2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: İçimizde ekmeği paylaşmanın güzelliği

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 12.470, Level: 73
    Points: 12.470, Level: 73
    Level completed: 5%,
    Points required for next Level: 380
    Level completed: 5%, Points required for next Level: 380
    Overall activity: 99,9%
    Overall activity: 99,9%
    Achievements
    Ekrem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Mar 2012
    Yer
    (Ebedi dünyasına göç etti)
    Mesajlar
    964
    Points
    12.470
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    14

    Standart İçimizde ekmeği paylaşmanın güzelliği



    Tanıştığımız ilk günden beri ısrar ediyordu: “Hocam, arkadaşları da al gel, beraber bir yemek yiyelim.”

    Yok, diyemedim. “Müsait bir zamanda geliriz.” dedim. Nasip kısmet. Aradan altı ay geçmiş. Tabii bu sürede muhabbetimiz de ilerledi. İşyeri ziyaretleri, telefon konuşmaları, oğlunun ders durumları derken iyice ısındık birbirimize.

    Sıcakkanlı, güler yüzlü, iyi giyimli. Yaşını hiç göstermez. Genç gözükür. Konuşurken kelimeler tane tane dökülür ağzından. Her sözü kıvamındadır. Düşünce süzgecinden geçirircesine dikkatli ve ağır ağır konuşur. Yanlış bir söz söylemekten imtina eder. Muhatabının gözlerinin içine bakar. Söylediklerinin anlaşılıp anlaşılmadığına göre sözünün kıvamını ayarlar. Sağ kaşı biraz çatık ve diğerine göre daha yukarıda. Buğday rengi yüzünde çocukluktan kalma olduğu belli silik yara izleri.

    Önemli bir meseleyi konuşurken konsantre oluyor, resmî bir havaya bürünüyor. Sonradan fark ettim, oğlu da konuşurken aynı ciddiyette. Yani bir bakıma genetik yapıları öyle.

    Arkadaşlarımın morale ihtiyacı var. Haftanın son günü. Yoğun tempodan arta kalan tatlı yorgunlukları yüzlerine yansıyor. Aradım Durdu Ağabey’i. “Hani sene başında bir davetin vardı ya, işte o hakkımı şimdi kullanabilir miyim?” dedim. “Fakat Enes’in dersine giren öğretmenleri de yanımda getirmek istiyorum.”

    “Hay hay hocam, ne demek, başım gözüm üstüne, daha memnun olurum.” dedi.

    Akşam için anlaştık.

    İşyerinin yakınında küçük salaş bir dükkâna götürdü bizi. Tahta sandalyeler, eski zaman iskemleleri, eskimeye yüz tutmuş ceviz masalar tabiî bir ortam oluşturmuş. Açık havada oturduk. Aylardan mart. Börtü böcek hareketlenmiş. Cemrenin sıcaklığı dokunmuş her yana. Akşamın alacası kaybolmaya yüz tutmuş. Ilık tatlı bir rüzgâr hafiften tenimize dokunuyor. Ocağın yakınındayız. Burnumuza gelen nefis kokular, midemizi harekete geçirmeye başladı bile. Akşam yemeğini haftanın bu son günü, dışarıda yemeği düşünenler de var. Üniversite öğrencisi olduklarını tahmin ettiğim üç genç, duvar dibinde küçük çocuklarına iki koldan yemek yedirmeye çalışan bir karı koca, içeride kalabalık bir grup…

    “Hocam, buranın kebapları güzel olur.” dedi. “Etleri güvenilir. Yiyince fark edeceksiniz.”

    Tebessüm ettim. “Muhabbetiniz daha tatlı.” dedim. Utangaç bir gülümseme yayıldı yüzüne. Sırtımı sıvazladı. “Aslan hocam!” dedi. Bizi görünce keyfi nasıl da yerine geliyor. Hüsnüzannı çok fazla. Rabb’im mahcup etmesin.

    Birkaç arkadaşı tanımıyormuş, tanıştırdım. Bizim matematik öğretmeni Ahmet Bey’le tanıştırırken hoş bir sürpriz yaşandı. Meğer Durdu Ağabey’imizi evvelden tanırmış.

    “Ben” dedi, “Eski yerinizdeyken dayımın çay ocağında çalışırdım. Size çay getirirdim. Doğrusu sizi şimdi böyle görünce çok sevindim.”

    Duygulandı. “Ya öyle mi?” dedi. Biraz daha sokuldu masaya. “Nerden nereye işte? Madem söz buraya geldi, anlatayım hocam.” dedi. Sofranın başında, huzurun imbiğinden geçmiş bir hüzne kapıldı. Bizi bir merak sarıp sarmaladı. Yeni bir gönül seferine çıkacağımızı anladım. Baktım herkes dikkat kesilmiş. Nefesler tutulmuş. Garson işini seri yapıyor. Eğilip usulca “Acelemiz yok, rahat ol.” dedim.

    Kısa boylu, beyaz önlüklü garson masaya salataları koyarken o konuşmaya başladı.

    “Ben, daha o zamanlar bu işleri bilmezdim hocam. Doğrusunu söylemek gerekirse pek de hoş olmayan bir hayatım vardı. Gününü gün etmenin sevdasındaydım. Tek derdim, para kazanmaktı. Çok para kazanınca iyi giyinecek, güzel evlere, pahalı arabalara sahip olacaktım. Anlayacağınız gönlüme göre yaşayacaktım. Birçok cahilliğim olmadı değil. Nefis işte. İyiliği emredecek hâli yok ya. Neyse uzatmayayım. Ailemin baskısıyla evlendim. Onlar derlenip toparlanacağımı ümit ettikleri için bir an önce evlenmemi istiyorlardı. Evet, eskiye göre derlenip toparlanmıştım; ama yine de bazı alışkanlıklarım devam ediyordu. Fakat içimde bir huzursuzluk var. Bir türlü aradığımı bulamıyordum. Yaptıklarım, içimi acıtıyor. Günlerce pişmanlık nöbetlerine giriyordum. Mutsuzdum. Yanlarında çare aradığım dostlar, bana deniz suyu oluyorlar. Susuzluğum kanmıyor, hep daha fazlasını, hep daha fazlasını istiyordum.”

    Sesinin tınısı kayboldu. Sağında oturan oğlu Enes’e baktı. Alnından öptü.

    “Eşim benimle ne hayallerle evlendi belki de. Onun da aradığını bulamadığını hissediyordum. Önceden mutsuzluğum tek banaydı. Eşimin de günahına girdiğimi düşündükçe daha bir kahroluyordum.”

    Sözün burasında gözleri buğulandı. Sesi çatallandı. Bir yudum su aldı. Bakışlarını bana çevirdi. “Benim hayatım nasıl değişti hocam, biliyor musun?” dedi. Belli ki nicedir içini dökmek istiyordu. Konuşmasını bir şükür olarak algıladım.

    “Nasıl oldu Ağabey?” dedim, “İyice merak ettim şimdi.”
    “Ben bir rüya ile değiştim hocam.” dedi.

    Masa başındaki herkes kulak kesildi. Enes, biraz daha sokuldu babasına. Bakışlarında ağır bir merak. İlk defa dinleyeceği rüyanın tesirine şimdiden kendini kaptırmış, babasının sırrına vakıf olmanın tatlı heyecanıyla dolu.

    Eskinin çaycı çırağı bizim matematik öğretmeni Ahmet Bey, çocukluğunun Durdu Ağabey’inin nasıl olup da böylesine bir dönüş yaptığının merakıyla kendinden geçmiş, sofrada nefesler tutulmuştu.

    Yoldan geçen arabaların seslerine, çınarlara tünemeye çalışan serçelerin yorgun sesleri karışıyor, kalorifer kurumlarıyla rengi değişmiş bir kedi masamıza yakın asmanın dibinde yönünü bize çevirmiş, patilerini temizliyordu.

    “Rüyamda üç kişi gördüm hocam.” dedi.
    Dokunaklıydı sesi.

    “Hayırdır ağabey, kimdi onlar?” dedim. Öyle ya, bir rüya ile değişmişse, o rüyada yer alanlar da sıradan insanlar değildi elbet.

    “Söyleyeceğim hocam. Yeşillik, yayla bir yerdeydiler. Ardıçlar, kamalaklar, iğneli çamlarla kaplı bir ormanın içinde hafif yamaç bir yerdi burası. Yolum oradan geçiyor. Yeşilliğin orta yerinde yalnız bir ardıç var. Onun hemen dibinde de bir pınar. Ardıç suyu iyi olur, der eskiler. Su içeceğim. Üç kişi o pınarın başında oturuyor. Üzerlerinde bembeyaz elbiseler. Başlarında yeşil sarık. Yüzleri pırıl pırıl. Ortadakinin yüzü hafif pembe. O daha bir parlak. Selâm veriyorum. Selâmıma mukabele ediyorlar. Önlerinde yeni açıldığı belli bir sofra duruyor. Henüz ekmekler bölünmemiş. Sağ taraftaki zat ayağa kalkıyor. Soframıza buyurmaz mısın evlât, diyor. Aç mıyım tok muyum, o ân anlayamıyorum. Beni bir görünmez el, sofraya doğru çekiyor. Ekmeğimize ortak olmaz mısın, diyor tekrar o billur ses. Çağıltısı içimde yankılanıyor. Hayır, diyemiyorum. Hayır, diyemediğim için de apayrı bir mutluluk doluyor kalbime. Meraklı bakışlarla onları süzüyorum. Biz kimiz biliyor musun, diyor.”

    İnce esmer yüzlü coğrafya öğretmeni Murat Bey, salataya uzattığı çatal elinde, boş bulunup lafa giriyor. “Kimmiş Durdu Ağabey?”
    Ilık bir tebessümle masadakileri süzüyor. Bir yudum su daha içiyor. Sonra sözüne devam ediyor:

    “Aşinalık ararcasına yüzlerine bakıyorum. Gözlerimin içine bir aydınlık sökün ediyor. Baktığımı göremez oluyorum. Hayır, diyorum, sizi tanıyamadım. Ben diyor, aynı billur ses, Ebû Bekir (ra). Yaylanın rüzgârı içimi titretiyor. İrkiliyorum. Ellerine kapanmak istiyorum, adım atamıyorum. Tazimle soluna dönüyor. Bu da Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), diyor. Titremem artıyor. Utancımdan yüzüne bakamıyorum. Kendi kendime söyleniyorum. Ya hâlime nigehbân olurlarsa, ya beni suyun başından kovarlarsa. Diğer dostumuz da Ömer (ra) diyor. Yanlışlarımla doğrularımı teraziye koyuyorum. Bir başka utangaçlık sarıp sarmalıyor beni. Soğuk soğuk terliyorum. Pınarın şırıltısı artıyor. İçim pınarlarca yıkanmaya duruyor. Kuşlar pınarın başına su içmeye iniyor. Eğilip su içme arzusuna kapılıyorum. Önlerinde bir çavdar ekmeği. Ekmeğimizi bizimle bölüşmez misin, diyor aynı ses. Bölüşmez misin? Elindeki ekmeğin bir parçasını bölüp uzatıyor. Elim ekmeğe uzanıyor. Nasılsa bir fırsatını bulup soruyorum. Böyle nereye gidiyorsunuz efendim, diyorum. ‘Bu şehirde bir yetim varmış, onun yanına gidiyoruz.’ diyorlar.”


    Masanın başında hepimiz bir duygu tufanına tutulmuştuk. Arkadaşlarımın yüzlerine baktım. Rüyanın aydınlığında yitip gitmişler. Bakışlar bir noktaya sabitlenmiş. Gözler nemlenmiş. Duyduklarımız karşısında diyecek bir şey bulamadık. Koskoca bir sessizlik çöktü. Başlarımız önde, yaşananları yeni baştan düşünmeye başladık. Dillerimiz lâl olmuş. Hiçbirimiz sözün bitmesini istemiyoruz.

    Başımı sarı, loş ışıkların ardındaki derin mavi karanlığa çeviriyorum. Rüyanın koyunda kendime bir yer bulmanın hayaline kapılıyorum. Serçelerin telâşları azalmış. İçimde bir ardıç suyu arzusu uyanıyor. Çocukluğumda olduğu gibi, eğilip kalın çatlak dudaklarımla kana kana içmek istiyorum.

    Kısa bir sessizlikten sonra devam etti. “İşte böyle hocam. Ben bir rüyadan süzülüp gelen adamım.”

    Şiir gibiydi sözü.

    Bu fasıl, yemek masasında anlatılmamalıydı, diyorum kendi kendime. İçimde bir ezilmişlik.

    “Uyandığımda soğuk soğuk terliyordum. Benim can havliyle uyanmamla eşim de uyanmıştı. Hâlimi görünce telâşlandı. Ne oldu sana böyle, dedi.

    Yok bir şey, dedim. İnanmadı. Israr etti, söylemedim. Kalktı bir bardak su getirdi.
    Rüyamdan kimseye bahsetmedim.

    Birkaç gün kendime gelemedim. İşyerinde dalgınlığımı gören bizim tezgâhtar, utana sıkıla, ağabey bir sıkıntı yok değil mi, dedi. İşlerin iyi olduğunu biliyor. Çok şükür kazancımız yerinde. Cevap vermediğimi görünce ötesini sormadı. Bir şeylerin yanlış gittiğinin zaten farkındaydım. Gördüğüm o rüya, beni derinden sarstı. Bir çıkış yolu bulmalıydım.”

    “Nasıl buldunuz peki bu çıkış yolunu?” dedim. Fırsatını bulmuşken daha çok konuşturmak istiyordum. O konuştukça kalbim kanatlanıyordu.

    “Rüyadan bir hafta sonra, yan dükkân komşum, ikindi sonu yanıma geldi. Akşam seni sohbete götüreceğim, dedi. O güne kadar birkaç defa daha teklif etmişti; ama o tarakta bezim olmadığı için hiç oralı olmamıştım. Gördüğüm rüyanın üstüne, uzun bir aradan sonra tekrar bu teklifi yapınca tamam gidelim, dedim.”

    “Salonda on beş kişi kadar vardı. Böyle kalabalık yerleri de pek sevmezdim.

    Daha önce görmediğim kalın kaplı kitaptan bir şeyler okundu. Okunan yerler izah edildi. Müzakere edildi. Sorular soruldu. Ben dut yemiş bülbül gibi susuyordum. Adap erkân bilmediğim için de pot kırmaktan korkuyordum. Bir saat kadar sürdü. Son*rasında çay ikram edildi. Doğrusu o gün içtiğim çayın tadı bambaşkaydı. Okunanlar, ruhum tâ derinliklerine işlemişti. Sohbet çıkışı evlere dağılırken, nasıl oldu bilmem, dedim ki, diğer sohbet ne zaman? Beni ona da çağırın. Baktım bizim komşunun gözlerinin içi gülüyor. Sen yeter ki iste dostum, elbette çağırırız, dedi.”

    “O da fırsatı ganimet bildi, sizin peşinizi bırakmadı öyle mi?” dedim.

    Güldü. Beyaz dişleri gözüktü.

    “Doğru diyorsun hocam. Peşimizi bırakmadılar. İyi ki de bırakmamışlar. Hamdolsun o gün bugündür, bu muhabbet halkasının içindeyiz. O tatlı rüya ile ekmeğin bölüşülmesi gerektiğini öğrendik. Şimdi de biz ekmeğimizi bölüşmeye çalışıyoruz. Nerede başı okşanacak bir yetim, ruhu öksüz bırakılmış genç varsa, gücümüz yettiğince onların kapısının tokmağına dokunuyoruz.”

    Yemekler masaya bırakıldığında, söz demi kıvamını bulmuş, en güzel gıdayı kalbimiz almıştı. Gönlümüzün pası silinmişti. Ellerimiz yemeklere uzanırken, içimizde ekmeği paylaşmanın güzelliği vardı.
    ---ölüm herkes için bir fırtınadır
    bugün bana esti yarın sanadır
    Şimdi Ruhuma bir Fatiha oku
    sevabı hem sana hem banadır---




    <marquee>facebook>>67.efsane.688 </marquee>

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart Cevap: İçimizde ekmeği paylaşmanın güzelliği

    http://t1.gstatic.com/images?q=tbn:A...wqzZy5tTEkycU8

    resim eklemyi unutmuşum..! kusura bakmayın.



    EKMEK İSRAFI (EKMEĞİ ÇÖPE ATAN VARSA OKUSUN)

    EKMEK İSRAFI

    Ne olur ekmeği atmayın çöpe
    Ne kadar çok,ekmek bulmayan ülke
    Açlık hat safada, yoksulluk büke,
    Yokluk gördünmüki kıymet bilesin.

    Çiftçi kardeş ona ömrünü verir
    Hasatı almazsa yağları erir
    Bir yılda kaç kere tarlaya gelir
    Gittinmiki kıymetini bilesin.

    Şükür bilmez olduk , farkındalık yok
    çocuklar gördük,ibret almak yok,
    Komşular perişan, haberimiz yok
    Ödünç ekmek aldınmıki bilesin.

    Ben bilirim tarlalara ğitmeyi,
    Öküz ile düven sürüp ,yatmayı,
    Vakit yoktu yemek için lokmayı,
    Sen yaşadınmıki kıymet bilesin.

    Kayın peder ezan ile giderdi
    Öküze saman yok, onu güderdi
    Ayakkabı çamur.gömlek siperdi;
    Tarla Sürdünmüki kıymet bilesin

    Orağa giderdik, beşik sırtımda;
    Bey tırpan biçerdi tığan ardında
    Tırmığı çekerken ,yemek derdinde;
    Oldunmuki kıymetini bilesin.

    Düveni sürünce ederdik tınas,
    Rüzğar esmeyince beklerdik bir yaz;
    Bulgur pilavının yanında biraz
    Soğan ile yedinmiki bilesin.

    Yoğurt ayran varsa, istemez kola,
    Çocuk emzirmeye olmazdı mola
    Su getirmek için bakracı kola!
    Taktınmıkı kıymetini bilesin.

    Ekmek yapmak için tandır başına,
    Soğuk havaların , kara kışına;
    Kızınca kaynana geç kalışına
    Fırça yedinmiki kıymet bilesin.

    Çıra ateşinde ,hamur yoğurmak
    Yakaçak toplayıp, tahtayı kurmak;
    Çökelik peyniri, ekmeğe dürmek
    Yedinmiki kıymetini bilesin.

    Çorbayı bıraksam , çorba taşıyor
    Karnım doymaz, iki lokma düşüyor
    Ağırdan alınca, kaynım coşuyor
    Sofradan aç kalktınmıki bilesin

    Ekmek yere düşse alır öperdik,
    Yerdemezdik hemen onu yutardık;
    Aç olsak; komşuya karnım tok derdik,
    Sefil oldunmuki, kıymet bilesin.

    Yirmi nüfuz bir odaya sığardık
    Herkes birbirine sayğı duyardık;
    Hasat için mevsimleri sayardık
    Şubatta aç kaldınmıki bilesin.

    Mart ayında ekin,ekmek biterdi
    Ambarda tane yok, ne yesek derdi;
    İstesen komşudan oda yok derdi
    Kara kışta aç kaldınmı? Bilesin.

    Teknoloji geldi, hepisi bitti
    Ekmeğinde ondan değeri gitti
    Söylemesem dedim artık tak etti
    Kıtlık gördünmüki, kıymet bilesin.

    Nede özler olduk eski günleri
    Sedirin üstüne, atıp minderi
    Leylican der etsem hoş muhabbeti,
    Yaptınmıki kıymetini bilesin.

    LEYLA YILDIRIM 18,11,2012/ANKARA
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Benzer Konular

  1. Yüz Güzelliği mi Kalp Güzelliği mi?
    By SiLa in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 27.02.11, 14:51
  2. İçimizde putlaştırdıklarımız nelerdir?
    By Günışıgı in forum Sorular & Cevaplar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 09.12.10, 05:53
  3. Resülullah'ın ekmeği
    By Günışıgı in forum Dini Hikâyeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 17.04.10, 21:55
  4. İçimizde Saklı Muhabbet
    By Reyhani in forum Tasavvuf Yazıları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.01.10, 20:27
  5. İçimizde Saklı Muhabbet
    By Konyevi Nisa in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.01.10, 11:55

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •