4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Allah Celle Celalu

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 12.470, Level: 73
    Points: 12.470, Level: 73
    Level completed: 5%,
    Points required for next Level: 380
    Level completed: 5%, Points required for next Level: 380
    Overall activity: 99,9%
    Overall activity: 99,9%
    Achievements
    Ekrem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Mar 2012
    Yer
    (Ebedi dünyasına göç etti)
    Mesajlar
    964
    Points
    12.470
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    14

    Standart Allah Celle Celalu

    Esma'ül Hüsna - Allah Celle Celalu -



    Allah (c.c.); “kudreti sonsuz, yoktan yaratan, mülkün sahibi olan…” anlamına gelmektedir. Allah (c.c.), kâinattaki bütün isim, sıfat ve fiilleri kendisinde toplamaktadır. Allah (c.c.); “lafz-ı kebîr câmiî” dir. Bütün sıfatlar O’nda cem’îdir. Yani bütün isimlerin manalarını bünyesinde toplayan “Celâl” lafzıdır. Bu güzel isimlerin hepsi, biz kulların kendi yaratıcısını iyice tanımasına yöneliktir. O, varlığı yoktan var edendir. Yani, “varı var eden” mutlak yüce bir varlık vardır. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in açıkça îzâh ettiği veçhile, Ârâf suresi, 180. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın güzel isimleri vardır. Bu isimleri güzel zikrederek dua ediniz.” Yine Tâhâ suresi, 8. âyetinde de şöyle buyurulur: “Allah (c.c.) O’dur ki O’ndan başka ilâh yoktur. O, vardır. Güzel isimler O’nundur.” Allah (c.c.) bizi yaratarak, bize ruh üfleyerek imtihan yeri olan dünyaya gönderirken, bizden şu iki şeyi istemektedir: “Zâhirde Hakk’ın emirlerini yerine getirmemizi, bâtında ise kalbimizi kendine bağlamamızı…” Bir Allah (c.c.) dostu diyor ki: “Allah (c.c.) kuluna bu iki şeyi nasip ederse, zâhir ve bâtın nimetleri o kulun üzerine nakşedilmiş olur.” demektir. Allah (c.c.), 99 isminin tamamını kapsar. Allah’ın bu ism-i şerîf’i, Rabbu’l-âlemîn’den başka hiçbir şeye isim olarak verilmez. Rabbimize ait bütün isim ve sıfatlar; Allah’ın ismi içerisinde toplanmıştır. Bu isim, İsm-i Âzam’dır. Allah (c.c.) ismi esas olup diğer isimleri O’na izafe edilmiştir. Mecâzen dahi olsa Allah (c.c.) ismi, vâcibü’l-vücud’dan başkası için kullanılamaz. Kelime-i şehâdet ve Kelime-i Tevhîd dahi ancak Allah (c.c.) İsm-i Celâl’i ile teşekkül etmektedir. Allah (c.c.) isminde öyle bir sır vardır ki, baştan itibaren harfleri kaldırılsa, mana yine bozulmaz.

    Demek ki bu isim, manasında topluluk olduğu gibi lafzında dahi birlik beraberlik vardır. Çünkü sadece sonundaki “H” harfi dahi; Allah (c.c.) manasını taşır. Bu itibarla her canlı varlık nefes alıp verirken, “Hu” derken; “H” harfini telaffuz etmektedir. Demek oluyor ki hayatın devamı, Allah (c.c.) ismine bağlı bulunmaktadır. Son nefesimizde “Huh!” diyerek yine canımızı, canın sahibine teslim ederiz. Allah (c.c.) isminin içerisinde diğer El-Esmâü’l-Hüsnâ’dan isimler mevcut olduğundan, “Yâ Allah!” diye zikreden bir kimse, en efdal şekilde zikirde bulunmuş olur. Onun için de bize düşen görev, önce bu mübarek ismi, “Allah’ı (c.c.) iyi bilmek. Bütün dünya yaşantımız içinde O’na layık bir kul olmaktır. O’nun rızası hilâfında herhangi bir davranışta bulunmamaya gayret etmektir.” Allah (c.c.), tek bir kelimedir. Bütün Kâinatı yoktan yaratan Cenâb-ı Hakk’ın kendisine mahsus özel bir ismidir. Kendisinden başka kullanılamaz. Allah (c.c.), İsm-i Âzâm’dır. Bütün isimleri, yani 99 ismi bünyesinde toplamıştır. Latîf (c.c); O, yumuşaktır. O, güzeldir. O, nâziktir. Her zaman Latîf’tir. Latîf (c.c); O, lütuf sahibidir. Kullarına lütuf dağıtır. O, doğmadan önce ana karnında kullarını doyurur. Sonra da her türlü rızıkla rızıklarını verir. Âhir (c.c); başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur. O, Evvel ve Âhir’dir. Her şey bittiği hâlde O, yine kalandır. Hayy (c.c); O, her zaman diridir. Canlıdır ve aramızdadır. “Ben size can damarınızdan daha yakınım!” buyurur Rabbimiz. Allah (c.c.) lafz-ı Celâl’i, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de 980 defa geçmektedir.

    Allah, bildiğimiz ve bilemediğimiz, görebildiğimiz ve de göremediğimiz bütün âlemlerin ve “din gününün sahibi” olan, kâinatı yaratıp yöneten, tüm övgülere ve ibadet edilmeye tek layık olan Yüceler Yücesi Rabbimizin, 99 isminin bütün özelliklerini kendinde toplayan en kapsamlı ve özel adıdır. Allah (cc). Bu isim, sadece Cenâb-ı Hakk’ın zâtına mahsus olup, başka hiçbir varlığa isim olmamıştır. Hiçbir dilde de tam karşılığı yoktur! Meryem sûresi (19), 65: “O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. O halde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmekte sabırlı ol. Hiç sen O’nun (Allah’ın) ismini taşıyan başka birini bilir misin?” ALLAH (cc) isminin Arapça kelime yapısındaki özelliği gereği, harfleri tek tek kaldırılsa bile anlamı bozulmayan “tek kelime”dir. Bakara sûresi (2), 255: “Allah! O’ndan başka ilâh yoktur...” İsmin başındaki hemze kaldırılırsa “lillâhi” olur. Bu da “Allah için, Allah’a ait” demektir. Bakara sûresi (2), 284: “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır...” Allah ismindeki birinci “elif” ve “lâm” kaldırılırsa “lehû” olur, bu da “O’nun” demektir. Bakara sûresi (2), 255: “...Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur...” Lafza-i Celâl’deki ikinci “lâm” da kaldırılırsa sadece “he” harfi kalır ki, Zât-ı Kibriyâ’ya delâlet eder: Hû Daha enteresan olan bir husus da “he” harfinin mahrecinin, yani çıkış yerinin göğüs kafesi ve ciğerler oluşudur! Buna göre, nefes almakta olan her canlı, inansa da inanmasa da, her nefes alışında “Hû” demekte ve Allah’ı zikretmektedir! İstese de istemese de... Bilse de bilmese de, her canlı, nefes alıp verdikçe Yaradan’ını zikretmektedir dostlar! Yani “ölüm” Allah’ı zikretmenin son noktası... “Yaşamak” ise Allah’ı anmak, her an Allah ile beraber olmak demektir! Allah! (cc) Bu mübarek ismin hiçbir dilde karşılığı yoktur. Dilimizdeki “tanrı” ve “ilâh” kelimeleri anlam bakımından Allah ismi yanında o kadar kısır, o kadar cılız kalmaktadır ki dostlar, anılmaya bile değmez! Allah! (cc) Bütün diğer isimleri, mana cihetiyle kendisinde topladığı için de İsm-i A’zamdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.); “İsm-i A’zâm ile dua edildiği takdirde Allah (cc) o duaya icabet eder” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, 510. Hadis no: 1030.) buyurmuşlar ve bunun Bakara, Âl-i İmrân ve Tâ-hâ surelerinde olduğuna işaret etmişler, ama bizzat hangi ismin, İsm-i âzâm olduğunu Hz. Aişe’ye bile söylememişlerdir. Âlimler, bu hadisten hareketle ve özelliklerinden dolayı Allah (cc) ismini İsm-i A’zâm kabul etmişlerdir. er-Rahmân ismi, Allah’ın (cc) merhametini, el-Adl ismi, Allah’ın (cc) adaletini, el-Ğaffâr ismi, bağışlama ve mağfiretini, el-Kâdir ismi, yalnız kudretini anlatırken; Allah ismi, 99 ismin manasını bünyesinde taşır! Yüce Allah’ım, Rabbim benim! Kur’ân-ı Azîmüş-şan’da Kendini kullarına tanıtıyor ve şöyle diyorsun: Bakara sûresi (2), 163: “Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm’dir.” Âl-i İmrân sûresi (3), 19: “Allah şehadet eyledi şu gerçeğe ki, başka ilâh yok, ancak O vardır...” Bakara sûresi (3), 255: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (Hayy’dır), bütün varlığın idaresini yürüten (Kayyûm)dir...” Âl-i İmrân sûresi (3), 6: “Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur. Kendisinden başka ilâh olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O’dur.” Kasas sûresi (28), 70: “İşte O, Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O’nundur, hüküm O’nundur. Ve ancak O’na döndürüleceksiniz.” Manevi sıkıntıların mı var dostum? “Allah” de! Maddi problemler belini mi büktü? Malın, mülkün “tek sahibi”ne koş, önünde diz çök, secdelere kapan ve “Allah” de! Düşmanlarına galip mi gelmek istiyorsun? Bedir Savaşı’nda, zafer vuku buluncaya dek, secdede “Yâ Hayyu, Yâ Kayyûm” diye inleyen İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa (sav) gibi “Allah” de! Karanlıklardan aydınlıklara mı çıkmak istiyorsun? “Allah” de dostum! Ve son nefeste, emaneti; can emanetini huzurla teslim etmek için, dilini zikre alıştır ve “Allah” de! Hasbünallâhü ve ni’me’l vekîl ni’me’l Mevlâ ve ni’mennasîr! “Dostum”, “Vekilim”, “Sahibim” ve “Yardımcım” yalnız Allah’tır de ve sadece O’nun rızasını kazanmak için yürü hayat yolunda! O Allah ki; kulunu yalnız bırakmayandır! O Allah ki; kulunu koruyan, muhafaza edendir! O Allah ki; kulunu sevendir! O Allah ki; kulunun günahlarını bağışlayan, hatalarını örtendir! O Allah ki; kulu kendisine bir adım gelse, ona on adım yaklaşandır! Haydi dostum! Rabbini isimleri ile tanı ve yalnız O’na kulluk et, yalnız O’ndan iste!


    DUA


    Allah’ım!
    Kâinat seni tarif etmektedir. Bütün isimler seni anlatmaktadır.
    Bize, güzel isimlerini âşikâr etmezsen; ruhumuz karanlıkta kalır.
    Sana ulaşamayız. El-Esmâu’l- Hüsnâ’na layık gör bizleri!
    Allah! Allah! Allah! Sensin bizim Allah’ımız! Sanadır kulluğumuz!
    Sen Ehad’sin! Sen Samed’sin! El-Esmâu’l- Hüsnâ’na şahit yaz bizleri!
    Allah’ım! Allah’ım! Allah’ım! Sensin bizim Rabbimiz!
    Sanadır kulluğumuz! Sendedir çaremiz! Seninledir varlığımız!
    Seni arar ruhumuz!
    Seninle çarpar kalbimiz! Başkalarını değil, her an, seni çağırırız! Rabbim! Esmâna layık gör bizleri!
    Sen, eşi benzeri olmayan; bir olan Allah’sın! Cemâline çevir yüzümüzü!
    Elâleme muhtaç eyleme bizi!
    Allah’ım! Allah’ım!
    Allah’ım! Senden başka hiçbir ilâh’ın olmadığını ifade eden “Kelime-i Tevhîd” hatırına! Bol rahmet ve mağfiret vaad eden “Hannân” ismin hatırına!
    Yine hiç hak etmedikleri hâlde kullarına çeşitli nimetleri lütfetmeyi müjdelediğin; “Mennân” ismin hatırına!
    Keremini Celâl’inle kullarına lütfettiğin “Zü’l-Celâl-i ve’l- ikrâm”36 ismin hatırına!
    Senden istiyoruz dilek ve isteklerimizi!
    “Rahmân ve Rahîm” esmâların hürmetine kabul buyur yâ Rabbim!
    Ey “Zü’l-Celâl-i ve’l- ikrâm” olan Allah’ım!
    Bana lütfedip, müsaade ettiğin kadarıyla dilimin döndüğü, aklımın erdiği kadarıyla yine bu konu da çok kıymetli eserler yazmış mü’min kardeşlerimin eserlerinden de yararlanarak, 99 ismini ve anlamlarını, verdiğin mesajları âcizane ve fakîrâne îzâha çalışacağım. Hatalarım ve noksanlarım için peşinen affına sığınırım!
    “Afuvv”37 isminin hürmetine, rızana muhatap, lütfuna mazhar kıl Allah’ım! Âmîn.

    Ebû Hureyre47 (r.a)’den nakledilen bir hadis-i şerîf’te Yüce Allah (c.c.) Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.)48 ağzından kullarına şöyle buyurmaktadır: “Ey kulum! Benim çok acıktığım zamanlar oldu. Fakat sen beni doyurmadın. Benim çok susadığım zaman oldu. Fakat sen bana su vermedin. Benim hasta olduğum zamanlar oldu. Beni ziyarete gelip hâlimi ahvâlimi sormadın!” Bu hadisten çıkaracağımız çok ders vardır. Demek oluyor ki Yüce Allah (c.c.) bize bizden yakın, her an bizi gözetliyor. Biz de bunun bilincinde olarak hâl ve hareketlerimizi ona göre yönlendirmeliyiz. Yine Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki, “Ben kulumun zannına göreyim. Beni andığı an, ben onunlayım.” Biz cân-ı yürekten “Allah!” deyince; O, hemen “Buyur kulum!” diye bize cevap veriyor “Eğer kulum beni kendi kendine anarsa, ben de onu anarım. Eğer kulum beni bir meclis içinde anarsa, ben de onu daha iyi bir meclis içinde anarım. Kulum bana bir karış yaklaşsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak giderim.” “Kimdir ki Allah’a (c.c.) güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da ona onun verdiğinden kat kat daha artırarak, ona şerefli bir ödül verir.”49 Ebû Yezid-el Bestâmî diyor ki: “Allah (c.c.) bir kulunu severse, o kulunun kulağı, gözü, dili ve tüm azaları olur.” İbn-i Arabî: “Seven Allah olunca, Allah iki elini yummuş bir vaziyette Hazreti Âdem’de tecellî etti.” Bir hadis-i şerîf’e göre Allah (c.c.) Âdem’e şöyle dedi: “Bu iki avucumdan birini seç! Âdem de Rabbim, sağ elini seçtim. Fakat Rabbimin her iki eli de sağ eldir ve mübarektir.” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) ellerini açtı ve bast hâli50 oldu. Bir de baktı ki sağ avucunun içinde Hazreti Âdem ve Âdem’in zürriyeti var. Hazreti Âdem hem Allah (c.c.) avucunun içindeydi. Hem de dışında duruyordu. İşte âşık, hem sevgilidedir. Hem de sevgilinin dışındadır.


    Allah : O'nun zat ve özel ismidir. Diğer isimler fiilleri, sıfatları ve tecellileri ile ilgilidir.

    Cenab-ı Hak buyuruyor:

    "İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin." (Araf,180)

    Kur'an'daki Esma'ül Hüsna'dan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen ayet besmeledir. Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür.

    Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor:

    Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever."

    Esmâ'ül Hüsna'nın bütün anlamını içinde toplar. Yüce Yaratıcı'nın diğer bütün isimlerini kapsar. Bu yüzden el-Esmau'l-hüsna olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu ada yandırılır. Bu nedenle "Rahman, Rahim, Aziz, Gaffar, Kahir Allah'ın adlarındandır deriz. " Ama Allah, Rahman'ın adlarındandır" demeyiz..

    Allah isimi Kur'an'da 2697 yerde geçmektedir.

    Allah'ın güzel isimleri vardır. En güzel isimler O'nundur. Gerçi Allah zatında birdir ve zatının ismi Allah'dır. Fakat sayı olan bir gibi eşi ve benzeri bulunabilecek şekilde bir birlikle değil, eşi ve benzeri bulunmayan üstün bir birlikle birdir. Zatında yalnızca vahid değil, birdir: İlâhî hitapta yer alan "Biz, şehadet ettik, yarattık." gibi çoğul kiplerindeki azamet ve ihtişam, işte ilâhî sıfat ve isimlerin bir araya gelmesinden doğan azamet ve yüceliği dile getirir ki, Allah yüce ismi, bütün bu sıfat ve isimlerin hepsini içine alan bir yüce isimdir. Allah ismi, Allah'ın kendisi gibi, eşi ve benzeri olmayan bir isimdir. Sıfat ve isimlerin çokluğu, zatın çokluğunu gerektirmeyeceğinden o isim ve sıfatların her biri Allah'ın eşsiz özelliklerinden birine delalet eder. Âdem'e öğretilen de isimlerin en güzelleridir.En güzel isimler Allah'a mahsustur. Öyleyse ey müminler, O'na o isimlerle dua ediniz, O'nu onlarla çağırınız veya O'nu bu güzel isimlerle adlandırıp anınız. Ve O'nun isimlerinde yamukluk edenleri terk ediniz.

    Tenbih: Kul, Allah'a bütün kalbiyle bağlanmalıdır. Gözü O'ndan başkasını görmemeli, O'ndan başkasına iltifat eylememeli, O'ndan başka hiç kimseden bir dilekte bulunmamalı, O'ndan başkasından korkmamalıdır.

    İhlasla "Yâ Allah" diye bir müslüman bu isme devam etse, duası kabul olunur. Şeytanın şerrinden emin olur. Mutluluğa erişir. Duası kabul olur. Rızkı genişler ve Allah'ın izniyle şifa bulur.

    Allah ismi, bütün ilâhi isim ve sıfatları kendisinde toplayan özel bir isimdir. Bu isme Ism-i Cami' de denir. Esma-i Hüsnânın her biri Allah lafzının farklı yansımalarını ve boyutlarını ifade eder. Gerçekte Kur'an'ın tamamı da Allah ismini bütün yönleriyle bize tanıtmaktadır. Kur'an'daki 114 süre yani yaklaşık 6 bin küsur ayetin hepsi Allah'ın değişik özelliklerini, evrene ve insan hayatına müdahale etmesini anlatmaktadır.

    Allah ismini tam olarak tanımak ancak Kur'an'ın tamamını anlayarak okumakla mümkündür. Lafza-i Celâl olarak da anılan Allah ismi Kur'an'da 2697 kez geçmektedir. Buna açık ve gizli zamirlerle kullanımı da ilave edersek bu rakam 6000 (altı bin)i bulur. Allah isminin ikil ve çoğul kullanımı yoktur. Bu isim mecaz yolu ile de olsa Allah'tan başkalarına verilemez. Iimdiye kadar Allah ismi ile hiçbir varlık adlandırılmamıştır, adlandırılması da doğru değildir.

    Allah lafzı Kur'an'da ilk kez iniş sırasına göre beşinci süre olan Fatiha süresinde zikredilmiştir. Fir'avn kendi ilahlığını iddia ederken ( Ben Allah'ım ) diyerek Allah‟ın ismini kullanmamış, ( Ben sizin en üstün rabbinizim) demiştir. Mekkeli müşriklerin 360‟dan fazla putları vardı. Hiçbirine Allah ismini vermemişlerdi. Onlar da bu ismin sadece Allah'a ait olduğunu biliyorlardı. "Hiç sen O'na bir adaş bilir misin?" Allah lafzının kökü ve aslı hakkında birçok Arap dilbilimci ve müsteşrik çalışma yapmış ve 30‟dan fazla görüş beyan etmişlerdir. Bu görüşlerin önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: 1-Allah ismi herhangi bir kelimeden türememiştir, camid bir isimdir. Hiçbir sözlük anlamı yoktur. Âlem yani zata delalet eden özel isimdir. Beyhâki, el-Halil ve Hattabî'nin bu görüşe sahip olduğunu söyler.

    Zeccâcî, Ebû Osman el-Mâzinî'nin de bunu savunduğunu söyler. 2-Allah ismi, "Kulluk ve ibadet etmek" anlamına gelen ( elehe - ye'lehu), veya "hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak" anlamlarına gelen ( elihe- ye'lehu ) ve ( velihe-yevlehu ) köklerinden ism-i meful manasında bir mastar olan "ilâh" kelimesindentüremiştir.

    Ilâhkelimesinin başına azamet ve büyüklük ifade etmesi için harf-i ta'rif olan "el " takısı eklenerek "el-Ilâh" şeklini almış, okunmasındaki güçlükten dolayı hemze düşürülmüş, ilâh kelimesinin aslındaki "lam" ile "el" takısının "lam"ı birleştirilmiş (idğam) ve kelime "Allah" şeklinde okunmuştur. Bu görüş, Yûnus Ibn Habîb, el-Kisâî, el-Ferrâ, Kutrub ve el-Ahfeş'e aittir. 3-Allah ismi "gizlenmek, perdelenmek, beşeri kabiliyetlerin ihata sahasının dışında, duygu ve idrakin ötesinde olmak, yükselmek ve yüce olmak"

    ALLAH DEYU DEYU
    Şol Cennet’in ırmakları
    Akar, Allah deyu deyu
    Çıkmış İslâm bülbülleri
    Öter, Allah deyu deyu

    Salınır Tûbâ39 dalları
    Kur’an okur hem dilleri
    Cennet bağının gülleri
    Kokar, Allah deyu deyu

    Kimler yiyip kimler içer
    Hep melekler rahmet40 saçar
    İdris nebî41 hulle42 biçer
    Diker, Allah deyu deyu

    Altındandır direkleri
    Gümüştendir yaprakları
    Uzadıkça budakları
    Biter, Allah deyu deyu

    Aydan arıdır yüzleri
    Şekerden tatlı sözleri
    Cennette hûrî kızları
    Gezer, Allah deyu deyu

    Hakk’a âşık olan kişi
    Akar gözlerinden yaşı
    Pür nûr43 olur içi dışı
    Söyler, Allah deyu deyu

    Açıldı gökler kapısı
    Rahmetle doldu hepsi
    Sekiz Cennet’in kapısı
    Açar, Allah deyu deyu

    Rıdvan durur kapı açan
    Hulle donlarını biçen
    Kevser44 şarabını45 içen
    Kanar, Allah deyu deyu

    Yunus Emre’m! Var yarına
    Koyma bu günü yarına
    Yarın Hakk’ın divânına
    Varam Allah deyu deyu
    Yunus EMRE
    ---ölüm herkes için bir fırtınadır
    bugün bana esti yarın sanadır
    Şimdi Ruhuma bir Fatiha oku
    sevabı hem sana hem banadır---




    <marquee>facebook>>67.efsane.688 </marquee>

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 12.470, Level: 73
    Points: 12.470, Level: 73
    Level completed: 5%,
    Points required for next Level: 380
    Level completed: 5%, Points required for next Level: 380
    Overall activity: 99,9%
    Overall activity: 99,9%
    Achievements
    Ekrem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Mar 2012
    Yer
    (Ebedi dünyasına göç etti)
    Mesajlar
    964
    Points
    12.470
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    14

    Standart Cevap: Allah Celle Celalu

    Esma'ül Hüsna - Rahmân Celle Celalu



    Er-Rahmân, “Kâinattaki bütün canlı mahlûkatı yaratan, mü’min olanı da kâfirleri de rızıklandıran, kendi yarattıklarının rızkını ve nasibini de veren O’dur.” anlamını taşımaktadır. Kâinattaki bütün canlı mahlûkata hiç ayrım gözetmeden bilâ istisna hepsinin rızkını temin etmesi, Rahmân isminin tecellîsidir.51 Rızk vermek, merhamet etmek, Rabbimizin sıfat-ı iktizâsındandır. 52 Yüce Allah (c.c.) kulları üzerindeki rahmeti sonsuzdur. Rahmân isminin tecellîsiyle dünyada yaşayan mü’min olan kulları ile birlikte mü’min olmayan kullarının rızkını kendisinin vereceğini beyân etmektedir. Yüce Allah (c.c.) zerre kadar dünyaya kıymet vermemektedir. Her fırsatta dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, dünyada ne ekersek âhirette de onu biçeceğimizi bildirmektedir. Şâyet dünyaya zerre kadar önem verseydi, kâfirlere ve kendisinin verdiği nice nimetlere şükür etmeyen o nankör inançsızlara yiyecek, içecek ve barınacak yer verir miydi?

    er-Rahmân, dünyada, iyi de olsa, kötü de olsa, mü’min de olsa, kâfir de olsa, hiçbir ayırım yapmadan, nimetini bütün kullarına veren, hepsine karşı sonsuz merhametini gösteren zatın ismidir. er-Rahîm, bağışlayan, esirgeyen, ahirette merhametini, nimetlerini sadece mü’min kullarına hasreden zatın ismidir. Yüce Allah’ın bu iki ismini tam anlamıyla kavrayabilmek için, önce, özellikle “ilâhi rahmet”in boyutlarını bilmek lazımdır dostlar! “Rahmet” bağışlama, acıma, şefkat ve ihsan anlamları taşır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah Teâlâ’nın rahmetini şöyle anlatır bize: “Şüphesiz Allah’ın yüz rahmeti vardır. İşte onlardan bir rahmet vardır ki mahlûkât kendi aralarında birbirlerine onunla acırlar. Doksan dokuzu kıyâmet günü içindir.” (Müslim, Tevbe, 20; Tirmizî, Deavât, 107; İbn Mâce, Zühd, 35.) “Rahmet”i düşünüp tefekkür ederken, beynimizin sınırlarını sadece bu yüzde bir oranındaki rahmet için zorlamaktayız dostlar. Kavrayabildiklerimizi toplayıp onun yüz katını düşünerek de, o dehşetli kıyamet gününde, kullarını sarmalayacak olan o engin rahmet deryasına ulaşabiliriz ancak! Kâinata tefekkürle bakan her göz, yaratılmış her şeye nakış nakış “merhamet” işlendiğini görür dostlarım! Kasas sûresi (28), 73: “Rahmetinden dolayı, Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki (geceleyin) dinlenesiniz (gündüzün) ise O’nun lûtuf (ve kereminden rızkınızı) arayasınız. Umulur ki şükredersiniz.” Şu sonsuz kâinatı şenlendiren, ışıklandıran işte bu “Rahmet”tir! Gündüzünü “güneşle” aydınlatıp, güneşin her varlığa ışığını ve ısısını sunuşundaki sırlarla, kullarına “Rahmân” ismini tefekkür ettiren; gecesini ay ve yıldızlarla donatıp semayı ışıklı bir festival alanına çeviren ve gecenin, o çok özel “vuslat” saatleriyle kuluna “Rahîm” ismini tefekkür ettiren yine O “Rahmet”tir! Şu sonsuz kâinatı, birbirine çarpmadan, her biri apayrı ihtiyaçlar içinde olan, binbir çeşit hayvan ve bitki türünün hiç birini unutmayıp, muhteşem bir nizamla koruyan, sevk ve idare eden, türeten ve yayan yine O, İlâhî rahmetiyledir dostlar! Bir dalda, minicik bir kuş, gagasındaki solucanı, o rahmetle koyar yavrusunun ağzına! Bir küçücük tavuk, civcivlerini o rahmetle alır kanatlarının altına! “Yırtıcı” bir hayvan da olsa, aslan, yavrusunu özenle yalayarak temizlerken, o rahmetin eserini sergiler, gören gözlere! Ağaçlar, o rahmetle meyveye durur dostlar! Başaklar, o rahmetin tecellisi ile ürün verir, çiçekler renk ve koku cümbüşüyle raks eder dünya sahnesinde, o rahmet sebebiyle! Bulutlar, göklerden “rahmet”i yeryüzüne indirirler ve her bir yağmur tanesini, bir melek yüklenerek, “İlâhî Rahmet”in boyutlarını sergilerler düşünebilen kafalara! Furkân sûresi (25), 48, 49: “Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O’dur. Biz gökten tertemiz bir su indirdik. Ki Biz (o suyla) ölü toprağa can verelim, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım, diye.” Bir koca ağacı, tüm varlığıyla “meyve vermeye” yönelten O. Rahîm-i Mutlak, bütün kâinatı da, kâinatın meyvesi olan “insan”a yöneltmiş ve adeta emrine âmâde kılmıştır o engin rahmetiyle. Kur’ân-ı Kerîm’in “rahmet” sûresi olan Rahmân sûresi’nin ilk âyetlerinde şöyle buyrulur: “Rahmân (olan Allah), Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı ve ona beyanı (açıklamayı) öğretti.” İnsanın yaradılışı da bu rahmet sebebiyledir dostlar! Allah (cc) rahmeti gereği de kulunu başıboş bırakmamış, ona, yolunu gösteren Kur’ân-ı Kerîm’i göndermiştir. Bakara sûresi (2), 143: “...Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” En’âm sûresi (6), 155: “İşte bu (Kur’ân) da mübarek bir Kitap’tır. Onu biz indirdik. Ona uyun ve Allah’tan korkun ki, size rahmet edilsin.”. Yûnus sûresi (10), 57: “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüller derdine bir şifa, mü’minlere bir hidayet ve rahmet geldi.” Bakara sûresi (2), 163: “Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm’dir.” En’âm sûresi (6), 12: “De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” de. O, rahmet etmeyi kendi nefsine yazmıştır. Sizi, varlığında asla şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. Ama kendilerini zarara sokanlar inanmazlar.” A’râf sûresi (7), 156: “Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz gerçekten (de tevbe edip Senin hidayetine) yöneldik.” Allah buyurdu ki, “azabım var, onu dilediğime isabet ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış (ve kuşatmış)tır. Onu da özellikle korunanlara, zekâtını verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” Madem ki “rahmet” bu kadar cazip, bu kadar güzeldir, o halde insana, neden yaratıldığını bilmek ve kendisini yaratan O ‘Yüce Kudret’i tanımak düşer! İnsanoğluna “akıl” bahşeden Allah, ondan, kendisini bilmesini ve O’na “ortak” koşmadan kulluk etmesini istemektedir. Kudsî bir hadiste “ Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak (şirk) koşmamış olsan, şüphesiz Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım!” (Tirmizî, Deavât, 106.) buyrulmaktadır. O halde insan, kâinatı sarmalayan bu sonsuz rahmete yapışmalı, O, celâl ve ikrâm sahibi Sultan’a muhatap olmanın yollarını aramalı, acziyetini idrak ederek, Rabbine sığınmalı, dünyanın elem ve sıkıntılarından kurtulmalıdır. Zira kâinatı insanın emrine veren, O Yüce Yaradan, bunca nimetlerine karşılık, kulundan sadece “halis bir şükür”, saf ve ciddi bir hürmet beklemektedir. İnsanın maneviyatına da “rahmet” mührü vurulmuştur dostlar. Yüce Allah, kalplere nakışladığı merhamet duygusu ile kullarını da birbirlerinin yardımına koşturur. İki Cihan Serveri Muhammed Mustafa (s.a.s.) buyurdular ki: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16. Hadis no: 1923.) Elçisi ve Habibi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) uyulmasını emreden, Yüce Allah, kulunun ötelerle olan bağını, merhamet ve sevgiyle kurmasını ister. Zira engin rahmet sahibi Yüce Yaradan, kullarına, “yolunu” göstersin diye gönderdiği “sevgili kulu”na, yerleri ve gökleri, yüzü suyu hürmetine yarattığı “Habibi”ne, tüm isimlerinin tecellilerini lütfederek, O’nu, Kur’ân-ı Kerîm’inde (Tevbe sûresi (9), 128): “Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkündür. Mü’minlere çok şefkatli ve merhametlidir.” buyurarak över ve ona itaati emreder. Nûr sûresi (24), 56: “Hem namazı kılın, zekâtı verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.” Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) sevginin, rahmetin, ihsan ve güzelliğin elçisidir dostlar! Enbiyâ sûresi (21), 107: “(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”


    ÂYETLER IŞIĞINDA ER-RAHMÂN (c.c)

    Yüce Allah (c.c.), Rahmân esmâsıyla Hakk’ın, yani kendisinin rahmet-i umumisi’ni53 halktan günahkar olanların bile kendi kulları olduğunu ve kendisinden ümit kesilmeyeceğini Kur’an-ı Kerîm’in, Zümer suresi, 53. âyetinde açık açık dile getirmiştir “Deki ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah (c.c.) rahmetinden ümit kesmeyiniz!” Tövbe suresi hariç, Kur’an’daki her surenin “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile…” diyerek başlamamızın anlamı bu konuya açıklık getirmektedir. Biraz daha açacak olursak, Allah’ın rahmeti kâinattaki bütün canlıları kapsamakta, kucaklamakta ve onları koruması altına almaktadır.

    Bir misal verecek olursak, “Havada uçan bir kartal kendisine 5 km. uzaklıktaki yeryüzünü rahat görebiliyor. 1,5 km. mesafeden de avlanacağı avını görebiliyor. 1,5 km. mesafeden avını görünce gözünü avının üzerine dikiyor. Avını gözündeki bir mercek (büyüteç) vasıtası ile 7,5 kat büyütüyor ve hemen avının üzerine pike yaparak onu avlıyor.” Yine başka bir misal kurbağayı verelim: “Kurbağaya dikkat edecek olursak, gözü dışarıdadır. Kurbağanın gözü yuvasının içinde 360 derece dönebilmektedir. Avlayacağı sineği hareket etmeden, yani gövdesini sağa sola döndürmeden avını hem büyütüyor, hem de rahatlıkla görebiliyor. Böylece avını kaçırmadan yakalıyor.” Bunun gibi daha birçok misaller verilebilir. Demek ki onları yaratan, yalnız yaratmakla kalmıyor, rızklarını temin edebilmeleri için çok büyük kolaylıklar gösteriyor. Bu mucizeler Rabbu’l-Âlemîn54 “Rahmân” sıfatının kâinat üzerindeki tecellîsidir.

    HADİSLERİN IŞIĞINDA ER-RAHMÂN (c.c)

    “Allah’ı zikretmek, Allah’ın en çok sevdiği kul olmak” demektir. İslâm âlimleri, Hazreti Musa (a.s)’ın yüce Allah (c.c.) ile konuşması ve O’ndan bazı sorularını ve dileklerini bize şöyle nakletmektedir: Musa (a.s) bir gün, “Ey Rabbim! Kullarının seni en çok seveni kimdir?” diye sordu. Yüce Allah (c.c.), “Onların beni en çok seveni, en çok zikredenidir.” diye buyurdu. Musa (a.s), “Yâ Rabbim! Kullarının en zengini kimdir?” diye sordu. Yüce Allah (c.c.), “Kendisine verdiğim şeye rıza gösterip razı olanıdır.” diye buyurdu. Musa (a.s), “Ey Rabbim! Kullarının en iyi hüküm vereni hangisidir?” Yüce Allah (c.c.), “İnsanlar Hakkında kendisi için hüküm verdiği gibi hüküm verendir.” Musa (a.s), “Yâ Rabbim! Kullarının senden en çok korkanı kimdir?” Yüce Allah (c.c.), “Onların beni en iyi bilenleridir.” Musa (a.s), “Yâ Rabbim! Ben sana nasıl şükredeyim ki, bana ihsan buyurduğun nimetlerden en küçük bir nimet bile bütün amellerime denk gelmez.”

    ER-RAHMÂN (c.c) ESMÂSININ İNSANA VERDİĞİ MESAJ

    Yüce Allah (c.c.), “Ey Musa! İşte sen şimdi bana şükrettin!” diye buyurdu. Özetleyecek olursak, Rabbu’l-âlemîn; Hazreti Musa’nın sorduğu soruya verdiği cevapla bizlere şu mesajı iletiyor: “Benim sevgimi kazanmak istiyorsanız beni çokça zikrediniz!”

    ŞİİR

    Yâ Rab! Yönelt hak yoluna Tut elimden, kaldır beni Merhamet et, kem kuluna Rahmetine daldır beni Nefs elinde bir şikârım Senden ayrı hiçtir varım Bunca yıllık günahkârım Beni bana buldur beni Yâ Rab! Muradım ver bana Esrarını göster bana Yeter tek damla ter bana Katre katre doldur beni Daldırma tamah malına Meyve et irfan dalına Düşürüp iman balına Son nefeste güldür beni Yâ Rab! Kula aklım ermez İçimdeki şeytanı ez Ölmeden öncede bin kez Öldür beni öldür beni
    H. Cengiz ALPAY

    DİNİ HİKÂYE - HALİL İBRAHİM SOFRASI VE HAZRETİ İBRAHİM’İN MECÛSÎ MİSAFİRİ

    Hazreti İbrahim hiç misafirsiz sofraya oturmazmış. Bazen misafir bulabilmek için 1-2 mil şehrin dışına doğru çıktığı bile rivâyet edilir. Yine bir gün misafiri olmadığı bir akşam dışarı çıkarak misafir aramaya başlar. Uzaklarda bir yerde yaşlı bir misafir bulur. Onun koluna girerek eve getirir ve sofrasına oturtur. Misafir yemeğe besmele çekmeden başlar. Hazreti İbrahim’in dikkatini çeker, “Sen besmele çekmeyi unuttun!” der. Misafir, “Ben besmele çekmem. Çünkü Müslüman değilim, mecusiyim!” der. Hazreti İbrahim kızar ve “Ben böyle biriyle yemek yemem!” diyerek misafiri azarlar ve misafir de sofradan yemek yemeden kalkar gider. Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.), Hazreti İbrahim’e Cebrâîl61 (a.s) vasıtasıyla vahiy62 gönderir: “Yâ İbrahim! Bana inanmadığını bildiğim hâlde yıllardır ben onun rızkını veriyorum. Ama sen daha yeni öğrendiğin hâlde, bir öğün yemeği ona çok gördün. Hemen çık, mecusiyi bul ve af dile!” Hazreti İbrahim derhâl dışarı çıkar ve mecusiyi arar bulur.

    DUA

    Sen öyle rahmet edersin ki, rahmetinin tecellisiyle her zerre, hayat bulur. Rahmetinin bir cilvesi, tüm günahlarımızı63 silerek, bizi Cennet’ine sokar. Şu çorak gönlümüzü rahmetinle ıslat yâ Rabbî!
    Yâ Rabbî! Bizlere rızk vermeyi zaten “Rezzâk” isminle üzerine almışsın. Senden maddî ve manevî rızıklarımızı talep ettiğimizde, bizleri onlardan mahrum eyleme!
    Rızana bizleri kefil, rızkına nâil eyle bizleri!
    Zira muhannetin kapısı güçtür. O kapıya bizler muhtaç eyleme yâ Rabbî!
    Yâ Rabbî! Sen öyle Rahmân’sın ki, Rahmân esmân ile kâinat rahmete ulaşır. Allah’ım! Gazabından rızana, azabından affına sığınırım! Senden, sana sığınırım! Sen emretmezsen rahmet yağmaz, dal kıpırdamaz!
    Güllerin güzelliği, çiçeklerin renkleri, kelebeğin deseni, meyvelerin lezzeti, senin rahmetinin eseridir. Rahmân kapısından bizleri de içeri sokarak, Rahmân sıfatını rahmete çevir yâ Rabbim!
    Âmîn.


    Rahman : Esirgeyen, bütün canlılara nimet veren

    Cenab-ı Hak buyuruyor:

    Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Biz, Rahmanın dışında tapılacak birtakım ilahlar kıldıkmı?" (Zuhruf, 45)

    Bu sıfat dünyada hem müminlere ve hem de kafirlere şamildir. Çünkü Allah dünyada mümine ve kafire rızık veriyor, hiç birisini ayırt etmiyor.

    Rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri ihsan husunda rahmetini mahlukatından hiç esirgemeyen anlamında olan Rahman, Rahim isminden daha geniş kapsamlı bir mana ifade eder.

    Rahmân, Yüce Allah'ın hem ismi hem de sıfatıdır. Bu isim, Allah lafzına bağlı olarak zikredildiğinde sıfat anlamındadır. Ancak Kur'an'da bu şekilde değil, özel isim olarak kullanılmıştır. Bu isim sadece Allah'a has özel isimlerden olduğu için daha çok bir isme bağlı olarak değil; yalnız zikredilmesi hoş karşılanmıştır. Rahman'ın bu şekilde kullanılması O'nun Rahman sıfatına ters gelmez. Çünkü Allah ismi de uluhiyet sıfatına delalet ettiği halde hiç bir zaman başka sına ait bir sıfat olarak zikredilmemiştir.

    Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmeledeki Rahman ve Rahim sıfatları arasındaki fark, Allah teala, Dünyanın Rahmanı ve Ahiretin Rahimidir cümlesinde veciz bir şekilde dile getirilmektedir. Rahman vasfı gereği Cenab-ı Hakk, dünyada bütün canlılara, mümin-kafir ayırımı yapmaksızın bütün insanlara, şefkat ve merhametle davranmayı kendi nefsine farz kılmıştır.

    Yüce Allah bir kudsi hadiste şöyle buyurur: "Rahmetim gadabımı geçmiştir."

    Tenbih : Kul, önce Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle onları Allah yoluna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirmeye çalışmalıdırlar. Bu konuda şiddet yolundan ziyade yumuşaklık ve şefkat yollarını tercih etmelidir. Asilere de merhamet gözü ile bakmalı, eziyet ve zulüm nazarı ile bakmamalıdır.

    Müminin başlıca gayesi, insanlardan ortaya çıkan her mâsiyet sanki kendi nefsinden ortaya çıkıyormuş gibi, o masiyeti onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmalı ve bu suretle onları Allah'ın gazabına uğramaktan kurtarmak olmalıdır.

    İhlasla "Yâ Rahman" diye bir müslüman bu isme devam etse, kalbi yumuşar, zalimlerden emin olur, maddi ve manevi nimetlere nâil olur.
    ---ölüm herkes için bir fırtınadır
    bugün bana esti yarın sanadır
    Şimdi Ruhuma bir Fatiha oku
    sevabı hem sana hem banadır---




    <marquee>facebook>>67.efsane.688 </marquee>

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 12.470, Level: 73
    Points: 12.470, Level: 73
    Level completed: 5%,
    Points required for next Level: 380
    Level completed: 5%, Points required for next Level: 380
    Overall activity: 99,9%
    Overall activity: 99,9%
    Achievements
    Ekrem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Mar 2012
    Yer
    (Ebedi dünyasına göç etti)
    Mesajlar
    964
    Points
    12.470
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    14

    Standart Cevap: Allah Celle Celalu

    Esma'ül Hüsna - Rahîm Celle Celalu


    Yüce Allah (c.c.), “Rahîm” İsm-i Celîl ile kendisine iman eden bütün mü’minlere çok fazlasıyla rahmet edendir. Bu İsm-i Celîl ile mü’min kullarına, bilhassa ebedî âlemde çeşitli nimetler sunarak, aynı zaman da Cennet’iyle Cemâl’iyle65 ikrâmda bulunacağını beyân etmektedir. Yüce Allah (c.c.), rahmetine hamd ve şükürle karşılık veren mü’minlere merhamet edeceğini, Rahmân’ın rahmetini ebedileştireceğini kıymetli kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de defalarca bize müjdelemektedir.

    er-Rahîm, bağışlayan, esirgeyen, ahirette merhametini, nimetlerini sadece mü’min kullarına hasreden zatın ismidir. Allah, Rahmân ve Rahîm’dir dostlarım! O, öylesine mağfiret ve af sahibidir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde Allah Teâlâ, “Rahmân” yani rahmet, mağfiret ve acımanın tek mercii olarak nitelendirir Yüce Zatını! Ve kullarını; Kur’ân-ı Kerîm’le dost olmuş kullarını, kelâmı ile “mest” ederek, sevgiyle sarmalar ve mutmain kılar akılları! “Rahmet” yağar gönüllere, bir bahar yağmuru misali! Nisan yağmuru gibi yeşertir kurumuş, çölleşmiş gönülleri! “Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (kıyamet günü) Rahmân’n huzuruna kul olarak gelmesin.” (Meryem sûresi (19), 93.) “O gün, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâ-Hâ sûresi (20), 109.) “Gökleri yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan, sonra Arş’a hükmeden Rahmân’dır. Haydi ne dileyeceksen o her şeyden haberdar olan (Rahmân)dan dile.” (Furkân sûresi (25), 59.) “O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir düzensizlik görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir çatlaklık görüyor musun?” (Mülk sûresi (67), 3.) O “Rahmân”dır, O “Rahîm” Hem “Tevvâb”dır, hem “Kerîm” O, Yüceler Yücesi, hem “Latîf”tir, hem “Halîm”.

    Tövbe kapılarını ecel gelene dek açık tutup kulunu bağışlamaya hazır olan “Rabb”dır O! Bakara sûresi (2), 160’da “Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler, (gizledikleri gerçeği) açıklayanlar başkadır. Artık onların tevbelerini çokça kabul edenim, çok merhamet edenim.” buyurandır O! Kuluna, Nisâ sûresi (4)’nin 106’ıncı ayetinde “Allah’tan bağışlanmanı dile. Şüphesiz, Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” Buyurarak yol gösterendir O, dostlar! Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah (cc) Yûsuf Sûresi’nin 64’üncü ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Babaları dedi ki: “Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah’tır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” Zümer sûresi (39)’nde (53): “De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” müjdesiyle, kulunu “rahmet deryası”na daldırandır O! Ey Rahmân ve Rahîm olan Rabbim! Seni, isimlerinle tanımayı; Sana, isimlerinle yaklaşmayı; Ve Sana, isimlerinin ışığında kavuşmayı nasip eyle! Âmin.

    ÂYETLER IŞIĞINDA ER-RAHÎM (c.c)

    İşte bunun içindir ki her surenin başlangıcı sayılan “Bismillahirrahmânirrahîm” 66, yalnız Fatiha suresinde birinci âyet olarak alınmıştır “Rahmân ve Rahîm olan Allah (c.c.) adıyla…” diye başlar. Üçüncü âyetinde altını çizerek “O, Rahmân ve Rahîmdir” diyerek kendisine inanan ve inanmayanların da Allah’ı olduğunu bildirir ve onun devamı olan dördüncü âyetinde ise, “O, din gününün mâliki- sultanıdır.” diyerek, yarın âhirette hesap sorma esnasında rahmetine nâil olmuş, “Rahîm” esmâsıyla şereflendirilmiş kullarına merhamet edecek tek varlığın kendisi olduğunu bildirir. O’nun hükümdarlığı, dünyadaki hükümdarlara benzemez. Hüküm, yalnızca kendisine aittir. Bir yardımcısı yoktur. Bizler her gün kıldığımız beş vakit namazda okuduğumuz Fatiha suresinde bunu kabul ettiğimizi; yüce yaratanın huzurunda tekrar ve teyit ederiz. Yine yüce Allah (c.c.), bu rahmet lütfunu Kur’an-ı Kerîm’inde bize şu ifade ile duyurmaktadır: “Ben, o rahmetimi tövbe edenlerle, zekâtını verenlere yazacağım!”67 Böylece yüce yaratıcımız, mü’min kullarına rahmet edeceğini ve herkesin amelleri karşılığında mükâfatlandırılacağını belirtmektedir.

    Evet, “Mal canın yongasıdır” derler. Ama hayatta iken malının zekâtını vermeye alışmış bir insan can verirken de rahat verir. Değerli Müslümanlar! “Veren el, alan elden her zaman evladır.” Kendi elinizle kazandığınız malı verirken elimiz titrerse, ya can verirken ne yapacağız? Can vermemeye imkân var mı? Bakınız şâir bunu ne güzel dile getiriyor:

    GÜCÜN MÜ VAR?

    Ölmeyecekmiş gibi davrananlara
    Ecel gelir kapın çalar,
    Açmamaya gücün mü var?
    Azrâîl ister emâneti,
    Vermemeye gücün mü var?

    Ecel şerbetin içtin,
    Ölmemeye gücün mü var?
    Yaşadın ömür bitirdin,
    Gitmemeye gücün mü var?

    Yıkanır kefenin hazırlanır,
    Giymemeye gücün mü var?
    Musallâ taşına konur cesedin,
    Gelmemeye gücün mü var?

    Koyarlar derin kabire,
    Toprak örterler üstüne,
    Terk eder giderler hepsi de,
    Kalkmaya gücün mü var?

    HADİSLER IŞIĞINDA ER-RAHÎM (c.c)

    İmam-ı Taberânî Hazretleri’nden nakledilen bir hadis-i şerif’e göre Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz sohbetlerinde buyurmuşlar ki: “Rabbim bana” ümmetinden 70.000 kişiyi hiç sorgu suale tabi tutmadan Cennet’e alacağını vaat etti. Ben de daha fazlasını kendisinden istedim. Yüce Rabbim de bana her ferdin yanında 70.000 de, sen Cennet’e sokabilirsin diye yetki lütfettiler” Değerli Müslümanlar! Bu hesaba göre 70.000 x 70.000 = 4.900.000.000 kişi eder. Allah (c.c.) bizleri de bu hesaba dâhil eden kullarından olmayı nasip etsin İnşallah! Bakınız, Mevlâna Hazretleri bu konuya bir misal veriyor: “Yüce Allah (c.c.), sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’e öyle faziletler, öyle mükâfatlar, öyle imkânlar vermişler ki, gelmiş geçmiş Peygamberler ümmetlerine böyle benzeri bir imkân tanıyamamışlardır” Peki, buna layık bir ümmet olabilmek için bize düşen bir vazife yok mu? Tabi ki var! Öyleyse ne yapmalıyız? Rahîm ism-i şerif’ini sık sık tekrar edeceğiz. Din büyüklerimiz, “Rahîm ism-i şerîf’ini okumaya devam edenler ve yazılı olarak üzerinde taşıyanlarında kalpleri yumuşar, iyilik yapma ve merhamet etme melekeleri gelişir ve çoğalır” diye buyurmuşlardır. Yine din büyüklerimizin tavsiye ettikleri şu altın değerindeki öğütleri hatırlayalım: “258 defa “Er-Rahîm” ism-i şerîf’ini tekrar edenler, her türlü tehlikeden kurtulurlar “Er-Rahîm” ism-i şerîf’i yazılı bir kâğıdı suyun içine atıp biraz beklettikten sonra, o su ağaç köküne dökülürse o ağacın meyvesi bol olur “Er-Rahîm” ism-i şerîf’i bir su bardağının içine koyup onun suyunu içen kimse ile içiren kimse arasında sevgi, muhabbet bağı oluşmuş olur.

    ER-RAHMÂN (c.c) ESMÂSININ İNSANA VERDİĞİ MESAJ

    Bazı ulema,68 “Rahmân” ism-i şerîf’i Cehennem’den kurtaran; “Rahîm” ism-i şerîf’i Cennet’e koyan, anlamı taşır diye buyurmuşlardır. Ebu Hureyreden (r.a) nakledildiğine göre, “Bir kimse, ‘yâ-Rahmâne külli şey’in yâ Rahîme hu’ mübarek ism-i şerîf’leri güzel bir kâğıda yazıp evin bir köşesine koyarsa, o evde çirkin ahlâka sahip insanlar varsa; onlarda hayâ belirtileri oluşur ve ahlâkı düzelir.” diye buyurmuşlardır.

    YUNUS EMRE DE ZATEN BUNU DİLE GETİRİYOR

    Sensin Kerîm, sensin Rahîm,
    Allah, sana sundum elim.
    Senden başka yoktur emin,
    Allah, sana sundum elim.

    Geldi Münkir ile Nekir,
    Her birisi sordu bir dil.
    İlâhî! Sen cevap verdir!
    Allah, sana sundum elim.

    İşte, “Rahmeten li’l-âlemîn” olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah (c.c.) “Rahîm” esmâsı pınarının, hazinesinin musluğu gibidir. Bu sıfatın Resul’de tecellîsi, bir murâd-ı ilâhîdir. Bu musluktan akan murâd-ı ilâhîden her insan ancak hak ettiği kadarını, yani nasibi kadarını alır “ Bir Allah (c.c.) dostunun dediği gibi: “Bir çiçeği dalından koparıp bir vazoya koyarak güzelliğini seyretmek ve koklamakla, o çiçeği dalında Allah’ı zikrederken yakalayıp seyretmek arasında büyük fark vardır”

    “RAHÎM” YÂ RABBÎ!

    Senlik benlik ile kaybettik izi,
    Bizi kendimize buldur yâ Rabbî!
    İz’ansız akılla şaşı gözümüzü,
    Hakikât nurunla gördür yâ Rabbî!

    Münkire, zalime bizi ezdirme!
    Seraplar peşinde boşa gezdirme!
    Hasret kırlarında koyup tezdirme!
    Muhabbet gönlüne kondur yâ Rabbî!

    Şükür ile kapat aç günümüzü,
    Aratma bizlere hiç dünümüzü,
    İlâhî! Mekânın şu gönlümüzü,
    İnsanlık aşkıyla doldur yâ Rabbî!

    Duygusuz, görgüsüz, hâlsiz bırakma!
    İmansız, ikrarsız nârına yakma!
    Kulda kusur çoktur, kusura bakma!
    Rahîm, rahmetinle güldür yâ Rabbî!

    Rıza derki, haksızlığı yalanı,
    İsi, kiri, yolsuzluğu gümânı,
    Üstümüzden şu toz ile dumanı,
    Lütfu ihsanınla kaldır yâ Rabbî!

    Bahattin KARAKOÇ

    DİNİ HİKÂYE

    Rivâyet edildiğine göre hoca talebelerine, “Çocuklar bahar geldi, her taraf çiçeklerle süslendi. Bu günkü dersimizi kırda yapalım!” der ve onları kıra götürür. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, “Haydi, size yarım saat müsaade! Gezin oynayın!” der. Çocuklar yarım saat paydostan sonra her biri kendisine göre bir çiçek bulur. Kimi gelincik, kimi papatya koparıp hocasına getirir. Fakat bir çocuk vardır ki bir köşeye çekilmiş; mahcup, boynu bükük durur. Gözleri dolu dolu ağlamaklı bir hâli vardır. Çocuğun bu hâli hocasının dikkatini çeker, “Gel bakalım evladım! Sen beni sevmiyor musun? Bak arkadaşların hem oynayıp hem de bana çiçek getirdiler. Sen hiçbir şey getirmemişsin!” Çocuk, daha da hıçkıra hıçkıra ağlayarak, “Hocam, seni hiç sevmem mi? Lakin hangi çiçeğe koparmak için gittim ise hepsi ‘lâ ilâhe illallâh!’ diye Allah (c.c.) yı zikrediyorlardı. Onun için koparmaya kıyamadım!” der. Hocası çok şaşırır ve talebesine sarılarak iki yanağından öper. Elleri ile gözyaşlarını siler ve sohbetine devam eder. “Görüyorsunuz ki evlatlarım kâinatta ne varsa ağaçlar, çiçekler, böcekler, taşlar her şey her an zikir hâlindedir ‘lâ ilâhe illallâh!’ diyerek Allah’ı tesbih ederler.” diye buyurur. Yalnız Müslümanlara, inananlara mahsus hususiyet ve faziletlerden biri de onlardan birçok kimsenin hesapsız, sorgusuz, sualsiz olarak doğrudan Cennet’e girebileceklerinin müjdelenmesidir. İşte bunlar, yüce Allah (c.c.) “Rahîm” esmâsından nasibini alıp Allah’ın rahmetine nâil olmuş mü’min kimselerdir.


    DUA

    Er-Rahîm olan Allah’ım!
    Rahmân sıfatını rahmete çevir!
    Senden bildiğimiz ve bilmediğimiz; şimdi ve gelecekte olacak bütün iyilikleri isteriz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz; şimdi ve gelecekte her türlü şerden sana sığınırız. Bizleri koru ve kolla yâ Rabbî!
    Senden Cennet’i ve Cennet’e yaklaştıran söz ve amelleri bizlere lütfetmeni niyaz ederiz. Kabul buyur yâ Rabbî!
    Kulun ve Resul’ün Muhammed (s.a.v.)’in senden istediği hayrı dileriz. Kulun ve Resulün Muhammed (s.a.v.)’in sana sığındığı şeylerden biz de sana sığınırız! Bizi koru!
    Bizim için yazdığın her şeyin sonunu iyi yapmanı senden dileriz!
    Ey merhametlilerin merhametlisi!
    Rahmetinle dileğimizi yerine getir. Sevdiklerimizle birlikte huzurlu, sağlıklı, uzun ömürler ver!
    Allah’ım!
    Bizleri yağmurun gibi rahmetini, toprağın gibi şefkatini saçanlardan et!
    Âmîn.


    Rahim : Bağışlayıcı ve merhamet edici

    Cenab-ı Hak buyuruyor:

    "O Rahmân'dır ve Rahim'dir" (Fatiha, 3)

    "O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır." (Haşr, 22)

    Cennette bize cemalini Rahim sıfatının tecellisi ile gösterecektir. Bu muazzam isminden ve onun tecellisinden iman etmeyen ve imandan mahrum olarak bu dünyadan göçenler istifa edemiyeceklerdir. Besmelede ve Fatiha'da her zaman bu isimler sayesinde Cenab-ı Hak'tan rahmet ve merhamet istemekteyiz. Kur'an-ı Kerim'in 115 ayetinde büyük çoğunluğu çok bağışlayıcı anlamına gelen "gafur" sıfatı ile birlikte olmak üzere "rahim" sıfatı kullanılmıştır. Bu da Cenab-ı Hakk'ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu gösterir. Dört ayettede "erhamü'r-rahimin (merhametlilerin en merhametlisi)" tamlaması kullanılmıştır.

    Tenbih : Kul gücü yettiği kadar muhtaç durumda olan kimselerin ihtiyacını karşılamalı, yanında ve memleketinde ihtiyacını karşılamadığı hiç bir fakir bırakmamalı. Muhtaçların ihtiyaçlarını ya para ile ya da nüfuzu ile veyahut hayra delâlet etmekle, daha olmazsa zengin ve söz sahibi olan kişilere başvurmak suretiyle karşılamalıdır. Bu saydıklarımızdan aciz olursa, o zaman ona hayırlı dualar yapmak suretiyle onun hüzün ve kederini paylaşmalıdır.

    Her kimse bu ismi "Yâ Râhim" her farz namazdan sonra yüz kere okursa gaflet ve unutkanlıktan, gönül pekliğinden emin olur. Yine demişlerki, bir kimse sabah namazından sonra Rahim ismini yüz kere okursa bütün yaratılanlar o kimseye merhamet eder.
    ---ölüm herkes için bir fırtınadır
    bugün bana esti yarın sanadır
    Şimdi Ruhuma bir Fatiha oku
    sevabı hem sana hem banadır---




    <marquee>facebook>>67.efsane.688 </marquee>

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 12.470, Level: 73
    Points: 12.470, Level: 73
    Level completed: 5%,
    Points required for next Level: 380
    Level completed: 5%, Points required for next Level: 380
    Overall activity: 99,9%
    Overall activity: 99,9%
    Achievements
    Ekrem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Mar 2012
    Yer
    (Ebedi dünyasına göç etti)
    Mesajlar
    964
    Points
    12.470
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    14

    Standart Cevap: Allah Celle Celalu

    Esma'ül Hüsna - Adil Celle Celalu Anlamı ve Fazileti



    El-Adl, Allah (c.c.) 99 isminden birisidir. Lügat manası hakkı ve gerçeği bilerek doğru hüküm veren, mutlak adalet sahibidir. Her türlü noksanlılardan münezzeh olan Allah (c.c.) mutlak hâkim ve sahibidir. Her şeyi hakkıyla gören, her şeyin içini, dışını, önünü, arkasını hakkıyla bilen ve gören odur. Varlığımız tamamen onun eseridir. Sağlımız, servetimiz yine onun eseridir. O kime ne verdiyse bilerek vermiş, vermediyse de bilerek vermemiştir. Verdikleri mi hayırlı, vermedikleri mi hayırlı onu bilemeyiz. Onu bilme şansımız yoktur. Onun verdiği her şeye şükretmek bizim kulluk borcumuzdur. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin ifadesiyle:

    Hak şerleri hayreyler
    Zannetme ki gayreyler
    Ârif onu seyreyler
    Mevlâm görelim neyler
    Eylerse güzel eyler.

    Kul, gerek kendisi, gerekse de başkaları hakkında Allah (c.c.) ne takdir etmişse, ne muameleye tabi tutmuşsa, onun muhakkak bir adalet ve hikmet dahilinde olduğuna inanmak ve O’na razı olmak ve asla şikâyette bulunmamak, Allah (c.c.) dan geldi ise bunun bir hikmeti vardır demek mecburiyetindedir. Çünkü zulme uğrayanların dayanağı O olduğu gibi, mahzun kalplerin sığınağı yine O’dur. Biz kullara düşen görev, bir Allah (c.c.) dostunun söylediği gibi:

    “Kara taşta karıncayı görürsün
    Şefkatinle anneleri bürürsün
    Küçük kuşa alçacık dal verirsin
    Kırma bizim dalımızı yâ Rabbî!
    Boş çevirme elimizi yâ Rabbî!”

    Diyerek tam bir teslimiyet içinde her hâlükarda emirlere boyun eğmek, büyük bir sabır ve metanet içerisinde olayları karşılamak mecburiyetindeyiz. İşte hakiki Müslüman kendini yaratan Allah’a kayıtsız şartsız teslim olandır.

    el-Adl, çok adil olan, asla zulmetmeyen, kullarına da âdil olmayı, adaletle davranmayı emreden demektir. Âl-i İmrân sûresi (3), 18: “Allah gerçekten kendisinden başka ilâh olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de, O’ndan başka ilâh olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakîm olan Allah’tan başka ilâh yoktur!” Şu fani dünyada, biz insanlar adaleti, bir “terazi” ile simgelemişizdir dostlar! Terazi, “dengeyi” anlatır. İki kefesine konulan şeylerin dengede olması, doğruyu, hakkı, adaleti getirir toplumlara, insan ilişkilerindeki bozulmaları düzeltir. Allah (cc), insanı, tek başına yaşasın diye yaratmamış, onu, bir toplum içinde, insanlarla ilişkiler kuracak kabiliyetlerle donatmış ve “ümmet olma” bilinciyle yaşayan bir “İslâm toplumu” kursunlar istemiştir. İslâm’da dağlara çekilip, yalnız yaşama, yani “inziva” yoktur dostlar! Son nefesine dek koşuşturması ve insanlara yardımcı olması beklenir mü’minlerden. Dolayısıyla, insan ilişkileri çok mühim hale gelir inancımızda. Müslüman kişi, “fert” bazında eğitilirken, güçlü, imanlı, birbirlerine sevgi ve saygı duyan, aralarında adaletle hükmeden, haksızlığın, zulmün olmadığı bir toplum hedeflenir dostlarım. Allah Âdil’dir.

    “... Şüphesiz Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.” (Mâide Sûresi (5), 42.) Gidişin, vaat olunan güne doğru olduğu ve o gün herkesin hesaba çekileceğini anlatır Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde: Enbiyâ sûresi (21), 47: “Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.) Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.” Zilzâl sûresi (99), 7, 8: “O gün kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” Bu geçici dünya, imtihan dünyasıdır! İnsanoğlunun gücü her şeyi bu dünyada çözümlemeye yetmez! Olaylar karşısında adil olup “hakkı” teslim edemez! Nice dalâlet ehli, ceza almadan, nice hidayet ehli de mükâfatını görmeden göçer bu dünyadan! Ama dostlar... Zerreden kürreye dek her şeyde saltanatını, hikmet, intizam ve ölçüyle gösteren Allah, kendi himayesine sığınan, iman eden ve diğer kullarına adaletle davranan imanlı kullarına iltifat ederek, rahmet ederek, yaptıkları hiçbir ameli boşa götürmeyerek adaletle davranır. İnşikâk sûresi (84), 6-9: “Ey insan! Şüphe yok ki sen, Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin, sonunda O’na varacaksın. Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir!” Adalet, Allah (cc)’ın sıfatlarından olup kullarından da adil olmalarını, zulmetmemelerini ister Yaradan.

    Nisâ sûresi (4), 135: “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nahl sûresi (16), 90: “Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” Nisâ sûresi (4), 58: “Şüphe yok ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” “İlâhî adâleti” tam olarak anlayabilmek için, O’nun adâletine sığınabilmek ve güvenmek için, O’nun hikmet dolu fiilleri ile yaratıp, yönettiği evreni tanıma ve o muhteşem dengeyi, yaradılıştaki nizamı çok iyi anlamak lâzımdır dostlar! Bunu gören, “sonucu” sadece Allah’tan bekler! Biz insanlar için bu dünyanın yüzü ebedî bir âleme bakmaktadır. Bu dünya, o ebedî dünyanın tarlası hükmündedir! İnsan, kabiliyetleri nispetinde bu tarlayı ekiyor, özleri dünya toprağı altında kalıyor ama, sümbüller ahirette devşiriliyor! Bize düşen, sadece “kulluk” dostlar! Yani dünya toprağını ekmek! Sonuç, Yüce Yaradanın muhteşem huzurunda alınacak! el-Adl’dir O! Zerreyi dahi boşa götürmeyendir O! Bu ismin tecellileriyle yaşamak istiyorsak, insan ilişkilerimizde “âdil” olmalıyız dostlar! Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi, başkalarına yapmamalıyız! Çevremizdeki ilk daireye; eşimize, yavrularımıza adil davranmalı, aile içi olayları, adaletle halletmeliyiz! Adalet, doğruluk getirir. Öyle “doğru” olmalıyız ki yanımıza yaklaşan herkes “güven” duymalı, “huzur” duymalı varlığımızdan. Tartın kendinizi “vicdan” terazinizde dostlarım. “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz!” (Tirmizî, Kıyâmet, 26. Hadis no: 2461.) O “müthiş terazi”ye, kıyamet günü kurulacak o dehşetli “mizan”a ne kadar hazırsınız? “Sizin tümünüzün dönüşü O’nadır! Allah’ın vaadi gerçektir. İman edip Salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için, yaşamayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur! İnkâr edenler için ise küfürlerinden dolayı onlar için kaynar sudan acı bir (içecek) azap vardır.” (Yûnus Sûresi (10), 4.)

    ÂYETLERİN IŞIĞINDA EL-ADL (C.C)

    Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerîm’in En’am suresi, 115. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tam kemalindedir. O’nun kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur. O hakkıyla işiten ve kemaliyle bilendir.” Âyetin anlamı açık ve seçiktir. Allah (c.c.) kelamında şüphe olmadığı gibi vaadinde de asla şüphe yoktur. O bir şeye ol derse hemen olur. Nitekim yüce Allah (c.c.) Peygamberine şöyle beyân ediyor: “Ya Muhammed senin Rabbinin sözlerinde ve adaletinde de asla bir noksanlık yoktur. O vaadinden asla dönmez, vaadi ve sözü haktır.” Yüce Allah (c.c.) Peygamberlerine ve mü’min kullarına yardımı ve neticesinde de Cennet’i, kâfirlere ve inanmayanlara da Cehennem’i vaat etmiştir. Onun vaadi asla değişmez ve hükmü bozulmaz. Çünkü O “El-Adl” dir. Adaletle hükmeder, hiç kimseye haksızlık yapmaz.

    HADİSLERİN IŞIĞINDA EL-ADL (C.C)

    Nahl suresi, 90. âyetinde nüzulü hakkındaki hadisi Osman bin Maz’un şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir: Osman bin Maz’un şöyle ifade etti: Ben önceleri Hazreti Muhammed’den utandığımı için Müslüman olmayı kabul etmiştim. İslâmiyet tam manasıyla kalbimdeki yerini almamıştı. Günler böyle devam ederken, bir gün Hazreti Muhammed ile beraber yürüyor, o bana bazı şeyler anlatıyordu. Birden gözünü gökyüzüne dikti, sonra gözünü sağa ve sola çevirmeye başladı. Sonra bu hareketi tekrar tekrar yapmaya devam etti. Ben merak ettim. Hiçbir anlayamadım. Ona, “bu hareketlerin sebebi nedir?” diye sordum. Ya Osman! Ben seninle konuşurken Cebrâîl sağ tarafıma indi ve şu talimatı getirdi: “Allah (c.c.) adaleti ve ihsanı emreder.” Adalet Allah (c.c.) tan başka ilâh olmadığına şahadet etmek, ihsanda farzları yerine getirmek, akrabaya yardım etmek, akrabayı ziyaret etmektir “Yine Allah (c.c.) fahşâyı, yani zinayı, münkeri yani inkâr edeni; bağyi yani başkasının hak ve hukukuna tecavüz edeni; zulmü ve kendini beğenmişliği men eder.” diye buyurdu, dedi. İşte o anda kalbimde iman ateşi yandı. Bunun üzerine doğruca Ebu Talip’e geldim. Şahit olduğum bu hâdiseyi kendisine anlattım. Ebu Talip bunun üzerine, “Ey Kureyş topluluğu! Kardeşim oğlunun dediği doğrudur. Ona uyun. O size Allah (c.c.) emirlerini naklediyor. Yemin ederim ki o size ancak güzel ahlâkı emrediyor.” dedi. Yine başka bir hadiste Abdullah bin Amr Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Gerek verdikleri hükümlerde, gerek aile fertleri Hakkında ve gerekse üzerlerine aldıkları işlerde âdil davrananlar Rahmân olan Allah (c.c.) indinde nurdan minberler üzerindedirler. İşte onlar Allah (c.c.) katında yüce mertebelere ulaşacaklardır.” Yine adaletin tecellîsi Hakkında bir sahabenin şu hikâyeyi naklettiği bildirilmiştir: Bir gün Hazreti Peygamberle yürüyorduk. Bir adamın, kölesi olduğunu tahmin ettiğimiz zavallı bir adamı dövdüğünü gördük. Resulullah yavaşça adamın arkasına yaklaştı “Senin nasıl gücün yetiyorsa, şunu iyi bil ki Allah (c.c.) da sana gücü yeter.” diye buyurdu. Adam şaşkın bir vaziyette bu sesin sahibi kim ki diye arkasına döndüğünde Resulullah’ı görünce şaşırdı. Hatasını anladı ve Resulullah’a dedi ki “Peki, ben bu hatamı nasıl affettirebilirim?” Resulullah’da, “Hemen tövbe et ve o köleyi azat et, köle de sana Hakk’ını helal etsin. İşte o zaman adalet yerini bulur, Allah (c.c.) Adl’dır, adaleti sever, kullarını âdil olmaya davet eder” diye buyurdu.

    Kıymetli okuyanlarım! Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayacağımız gibi sosyal yaşantımızı buna göre yönlendireceğiz. Allah (c.c.) zulmedenlere mühlet verir. Asla ve asla affetmez. Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyunda hesap soracağı o ânı hiç unutmayalım.
    ---ölüm herkes için bir fırtınadır
    bugün bana esti yarın sanadır
    Şimdi Ruhuma bir Fatiha oku
    sevabı hem sana hem banadır---




    <marquee>facebook>>67.efsane.688 </marquee>

Benzer Konular

  1. Allah azze ve celle
    By SiLa in forum Allah (c.c) Hazretleri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 26.10.10, 20:03
  2. Allah celle celalÛhÜ
    By SiLa in forum Allah (c.c) Hazretleri
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 19.10.09, 20:48
  3. ALLAH (Celle Celâlühü):
    By Konyevi Nisa in forum A- Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 23.11.08, 10:00
  4. Allah(celle celalüh) sevgisi
    By Reyhani in forum Allah (c.c) Hazretleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.11.08, 09:28
  5. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.07.08, 14:23

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •