamadı, Rusya'ya savaş ilan etti (1778).

    I. Abdülhamid sulh taraftarlığına rağmen olup biteni kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu 1778-1792 savaşının başında, Rus ordusu, Özi muhafızının Kılburun'a saldırısını durdurdu ve sonra da bu kaleyi kuşattı. Ruslarla müttefik olarak harbe giren Avusturya ise, Belgrad ve Sırbistan üzerine kalkıştığı hareketlerde başarı kazanamadı. İsveç'in, Osmanlı Devleti'yle birlikte Rusya'ya sefer açmasından ise önemli bir sonuç çıkmadı. Sadrazam Koca Yusuf Paşa, evvela Avusturya üzerine yürüyerek düşman topraklarına girmiş, Banat bölgesini vurmuş, II. Josef güçlükle Viyana'ya dönebilmişti. Buna karşı savaş, Rus cephesinde iyi gitmiyordu, Özi kalesini kuşatmadan kurtarmak için harcanan emekler boşa çıkmış, gönderilen donanma kaleye gerekli yardımı yapamamıştı.

    İşte bu sırada, yaşı ilerlemiş ve geçirdiği saltanat devrinin felaketleriyle sıhhati bozulmuş olan I. Abdülhamid, savaşların kötüye gitmesinden büsbütün bitkin bir hale geldi. Nihayet, Özi'nin düşman eline geçtiğini bildiren sadrazam kaimesini okurken, aşırı üzüntüye kapılarak şiddetli bir felç geçirdi ve ertesi sabaha karşı öldü (28 Mart 1789).

    I. Abdülhamid devrinde, göze çarpan başarısızlıklara rağmen, iyi niyet sahibi, gayretli ve dindar bir padişah olarak tanınmıştır. Şehzadeliğinde hayatı sarayda kapalı geçtiğinden tahta, yaşlı ve tecrübesiz olarak çıkmıştı. Bununla beraber, devlet işlerine yakından ilgi gösterir, her meseleyle uğraşarak fikrini vezirlerine bildirirdi. Değerli sadrazam seçmeye ve onlara selahiyet vermek suretiyle icabeden ıslahatın yapılmasına uğraşırdı. Devrinin en mühim sadrazamı Halil Hamid Paşa olduğu gibi, üzerinde en fazla nüfuz sahibi olanlar da Kara Vezir Mehmed Paşa ve şehzadeliğinde dünyaya gelen Dürrü Şehvar Hanım'ın kocası Nazif Efendi'dir.

    I.Abdülhamid, saf kalpli bir kişi olduğu için şunun bunun sözlerine kapılmaktan kurtulamamış, kendisini tahttan indirmek teşebbüsünde bulunduğu hakkındaki rivayetlere inanarak Halil Hamid Paşa'yı öldürtmüştür. Kendisinin bir çok çocuğu dünyaya gelmişse de içlerinde uzun yaşayanlar azdır. Bunlar arasında tahta çıkanlar IV. Mustafa ile II. Mahmud’dur.

    IAbdülhamid hayır işlerine de önem vermiştir. Beylerbeyi'nde annesi adına bir cami, mektep vb.,kadınlarından Hümaşah'la oğlu Mehmed için de bir cami ile çeşme, Bahçekapısı'nda imaret, medrese, sebil, kütüphane ve türbe, Medine'de bir medrese yaptırmıştır. I. Abdülhamid şimdi yerinde Dördüncü Vakıf Hanı bulunan imaretinin karşısındaki türbede gömülüdür.



    ABDÜLHAMİD II (1842-1918)

    Osmanlı hanedanından otuzdördüncü padişahtır.

    Sultan Abdülmecid ile Tirimüjgan Kadın'ın oğludur. 21 Eylül 1842 (16 Şaban 1258)'de doğdu.

    Annesinin ölümü üzerine Sultan Abdülmecid'in çocuksuz kadınlarından Piristu Hanım tarafından büyütülmüştür. İyi bir eğitim görmemesine rağmen kuvvetli şahsiyeti ve zekası, şehzadeliğinden beri etrafındakilerin dikkatini çekmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz ile birlikte Avrupa seyahatinde bulundu. Kabiliyeti sayesinde zamanın siyasi, sosyal ve iktisadi akımlarını az çok kavramak imkanını elde etti. Sultan Abdülaziz'in 1876 Mayıs'ında tahttan indirilmesi üzerine veliaht Murad Efendi, Meşrutiyet'e taraftar tanınmasından dolayı emniyetle tahta geçirilmiş ve Abdülhamid veliaht olmuştu.

    V. Murad padişah olduktan sonra hastalığı ortaya çıkınca devlet adamları, Abdülhamid'e pek güvenemediklerinden birdenbire yeni padişahı değiştirmeye karar verememişlerdir. Fakat Abdülhamid ile görüşmek için görevlendirilen Midhat Paşa veliahtı meşrutiyete taraftar görmüş ve teminatı üzerine V. Murad hal' edilerek 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid tahta çıkarılmıştır.

    II.Abdülhamid'in tahtaçıktığı sıralarda devletin iç ve dış vaziyeti pek karışık ve tehlikeliydi. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'da ayaklanmalar oluyor ve

    Sırbistan ve Karadağ savaşları sürüyordu. Osmanlı ordusu Sırbistan'da önemli başarılar kazanmasına rağmen Sırplarla hemen anlaşma yapılması hususunda Ruslar ısrar ediyorlardı. Bu arada Şark meselesinin yeniden incelenmesi için

    İstanbul'da bir konferans toplanması yolundaki İngiliz teklifi kabul olundu. II. Abdülhamid, büyük devletlerin baskısını azaltmak maksadıyla İstanbul

    Konferansı devam ederken Kanun-ı Esasi'yi ilan etti (23 Aralık 1876).

    II. Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin ilanı konusunda müteredditli tahta çıktığından üç buçuk ay sonra meşrutiyetçilerin başında görülen Midhat Paşa'yı sadrazam yaptı. Midhat Paşa, devletlerin teklifini devletin bağımsızlığı esasile telif edemiyor ve onlara karşı mukavemet ediyordu. Bu durumda İstanbul Konferansı'na iştirak eden yabancı devlet murahhaslarının hazırladık-
    ları teklifler, yüksek hükümet adamlarından toplanan fevkalade bir mecliste kabul edilmeyince konferans dağıldı.

    Abdülhamid, Midhat Paşa'nın takib ettiği meşrutiyet ve hürriyet politikasını, tahtı için tehlikeli gördüğünden onu azletti ve memleket dışına çıkardı. Meşrutiyetin mümessili sayılan bir zata karşı yaptığı şiddetli harekete rağmen II. Abdülhamid, Kanun-ı Esasi'yi birdenbire ortadan kaldırmaktan çekinmiş, seçimi yaptırarak Meb'usan Meclisi'ni açtırmıştır (20 Mart 1877).

    Rusya'nın savaş ilanını önlemek için İngiltere'nin davetiyle Londra'da toplanan konferansın kararları ve Rus teklifleri Meb'usan Meclisi tarafından reddedilince Ruslar savaş ilan ettiler. Romanyalılarla Bulgarların ve Sırplıların da karıştıkları bu harpte, Osmanlı ordusu gerek Balkanlar'da ve gerek Anadolu'nun batısında yer yer başarılar ve parlak kahramanlıklar göstermekle beraber, mali sıkıntı, cephe gerisindeki yolların yetersizliği, iaşe ve levazım işlerinin bozukluğu, yetişmiş subay noksanı, komutanların anlaşamaması ve hele askeri hareketlerin saraydan idaresine kalkışılması gibi sebeplerle bozgun başgöstermiş ve Rus ordusu Tuna'yı geçip perişan muhacir kafilelerini önüne katarak İstanbul önlerine kadar gelmiştir. II. Abdülhamid, bu durum karşısında bir taraftan Rus çarına müracaatla sulh isterken, öte taraftan da şimdiye kadar pek uysal davranma-***** memleket işlerindeki hassasiyetiyle saltanatın rahatını kaçırmış olan Meb'usan Meclisi'ni bir daha açılmamak üzere kapatmıştır (13 Şubat 1878).



    Rusların ileri sürdükleri şartlarla yapılan mütarekeden sonra İngiliz donanmasının Marmara'ya girmesine rağmen Rus karargahı Ayastefanos'a (Yeşilköy) gelmiş ve burada (3 Mart 1878)'de antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya İngiltere'nin itirazı, Avusturya'nın katılması ve Almanya'nın da aracılığı ile Berlin'de Alman Başvekili Bismarck'ın reisliğinde Osmanlı ve Rus murahhaslarından başka İngiltere, Fransa, Avusturya, Macaristan ve İtalya murahhaslarının iştirakiyle bir kongre toplanarak Ayastefanos Antlaşması'nı değiştiren BerlinAntlaşması imzalanmıştır (12 Temmuz 1878).

    Bu arada Avusturya, Bosna-Hersek'i geçici kaydıyle işgal etmek hakkını, Yunanistan da Tesalya'nın büyük bir kısmını hatta İran bile hudutta bir takım araziyi elde etmek imkanını sağlıyordu. İngiltere ise Berlin Kongresi başlamadan birkaç gün önce Osmanlı hükümetine Kıbrıs Adası'nın işgali şaftıyle tedafüi (savunmaya dayalı) bir ittifak muahedesi imza ettirmeye muvaffak olmuş ve bu ittifak muahedesine sonradan katılan bir zeyille Rusya, Batum, Kars ve Ardahan'ı geri verirse kendi de Kıbrıs'ı bırakmayı taahhüd etmiştir.

    Berlin Antlaşması’ndan sonra II. Abdülhamid yabancı devletlere karşı fazla ihtiyatlı ve uysal bir siyaset gütmeye, memleket içindeyse hakimiyet ve istibdadını arttıracak tedbirlere başvurmuştur.

    II. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz'in intihar etmeyip öldürülmüş olduğunu ileri sürerek Yıldız'da özel bir mahkeme kurdurmuştur. Padişahın daveti üzerine memlekete dönerek Suriye, sonra da Aydın valiliklerine tayin edilmiş olan Midhat Paşa ile Damad Mahmud ve Nuri paşalar cinayeti tertip etmekle itham edilerek bu mahkemede ölüme mahkum edilmişlerdir. Önce cezaların uygulanmasından çeki-nilerek Midhat ve Mahmud paşalar müebbet hapis ile Taif’e sürülmüş ve hapsedilmişler, 1883'te boğdurulmuşlardır.

    Rus savaşından parçalanmış bir halde çıkan Osmanlı Devleti, daha sonra topraklarından başka parçaları da, karşı koyamadığı emrivakilerle elden çıkarmıştır. Fransızlar Tunus'u (1881), İngilizler de Mısır'ı (1882) işgal ettiler. Bulgaristan da 1885'te Şarki Rumeli ile birleşti ve bu mesele için İstanbul'da başlıca Avrupa devletlerinin temsilcileri ile toplanan konferans bu emrivaki aşağı yukarı kabul etti. Ancak, II. Abdülhamid, Girit'te çıkan ayaklanmaya yardımlarından dolayı Yunanistan'a savaş açmış, savaş kazanıldığı halde, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve işgali ile Girit'in bağımsızlığını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmişlerdir.

    II. Abdülhamid önceleri basın ve eğitime karşı fazla baskı kullanmamıştır. Ancak, siyasi alandaki başarısızlıklarını sürdürmesi, hürriyetçi akımın gittikçe yayılması, baskı tedbirlerini arttırmıştı. Buna ek olarak Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yurtsever ediplerin ve padişahın zulmüne uğramış yazarların yazıları özellikle yüksek okullarda gençleri harekete geçirmiştir. Sultan Abdülaziz döneminde başlamış olan Yeni Osmanlılar hareketinin devamı olarak Askeri Tıbbiye öğrencilerinden bazıları arasında İttihat ve Terakki adı ile bir cemiyet kurulmasını sonuçlandırmıştır (Mayıs 1889). Bu türlü gizli cemiyetlerin meydana çıkması II. Abdülhamid'in dikkatini yüksek okullara ve basına çekmiş ve bunların üzerinde gittikçe artan bir baskı kurulmasına sebep olmuştur. Daha sonraları bir kısım uyanık gençlerin ya samimi olarak, yahut saraydan bir şey koparmak ümidiyle Avrupa'ya kaçmaları ve oralarda padişah aleyhine gazete ve dergiler çıkarmaları, denetim, sansür ve hafiye teşkilatının arttırılmasına vesile olmuştur. Ayrılık gayeleri güden bir kısım azınlıkların faaliyetleri de, bu sıralarda artmaya başlamıştır.

    Makedonya'da Bulgar komitesi kurulmuş ve değişik adlarla bir takım Ermeni komiteleri de meydana gelmiştir. Ermeni ihtilalcilerinin özellikle Doğu Anadolu'daki faaliyetlerini karşılamak üzere II. Abdülhamid de o bölgedeki aşiretler arasında Hamidiye alayları teşkilatını meydana getirmiş ve sonraları bu alayların subaylarını yetiştirmek üzere İstanbul'da Aşiret Mektebi'ni kurmuştur. Ermeni komitecilerinin 1894-1895'te Doğu vilayetlerinde ve 1896'da Osmanlı Bankası'nı basmak suretiyle İstanbul'da çıkardıkları olaylar II. Abdülhamid devrinin önemli meselelerini teşkil ettiği gibi Makedonya'daki Bulgar çeteleriyle çarpışmalar ve Yemen'deki ayaklanmaları bastırmak gayretleri de her zaman birbirini takib etmiş ve Osmanlı ordularının daima harb halinde bulunmalarına sebep olmuştur. Girit Adası'ndaki ayaklanmalar 1896'da şiddetlenmiş ve büyük devletlerin baskısı altında II. Abdülhamid'in verdiği ıslahat iradesi ile adanın idaresi Osmanlı Hükümeti elinden hemen büsbütün çıkmıştır. Ancak adayı bir an evvel ilhak etmek hırsında bulunan Yunanistan Girit'e asker çıkarmakla kalma*****, Tesalya'dan da Osmanlı hududunu geçince 1897 Nisan'ında Osmanlı-Yunan savaşı başlamıştır. Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Yunanlıları üç hafta içinde tamamiyle ezmiştir. Fakat ordunun kazandığı zaferden, Avrupa devletlerinin haksız müdahaleleriyle gerekli yarar sağlanamamıştır. Bu durumdan küçük sınır düzeltmelerinden başka dört milyon lira savaş tazminatı ile kurtulunmuştur. Uğrunda yeniden kan dökülen Girit, büyük devletler tarafından işgal edilerek muhtar bir hale getirilmiştir. Yunanistan karşısında kazanılan bu zafer, imparatorluktaki çöküntü hızını biraz yavaşlatmaktan başka bir şeye yaramamıştır.

    II. Abdülhamid, gerek memleket içindeki nüfuzunu kuvvetlendirmek, gerek dış siyasette bir tutanak olarak kullanmak için halife unvanına önem vermiştir. Bu sebeple Hicaz demiryolunu toplattığı ianelerle yaptırmaya büyük gayretler harcamış, bütün güçlüklere rağmen bu işte hayli muvaffak olmuştur.

    II. Abdülhamid dış siyasetinde devletlerin birbirlerine rakip olma durumlarından faydalanarak saltanatının bekası için, denge bulmaya uğraştığı gibi iç siyasetinde de muhtelif unsurların ve müesseselerin birlik halinde bulunmamalarına daima dikkat etmiştir. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinde, vükela ile bir kısım ulemanın ve İstanbul'daki kara ve deniz kuvvetlerinin birleşmiş olduklarını düşünen II. Abdülhamid, nazırlarını, çok defa birbirleriyle pek anlaşamayacak adamlardan seçmiş ve Yıldız'daki sarayını

    muhafaza eden kuvvetleri hemen daima Türk’ün gayrı ve biribirleriyle geçinemez unsurlardan teşkil etmiştir.

    II. Abdülhamid devri, bütün dünyanın ilerlemesine karşılık ilim, teknik ve imar yönünden büyük bir durgunluk devresidir.
    Saltanat merkezinde padişahın nüfuzunu arttıracak aydın memurlar yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi, Hukuk Mektebi ve Darülfünun (üniversite) yeniden açılmıştır. Rüştiye ve İdadi teşkilatı da sıbyan okullarının üstünde orta öğretimin kuvvetlenmesine yardım etmiştir. Bunlardan başka Avrupa kanunlarından alınan birtakım kanunlar da yayınlanmış ve uygulanmıştır.

    II. Abdülhamid dış siyasette komşuların saldırmaları ihtimaline karşı önce İngiltere ve Fransa'nın yardımlarını gözetmiştir. Fakat bu devletlerin de imparatorluktan toprak ve imtiyaz kopartmaktan başka bir şey düşünmedikleri apaçıktı. Bu durumdan endişelenen padişah, Avrupa'da gittikçe ehemmiyet ve nüfuzu artan Almanya'ya meyil göstermiştir. Buna karşılık Almanya da iktisadi gelişme dolayısı ile kendine yeni iş bölgeleri aradığından Abdülhamid'e karşı bir dostluk çehresi göstermeyi uygun bulmuştur. İmparator II. Wilhelm'in 1898'de İstanbul'a, Suriye ve Filistin'e yaptığı seyahat de bu hesaplara dayanır. Sonuçta Almanya bazı imtiyazlar ve özellikle o zaman devletler arasında birçok çıkar çatışmalarına yol açan Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmiştir. Fakat bu imtiyaz müzakereleri Rusya'nın da yeni isteklerini ileri sürmesine vesile olmuş, Karadeniz bölgesinde demiryolu yapmak hakkını da bu devlet almıştır.




    1905 Temmuz'unun 21'inde Ermeniler tarafından Cuma selamlığında birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan bombayla yapılmış suikastten bir tesadüf sonucunda kurtulmuştu. Son zamanlarda iç ve dış zorlukların artması, halkın hürriyetten mahrum ve baskı altında tutulması memnuniyetsizlikleri son haddine getirmiş ve yabancı devletlerin yeni bir taksim teşebbüsüne hazırlandıklarının sanılışı bir inkilap zaruretini ortaya koymuştur. Avrupa'daki yurtseverlerle Makedonya 'daki aydın subaylar, durumun düzelebilmesi ve devletin kurtulabilmesi için Kanun-ı Esasi hükümlerinin yürürlüğe konmasını tek çare olarak düşünmekteydiler. Büyük devletlerin yeni müdahalelerini hissettiren hareketleri, inkilap gayretlerinin hızlanmasına sebep oldu. Rumeli 'de inkilap taraftarlarının süratle çoğalması gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup subaylar tarafından Manastır'da I. Ferik Şemsi Paşa'nın öldürülmesi, Müşir Tatar Osman Paşa'nın dağa kaldırılması ve bazı subayların da çetelerle dağlara çıkması gibi hadiseler cemiyetin Manastır ve Selanik merkezlerinden telgrafla saraya bildirilince, Abdülhamid Kanun-ı Esasi'nin yürürlüğe girdiğini ilana mecbur oldu (23 Temmuz 1908). Böylece Osmanlı İmparatorluğu'nda İkinci Meşrutiyet dönemi başladı. Ne yazık hürriyetin ölçüsüz bir şekilde taşması, hükümet otoritesinin büsbütün kırılması ve muhtelif unsurların ayrılma meyillerini dışarıya vurmaları devleti eskisinden daha buhranlı bir vaziyete düşürdü. Bu sırada Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş olan avcı taburlarının önayak olduğu bir irtica hareketi patlak verdi (31 Mart 1325-13 Nisan 1909). Bunun üzerine Rumeli'de bulunan Meşrutiyet taraftarları subaylarla İstanbul'dan kaçıp onlara ilhak edenlerin "Hareket Ordusu" adı ile teşkil ettikleri kuvvet, İstanbul'a yürüyen irticaı bastırdı. Abdülhamid ihtiyatla hareket etmiş olmakla beraber, irtica hareketlerinden istifade ettiği öne sürülerek Birinci Meşrutiyet'tekine benzer bir akıbete meydan vermemek maksadıyla Ayastefanos'ta (Yeşilköy) Umumi Meclis halinde toplanmakta olan Mebusan ve Ayan'ın kararıyla tahttan indirildi.

    Bundan sonra II. Abdülhamid Selanik'e gönderilmiş ve orada Alatini Köşkü’nde gözaltına tutulmuştur. Balkan Harbi çıkınca da İstanbul'a getirilerek, Beylerbeyi Sarayı'nda oturmuş ve 10 Şubat 1918'de ölmüştür.
    :rolleyes:

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Osmanlı Ansiklopedisi

    ABDÜLMECİD (1823-1861)

    Osmanlı hanedanından otuz birinci padişahtır.

    II. Mahmud ile Bezmialem Sultan'ın oğludur. 23 Nisan 1823 (11 Şaban 1238)'de doğdu. 3 Temmuz 1839 (19 Rebiyülahır 1255)'da Osmanlı tahtına çıktı.

    Bu sırada devlet türlü tehlikeler içinde bulunuyordu. II. Mahmud'un son zamanlarında Osmanlı orduları Mısır valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine üstüste yenilmiş ve imparatorluğun yaşaması ancak Avrupa devletlerinin rekabetinden ileri gelen, yardımlarına bağlı kalmıştır. Genç padişah sadrazamlığa getirdiği Husrev Paşa'nın yaptıklarını unutacağını ve affettiğini söyleyerek Mısır meselesini yumuşaklıkla yatıştırmak istemiştir. Oysa Nizip bozgununun haberi, İstanbul'a, cülustan dört gün sonra gelmiş ve Kaptan-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, rakibi olan Husrev Paşa'nın düşmanlığından korkarak Mısır'a kaçıp donanmayı Mehmed Ali'ye teslim etmiştir. Devletin ordusuz ve donanmasız kaldığı ve Babıali bir karar ve hareket için yabancı devlet elçilerinin ağızlarına baktığı sırada Londra elçiliğinde bulunan Mustafa Reşid Paşa'nın cülusu tebrik vesilesiyle İstanbul'a dönmesi ve padişahı Tanzimat Fermanı'nın ilanına razı etmesi Abdülmecid'in ilk saltanat yıllarında gerçekleşmiştir.

    Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 günü ilan edilmiştir. Mustafa Reşid Paşa fermanı Sultan Abdülmecid ile vükela, ulema, yabancı elçilerle halk huzurunda ve Gülhane Meydanı'ndaki kasırda okunmuştur. Fermanda şahsi hürriyetler yani can, mal ve namus emniyetinin yeni kanunlarla teminat altına alınacağı vaad ediliyordu. Yeni kanunların yeni kurulan meclisler tarafından hazırlanarak padişah tarafından onaylanacağı belirtiliyor, böylece hükümdarın temsil ettiği siyasi iktidara bu meclisler de iştirak ettiriliyordu. İnsancıl esasları kapsayan bu ferman, Batı'da iyi tesir yapmış ve Mısır meselesinin de hallini kolaylaştırmıştır. Mehmed Ali'yi tutan Fransa'nın müzakere dışı bırakılması suretiyle İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında Londra Mukavelesi (15 Temmuz 1840) imzalandı. Antlaşmamn imzalanmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket eden devletler, Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı hakimiyetine bağlanmasını sağladılar.

    Bundan sonra Fransa'nın da katılmasıyla Londra'da imzalanan Boğazlar Antlaşması da (1841) Boğazlar üzerinde Osmanlı hakimiyetini tasdik etmiştir.

    Avusturya'ya karşı 1848'de ayaklanıp Rus kuvvetlerinin yardımıyla mağlup olan Macar ihtilalcilerinin bir kısmı Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Mültecilerin teslimi için Avusturya ve Rusya Babıali'yi tazyik ettikleri halde Reşid Paşa'nın himmetiyle Macar ihtilalcileri teslim edilmedi. Sultan Abdülmecid devrinin önemli olaylarından biri olan bu mukavemet, İngiltere ve Fransa'da Osmanlı Devleti lehine pek iyi bir tesir yaptığı gibi Macarlar arasında Türklere karşı derin bir sevginin uyanmasına da sebep olmuştur.

    Macar ihtilalinin akisleriyle ve Rusya'nın da teşvikiyle Eflak ve Boğdan'da Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ayaklanmalar oldu. Ayaklanmayı bastırmak üzere Serdar-ı ekrem Ömer Paşa kuvvetleri harekete geçince Ruslar da Boğdan'a girdiler. Fakat zamanın şartlarını savaş açmaya elverişli görmeyen Ruslar daha ileri gidemediler ve Babıali ile 1849'da Baltalimanı Mukavelenamesi'ni imzaladılar ki bu mukavele Eflak ile Boğdan'da Osmanlı Devleti'yle Rusya'ya müşterek bir işgal hakkı veriyordu.

    Sultan Abdülmecid devrinin en önemli olayları arasında Kırım Savaşı'yla ondan sonra yapılan Paris Antlaşması'nı kaydetmek gerektir. Kudüs ve civarında Hıristiyanlarca kutsal sayılan ve Katolikler ile Ortodokslar arasında bir türlü paylaşılamayan imtiyazlar meselesi tekrar canlanmıştır. Fransız Cumhurbaşkanı Louis-Napoleon, Katoliklere hoş görünmek için bazı taleplerde bulunduğu gibi Osmanlı tabiiyetindeki Ortodoksların koruyucusu kesilen Rusya da bu işe karışmıştır. İstanbul'a gönderilen Rus fevkalade elçisi Prens Mençikof'un istedikleri reddolunduğundan Rusya, Eflak ve Boğdan'ı işgale kalkıştı. Babiali’de Rusya'ya savaş ilan etti (1853). Serdar-ı ekrem Ömer Paşa'nın Tuna cephesinde başarılı hareketlere girişmesiyle başlayan savaş, Rusların Silistre kuşatmasında yenilmeleriyle devam etti. Fakat Ruslar Sinop Limanı'nda bulunan Osmanlı donanmasını birdenbire basarak yakmayı başardılar. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti 'yle tedafüi ve tecavüzi (müdafaada ve saldırıda birlik) bir ittifak anlaşması imzala***** (12 Mart 1852) savaşa girdiler. Daha sonra Sardunya Krallığı da Rusya aleyhine olarak bu savaşa karıştı. Müttefikler bir yıla yakın kuşattıkları Sivastopol'u zaptetmeye muvaffak oldukları sırada Ruslar da Anadolu'da Kars'ı ele geçirmişlerdi. Savaş sırasında Avusturya'nın da katılmasıyla yapılan görüşmeler sonucunda barışın esas şartları belirlenerek Ruslara kabul ettirildi.

    Bunun üzerine Paris Kongresi toplandı. Avrupa büyük devletleri delegelerinin bulunduğu bu genel kongrede hazırlanan anlaşma metni 20 Mart 1856'da imzalandı.

    Paris kongresinden biraz evvel Sultan Abdülmecid Gülhane Fermanı'nı tamamlayan ve teyid eden bir Islahat Fermanı neşretti (18 Şubat 1856). Bu ferman, Hıristiyan tebaanın şahıs ve mal emniyetini, onların mezhep ve tedrisat hürriyetlerini teyid ediyor, bütün tebaanın eşitliği kabul edildiği gibi Türk ve Müslüman olmayanların dahi memurluklara ve askerlik hizmetlerine girebileceklerini bildiriyordu. Sultan Abdülmecid, cülusundan itibaren siyasi güçlüklerden fırsat buldukça ıslahata ve özellikle eğitim alanında yeniliklere girişmekten geri durmamıştır. 1841'de Sultanahmed Camii içinde "Mekteb-i Maarif-i Adli" adıyla ilk rüştiye açılmış, daha sonra İstanbul'un beş yerinde rüştiye kurulmuş ve 1852 'de de 25 il merkezinde rüştiyeler açılmıştır.

    Rüştiyelerin üstünde olmak üzere Bezmialem Valide Sultan'ın yaptırdığı şimdiki İstanbul Kız Lisesi binasında "Darü'l-Maarif" adıyla lise derecesinde bir okul kurulmuştur. Sultan Abdülmecid hemen bütün okulların açılmalarında, imtihanlarda diploma dağıtılması, cami derslerinde icazet verilmesi gibi merasimde hazır bulunur ve okutanlarla okuyanları teşvik ederdi.

    1845'de Darülfünun (üniversite) binası yapılmasına başlandı ve açılacak üniversitenin öğretmenlerini yetiştirmek üzere Avrupa'ya öğrenci gönderildiği gibi kitaplarını hazırlamak üzere bir Encümen-i Daniş (İlim Akademisi) kuruldu (1851). Paris'te tahsilde bulunan gerek sivil, gerek askeri öğrenciler için "Mekteb-i Osmani" adıyla bir okul da kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Harbiye Mektebi için Fransa'dan öğretmenler getirildi. 1848'de ilk Darü'l-Muallimin ve 1858'de orta derecede olmak üzere ilk Mülkiye Mektebi kuruldu. İzmit Kağıt Fabrikası da 1847'de yapılmış, üzerinde "eser-i cedid" damgası bulunan kağıtları imal etmeye başlamıştır.

    1846'da Mehmed Ali Paşa'nm padişah idaresine güven du***** İstanbul'a gelişi, Osmanlı Devleti 'nin içte ve dışta itibarını ve nüfuzunu arttırmıştır. Bu olay, hariciye nazırlığından sadrazamlığa yükselen Mustafa Reşid Paşa için bir mükafat sayılmaktadır.

    Paris Antlaşması’ndan sonra Adliye ve Maarif Nezareti kurulmuş, yeni kanunlar yapılmış, Avrupa ile ticari ve mali münasebetler artmıştır. Avrupa'dan yapılan borçlanmaların bir kısmıyla faydalı eserler meydana getirilmişse de büyük bir kısmı da saraylar ve kasırlar yapılmasına harcanmıştır. Yenibahçe'deki Gura-ba Hastanesi'yle Haseki Kadın Hastanesi bu dönemin eserlerindendir. Hırka-i Şerif'te ve Ortaköy'de yapılan iki minareli camilerle Yahya Efendi civarında ve Teşvikiye'de meydana getirilen birer minareli camiler, Harbiye ve Bahriye mektepleri, Mecidiye adını taşıyan kışlalar, Dolmabahçe Sarayı gibi istanbul'un başlıca binaları, Sultan Abdülmecid zamanının eserleridir. Saraylar, kasırlar, düğün ve eğlenceler için yapılan harcamalar, halk arasında kötü söylentilere sebep olduğu gibi memleketin bir çok yerinde karışıklıklar da başgöstermiştir.

    Bunlar arasında 1860'da Suriye'de Dürziler ile Maruniler arasında çıkan çarpışmaya Fransızlar müdahale etmiş ve bu kargaşalığı Fuad Paşa'nm şiddetli icraatı yatıştırmıştır. Eflak ve Boğdan'la Karadağ'da da bazı ayaklanmalar olmuştur. Meşhur Cizre Emiri Bedirhan Bey 1846'da İstanbul'a getirilmiş ve Kürdistan'daki isyanın bastırılmasına hizmet edenlere mahsus bir de nişan ihdas olunmuştur.

    Abdülmecid'in ölümünden biraz önce özellikle mali buhranların tesiriyle onun tahtından indirilmesi için gizli bir teşebbüs yapılması (Kuleli Vakası) bu padişaha karşı ilk zamanlarda duyulan sevgi ve güvenin gittikçe azaldığını gösterir.

    Sultan Abdülmecid, 25 Haziran 1861'de tutulduğu veremden ölmüş ve Sultan Selim Türbesi'ne gömülmüştür.

    Sultan Abdülmecid nazik, yumuşak ve zeki olmakla beraber zayıf ve gevşek bir hükümdardı. Islahata samimi taraftar olmakla beraber bunları kendi başına ilerletecek kudrete sahip değildi. Fakat saltanatında Mustafa Reşid, Ali ve Fuad paşalar gibi kıymetli devlet adamlarının bulunması talihini ve onları iş başına getirmesi de dirayetini ispat eder.

    Bazı kusurlu ve zayıf taraflarına rağmen uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki dirayeti sayesinde Abdülmecid'in saltanatı XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin nispeten itibarlı bir dönemidir. Abdülmecid'in oğullarından V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed (Reşad) ve VI. Mehmed (Vahdeddin) sıra ile tahta çıkmışlardır.



    ABDÜLMECİD EFENDİ (1868-1944)

    Osmanlı saltanatının son veliahdı ve son halifesidir.

    Sultan Abdülaziz ile Hayranıdil Kadın'ın oğludur.

    Muntazam bir eğitimi olmamakla beraber aydın ve ressamlığa hevesli olarak tanınmıştır. 1918'de Vahdeddin'in VI. Mehmed unvanıyle tahta çıkması üzerine veliaht olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce 1 Kasım 1922 'de saltanatın kaldırılması üzerine veliahtlık sıfatını kaybetmiş oldu. Ancak 18 Kasım 1922'de halifeliğe seçildi. Cumhuriyet'in ilanından dört ay sonra, 3 Mart 1924'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye hudutları dışına çıkarılmasına karar vermiş ve bu karar ile Abdülmecid Efendi de yurt dışına çıkarılmıştır.

    1944'te Paris'te ölen Abdülmecid Efendi'nin ailesi naşını Türkiye'ye göndermek için yaptıkları müracaatlar sonuçsuz kalınca, 30 Mart 1954'te Medine, Harem-i Şerif’te gömülmüştür.
    :rolleyes:

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •