‘Ben daha gencim…’
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerime de buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes, yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” (Haşr; 18)
Bir talebenin imtihanı olduğu zaman, o gece uykusu gelmiyor, “Ben yarın imtihan olacağım!” diyor ve hazırlık yapıyor. Bizim için kıyamet gününde hesaba çekilecek olmak da aynen öyledir.
Bazıları aldanıyorlar. “Ben daha gencim, yaşlanınca ibadet edeceğim.” diyorlar. Bazı hanımlar, “Ben daha gencim, örtünmeyeceğim, daha sonra örtüneceğim” diyorlar. Bu şekilde, şeytan vesveseler vermek suretiyle onları aldatıyor.
Hâlbuki Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam “Bir lokmayı ağzıma götürdüğüm zaman, bu lokmayı yutacağım diye düşünmem. Olabilir ki o arada Allah ruhumu alır. Bir adım attığım zaman, ikinci adımı atacak mıyım, atmayacak mıyım, bilmiyorum.”
Böyle görüyordu bizim peygamberimiz aleyhissalatu vesselam. Oysa biz kendimizi aldatıyoruz. “Ben daha gencim, benim daha vaktim var; gelecek sene yahut evlendiğim zaman yapacağım. Şöyle yapıcam, böyle yapıcam…” diye bir sürü mazeretler üretiyor ve onlarla karar veriyoruz.
Hâlbuki Allah-u Zülcelâl nasıl emrettiyse ona göre karar vermeliyiz; ne buyurduysa karar odur! O şekilde yapmalıyız.
Şeytandan bir vesvese geldiği zaman
Müminin şuurlu olması lazımdır. Müminin kalp gözünün mümkünse açık olması lazımdır. Önünü görmesi lazımdır.
Her zaman söylüyorum; dua edelim. “Dua edin kabul edeceğim” buyuruyor. Dünya yâda ahiretle ilgili ne sıkıntımız olursa olsun, Allah'a yalvaralım. Allah her şeye kadirdir. Allah'tan isteyelim. Ne sıkıntımız olursa olsun Allah azze ve celle giderecektir onu...
Ayet-i kerimede müminler hakkında Allah-u Zülcelâl ne buyuyor: “Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.”
Şeytandan bir vesvese, aldatma o müminlere geldiği zaman, hemen Allah'ı hatırlıyorlar da o zaman onların kalp gözleri, o iman nuru ile aydınlanıyor ve gerçeği görerek kendilerini düzeltiyorlar. Bir günah işledikleri zaman da hemen tevbeye kaçıyorlar. “Ya Rabbi! Özür dilerim.
Estağfirullah, ben yanlış yaptım.” Diyerek, tevbe edip o hatalarından dönüp, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmak için Allah-u Zülcelal'e ibadet ediyorlar, zikrediyorlar, İslam hizmeti ile meşgul oluyorlar.
Müslüman cemaatleri sevelim
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede, “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurât; 10) buyuruyor. Hangi camiye giderse gitsinler, ister bu camiye ister başka bir camiye ya da cemaate... Allah buyuruyor, “Müminler kardeştirler...”
Allah böyle buyuruyor ama bazı insanlar ise kendi aralarında “Falan benim cemaatimdendir, filan benim cemaatimden değildir” diye konuşuyorlar. Sanki kendi cemaatinden olmayan kimseler, Müslüman değilmişler gibi davranıyorlar. Bu beni çok üzüyor. Böyle bir yere varmamız mümkün değildir.
O yüzden, elimizden geldiği kadarıyla, bizim suyumuz saf olsun, bulanıklık olmasın. Sudan kastımız amelimizdir. Yani, bizim yaptığımız her iş, sadece Allah rızası için olsun. İhlâslı olsun. Nefsani hisleri, nefsani niyetleri amelimize karıştırmayalım. Zira öyle olmadığında ihlâstan çıkıyor, nefsanî arzular sınıfına giriyor, saf olmuyor.
Bir bardak saf, temiz su faydalıdır. Bulanık olduğu zaman, çamurlu olduğu zaman, koku olduğu zaman, bir deniz kadar su olsun, susamış insana menfaati olmuyor onun. Kimse içmiyor faydalanmıyor ondan...
Bu böyledir. Allah-u Zülcelal'in katında az dahi olsa ihlâsla yapılan amel makbuldür. İhlâssız yapılan amel ise ne kadar çok olursa olsun, Allah katında makbul değildir ve hiç bir menfaati yoktur insana...
Hangi cemaatten olursa olsun, söylediğim gibi, hangi cemaat, hangi insan, Allah-u Zülcelal'in razı olacağı şekilde davranıyorsa onu seveceksin, ona hizmet edeceksin.
Allah ne şekilde razı oluyorsa o şekilde davranalım. Belki diyeceksiniz ki “Ne şekilde yaparsak Allah razı olacak? Nereden bileceğiz?”
Bu sorunun cevabı çok kolay... Hem Kur'an-ı Azimüşşan'da hem hadis-i şeriflerde bu bize bildiriliyor. Sahabeler, âlimler, Sadat-ı Kiram ve evliyalar da sözleriyle bize yol gösteriyorlar.
Bunlardan da anlamazsan hiç olmazsa sen kendi kendine Allah'a yalvar, dua et; Allah'tan yardım iste, rızasını iste, Allah sana güzelce nasip edecektir, inşaallahu teâlâ. Yeter ki sen samimi ol. Allah sana rızasını nasip edecektir.
“Beni sadık Müslüman yap, Ya Rabbi!’
Bunu bir kaç defa daha anlatmıştım. Bediüzzaman kaddesallahu sirrahul aliyye diyor: “Şeyh Fethullahi Verkânisi, bana (gençlik yıllarımda) dedi, ‘Senin bir kaç tane hata ve kusurun var, fakat şimdi sana söylemiyorum. Yalnız sana bir dua öğreteyim, o duayı yap. Allah-u Zülcelâl o hataları gösterecektir sana.’ Bana söylemedi o hatalarımı... Ben o duayı okudum.”
O dua şöyle idi: “Allahumme! Erine'l-hakka hakkan, verzuknâ ittibâ'ahu. Allahumme! Erinel bâtıla bâtılan, verzuknâ ictinâbehu. Bi-hurmeti Seyyidil-beşer.”
Manası; “Ya Rabbî! Bana doğruyu doğru olarak göster ve ona uymayı bana nasip et. Yanlış, batıl şeylerin de yanlış olduklarını bana göster ve onlardan muhafaza olmayı bana nasip et! İnsanların en üstünü hürmetine, bu duamızı kabul buyur.”
“Bu duayı bana öğretti” diyor, Bediüzzaman kaddesallahu sirrahul aliyye. “O duayı okudum, iki üç gün sonra, sanki birisi onları bana teker teker sayarak söylemiş gibi o hatalarımı öğrendim ve bildim.” diyor.
Tabi Allah gösteriyor hatalarını, Allah bildiriyor. Biz de elimizden geldiği kadar böyle Allah'a yalvaralım, Allah'tan isteyelim: “Beni sadık Müslüman yap Ya Rabbi, beni doğru bir Müslüman yap. Nasıl razı olacaksan o şekilde olmamı bana nasip et” dersen, Allah sana da lütfedecektir, inşaallah!
Ondan sonra, Allah kudret ve kuvveti ile sana yardım edecek ve bir meleğini vazifelendirerek sana destek olacaktır. O melek daima sana hayrı tavsiye edecektir. Yeter ki inanalım ve samimi olarak isteyelim, Allah-u Zülcelâl bize de nasip edecektir inşaallahu teâlâ...
Dünyanın cazibesi bizi aldatıyor. Bunun sonucunda da aklımızla davranışlarımız birbirine uymuyor. Mesela, biliyorsun, seni bekleyen nice olaylar var. Sekerat var, sekerattan sonra o karanlık kabir ki sen orada tek başına olacaksın. Ondan sonra haşir meydanına götürüleceksin, sırat köprüsünden geçeceksin, ondan sonra mizanda hesaba çekileceksin... Senin önünde bu kadar mühim olaylar var...
Benim aklım diyor ki; “Bunlardan, ancak başını ölünceye kadar secdeden kaldırmamak suretiyle, alnının akıyla çıkabilirsin.” O kadar büyük ve mühim olaylarla karşılaşacaksın. Oysa sen, sanki bu olayları hiç yaşamayacak, hiç karşılaşmayacakmışsın gibi böyle rahat, böyle gevşek davranıyorsun. Aklımızla davranışlarımız birbirine uymuyor yani…
Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede buyuruyor: “Muhakkak sen de öleceksin (Habîbim), onlar da elbet ölecekler.” (Zümer; 30)
Yani, hepimiz ölüyüz. Gelecek olan ölüm kesin gerçekleşecek ya, sanki şimdi olmuş gibidir. Biz kendimizi böyle ölü gibi görürsek kesinlikle böyle davranmayacağız.
Allah-u Zülcelâl daima kalbimize bakıyor. Kalp nazargâh-ı ilahidir. Zahiri azalarımıza bakmıyor, suretlerimize bakmıyor, elbiselerimize bakmıyor Allah Azze ve Celle; kalbimize bakıyor. O halde, biz de elimizden geldiği kadar, kalbimizi düzeltmesi için, Allah-u Zülcelal’den yardım isteyelim.
Samimi olalım. Biz Allah’a muhtacız; Allah bize muhtaç değil. Biz, Allah’a karşı fakiriz, Allah zengindir. “Kim sâlih bir amel işlerse, artık kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa, o takdirde kendi aleyhinedir. Sonra, ancak Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye; 15)
Ne yaparsak yapalım, hepsinin menfaati bizedir. Onun için kalbimizi temizlemek için uğraşalım. Allah Azze ve Celle kalbimize baktığı zaman, güzel bir yer görsün. Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığı zaman, “Bu kulumun kalbi ne güzeldir; benim sevgime, muhabbetime, katımdaki ecir ve sevaplara, rızama müşteridir. Bu kulumun kalbi daima istiyor ki Ben ondan razı olayım. Salih ameller yapmak istiyor. Nefsinin yapmış olduğu kötülüklerden razı değildir.” Böyle olsun kalbimiz… Böyle olduğu zaman, ibadet de yaparız.
Allah’ın rahmetinden yardım isteyelim
Peygamber Efendimiz niye Anamız Fatıma’ya, “Ey kızım Fatıma, bu duayı oku!” demiş. Ben hep bunu düşünüyorum. Çok mühim ve menfaatli olduğu için Peygamber Efendimiz bu duayı anamız Fatıma'ya okumasını tavsiye etmiştir: “Yâ Hayyu, yâ Kayyûm! Birahmetike esteğis. Fe'aslıhlî şe'nî kullehû velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn.”
“Hayy ve Kayyum olan Allah'ım!” Bazı büyüklerimiz Hay ve Kayyum ismi şerifleri için İsm-i Azam’dır, demişlerdir. Onunla ne dua edersen kabul olur.
“Birahmetike esteğis” Rahmetinle senden yardımını istiyorum Ya Rabbî, rahmetinle bana imdat et! Yani, nasıl ki yüzme bilmeyen bir insan denize düşüp boğulacak olduğu zaman, etrafındaki insanlardan nasıl imdat istiyor, can havliyle “Beni kurtarın!” diye feryat ediyorsa biz de öyle; nefsin, şeytanın ve dünyanın insanı mahveden hile ve tuzaklarıyla dolu bir denize düşmüşüz de boğuluyormuşuz gibi tıpkı o canının derdine düşmüş de bağıran kimsenin feryat ve figan ederek yardım istemesindeki gibi “Ya Rabbi! Rahmetinle imdadıma yetiş, beni kurtar bunlardan!” diye, Allah'tan yardım isteyelim.
“Fe'aslıhlî şe'nî kullehû”: "Benim bütün şanımı (halimi, işlerimi, hal ve hareketlerimi) ıslah et, düzelt Ya Rabbî. Bu “Benim bütün şanımı ıslah et” demenin, çok şumullü, manası geniş bir anlamı var. Onu kastediyoruz. Ve ayrıca diyoruz ki “Kalbimin içinde olan, muhabbeti, sevgiyi, aşkı da düzelt Ya Rabbi, ki daima seni seveyim, senin muhabbetini talep edeyim ve razı olduğun salih amellerin müşterisi olayım. Beni, bu kahreden dünyanın sevgisinden, nefis ve şeytanın hile ve desiselerinden muhafaza et, kurtar beni Ya Rabbî!” diye, Allah'a yalvarıyoruz.
“Velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn”: Gözümü kapatıp açıncaya kadar dahi olsa beni kendi nefsime teslim etme Ya Rabbî...
İşte, nefis, bu kadar zarar ve ziyanı büyük bir şeydir. Peygamber aleyhissalatu vesselam Anamız Fatıma'ya böyle dua etmesini tavsiye buyurmuştur.
Biliyorsunuz değil mi nefsin ne kadar zararlı olduğunu?
Zikrimizi yapmamamız nefistendir. Sabah namazına kalkmamamız nefistendir. Teheccüd kılmamamız, sadaka vermememiz, zekât vermememiz hep nefistendir. Nefsine uyuyor da bunları yapmıyor insan!
“Zekâtı vermemesinde nefsin payı nasıl olur?” Derseniz; “Para sende kalsın, verme. Sen yiyeceksin, başkasına verme!” diyor ve Allah'ın emri olan zekâtı verdirmiyor insana!
Böyledir, Allah'a giden yolda en büyük engel bu nefistir! O'nun için; bir insanın kendi nefsinden razı olması, bütün günahların başıdır. Bir kişinin kendi nefsinden razı olmayıp ona muhalefet etmesi de bütün hayırların başıdır!
O'nun ne kadar büyük ve hain bir düşman olduğunu bilip onunla hesap görerek, hayırları yaptırmak için onunla mücadele etmek, bütün hayırların başıdır.
Öyle hain bir düşman ki, seni uykudayken yakalıyor, elindeki silahıyla başına ateş edip seni öldürüyor! Aynen öyle bir düşman... Böyle bileceğiz onu!
Allah'a yalvaralım, bizi ondan muhafaza etsin inşaallah.
Tek bir hedefimiz vardır, tek bir amacımız! Allah'ı razı etmek için gayret edeceğiz. Bahusus, ihlaslı olacağız. Ne yaparsak yapalım, az olsa dahi, Allah-u Zülcelal'in rızası için yapacağız. Yoldan bir taşı kaldırmak gibi küçük bir iş için bile olsa, “Allah bundan razı olur, Allah için yapıyorum” diye, niyet ederek yapacağız. Ne yaparsanız yapın, ne kadar az olursa olsun, Allah için olduğu zaman, Allah'ın yanında çok kıymetli oluyor, bizim için menfaatli oluyor inşaallah.
Allah-u Zülcelal hepimize razı olacağı şekilde amel-i salihler nasip etsin. Bizi kendi nefsimize teslim etmesin ve nefsimizi hayırlarda kullansın inşaallah. (Âmin)
SEYDA MUHAMMED KONYEVî Hz.