Sermayesi buz olan bir seyyar satıcı düşünün, güneş vurdukça eriyen sermayesi karşısında çığlık atıyor, adeta sermayesi ile beraber yüreği de eriyor. Bir an önce buzu paraya çevirmek veya dondurarak erimeyi önlemek için çırpınıyor.
İnsan sermayesi buz olan seyyar satıcı gibidir. Zaman güneşi altında ömür sermayesi eriyip akıyor. Hâlbuki bu sermaye ile ebedi geleceğini satın alacak.
Peki, ne yapacak?
Tevbe Suresinde şöyle buyrulur : “Allah mü'minlerden nefislerini ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır."
Bu ayet-i kerime nefsini ve malını Allah'a satmanın çok kârlı bir ticaret, çok şerefli bir rütbe, çok büyük bir makam olduğunu anlatıyor.
Bu konu ile ilgili Altıncı Söz'den istifademi ifade etmek istiyorum.
Allah (c.c) bize emanet verdiği bedeni ve ruhi cihazları bizden karşılığında Cenneti vermek üzere satın almak istiyor.
Yeryüzü fırtınalı bir savaş meydanı gibi, hiçbir şey kararında kalmıyor. Her şey değişiyor, bozuluyor, elimizden çıkıp kayboluyor.
İnsan ister istemez soruyor: ‘Bana verilmiş olan ve benim çok sevdiğim, ayrılmak istemediğim bu şeyleri muhafaza etmenin bir çaresi yok mu?'
Kur'an-ı Hakim' de Allah insanın bu sorusuna: ‘Evet, çaresi var. Hem de çok kârlı bir çaresi var. Emanetimi bana satınız. Sanki o emanet kendi malınızmış gibi size iade edeceğim. Karşılığında büyük mükâfat vereceğim.' diye cevap diyor.
Emaneti Allah'a satmak ise; verilenleri Allah için kullanmak, Allah'ın razı olduğu şekilde istimal etmektir. Helal ve haramlara dikkat etmek, Allah'ın çizdiği sınırları riayet etmektir.
Peki, emaneti Allah'a satarsak sonucu ne olacak? Ne kazanacağız?
Öncelikle geçici ve ölümlü olan malımız ebedileşecek. Ömür dakikalarımız toprağa düşen tohumlar, çekirdekler gibi sonsuz âlemde ebedi meyveler verecekler, çiçekler açacaklar.
Çünkü ebedi olan Allah yolunda sarf edilen her şey ebedileşir.
Sonra bütün lezzet ve nimetleriyle ebedi Cennet verilecek.
Ayrıca duygularımızın ve azalarımızın değeri binler kat artacak.
Bedenimize takılan cihazları, ruhumuza giydirilen duyguları ya nefis hesabına veya Allah namına kullanacağız.
Allah adına kullanırsak mesela akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, Kâinattaki rahmet ve hikmet hazinelerini bize açar. Kulu ebedi saadete hazırlayan, irşat edip yol gösteren bir mürşit olur.
Aksi halde akıl geçmişin hüzünlerini ve geleceğin korkularını toplayan uğursuz ve insanı devamlı aciz eden bir alet hükmüne geçer.
Belki bunun içindir ki, günahkâr insanlar aklın bu aciz edici baskısından kurtulmak için sarhoşlukla aklı iptal edip, eğlence ile aklın düşündürdüklerini unutmaya çalışıyorlar.
Bütün organlarımızı ve duygularımızı akla kıyas edebiliriz.
İnsan son derece zayıf, aciz ve fakir olarak yaratılmıştır.
Her azasının ayrı ayrı ihtiyaçları var. Mesela; görmek için kendisine lazım olan şartların hiç birisini yaratmaya gücü yetmez. Bir midenin ihtiyacı için kâinata muhtaçtır. Allah vermez ise hiçbirini karşılayamaz vs.
Haddini aşan her şey ona düşman oluyor. O ise düşmanlarına karşı koyamamanın sıkıntısı altında ezilir.
Hayat yükü çok ağırdır. Allah'a teslim olup, tevekkül ederse her şeyini Allah'ın kudretine emanet eder ve rahata kavuşur. Yoksa o ağır yükün altında ezilir. Kalben ve ruhen perişan olur gider.
Her şey gibi insanın aza ve organları da Allah'ı tesbih ediyor.
İşte en muhtaç olduğumuz zaman o tesbih ve ibadetlerin sevabı ve ücreti Cennet yemişleri şeklinde bize verilecek.
Eğer malımızı ve kendimizi Allah'a satmazsak saydığım bütün bu kârlardan mahrum kalmanın yanında, telafisi mümkün olmayan zararlara düşmüş olacağız.
Öncelikle çok sevdiğimiz mal, evlat, gençlik ve hayat vs. günahlarını boynumuza yükleyip elimizden çıkacak, kaybolacak.
Emanete ihanet etmenin cezasını çekeceğiz. Çünkü karşılığında ebedi Cennet, tükenmez saadet ve Rüyetullah kazanılabilecek çok değerli emanetleri, Cehenneme yakıt olacak şekilde harcayıp onlara zulmetmiş olacağız.
Çok kıymetli olan azaları, yaratılış gayesine aykırı şekilde kullanarak Allah'ın hikmetine iftira ve zulmetmenin cezasını çekeceğiz.
Son derece zayıf ve fakir olduğumuz halde hayat yükünü omzumuza alarak ayrılıklara engel olamamanın acısıyla daima feryat ederek kalp ve ruhumuza figan ettireceğiz.
Emaneti Allah'a satmak ise ağır bir iş değildir. Sadece Allah namına başlamak ve işlemek, Allah namına vermek ve almak, kusur ettiği zaman tövbe ve istiğfar etmek kâfidir.
Bediüzzaman Hazretleri'nin dediği gibi: “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfidir, harama girmeye hiç lüzum yoktur. Allah'ın farzları ise hafiftir, azdır."
“Ya Rab kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amin.Alıntı