Büyük doğumların ve iz bırakan hareketlerin temelinde Asr-ı Saadet'in izdüşümü denebilecek bir hayat tarzı vardır. Her dönemde insanlığa yeni ufuklar gösterenler, doya doya sıcak bir çorba yudumlayamayan, sırtlarına geçirecek bir palto bulamayan ve dünya nimetlerinden kâm alma peşine at'iyen takılmayan kimseler olmuşlardır. Fakat onlar öyle beklentisiz ve o denli fedâkarâne yaşamışlardır ki, maddî fakirliklerine rağmen mana âleminin sultanları hâline gelmiş ve bütün mü'min gönülleri kendilerine taht olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri'nin ilk talebeleri de o kıvamda insanlardır.

"O günlerde (kendi gençlik günlerinde) Isparta'da ikamet eden Üstad Hazretleri, Doğu'ya bir talebesini göndermişti. O zat, halkın içinde bazı hakikatleri anlatırken, dizlerindeki yamaları göstermemek için, sırtındaki eski pardösünün etekleriyle onları kapamaya çalışıyordu. Anlattığı hakikatler de çok cazip gelmekle beraber, asıl onun kendi hâli, sadeliği, samimiyeti ve bir sahabe hayatı yaşaması bana çok tesir etmişti. Onu görünce, 'Aradığım insanları şimdi buldum' demekten kendimi alamamıştım. Zaten, ondan sonra etrafa saçılan ışıktan tohumlar, o tohumlar üzerine bina edilen büyük kompleksler ve dünyanın yedi bucağında açılan okullar hep bu 'ilkler'in tesiriyle hasıl olan samimiyet zemininde ve onların izinden giden insanların gayretleriyle gün yüzüne çıktı."

Risale-i Nur hareketi, ilk bakışta Türkiye'ye has bir hareket gibi görünse de özünde cihanşümul ve âlemi kucaklayan bir programdır. Zaten yaşadığımız çağın gereği olarak her ciddi teşebbüs küresel bir hüviyete sahip olmak zorundadır. Esasen Kur'an'a ve Hazreti Muhammed'e atıf yapan her dava böyle olmakla mükelleftir. "Nur davası nasıl başladı, nasıl gelişti, hangi safha ve çilelerden geçerek bugünlere geldi?" gibi sorular artık cevapsız kalmıyor. Tarih yapan insanların aynı zamanda tarihi de yazılıyor. Her ne kadar Risale-i Nur'un tarihini yazmakta odak noktasını "Bediüzzaman ve Hayatı" teşkil ediyorsa da muhitsiz merkez düşünülemeyeceği için, Üstad'ın yakın ve uzak çevresinin belirlenip gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Aslında bu işi ilk planda Bediüzzaman Hazretleri'nin kendisi yapmış. Risalelere bu zaviyeden bakıldığında Üstad'ın kendisine yardımcı olan ilk ve yakın talebelerini çeşitli vasıf ve özellikleriyle, faziletleriyle ve hatta yedikleri şefkat tokatlarıyla tanıttığı görülür. Mektubat, Lahikalar ve Şualar aynı zamanda Risale-i Nur tarihine dair hatıralarla dolu kitaplardır.

Zübeyir Gündüzalp (ağabey) de Risale-i Nur tarihinin en önemli simalarından biridir. 1920 senesinde Konya Ermenek'te dünyaya gelir. Kökleri hem anne hem baba tarafından Kafkasya'ya dayanır. Aile, dedesine izafeten Zivar ismini uygun görmüştür. Bu isim daha sonra Bediüzzaman Hazretleri'yle ilk tanışmasında Üstad tarafından "Zübeyir" olarak değiştirilecek ve öyle kalacaktır. Zübeyir Gündüzalp'in çocukluğu da Ermenek'te geçer. Hareketli, çevik ve cesur bir çocuktur. Bediüzzaman Hazretleri'nin, "Zübeyir, ben seni daha bir çocukken manevi himayeme almıştım." buyurduğu Zübeyir Gündüzalp, daha çocuk yaşlarında sık sık oruç tutar, Ermenek'in yüksek yerlerindeki kayalıklara çıkarak tefekküre dalardı. Genç yaşlarında Ermenek Postanesi Müdürü Şefik Bey'in desteğiyle postanede memur olarak çalışma hayatına atılır. Askerliğini Balıkesir Susurluk'ta tamamlayan Zübeyir Gündüzalp, Konya eşrafından Sabri Halıcı'nın dükkânında ilk defa Risale-i Nur derslerine katılmaya ve Risale okumaya başlar. Üstad'la ilk karşılaşması ise 1946 senesinde Üstad'ı Emirdağ'da ziyaretinde olmuştur. Üstad'ın yanına vardığında Üstad, "Hoş geldin kardaşım!" diye karşılar ve ismini sorar. "Ziver Efendim" cevabını verince, Üstad, "Hoş geldin Zübeyir kardaşım!" der. Gündüzalp, "İsmim Zübeyir değil, Ziver, Efendim." diye düzeltmeye çalışır, ancak Üstad yine "Hoş geldin Zübeyir kardaşım…" diye tekrarlar. Bu olaydan sonra hep Zübeyir ismini kullanır.

Afyon hapsinde Bediüzzaman'la birlikte bulunan ve o dönemde yaptığı müdafaalarla adından söz ettiren Zübeyir Gündüzalp, daha sonra Üstad'ın Urfa'ya gitmesi üzerine tayinini Urfa'ya aldırır. 1953 senesinde Üstad'ın isteğiyle daimi olarak yanında kalmaya başlar. Böylece Üstad'ın vefatına kadar fasılasız olarak sürecek beraberlikleri başlamış olur. Üstad'ın vefatından sonra Zübeyir Gündüzalp Nur talebeleri için devamlı bir müracaat mercii olmuştur. 1963 yılında gazete çıkarmaya teşebbüs eden bir kısım Nur talebelerine çok ağır şartnameler eşliğinde onay verir. Hayatı boyunca bedeni rahatsızlıklardan kurtulamayan Zübeyir Gündüzalp, 2 Nisan 1971 günü yaklaşık on senedir ikamet ettiği Kirazlımescid'deki medresede fani hayata veda eder....alıntııdır....