Başlığa bakanlar ‘’başka yazacak konu mu kalmadı’’ demiş olabilir. Belki kimisi de başlığa gördüğü an yazıyı okumayıp es geçecektir. Oysa amacım asla ne iç karatmak ne de ümitsizliğe sürüklemek. Hayat gibi ölümünde bir gerçek olduğunun altını çizmek ve bunun bilincine varmanın yaşam kalitesini nasıl artıracağına dikkat çekmektir. Çünkü ölüm bilinci toplumsal dönüşümlerin kökü olan bireysel değişimlerin en etkili elemanıdır.

Halil Cibran kendisine ölümü soranlara ‘’ siz yaşamı biliyor musunuz ki ölümü bilesiniz, Yaşama gövdenizi açmadan ölümün sırrına eremezsiniz. Çünkü yaşam ve ölüm birdir’’ demiş. Evet, ölüm ve hayat iki kardeş kavramdır .O kadar özdeş ve iç içedirler ki birini anlamak diğerine önem vermeyi gerektirir. Hayatı anlayan insan ölümün hakikatini anlar ve ona inanır. Bu inanç onu daha kıymetli ve anlamlı bir hayata iter. Şurası bir gerçektir ki, ölümün bilincinde olmayan insanın, yaşadığının bilincine varması da zordur.

Ölüm bilinci, insanın kendi hayatının bir gün biteceğine dair gerçeği görmesi ve bunu içselleştirmesidir. Hz.Muhammed(sav)’in ‘’ölmeden önce ölünüz’’ sözü, ölüm bilincinin daha özlü bir şekilde anlatımıdır. İnsanoğlu doğmakla zaten ölümü garantilemiş olmaktadır. Her canlı kendine verilen süreyi tamamlayacak ve yaşam dönüsünden elbet bir gün çıkacaktır.

Günümüz insanı pozitivist düşüncelerinde etkisinde kalarak ölümü bir kenara itmeye ve daha bir görmezden gelmeye başlamıştır. Oysa ki ölüm yok olmak değildir. Bu nedenle ölmekten korkmak yerine doğru ve kaliteli yaşayamamaktan korkmak gerekir.’’Uzak bir ülkede, koskocaman bir denizin içinde, küçük bir dalga varmış.. Özgürce denizin ortasında oradan oraya savrulur ve rüzgarın tadını çıkarırmış. Böyle gün be gün savrula savruıla, bir gün sahil kıyısına yaklaşmış küçük dalga. Ve o an uzağa baktığında, kendisinden çok daha büyük dalgaların bile, kıyıya vurduklarında kaybolup gittiklerini görmüş, tarifsiz bir korku içinde. Sonra kendi kendine yüksek sesle haykırmış; ‘’aman tanrım! Koca dalgalar bile yok olup giderken ne yapacağım şimdi ben !’’ Orada onu gören ve söylendiğini duyan başka bir dalga yanına yaklaşıp küçük dalgaya sorunun ne olduğunu sormuş ve küçük dalganın anlatısnı dinlemiş. Gülümseyerek demiş ki ‘’ Ey küçük dalga, ne diye kaygılanıyorsun ! Sen sadece bir dalga değilsin ki ‘ Sen bu denizin bir parçasısın !’’ Bu öyküdeki küçük dalga gibi sahile vurmaktan korkmak yerine, bu muazzam büyüklükteki denizin bir parçası olduğumuzu düşünmek, biz insanlara ölümü daha doğal karşılama ve ölüme değişik bir açıdan bakma olanağı sağlayacaktır.’’(1)

Ölüm bilincine sahip insanlar için hayatın her saniyesi değerlidir. Boş geçirecek her an onun için büyük kayıptır.Yaptığı her neyse onu, son kez yapıyormuş gibi hissederek yaşar. Hayattan daha çok zevk alır.Yaptığı her işin hesabını bilerek hareket eder. Ölümü gündeminden çıkaran insan ise hayatı aşırı sahiplenir ki, bu onun gerçek ölümü olur.

Doğan Cüceloğlu savaşçı adlı kitabında bir olaydan bahseder ve şöyle der ; Farz edin ki, Parkta karşı masada bir genç oturur ve orda bir kız var, arkadaşları ile sohbet ediyor, konuşuyor ve gülüyor. Bu kızın çok az bir ömrü kaldığını size söyleseler o kıza karşı neler hissetmeye başlardınız: Çok farklı değil mi. ? Üzüntü, şefkat, korku. (2) İşte hayata bakışımız o kıza bakışımız gibi olmalı. Bakın görün o zaman ve ölüm bilinciyle hayata bakışınız nasıl değişiyor.

Ölüm o kadar elzemdir ki , eğer ölüm olmasaydı insanoğlu onu bile icat etmek için uğraşırdı. Çünkü ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi " Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber ? Ölmeden evvel ölenlerden olmak güzeldir. Bunu da en iyi ölenler bilir !,

(Kuran yolu)