***
DIŞARDA
Points: 455.346, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 100,0%
Achievements


İnsan, akıl ve düşünme
İnsan, akıl ve düşünme
İnsan aklı, kainatta en önemli bir meyve olarak kabul edersek, aklın kendisini yaratan Yaratıcı’yı tanıması nihai varlık sebebi olabilir; aklın diğer bütün faaliyetleri de bu sonucu vermesi açısından önemli ve anlamlıdır. Akıl, kainatı tarayacak, insan denilen müstesna varlığı tanıyacak ve bütün bunlar onu Yaratıcı’sına götürecektir. Çok zeki olduğu halde bu sonuca ulaşamayan, yani aklını kullanamayan veya kendisine doğuştan bir potansiyel olarak verilmiş olan aklını kuvveden fıile çıkaranıayan insanlar (bilim adamlan, düşünürler) gelip geçmiştir. Burada bir bakıma felsefe-hikmet ayırımını da görebiliriz: Sürekli analitik kalmaya mahkum bir çeşit zeka oyunu olan felsefe ile akli muhakemenin ulaştığı hikmet arasındaki ayırım. Bediüzzaman Kur’an’ın mahiyetinden bahsederken buna dikkat çeker: “Mesela Kur’an güneş için der: ‘Döner bir siracdır, bir lambadır.’ Zira Güneşten, Güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor, belki bir nevi intizamın zenbereği ve nizamın merkezi olduğundan; intizam ve nizam ise, Sâni’in ayine-i marifeti olduğundan bahsediyor. Evet der: ‘Güneş döner.’ Bu ‘döner’ tabiriyle; kış, yaz, gece, gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufat-ı kudreti ihtar ile, azamet-i Sânii ifham eder... Şimdi bak: Şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak diyor ki: ‘Güneş, bir kitle-i azime-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyaratı etrafında döndürüp, cesameti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir’ İşte insan zekasının bugün geldiği seviye, varlık alemini bilimsel gözlem ve deneylerin sonuçlanyla çok detaylı olarak tanıtıp şerhedebiliyor. Fakat bir adım daha atarak bu varlık mucizesinin arkasındaki ilim ve kudreti görebilmek, ancak aklın faaliyet alanına giren, aklın kullanılmasıyla mümkün bir husus oluyor (Kader açısından da bir nasip meselesi.). Yani, tek başına zeka yeterli olmuyor. Kur’an’ın,“Göklerin ve Yer’in yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşisıra gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği bir su ile, ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre amâde bekleyen bulutları döndürmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) pek çok deliller vardır.” (2/164); “Allah, dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse ona pek çok hayır ve üstünlük verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar.” (2/269); “İşte Allah ölüleri böyle diriltir, size alametlerini gösterir, ta ki, akledesiniz.” (2/73) gibi ayetleri zekanın faaliyet alanını aşan, ancak aklın nasibi olan ve insanı hikmete götüren bu idraki, bu akletmeyi, bu muhakemeyi ortaya koymaktadır. Bu yüzden Kur’an “akıl sahipleri” diyor, “zeka sahipleri” demiyor. Çünkü zeka, akıl için sadece bir ön şart. Zeka yoksa akıl zaten yok. Nihai hedef akıl. Kur’an aklı muhatap alıyor. Çünkü idrak ve muhakeme, nihai karar ve tercih akıl ile olacak. Bu yüzden denebilir ki, Kur’ani manada tefekkür, zekanın hakikati arayışıdır, kendini en doğru şekilde, en doğru yerde kullanmasıdır ve akletme denilen olayın ta kendisidir. Böyle bir akıl, zekanın faaliyetiyle toplanan bilgilerin arkasındaki hikmeti görmekte, yani sadece kuru bilgi aşamasında kalmamaktadır; bir üst fakülte olarak fonksiyon görmektedir. Zeka gerçeği ve görünür realiteyi, akıl ise hakikati algılamak üzere yaratılmıştır. Yani sahaları farklıdır. Böylece, ancak niyeti hakikati arayıp bulmak olan kişiler bunu başarabilir, hakikate uygun kararlar alabilirler.
Gerçek yalandan, iyi kötüden, doğru yanlıştan akl-ı selimle ayırt edilebilir, zeka ile değil. Zeka realiteyi tespit eder, akıl kişinin niyetine göre bu tespiti yorumlar ve kendince bir yere oturtur. Akıl, hislerin önünde tutulabilirse sağlıklı muhakeme yapabilir. Bunu başaran insanlar için hakikat tektir, değişmez. Aksi durumda insan sayısınca doğru ortaya çıkar. Bu yüzden “aklın yolu birdir” denilmiştir. Aklın kullanılamaması, nefsin ve hislerin onun önüne perde olmasından dolayıdır genellikle. Bu, peşin hükümlülük, şartlanmışlık ve nefsani, hissi tepki şeklinde tezahür eder. Hisler ise kalp ile alakalıdır. Kur’an, “Kalpleri vardır, hissetmezler.” derken, sıhhat ve selametini yitirmiş bir kalbi nazara verir.Burada bir diğer önemli husus, kalbin de bir şuur melekesiyle donatılmış olabileceğidir.
Sonuçta zeka, aklın kullanılması için bir kapasitedir. Sonrası kişinin niyetine kalmıştır ve ona göre şekillenir.Bediüzzaman, hayatta dört önemli hakikate ulaştığını söyler; bunlardan biri de niyettin Niyet aslında kalbin meylidir ve akli muhakemenin yönünü ve sonucunu belirler.Yani, eğer kişinin niyeti hakikati aramak değilse, “kalp gözünün körelmesi” ifadesiyie anlatılmak istenen, akli muhakemenin dumura uğraması hali söz konusu demektir. Böyle bir durumda, kişinin çok zeki olmasının, hakikat adına ona kazandıracağı hiçbir şey yoktur.
yrd.Doc.Ömer said gönüllü