ÖLÜM KAR BEYAZ

ALPEREN GÜRBÜZER

Harun Reşid Emir’ül Mü’mindi. Behlül ise kardeşi olup evliyanın büyüklerindendi. Birgün anneleri Behlül’ü çağırarak:
—Oğlum kardeşin Harun hükümdardır, mesuliyeti çoktur ona nasihatte bulun der.
Behlül:
— Anacığım olur, emrim başım üstüne, merak etme der.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Behlül saraya gidip Harun Reşidi ziyaret eder:
—Haydi, kardeşim seninle şöyle bir turlayalım der. Derken kabristana kadar yürürler ve Behlül mezarlara göz gezdirmeye başlayarak;
—Kabristan da şu falancının kabridir şu kadar sene yaşadı, şu on yaşında, şu da 20 yaşında söylendikten sonra eve dönerler. Annesi Harun Reşid’e sorar:
—Behlül gelip sana nasihat etti mi?
Harun Reşid:
—Hayır, anacığım der.
Anne hayal kırıklığına uğrayarak derhal Behlül’ü bulup oğluna çıkışır:
—Hani oğlum bana söz vermiştin kardeşine nasihat edeceğine dair...
Behlül:
—Anacığım! İnan verdiğin görevde kusur eylemedim, kardeşimi sarayından aldım
Kabristana götürdüm, en büyük nasihat ölümdür diye.
Gerçekten de ölüm en büyük nasihattir. Seyday-ı Tahi akşam olup hane-i saadetine çekildiğinde tanıdıklarından vefat eden birçok isim sayar sıra banada gelecek derdi, böylece nefsine ve ev ahalisine nasihat etmiş oluyordu.
Eskiden yakını ölen uzun süre ölümü düşünürdü, şimdilerde yok gibi. Eskiden biri öldüğü
zaman daha cenaze yerden kalkmadan malından bütün borçları ödenir, vasiyetleri yerine getirilir, ondan sonra kalan mirası varisleri arasında taksim edilirdi. Şimdilerde böyle uygulama yok. Niye olsun ki, manevi ve kültürel değer aşınması her alanda olduğu gibi ölüm içinde geçerli akçe.
Bir gerçekde var, bu kadar yozlaşmaya rağmen, kabirde fazla kalmamak gibi bir avantaja da sahibiz. Şah-ı Hazne (k.s); Geçmiş zamanın insanlarına göre bizler daha şanslıyız, şöyle ki beşbin, altıbin, yedibin seneden beri yerin altında kıyametin kopmasını beklemekteler. Hâlbuki bizimki ise kıyamete yakın bir zamandır. Dolayısıyla bizler geçmiş ümmetler gibi toprağın altında çok kalmayacağız der.
İnsan ihtiyarlayınca ister istemez ölümü kara kara düşünmeye başlıyor, yani aklı başına gelip ve ölmeden önce ölünüz uyarısını gecikmiş de olsa hissetmeye başlıyor. Yine İnsan ahirette Yusuf (a.s)’a verilen güzelliğe erişir, öbür âlemde sadece yüz güzeliği mi? Elbette ki hayır, sesi de çok mükemmel olacak, hakeza ahlakı da peygamber ahlakı gibi olacak. Yaşadığımız hayat sadece bir emanetten ibaret.
Öleni uğurlarken rastgele değil, onunda adabı muaşereti var, nasıl mı? Bir kere cenaze namazını sultan kıldırır. Sultan yoksa naibi, naibi yoksa kadısı, o da yoksa yakınları vs. kıldırması gerekir.
Cenazeyi seri olarak, yani acele edeple defn etmek sünnettir. Meyyiti mezara indirmede
en efdali olan akrabasının indirmesidir, akrabası yoksa imam indirmeli, hatta meyyiti indirirken de Hz.Rasulullahın dini üzerine indiriyorum demeli ve niyet etmelidir.
Fatıma annemiz; Ben ölürsem beni gece defn edin, çünkü erkekler beni görmesin
buyurdu. İşte ölürken bile namahrem konusunda titizliğini gösteren tipik bir saliha hanım örneği buna derler.
Kabirlerin gerek dizayninde gerekse kabir ziyaretleri belirli kaidelere oturtulmuş. Nitekim bununla ilgili kuralsızlık mekruh olarak addedilmiş, mesela;
—Kabirlerin üzerine bina dikmek mekruhtur.
—Aynı kabire iki kişi defn etmek mekruhtur, ancak zaruri halde caizdir.
—Yine kabrin üzerini çiğnemekte mekruh sayılır.
—Mezarların içinde yatmak, mezara karşı namaz durmakta vs. mekruhtur.
Şeyh Abdurrahmani Tahi ve Şehmuz iki kardeşti. Biri ahireti tercih etti ahiret zengini oldu, Şehmuzsa dünyaya talip oldu o da dünya zengini oldu, ama öldüğü zaman kefen bile bulunamadı. İşte fani dünya budur.
Şu dünyaya gelen her çocuk anne karnında yaşadığı hayata alışmış olsa gerek ki ağlayarak merhaba der. Zira bugüne kadar gülerek merhaba diyen bebeğe rastlanmamıştır. Saatler önceden ölüm ziline kurulacak şekilde ayarlanmış, günü geldiğinde ölüm saati çalacak, mahşerde dirildiğimizde bir kez daha ağlayacağız elbet. Çünkü mahşerde bilmediğimiz bir âlem. Yine de ölüm inanan için kar beyaz. Dünya gitgide tükeniyor insan tükenmiş çok mu?
Şu koca dünya yıllardır nice insanları bağrında taşımış. Nitekim dünya da miadının dolduğunun farkında olsa gerek, daha şimdiden o da hal lisanı ile insanoğluna; ozon tabakam deliniyor, iklimlerim hızla değişiyor, buzullarım erimeye yüz tutuyor vs. gibi gündemden düşmeyen birdizi olaylarla çağrıda bulunarak kırmızı alarm veriyor. Tüm bunlar dünyanın da tıpkı bir insan ömrü gibi fani olduğunun birer göstergesi.
İnsan ömür boyunca hafaza meleklerinin koruması altındadır. Hafaza melekleri insanın yaşadığı süreç içerisinde amellerini deri üzerine harfsiz yazı ile kaydederler. O yazılanlar akılda kaldığı gibi ‘rak’ta saklı kalır. Allahü Teala; Yayılmış rak üzerine yazılan kitaba yemin ederim ayetinde geçen ‘rak’tan murad deri olduğunu beyan eden âlimler var. Rabbimiz, Biz sizin yaptığınız herşeyi yazardık buyurarak bu durumu teyid ediyor. Miraç gecesi Allah Rasulünün işittiği kalem hışırtılarıda bu türdendir, ancak bunun ne şekil olduğunu Allah bilir, ya da kime bildirdi ise o bilir. Ateistlerinde raporu tutulur, ancak onların müminlerden farkı sadece kötülüklerinin kayda alınması ve mizansız cehenneme atılmalarıdır, çünkü kâfirin hasenatı yoktur.
Adım adım ölüm eşiğine yaklaşıyoruz, usul usul toprağa iniyoruz. Toprak aslında yabancı değil bize. Zira hamurumuz onunla yoğrulmuş ezelde. Gül soluyor, insanda solacak elbet. Yaprak kıpırdayarak sonbaharla dökülür, insan ise anne rahminde kıpırdayarak dünyaya adım atar, ahir ömründe de emanet olan nefesini ve son demini tüketir. Nitekim can bedenden çıkmayınca ölüm sadece dilimizde, ruh bedenden çıkınca uykudan uyanacağımız besbelli. Bu dünyadan her giden sadece ölümü hatırlatıyor bize, oysa ölenle bizde gitmiş oluyoruz. Yaşadığımız hayatın bir kuralı var ise ölümünde hak hukuk ve kaidesi var elbette ki. Allah Rasulü; “Azrailin can alması bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir. Ölürken mü’minin bütün damar ve azaları son derece sızlar, o anda Azrail kimseye hatır etmez” buyuruyor.
İnsanın dört durağı var;
—Anne karnı,
—Dünya,
—Berzah,
—Cennet ya da cehennem...
Ölüm her an her yerde ensemizde, ölmeden önce ölmek en güzeli. Rasulullah (s.a.v); Lezzetleri yok eden ölümü çokca hatırlayın buyuruyor, Yine; Dünya ahiretin tarlasıdır buyurmakta. Hakeza; Ölüm küçük kıyamettir. Efendimiz (s.a.v); Sana o saati (kıyameti) soruyorlar sende ona ait bilgi yoktur ki anlatasın. Onun ilmi ancak Allah katındadır (Naziat 42–44) der. Nasıl ki; Kadir gecesi Ramazan’ın son on gününe gizlenmişse ölümde nefeslerin sayısında gizli. Son nefes bilgimizin dışında çünkü...
Son nokta ölüm, ebed müddet sandığımız hayatın bittiğinin tescilidir ölüm.
Geçici yurttan ebedi yurda göçün adıdır ölüm. Vuslat âşıkları için şeb-i aruz diye de nitelenen ölüm Elest-i bezminden beri ebediyete kanatlanan bir beyaz gelinlik.
Ölüm aynı zamanda cemreye benzer. Malum olduğu üzere cemre sırasıyla; havaya, suya, toprağa düşer, ardından da tabiatla birlikte dirilişe geçer, bütün zerre canlanır adeta. Aynen öylede; ölmekde cemre sonu dirilişe yürüyüştür.
Ölümle cananı bulursun cana erersin. Ölümle sevgiyi bulursun. Hakeza sevildiğini o an anlarsın, şayet yaşarken sevildi isen.
Dünyada iken Allah’a öyle sefer eyle ki dönüşün muhabbetle gerçekleşsin. Ki; bu
dönüş dünyada iken safi gayretle mümkün. Mecburi dönüş ise sadece ölümle gerçekleşir.
Velhasıl; Ondan geldik, dönüş yine O’nadır. Ölüm bu yüzden kar beyazdır.
Vesselam.