ALLAH,ım sen afedensin Afetmeyi seversin,Bizleride afet.




TEVBE

“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9, 10, 11) buyurmuştur.




TEVBE
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde:
“Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30) buyurmaktadır.
Başka bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz:
“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9, 10, 11) buyurmuştur.
Tevbe : Kulun işlediği günahlara pişmanlık (nedamet) duyması, bir daha işlememeye
azm etmesi
İstiğfar: Kulun Allah’tan günahlarını mağfiret etmesini (af dilemesi) dilemesi)Affı için
dua ve niyazda bulunması
Mağfiret: Allah’ın Günahları af etmesi (örtmesi, Cezasının kaldırılması)
. Tevbe, imana dair makamların ilki, hak yolculuğunun başlangıcı, (sevgiliye) ulaşma kapısının anahtarıdır. Lugatte dönmek demek olan tevbe, ıstılahta ise kabahatten, kabahat olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir.
Vicdanında meydana gelen çirkinliğinden dolayı değil de bedenine, malına veya şerefine zarar verme gibi herhangi bir korku yahut ümit sebebiyle vazgeçmek, tevbe değildir. Asıl tevbe, Tevbe-i nasûhyaptığı kabahatin bir menfaatini görse de esasen onun çirkinliğini duyup tiksinerek vazgeçmektir.
Vicdanında, işlemiş olduğu günahlara duyduğu pişmanlık ne kadar fazla ise tevbenin kabul olma ihtimali o kadar fazladır.
Kabahatlerden başka bir sebeple değil, sırf çirkinlikleri yani Allah'ın rızasına ters düşen bir kabahat oldukları için vicdanında pişmanlık duyarak ve işlemekten dolayı şiddetli üzüntü hissederek ve bir daha çirkinlik yapmamaya azmedip vazgeçmek, nefsini buna alıştırıp hiçbir sebep ve engel karşısında dönmemeye karar vermekle olur.

İbnü Merdûye'nin rivayet ettiği bir hadisde şöyle denilmiştir: "Mu'âz b. Cebel (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v)'e, "Ey Allah'ın Resulü! Nasûh tevbe nedir?" Diye sordu. Hz. Peygamber de buyurdu ki: "Kulun yapmış olduğu günaha pişmanlık duyup ve Allah'a özrünü arzedip sonra da sütün memeye geri dönmediği gibi o (günaha) dönmemesidir."
Hz. Ali (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: "O, bir çöl arabının "Ey Allah'ım senden beni bağışlamanı diliyor ve sana (günahlarımdan dolayı) tevbe ediyorum." dediğini işitmişti de ona, "Ey adam! Tevbede dil çabukluğu yalancıların tevbesidir." demişti. Adam, "O halde tevbe nedir?" deyince de, Hz. Ali (r.a) ona şöyle cevap vermişti: "O tevbenin altı özelliği vardır.
1-Geçmiş günahlara pişmanlık duymak,
2- farzları iade etmek,
3-mazlumun hakkını vermek,
4-düşmanlarla helâllaşmak,
5-bir daha ona dönmemeye azmetmek ve
6- nefsi günah içerisinde büyüttüğün gibi Allah'a itaatte eritmek ve ona günahların tadını tattırdığın gibi, itaatın da acısını tattırmaktır."
(Tevbenin kabul edilmesi konusunda Nisâ Sûresi'nde geçen "Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir..." (Nisâ, süresi17) ve "Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca 'Ben şimdi tevbe ettim' diyen ve kâfir olarak ölenler için tevbe yoktur." (Nisâ, süresi/ 18) âyetlerine bakınız.)
Gereği gibi yapılan tevbenin kabul edileceğinin vaad edilmiş olduğuna dair bir hayli âyet ve hadis vardır ki, şu âyet de bu cümledendir. Umulur ki Rabbiniz sizden kabahatlerinizi örter.
Mamafih burada dikkat edilecek birkaç nokta vardır.
Birincisi, bunun esasında Allah Teâlâ üzerine aklen vacib olmayıp İlâhî bir vaadin gereği olmasıdır. Tevbe-i nasûh hakkında böyle olunca, onun dışında olan tevbeler hakkında da bundan daha ileri bir vaadin olmayacağı da aşikârdır.
İkincisi, bağış ve sevab ile güzel bir şekilde kabul edilme ümidini besleyerek tevbe etmek, tevbenin hâlis ve nasûh olmasına mâni değil bilakis şiddetli bir arzu ve istek verir. Kabahati ve kötülükleri kötü ve çirkin oldukları için pişmanlık duyup terk etmek, yalnız kendi nazarında değil, esasen Hak Teâlâ'nın katında çirkin olduğu için vazgeçmek, O'nun rızasına uygun hareketle, geçmişte olan kötülüklerin yapılmamış gibi örtülmelerini ve tam bir günahsız gibi rızaya ermesini istemekten başka bir şey değildir.
Üçüncüsü, Tevbe ile günahın örtülmesi, hiç işlenmemiş gibi Allah'ın ilminden silinmesi demek değildir. Onun içindir ki tevbeden, her hususta tam bir masuma eşit olması lazım gelecek derecede örtülmesi mânâsına, genel bir tehdit ve taahhüd anlaşılmasın. Kabahat madem ki yapılmıştır, o halde yazılı kalmalıdır. Allah'ın ilminden silinmesine imkân ve ihtimal yoktur. Ancak nasûh bir tevbe iyilikler ve keffâretle örtülür, bağışlanır ve cezası affolunur.

Geçmişi hesab defterinden silinir, hatta ondan sonra hâle göre tam bir günahsız gibi muamele edilir. Fakat esasen masum olmadığından o dereceye yükseltilmesi hususunda teminat verilmez. Bununla beraber ümid de kestirilmez, çünkü Allah her şeye kâdirdir.
Denilmiştir ki, Âdem beş şey ile bahtiyar (mutlu) oldu. Emre karşı gelmeyi itiraf etmek, pişmanlık duymak, nefsini kötülemek, tevbeye teşebbüs etmek ve rahmetten ümidi kesmemek, İblis de beş şeyle bedbaht (mutsuz) oldu. Günahını kabul etmedi, pişmanlık duymadı, kendini kınamayıp azgınlığını Allah'a bağladı ve rahmetten ümidini kesti.
Senden dilediğimiz dilekleri, hak etmiş olduğumuzdan dolayı değil, fazl u rahmetinden ümid ederek diliyoruz. Halbuki olacak, olacaktır: Bizden herhangi bir şekilde sadır olmuş olan günahlar, Senin ilâhî bilginde zaten belli ve sabittir. Onların oradan silinmesi imkansızdır. Fakat Sen, yüce kudretinle onların bize yönelik olan sonuçlarını istersen silebilirsin. Zira sebepleri yaratan ve gerçekten etki sahibi olan ancak Sensin. Bizim kötü işlerimizle onların doğuracakları sonuçlar arasındaki ilişkiyi sen dilersen mahvedebilirsin, bizden onları affettikten başka bize mağfiret de et! Ayıplarımızı ilâhî ilminde gizle, örtbas eyle, eller içinde bizi rezil ve rüsvay eyleme, ayrıca “rahmetinle muamele et, rahmetinle bize ihsanda bulun”, Sen bizim Mevlâmız'sın, sahibimiz, malikimiz, yardımcımız ve işlerimizin tedbircisisin. "Allah, inananların dostudur." (Bakara, 2/257) buyurdun. İşte bundan dolayıdır ki, o kâfirler güruhuna karşı bize yardım et, nusret ihsan eyle; maddeten ve manen hakkın savunulmasında ve Allah adının yüceltilmesinde bizi üstün getir ve zaferlere ulaştır, muzaffer eyle!.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bu dualarla dua ettiği zaman, Allah tarafından "peki yaptım" buyurulduğu Müslim ve Tirmizî'de rivayet edilmiştir.
Allah, kullarının içini dışını, ne yapıp ne işlediklerini görür. İmanlarını şüpheden uzak olarak ikrar ve itiraf edip bu sayede günahlarına mağfiret dileyen, hiçbir lezzete imkan bırakmayan ateş azabından korunmalarını niyaz eden, sabırlı, sözlerinde, niyet, davranış ve işlerinde dürüst ve doğru olan, huşû içinde ibadet ve taata devam eden, mallarını Allah yolunda infak eden, karanlıkların aydınlığa, gafletlerin açıklığa ve uyanıklığa dönüştüğü o seher vakitlerinde istiğfar eyleyen kullarını görür ve gözetir, güzel yurdu ve en büyük rıdvanını böyle kullarına verir. Şu halde ta başta yürekten inanıp tasdik etmek ve imanını da hiç çekinmeden dil ile ikrar etmek, günahların bağışlanmasına ve azaptan korunmaya vesile ve sebep ise de, hiç şüphesiz en güzel sonuç ve en büyük rıza, sayılan özellikleri kendilerine huy ve alışkanlık edinmiş olan takva ve ibadet ehli Müslümanlara aittir.
Rasulullah (s.a.v.) "Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım" demiştir. Niçin Allah'ı bilmek korkmaya sebep oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür, bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O'nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya sebep olabilirdi. Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden değil, aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galip ve kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah'ı bilmeyenler her haltı ederler. O'nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır.

Onun bütün kemâli "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım bekleriz." (Fatiha, 1/5) anlaşmasıyla Allah Teâlâ'nın yardım ve inayetinden aldığı imdat feyzine bağlıdır. Her hususta yardım ve fetih ondandır. Nitekim Resulullah "Ben sana senâyı sayıp tüketemem, sen kendini senâ ettiğin gibisin." demiştir. "Sana hakkıyla ibadet edemedik." diye varid olmuştur. Bu kusuru örtecek, bu eksikliği tamamlayacak olan da ancak Allah Teâlâ'nın mağfiretidir. O da isteyene vaad edilmiş olduğundan buna işaret olarak da buyuruluyor ki: Ve ona istiğfar et. Muhammed Sûresi'nde "Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur. (Ey Muhammed), kendi günahın, inanan erkeklerin ve inanan kadınların günahı için (Allah'tan) mağfiret dile." (Muhammed,süresi 19) buyurulduğu üzere gerek kendin ve gerek ümmetin için mağfiretimi dile, ki "Allah senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın." (Fetih,süresi/2) hükmü zâhir olarak (gerçekleşerek) bütün temizlikle Rabbine dönesin. Çünkü O muhakkak tevbeleri çok kabul edici bulunuyor. Tevbe ile kendine dönenleri kabul ile affedegelmiştir. Şu halde istiğfar ve tevbe edenler kabulünü ümit etsinler.
Tesbihin hamde yakınlaşması gibi, bununla istiğfarın tam faydası, tevbeye yakınlaşması halinde olacağına bir tenbih vardır. İstiğfar, "Ya Rabbi bana mağfiret et, bize mağfiret buyur, mağfiretini niyaz ederim" gibi dua ve niyaz ile mağfiret istemektir. Tevbe ise yukarılarda açıklandığı üzere günaha nedamet ve bir daha yapmamak üzere azim ile dönüştür. İnsan, başkalarının günahları için de istiğfar edebilir. Kur'ân'da "Rabbimiz, hesabın görüleceği gün, beni, anamı babamı ve müminleri bağışla." (İbrahim, 14/41) gibi bunun pek güzel misalleri vardır. Onun için burada da "ondan mağfiret dile" emri, Peygamber'in sadece kendisi için olması lazım gelmeyip ümmeti için de olur. Ve hatta daha çok ümmeti için denilmiştir.

Fakat kimse başkasının adına tevbe edemez. Bununla beraber istiğfar, tevbeyi de içine alabilir. Alûsî'nin naklettiği vechile İbnü Receb demiştir ki: Yalnız istiğfar, duada mağfiret isteğiyle beraber tevbedir, "Allah'tan mağfiret diliyor ve O'na tevbe ediyorum." gibi tevbeyi de zikrederek istiğfar ise, sadece mağfiret talebiyle duadır. Bir de demiştir ki, yalnız istiğfar, geçmiş günaha nedametle ve onun şerrinden korunmayı dua ile talep ve gelecek günahın şerrinden de onu yapmamaya azm ile korunmayı talebdir. Ve işte "Israr ile sağîra (küçük günah) yoktur, istiğfar ile de kebîre (büyük günah) yoktur." gibi varid olan hadislerde ısrarı yasaklayan ve soyut olarak zikredilen istiğfardan kastedilen böyle nedamet ve azm ile tevbeyi içermiş olan istiğfardır. Eğer geçmiş günaha nedamet yoksa, o sadece duadır, nedamete yaklaşmış ise tevbedir."

Bunun özeti, şer'an istiğfara vaad edilmiş ve tertip edilmiş olan hükümler, tevbe mânâsında olan istiğfardadır. Mutlak olarak istiğfar denildiği zaman o kastedilir.
Nedamet mânâsı bulunmayan ve günahtan pişman olmaksızın sadece onun af ve mağfiretini istemekten ibaret kalan istiğfar, sadece bir duadır, makbul olmamak gerektir. Çünkü hem günaha pişmanlık duymamak, hem de onun mağfiretini istemek Allah'a karşı edepsizliktir. Ancak bu, kişinin kendi günahı hakkındadır.
Alûsî der ki: "Kul her ne kadar çok çalışsa da, Mabud'un celaline layık olanı, gereği gibi yerine getirmede kusurdan uzak olamayacağına işaret için birçok taatlardan sonra istiğfar da meşru kılınmıştır.
Onun için zikretmişlerdir ki, farz namazı kılan kimse için akabinde üç defa istiğfar etmesi, teheccüd kılanın seher vakitleri dilediği kadar istiğfar etmesi ve hacının hacdan sonra istiğfar etmesi meşru kılınmıştır. "Seherlerde istiğfar ediciler." (Âl-i İmran, 3/17),
"Sonra insanların akın akın döndüğü yerden siz de akın edin ve Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir." (Bakara, süresi /199). Aynı şekilde abdestin sonunda ve her toplantının bitiminde istiğfarın meşru olduğu da rivayet olunmuştur.
* Rasulullah on birinci hicrî senesinin Safer ayının sonlarında bir baş ağrısından rahatsızlanarak Rebîü'l-Evvel'in onikinci gününe kadar devam eden bu rahatsızlığı esnasında dahi son üç günden başkasında Mescid-i saadete çıkıp namazı kıldırmaktan kalmamıştı. Bu esnada bir gün Fadl b. Abbas ve Ali b. Ebi Talha hazretlerinin ikisi arasında minbere çıkıp hamd ve senâ ettikten sonra okumuş olduğu hutbesinde:
"Ey insanlar! Ben kimin sırtına bir değnek vurdumsa, işte sırtım, aynen bana vursun ve eğer kimsenin ırzına sövmüşsem, işte ırzım aynını yapsın, ben kimsenin malını almışsam, işte malım ondan alsın ve benim tarafımdan düşmanlık olur diye korkmasın, o benim şanımdan değildir." dedi ve indi. Öğle namazını kıldıktan sonra yine minbere döndü, önceki sözünü tekrar etti. Bunun üzerine üç dirhem iddia eden bir kişiye derhal bedelini verdi. Sonra şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun, dünya mahcupluğu, ahiret mahcupluğundan ehvendir. Sonra Uhud ashabına dua etti ve onlar için istiğfar eyledi. Sonra da yukarıda zikrolunduğu üzere: "Bir kul, Allah onu dünya ile kendisine kavuşması arasında serbest bıraktı da, o Allah'a kavuşmayı seçti." buyurdu. Hz. Ebu Bekir bunun üzerine ağlamıştı da "Sana kendimizi, mallarımızı, babalarımızı ve evlatlarımızı feda ederiz!" demişti. Sonra da Ensar'ı tavsiye buyurdu.
Ancak üç gün mescide çıkamamıştı, ezan okununca: "Ebu Bekir'e emredin insanlara namazı kıldırsın." buyurdu. Rebiü'l-Evvel'in onikinci günü Pazartesi günü -ki doğduğu gündür- Hz. Aişe'den rivayet olunduğu vechile önündeki bardağa mübarek elini batırıp su ile yüzünü meshediyor "Allahım bana sekerâtına karşı yardım buyur." diye dua ediyordu. Kuşluk vakti idi, derken ağırlaştı. Hz. Aişe kucağına almıştı, bu fani âleme gözünü yumdu, son sözü "Hayır, refîkı'l-a'lâ" diye Rabbine özlemini arzetti, isteği olan Allah'ın likâsına kavuştu (Bkz: Âl-i İmran, 3/144).
Dua:
"Selâm, dualar ve güzellikler Allah içindir. Selâm, Allah'ın rahmeti ve Allah'ın bereketleri senin üzerine olsun ey Peygamber. Selâm (esenlik), bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka tanrı yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve peygamberidir." "Allahım, İbrahim ve yakınlarına salat ve selâm ettiğin gibi, Muhammed ve yakınlarına da salat ve selâm et." "Rabbim, beni ve soyumu namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamızı kabul eyle." "Rabbimiz, beni, babamı, anamı ve insanları, hesaba kalkılacağı gün affeyle." "Allah’ım, bizi onun dini üzere yaşat, onun dini üzere öldür ve onun bayrağı altında haşret." "Allah’ım sen sübhansın, sana hamd ediyorum, beni affetmeni diliyorum ve sana tevbe ediyorum" "Bizim son duamız, "hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" olsun."
Kanak Hakk Dini Kur’an dili Elmamlı Hamdi Yazır