2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Musibetler ve kader inancı

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    nww Musibetler ve kader inancı

    Fatih Bey: “Hastalıkları, doğuştan sakatlıkları kader açısından değerlendirir misiniz?”


    Hastalıkların, doğuştan getirilen sakatlıkların, sonradan meydana gelen özürlerin ve muhtelif yaratılış eksikliklerinin görünen acı ve ıztıraplı yüzüne bakıp hüzne kapılmamalı, kusurlu bir biçimde dünyaya geldiğine pişmanlık göstermemeli; perde arkasındaki büyük mükâfat cihetine, eşsiz güzelliğine ve Allah’ın rızasını kazanmaya elverişli yüzüne bakıp sabretmelidir.

    Bediüzzaman Hazretlerine göre, musibet ve hastalıklarda insanın üç vecihle şikâyete hakkı yoktur:

    1- Cenâb-ı Hak insana giydirdiği vücut elbisesini sanatına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut elbisesini o model üstünde kesiyor, biçiyor, değiştiriyor, muhtelif isimlerinin cilvelerini gösteriyor. Şafi ismi hastalıkları istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı ve susuzluğu gerektiriyor. Ve hâkezâ… Mülk sahibi Allah’tır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf etmeye elbette hakkı vardır.

    2- Hayat musibetlerle ve hastalıklarla arınır, olgunlaşır, kuvvet bulur, yükselir, netice verir, mükemmele ulaşır ve hayatî vazifesini yapar. İstirahat içinde monoton, tekdüze ve hastalıksız bir hayat, mutlak hayır olan vücuttan ziyade, mutlak şer olan yokluğa daha yakındır ve yokluğa bakar.

    3- Bu dünya bir imtihan meydanı ve bir hizmet yurdudur. Lezzet, ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem hizmet yurdudur ve ibadet mahallidir. Hastalıklar, sakatlıklar ve musibetler -dinî olmamak ve sabretmek şartıyla- o hizmete ve o ibadete çok uygun düşüyor ve kuvvet veriyor. Ve her bir saati, bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şikâyet değil, şükretmek gerektir.

    Said Nursî Hazretlerine göre ibadet iki kısımdır:

    1-Müsbet ibadet. Bu kısım, bildiğimiz namaz, oruç, zekât ve hac gibi irademize bağlı olarak yaptığımız ve yapılması Cenâb-ı Hak tarafından emredilen ibadetlerdir.

    2-Menfî ibadet. Bu kısım ibadet, hastalıklar, sakatlıklar, musibetler ve âfetler gibi insanın iradesi dışında gelip, insana Allah’ın aciz ve zayıf bir kulu olduğunu tam bildiren tecellilerdir. Bu yol ile musibete uğrayan, sakat kalan, hasta olan ve sıkıntı çeken kul zayıf olduğunu, aciz olduğunu tam hisseder, Rabb-i Rahîm’ine tam yönelir, tam sığınır. Yalnız O’nu düşünür, yalnız O’na döner, yalnız O’ndan yardım ister, yalnız O’ndan medet bekler, yalnız O’na yalvarır. Böylece halisane ve masumane bir ibadet dairesi içine girer. Allah’ın kulu olduğunu, Allah’ın yardımı, merhameti ve inayeti olmasa bir hiç olduğunu tam hisseder. Bu tür ibadete riya girmesine imkân yoktur. Onun için halistir.

    Musibete uğrayan, hasta olan, sakat doğan veya sakat kalan kişi eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o zaman her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta öyle hastalar, özürlüler, sakatlar ve musîbetzedeler var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçmektedir.

    Üstad Bediüzzaman’a göre, Cenâb-ı Hak hadsiz kudretini ve sonsuz rahmetini göstermek için insanı hadsiz derece aciz ve sonsuz derece fakir yaratmıştır. Hem isimlerinin hadsiz nakışlarını göstermek için insanı hadsiz elemlere ve lezzetlere mazhar kılmıştır. Nitekim insanın mahiyetinde yüzlerce duygu ve latîfe vardır ki, her birisinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazîfesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Âdeta büyük insan olan kâinatta tecellî eden bütün isimlerin, küçük kâinat olan insanda da cilveleri vardır. Sıhhatte ve âfiyette olmak, lezzetleri hissetmek, güzel tatları tatmak ve mutlu olmak gibi nimetler nasıl şükür gerektirir ve şükür dedirtir, o vücut makinesini çok cihetlerle vazifesine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olursa; musibetler, hastalıklar, özürler, sıkıntılar, dertler, elemler ve muhtelif arızalar da o vücut makinesinin diğer çarklarını harekete getirir, heyecan verir. İnsanın mahiyetine konulmuş olan acz, zaaf ve fakr madenini işlettirir. Böylece insan yalnız bir dil ile değil, her bir azanın dili ile Allah’a sığınır, duâ eder, Allah’tan ister ve Allah’a niyaz eder. Güya insan o arızalar dili ile ayrı ayrı binler kalem hükmünde hareketli bir kalem olur. Hayat sayfasında misal âlemine giden levhalarda hayatının şükürlerini, zikirlerini ve tesbihlerini durmadan yazar. Allah’ın isimlerini böylece ilân eder, Allah’ın isimlerinin manzum bir kasidesi hükmüne girer, fıtrat ve yaratılış vazifesini tam yapar.1

    Allah, ehl-i imanın hastalarına acil şifalar ihsan eylesin. Âmin.

    Dipnot:
    1-Lem’alar, s. 16–19.

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart

    Ruhsal hastalık ve (hayır mı şer mi ilmimizle bilemediğimiz yalnızca ALLAH TELANA'NIN ilminde gizli olan) cüz'i ilmimizle hayatımızda peşpeşe gelen olumsuz diye algıladığımız olaylar cereyan etmektedir. Sorgulamak bile Cenab-ı Hakk’ın gücüne gider der, bizim aile büyüklerimiz. Bu konuda yardım rica ediyorum.... Allah'a emanet olun. MUSTAFA



    Mesajınız hususiyet arzettiğinden kısaltmak durumunda kaldık, kusura bakmayın.
    Öncelikle geçmiş olsun. Rabbim (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i her türlü rûhi ve bedeni rahatszılklardan korusun. Rahatsız olanlara da âcil ve hasarsız şifalar ihsan eylesin. Merak etmeyin, bu yolun yolcusu mü’minler, zaten egoist / bencil değillerdir. Duaları hep müşterektir / ortaktır. Müsterih olun.
    Sevgili kardeşim; anlattığnıza göre siz, tedavi olacağım diye ilaçları (manevi tedbirleri-çareleri) epeyce çorba edip karıştırmışsınız. Bedeni rahatsızlıklarımızda bile bu kadar çok ve karışık ilacı düzensiz bir şekilde almanın yarar yerine zarar vereceğini bilirsiniz. Manevi reçetelerde de durum maddi reçetelerdekinden çok farklı değildir. Düzene-disipline, ölçüye dikkat etmek lazım.
    Rabbim (c.c.) kimseyi imtihan etmesin. O imtihan ederse, hangimiz bunu kazanabiliriz? Bizler zayıf kullarız, imtihana tahammül gücümüz yok. İltimas-ı ilahisi ve Habibinin yüzü suyu hürmetine imtihansız olarak huzuruna kâmil imanla çıkabilmeyi nasip eylesin. İmtihan belâ ve musibet demektir. Bunları Allah dostaları isteyebilir. Çünkü o tür sıkıntılar manevi derecelerin yükselmesi içindir, onlar buna tahammül gösterebilirler. Ama bizim gibilere yaraşan, uygun olan; Mevlamızdan af ve afiyet dilemektir. Kaldı ki şunu da unutmamak lazım; bu dünyada rahatın hiçbir cinsi yoktur. Bu âlem her yönüyle sıkıcıdır. Aslolan ahirettir. Hakiki manada saadet de selamet de oradadır. Burada hemen herkesin kendine göre dertleri-sıkıntıları vardır, dertsiz-sıkıntısız-meşakkatsiz, başı selamette olan insan hemen hemen yok gibidir. Hani meşhur sözümüzdür, “Allah dağına göre kar verir”. Bu noktada önemli olan, bu sıkıntı ve musibetlerden bizim nasibimize düşen kısma hamd ile (şükür’le değil) tahammül edebilmek ve bu arada gidermesi için de Cenab-ı Mevlâ’ya iltica etmek, maddi ve manevi çarelerine müracaat edebilmektir.
    Bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a.v.), hasta olan Hz. Ali’yi (r.a.) halini-hatırını sormaya gitmiş ve hangi dualar ettiğini sual etmiş; o da, Allah’tan sabır dilediğini söylemiştir. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Musibetimde bana sabır ver, demek yerine, neden: ‘Rabbenâ âtinâ…’ (Yâ Rabi! Bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver...) duasını okumuyorsun?” manasına gelen tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) yanından geçerken, “Ey Rabb’im! Senden sabır istiyorum” diye dua eden bir kişiye “Sen Allah’tan belâ istemiş oldun; bunun yerine O’ndan sağlık ve âfiyet (bedenî ve rûhi sıhhat) dile” buyurdular. [Bkz. Tirmizî, Sünen, Deavât, 94; Ali el-Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, I/292]
    Tabii burada musibetlerde sabır istemenin hem hastalığı arttıracağına dikkat çekiliyor, hem de hastalığın giderilmesi için uygun duaların yapılmasına işaret olunmuştur. Çünkü, hastalığın şifası için değil de ona karşı tahammül istemek, biraz da musibetten pek rahatsız olmadığı, hastalığını Allah’a şikâyet etmeye ihtiyaç duymadığı manasına gelmektedir.
    Diğer taraftan bu durum, henüz musibete ve hastalığa maruz kalmayan / uğramayan bir kimsenin sabır istemesinin, bela gelsin de sabredeyim, anlamına gelebileceğinden, bela ve musibet gelmediği zamanlarda dahi afiyet istemeye bir teşviktir.
    Müslümanlar olarak, belâ-musibet ve hastalıklar zamanında, hem isyan etmeyip sabredeceğiz, hem de musibetin kalkması için dua edeceğiz.
    “Sabredenleri müjdele. Onlar öyle kimselerdir ki, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Biz Allah’a aidiz ve vakti geldiğinde elbette ona döneceğiz’ derler.” [Bakara suresi, 155-156] mealindeki ayette, musibetlerde sabrın önemine işaret edilmiştir.
    S o n u ç
    Durumunuza sabretmekle birlikte dualarınızda da Mevlâ’dan dünya ve ahirette iyilik istemeye, af ve afiyet talebinde bulunmaya, hayır ve hasenat yapmaya devam edin. Ayrıca atalarımızın “Çatal kazık toprağa gitmez” sözlerini de unutmayın. Yolları çoğaltmak yerine sağlam olanda karar kılın.
    Rabbim (c.c.) iman, itaat, istikamet, sadakat ve teslimiyetten ayırmasın.
    halisece.com
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •