KADİM KELAMA SELAM İLE




‘Biz bu Kur’an yoluyla, İnananlar İçin hep şifa ve rahmet olacak şeyler indirmekteyiz.” (lsra/83)

Hepimiz “Aşk”ta başarısız olduk. Ancak veliler, Aşk’ın okulun­dan yüreklerinin akı ile icazet aldılar. Aşk, kendini keşfetmeyi ara­yanları arıyor. Arayışın kolaylığı manevi bir yaren, dost, gönüldeş yani seni sana getirecek, seni olması gerektiği gibi değil olduğun gibi gören bir mürşit sağlar. Aşk’a kendi başımıza ulaşamayız. Yo­lumuza bir yolcu düşmeli. Ve iki yolcu: biri irşat diğeri irfan.

Mürşid istiyoruz. Sadece İstemekle kalıyoruz. Mürid olmaya talibiz; ama kefaretine hazır değiliz. Aşk yolunda yürüyen kim mü­rit, kim mürşit bilerek yürümeli.

Peygamberlerin bile mürşidi, dostu, yareni vardı. Hz. Musa’ya Harun, Hz. Yusuf’a Hz. Yakub, Hz. Isa’ya Mecdelli Meryem, Hz, Muhammed’e Hatice, Ali, Ebubekir ve Cebrail.

Veliler birbirine mürşit oldu: Mevlâna’ya Şems, Şems’e Mevlâna, Hallac’a Bestami, Bestami’ye Bağdadi.

Peki, aşk yoluna giren bizlerde? Oysa çamurda nur aramak­tayız.

Arıyoruz: kendimizi, aşkımızı, maneviyatımızı, özümüzü, asıl vatanımızı.

Arıyoruz: anlayış, sevmek, sevilmek, anlaşılmak, olduğumuz gibi görünmek, aldatılmamak, insaf, izan, insan. Evet, insanlığımı­zı arıyoruz. Içselliğlmizin güzelliğini keşfetmek istiyoruz. Av değil, Avcı hiç değil sadece aşk istiyoruz. Aşk!

Arıyoruz. Ne kadar arasak da yine yalnızız. Aradıkça yanlı; an­laşılıyoruz, yargılanıyoruz.

Bilmiyoruz ki insan; iki dünya, iki gerçeklik arasındaki bir eşik­tir: Benlik kapısı, fena makamı. Kapıya kadar geliyoruz, kınlıyor benlik. Ancak o makama geçemiyoruz.

Arayan, adayan, bulan, susan, yüreğe yürek olan… Sahte “Ben’in esaretinden kurtulmak için manevi bir dostluk bağı ile bağlanmayı istemek vardır. Dost dediklerimiz hani neredeler?

“Ya Hayy’ile’Ya Hû’yolculuğundaki “Seni Allah için seviyo­rum.” diyen yolcundur dost. Yanına aldığın değil yarana basandır dost.

Maneviyat istiyoruz. Tutacak bir el bekliyoruz. Onun gelmesi için insanın kendi manevi kaderinin gereğini yerine getirmesi lazım, diyoruz .

"Ne gelirse senden kabulümdür. Kahrın da hoş lütfün da. Hay­ra da talibim şerre de.”

Maneviyata vuslatın dört kapısı vardır:

İlme’l Yakîn
Ayne’IYakîn
Hakk’alYakîn
Aşk’el Yakîn


Bu kapıları günümüzden ‘Mutluluk Asn’na kadar açabilmek için manevi büyüklerin yoluna bakıyoruz...

Nebilere velilerden uzanan dostluk yoluna…

Muhabbetsiz hayatımız kurgu ve kuşku ile örülü. Üzerimizde Ankebut ağı, ağzımızda aşk terennümleri… Maneviyatsız kuru bir hayat içinde bengisu arıyoruz. Ayrılıklar, aldatmalar, bencillikler, kınamalar, başa kakmalar ve yalnızlıklardan ibaret bir seraptayız. Varlığın içindeki yokluktayız. Yoksulluğumuz ve yoksunluğumuz: Aşk. Aşkımız yok, aşk gözümüz yok. Aşkın gözleri ile bakamıyoruz birbirimize.

Aşkın gözleri ile bakamadıkça, yürekleri olduğu gibi göreme­yiz. Aşkı hep yanlış yerlerde aradık. Kendimizi büyütmekle, kendi­mizi daha özel, daha kusursuz ve güçlü sanmakla aşk’ı kullandık. Dünyayı yürüten, yüreklerimizin sahibi olan Allah’ın sıfatlarıdır.

Aşk, kendi kendinden memnun olma; maneviyat, bir çeşit kendini iyi hissetme yolu değildir. Aşk iman, maneviyat ibadet. İn­san kul, aşk tek hakikat. Hakikate aşık olmayan hayal ile avunup, yalan ve talan ile haşır neşirdir.

Gökten tek bir yıldız düşürmekle kâinatı keşfettiğini sananla­rın yanılgılarını hangi kalem yeterince anlatabilir ki?