ÇOCUĞUNUZU TERBİYE EDERKEN BUNLARA DİKKAT!
Bütün hayatımızı eksiklikler, aksaklıklar üzerine kuruyoruz, âdeta… Birçok davranışımızın altında korkularımız ve kaygılarımız yatıyor belki de. Oysa olumlu yanlarımıza odaklansak belki de daha güzelleşecek ya da belki eksiklikler kendiliğinden kaybolacak, kim bilir… Hele de mevzubahis olan henüz hayatı öğrenme aşamasında olan çocuk ve gençler ise buna daha çok önem vermeliyiz.
Eskilerin, özellikle Allah dostlarının terbiyesinde bir usûl var ki, insan fıtratından ve ruhundan anlamada bütün psikoloji kitaplarını geride bırakacak cinsten… O da “her kusurun kişinin yüzüne vurulmaması”!.. Hele de mevzubahis olan henüz hayatı öğrenme aşamasında olan çocuk ve gençler ise…“Ayıpların örtülmesi tavsiye edilen bir kültürel altyapıya sahip anne-babalar, nasıl oluyor da çocuklarının ayıplarını yüzlerine vuruyor; onları konu-komşu önünde teşhir ediyor, gerçekten garibime gidiyor doğrusu…” (Âdem Güneş, Çocuk Deyip Geçmeyin)Oysa mahçup edilen her çocuk, zamanla mahçup olma özelliğini kaybediyor. Acımasızca yapılan eleştiriler, kişinin vicdanına değil, nefsine hitap ediyor çoğu zaman… Böylece karşımızda nefsini müdaafa etmeye çalışan bir insan görüyoruz. Netice ise, çatışmadan ibaret kalıyor ya da sindirmiş oluyoruz.
DEVAMLI ELEŞTİRME“Eğer, bir çocuk sürekli eleştirilmişse; kınamayı ve ayıplamayı öğrenir.” (Dorothy Law Nolte)
“Kusurları yüze vurma”nın son basamağında, belki de “aşağılama” vardır. Sürekli eleştirilen, aşağılanan insan; bir süre sonra başkalarını “aşağılamayı” da öğrenecektir. Yaşadıklarını çevresine yaşatarak bir üstünlük kurmaya çalışacaktır. “Aşağılayıcılık bulaşıcıdır. Aşağılanmışlar, aşağılanmanın acısını, başkalarını aşağılayabildiği kadar dindirebildiklerini fark ettiklerinde, aşağılamanın hazzını da fark edeceklerdir, bir süre sonra…”Ne Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında, ne de sahabe hayatında böyle bir örnek yoktur. Annesi tarafından Rasulullâh’a hizmet etmesi için getirilen Hazret-i Enes:“-On yıl Resûlullah’a hizmet ettim. Bu müddet sırasında beni ne dövdü, ne azarladı, ne tahkir etti, ne de bir defacık surat astı.! demiştir. Başka bir misal ise; müezzini taklit eden çocuğun ezanla alay edişi… Peygamber Efendimiz, o çocuğu yanına çağırarak sanki ezanla alay ettiğini anlamamış gibi, ciddi bir tavırla:“-Haydi, bize de bir ezan oku!” buyuruyor. Çocuk utanıp bildiği kadarıyla güzelce ezan okuyor. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğun sırtını sıvazlayıp hediyeler veriyor:“-Mübarek olsun!” diyor.Çocuk, olup bitene şaşırıp kalıyor ve bu hâdise, hayatında unutulmaz bir iz bırakıyor. Aradan yıllar ve bu çocuk, Mekke’de müezzinlik yapmaya başlıyor.Evet, O bir peygamberdi. Fakat onu örnek alanlar, O’nun öğrettiği yoldan giderek nâzikçe insanları eğitmişler; eksik ve kusurlarını örtmüşler, görmezden gelerek hoş görmüşlerdir. Bazen de hatasını yüzüne vurmadan, incitmeden söylemenin yollarını araştırmışlardı. Peygaamber Efendimizin mübârek torunları, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin Efendilerimizin yanlış abdest alana, nasıl müdahale ettiklerini hepiniz hatırlarsınız. O adamın yanına giderek:“-Hangimizin daha doğru bir abdest aldığını bilemedik amca, sen bize hakem olur musun!” demişlerdi.Sonra ikisi de en güzel şekliyle abdest almışlar, adam, kendi eksiklerini görerek, onlara:“-Âferin evlâdım. İkinizin abdesti de çok güzelmiş! Eksik olan benimkiymiş…” demişti.