Büyük fetihler ve başarılar gerçekleştirmiş insanları kimler yetiştirmiştir? Anneler mi, babalar mı, hocalar mı, yoksa toplum mu? Mesela çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet kimin eseridir? Bu soruya verilecek cevap; devlete, millete ve topluma faydalı bir insanın nasıl yetiştirilmesi gerektiğine verilecek cevaptır aynı zamanda...



Fatih, Bursa’daki “Hünkâr Evi”nde dünyaya gel**diği zaman, onu sıradan bir şehzade olmaktan kur**tarıp çağ*ları kucaklayacak bir cihangir, bir fatih yapa*cak temel unsurların hemen hemen tamamı hazırdı. Ona, asırla*rın gayretiyle hazırlanmış sihirli iksiri yudumlayıp hazmetmek, zamanla bunlara Allah vergisi dehasını katıp kendini ve çağını aşmak kalıyordu. Çok çalışmalı, çarçabuk öğrenmeli, vaktinden önce her bakımdan bü*yüyüp muh*teşem fetih yürüyüşünü başlatmalı idi. Gönüller gibi gözler de ona dönüktü. Çevre, bir çocuğun şahsında fethi sezmiş gibi, bütün imkânları önüne sermekte yarış hâlindeydi.

Büyük görev, ilk safhalarda yine annenindi. “Her başarılı insanın arkasında mutlaka iyi bir kadın vardır” sözünü hayat prensiplerinin vird-i zebanı yapan Hüma Ha*tun, “iyi kadın” olma hasletine annelik şuurunu da katarak yücelmiş, büyük bir padişahın eşi olma şerefine diğer bir büyük padişaha annelik şerefini eklemiş, böy*lece emeğinin ve öğütlerinin neticesi olan “Feth-i Mü*bin”*den ilk şeref payını almaya hak kazanmıştır.

Hiç şüphesiz, oğlunun kulağına Peygamber (a.s.m.) müj*desini ilk fısıldayan odur; mukaddes hedefini ve aslî vazifesini dem dem ruhuna nakşedenlerin başında da o vardır.

Ondan sonra sırasıyla baba, çevre ve eğitim müesse*seleri devreye girer. Ve bunlar topyekûn devreye girdi*ğin*de, “model insan” ya da “büyük insan” dediğimiz ör*ne*ği ortaya çıkarırlar.

Öyleyse Fatih’i yetiştiren unsurları, yukarıdaki sırayı takiben gözden geçirmek durumundayız. Belki bu sa*yede, “Dünya örneği büyük insanlardan niçin mahru*muz?” sorusu da bir ölçüde cevaba ulaşacaktır.

Fatih’in annesi
Bu muhterem kadın, Sultan II. Murad gibi bir pa*dişaha eş, Fatih gibi dâhi bir cihangire anne olabilecek bütün vasıflara sahiptir. Bir fatihin annesinde bulun*ması lazım gelen meziyetleri eksiksiz nefsinde topla*mış, kuvvetli iradesini anne şefkatiyle bütünleştirip dindarlığıyla takviye ederek evladına sağlam emeller aşılamak için âdeta kendisini vakfetmiştir. Evladını sı**radan ninnilerle değil, “Feth-i Mübin” müjdeleyen Peygam**ber tebşiriyle ninnileyerek büyütmüştür. Nice vakfiyeler*de imzası, nice mabetlerde mührü, nice sebil*lerde emeği vardır. Öyle bir şefkat manzumesi ki yar*dımsever*liğiy*le yalnız ken*di dönemini değil, asırlar sonrasını da kucaklamış bulun*maktadır.

İsmet, iffet, şefkat ve basiret örneği bu kadının ismi Hüma Hatun’dur. Oğlunu karnında taşımaya başladığı andan itibaren sünnet-i seniyye terbiyesi vermiş, ab*destsiz yere basmamış, besmelesiz emzirmemiştir. Oğluna bütün bildiklerini öğrettikten başka, bilmedik*le*rini öğretmeleri için de devrin sadece en büyük âlimle*rini değil, aynı zamanda ahlaken en sağlam, amelen en müt*ta*kî ve her bakımdan en seviyeli hoca*larını tut*muş, oğlu*nun şehzade olmasına bakmadan “Eti senin, kemiği be*nim” anlayışına uygun davrana*bilmiş, bir ke*resinde hocalarından biri tarafından (Güranî) dövüle*ceği yolundaki şikâyeti oğlu kendisine ulaştırdığında, onu korumak şöyle dursun, tam tersine, “Hocaların vurduğu yerden gül biter” demek basiretini göstererek hocaların otoritesini kırmaya yanaşmamış*tır.

Annenin gerektiğinde şefkatini saklayabilmesi, ye*rine göre otoriter, yerine göre yumuşak olabilme den*ge*sini kurabilmesi çok nadir görülür. Ekseriya şefkatin dozunu fazla kaçırır, çocuklar bunu bencilce istismar edip şımarırlar. Fatih’in annesi ise bu dengeyi son de*rece iyi kurmuş, şehzadenin hem sığınağı hem yönlen*diricisi, hem de korku mercii olabilmiştir. Bunun neti*cesidir ki Fatih, çocuk denebilecek yaşlarda İtalyanca da*hil birkaç Avrupa lisanıyla birlikte mükem*mel şiirler yazacak kadar Farsçayı öğrenebilmiş, gencecik yaşında ise “Feth-i Mübin”i gerçekleştirebilmiştir.

Fatih’in babası
Sultan II. Murad hakkında, yerli tarihçilerle birlikte, yabancı tarihçilerin de ver*di*ği ortak hüküm şudur: “O mükemmel bir padişah, çok iyi bir insan, adalet yolundan asla ayrılmayan dindar bir kişi ve hayatının en verimli çağında saltanattan rızasıyla çekilebilecek kadar da fedakârdı.”

Fatih’in babası, bir fatihin babası olmaya gerçekten layıktı. Oğlunu, söze karışmaması şartıyla, daha pek küçük yaşında, müdavimi bulunduğu ilim meclislerine sok*muştur. Fırsat buldukça sıradan her baba gibi oy*na*mış, elinden tutup cami, medrese ve türbelere gö*tür*müş, din ulularıyla ta*nış*tırmış, feyizlenmesini sağ*la*mış*tır. Baba, “İslam’ın ezelî e*meli, Müslüman’ın Peygam***ber teb*şiri” İstanbul’un oğlu tarafın*dan fetholu*na*ca*ğı*nı sanki kerameten bilmiş, oğlunu bir fa*tihe ya*ra*şır tarz**da yetiştirmek için gerekli her şeyi yapmış, hatta mukadder ve mukaddes fethi çabuklaştırmak ya*hut da müstakbel fatihi büyük fethe fiilen hazırlamak eme*liyle, 40 yaşlarında, kendi rızasıyla tahttan feragat etmiş*tir.

Ya eğitimi hususunda gösterdiği dikkat, titizlik?

Meşhurdur; oğlunun zaman zaman derslerinde tem*bellik ettiği yolunda Molla Güranî’nin yaptığı şikâyeti dinledikten sonra eline sağlam bir kızılcık sopası tutuş*turmuş, tembel*liğe devam ettiği takdirde bu sopayla şehzadeyi dövme*sini söylemiş; Molla Güranî, padişah fermanı gibi eli*ne tutuşturulan kızılcık sopasıyla şeh*za*denin dersine girmiş, tembellik ettiği takdirde üzerine bulaşan tembellik tozlarını sopayla temizlemekte te*red*düt göstermeyeceğini bildirmiştir. Unutmayalım ki, ho*cası tarafından dayakla tehdit edilen talebe bir şehza*de*dir, padişahın oğludur...

Sultan II. Murad’ın, fethin yakın olduğunu sez*diğine şüphe yok. Bu bakımdan, tahtı dahil, ezelî aşkı vuslata erdirecek bütün imkânları oğlunun önüne sermiş, ceddinin ve kendisinin nice gayretlere rağmen ulaşa**madıkları mukaddes hedefe her bakımdan şehza*de*sini hazırlamıştır.

Yine de en büyük eseri, Sultan II Mehmed gibi müstesna bir kabiliyeti yetiştirip tarihe armağan etme*sidir.


Fatih’in çevresi
Bir ev düşününüz ki içinde yaşayanların hiçbiri, hiçbir sabah namazını kazaya bırakmıyor... Bir ev düşününüz ki günün her saatinde kubbeleri Kur’an tilavetinin insanı vecde getiren ilahî terennü*müyle yıkanıyor; odalarında, salonlarında, koridorla*rın*da naatlar, münacatlar, ilahiler dolanıyor... Bir ev düşününüz ki küçükten büyüğe herkes hayrat düşünüyor, iyilik konuşuyor; adımlar sevap ve günah kavramlarının şuurunda atılıyor. Ve bir ev düşününüz ki devrin en müttakî, en kabi*liyetli âlimleriyle dolup taşıyor; askerlikten mantık il*mine, matematikten astronomiye, tarihten dünya siya*setine kadar çok şey bir arada konuşuluyor... İşte bu, Fatih’in evidir.

Bir insanın yetişmesinde çevrenin önemini inkâr kabil değildir. Gerçi büyük insan, sırf muhitin, çevrenin itelemesiyle değil, Allah vergisi kabiliyetlerini sonuna kadar seferber ederek geceli gündüzlü çalışmak sure*tiyle yetişir. Ve büyük insanlar kendi muhitlerini, çev*re*le**rini yetiştirirler. İyi ya, Fatih’e gelene kadar Osmanlı pa**dişahlarının hepsi, istisnasız, büyük olduğu için mu*hi*ti bu ölçüde teşekkül ettirmişler ve geleceğin Fatih’ine sa*pasağlam, dipdiri, yaşayan bir muhit intikal ettirmiş*ler*dir. Fatih biraz da bu muazzam mirasın eseridir. Bu mu*azzam mirasın başında da hiç şüphesiz hocaları gel*mektedir.

Fatih’in hocaları
“Fatih’in hocaları” derken, beşikten mezara uzanan ilim, takva ve terbiye zincirinin halkalarını bütün ola*rak düşünmek lazımdır.

Önce Ebe Hatun: Ebeyi nineyle eşdeğer sayan, böylece bebeği dünyaya getiren emeği mükâfatlandıran töre*mize uygun olarak, Şehzade Mehmed, ebesini yarı anne saymış, ne ölçüde belirsiz, fakat mutlak surette on*dan istifade etmiştir. İhtimal, fetih menkıbelerini efsunkâr bir sır gibi kulağına fısıldayan, odur. Ebe Hatun bugün Bursa Muradiye’de ebedî dünyasını yaşarken, bir büyük Fatih’in ebesi olmakla taçlanan şerefi hakkıyla taşımakta ve umarız cennete doğru kıyamet yürüyüşü yapmak*tadır.

Dadısı Hand Hatun: Yine fetih ruhunu Fatih’e aşılayanlar arasında dadısı, Ce*ma*leddin Beyzade Ahmed Bey’in kızı Hand Hatun’u zikretmek lazım gelir. Bu muhterem kadının Edirne’de kendi adıyla, bir milletin ebedî minnet duygusunu dile getirircesine anılan bir mahallesi, bir camii, ayrıca İstanbul’da da iki camii mevcuttur. Mütevazı gelirini şahsına sarfetmeyip camilere hasretmesiyle dinî seciyesi müseccel hâle gelen Hand Hatun’*un, bakıcısı ve kıs*men terbiyecisi durumunda olduğu şeh**zadeye, cami yaptır*manın ya da kiliseleri camiye tahvil et*me*nin fazi*letleri hak*kında telkinatta bulunduğunu tahmin et*mek zor değildir.

Lalası Vezir Zağanos Paşa: Fatih’e devlet idaresinin bütün inceliklerini öğreten, babasının Manisa’ya çekil*mesiyle açılan taht yolunda genç hükümdarın kolun*dan tutup yürüten, sürekli şekilde kendisine güvenme*sini, ama bu güveni asla kötüye kullanmamasını telkin edip karakterine padişahlık kıvamını veren müstesna insan.

Molla Güranî: Diğer hocalarının başında ise Şemseddin Ahmed Molla Güranî vardır. Derslerinde tembellik etmesi hâ*linde talebesini dövmek üzere bir sopayla derse giren meşhur molla, geleceğin fatihinin talim ve terbiyesiyle yakından meşgul olmuş, ecnebi hocaların, talebesinin ahlakına tesir edebilecek telkinlerini kırmak için, he*men daima derslerinde hazır bulunmuştur. Fatih’in son oğlu Sultan II. Bayezid’in ise ilk şeyhülislamı olma şerefini taşıyan bu muhterem hoca, İstanbul Taş*ka*sap’*ta kendi adını taşıyan mahallesindeki cami*inde gömülüdür.

Akşemseddin: Fatih’in hocalarının arasında bir tanesi var ki talebesi kadar dik*kat çe*kicidir. Bu vecd ve duyguyu re*aliz*m*le bağdaştırabilmiş, birine öbürünü ezdirmemiş, yedirmemiş mütefekkir zat, gerektiğinde askerleşip bü*yük fetihte müritleriyle ön safa geçerken, gerektiğinde padişahına ve talebesine dünyanın bütün nimetlerini, lezzetlerini, kıymetlerini, kısacası padişahlığı el tersiyle ittirip alelâde bir derviş olmayı özletecek derecede en*gin bir ahiret duygusu aşılayabilecek kadar mükemmel bir um*mandır. Fatih’i dünyada benzerlerine rastlanabi*len bir cihan*gir olmaktan çıkarıp benzersiz bir hüküm*dar yapan sai*kin mimarıdır.

Talebesinin ruhunu gergef gibi işlemiş, kozasını örmüş, ni*hayet ipek böceği koza*sından çıkıp uçmaya başlayınca kendisi için önünde tek bir rota bulmuştur. Şehzade bu rotayı takiple fethi ger*çekleştir*miştir. Fetih sırasında karşılaştığı muazzam güçlüklerle ümidi tökezler gibi olduğu bocalayış anla*rında hep Ak Hoca’sını yanında bulmuş, Peygamber tebşirini onun sesinden her duyuşta âdeta yeniden di*rilmiş, nice ümit*sizliklerin, tersliklerin üstesinden gele gele yürüyüp Bizans kördüğümünü parçalamıştır.

Manevî fetihler için
Feth-i Mübin’i bütün gerçekleriyle idrak edebil*mek için Fatih’i tanımaya, onu tanıyabilmek için de ye*tişme şartlarını anlamaya muhtacız. Öğretmeninden azar işi*ten öğrencilerin mahkemelere koştuğu gün*lerde, padi*şah seviyesinde de olsa, eski öğretmen-öğ*renci müna*sebetlerini ve çocuk ter*bi*yesinin televiz*yona emanet edildiği günümüzde eski aile-evlat bağını incelemek, san*dığımızdan daha büyük bir önem taşı*yor.

Günümüzde hiç kimse muazzam fethi örnek alıp yeni beldeler fethetmeye çıkmayacaktır. Ama Fatih’i yetiştiren unsurlardan birçoğu, günümüzde de geçerli olan, gerekli olan “büyük insan” yetiştirme me*todunun ipuçlarını vermek*tedir. Bunlar, sağlam düs*tur*lar*dır. Biraz şartlara ve ihtiyaçlara uygun şekle getiri*le*bil*se, çocuklarımızı yetiştirmekle mükellef anne, baba ve öğ*ret*menlerin sık düşündüğü “Büyük in*san nasıl yetişir?” sorusunun cevabı bulunmuş olunur. Büyük insan yetiştirmede hayli çorak bir ülkenin eğitimcile*rine büyük insanlar yetiştirmiş formülleri göstermenin faydalı ola*cağı kanaatini taşıyoruz. Bu sayede İstanbul’u yeniden fet*he*decek fatihler yetiştireceğiz, demek iste*mi*yo*ruz elbet... Ancak her biri İstanbul kadar mühim birtakım manevî fetihleri de gerçekleştirmek mevkiin*deyiz. Bunu ye*ni nesiller gerçekleştirecektir. Yeni nesil*ler ise ellerimiz*de, eğitim müesseselerimizde şekillene*cektir.

Annenin gerektiğinde şefkatini saklayabilmesi, ye*rine göre otoriter, yerine göre yumuşak olabilme den*ge*sini kurabilmesi çok nadir görülür. Fatih’in annesi ise bu dengeyi son de*rece iyi kurmuş, şehzadenin hem sığınağı hem yönlen*diricisi, hem de korku mercii olabilmiştir.

Öğretmeninden azar işi*ten öğrencilerin mahkemelere koştuğu gün*lerde, padi*şah seviyesinde de olsa, eski öğretmen-öğ*renci müna*sebetlerini ve çocuk ter*bi*yesinin televizyona emanet edildiği günümüzde eski aile-evlat bağını incelemek, san*dığımızdan daha büyük bir önem taşı*yor.