Allah’ın İnsanı Yaratmasındaki Hikmetler.



Cenâb-ı Hak Celle ve Âlâ ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Andolsun, biz insanı çamurdan süzülüp çıkarılan bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta (ana rahminde) nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Alakayı bir parçacık et haline getirdik. Sonra o mudğayı kemikler haline getirdik. Bu kemiklere de etler kapladık. Sonra onu başka bir yaratılış ile insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.” (Mü’minûn: 36)

Abdullah İbn-i Mesud radiyallâhu anh şöyle dedi: “Resûlullah aleyhisselâtü vesselâm hem sadıktır hem masduktur. O doğru sözlüdür ve O’nun doğru sözlülüğü vahiy ile de tasdik edilmiştir. O bize şöyle bildirdi”:
“Sizin her birinizin ana karnındaki yaratılışı kırk gün nutfe olarak bulunur. Sonra bir o kadar süre de alaka olarak bulunur. Yine bir o kadar mudğa olarak (bir çiğnemlik et) bulunur. Sonra ona bir melek gönderilir de melek ona rûh nefheder. Ayrıca melek onun için dört şeyi yazmakla emrolunur. Onun rızkını, ecelini, amelini ve bir de şakî ya da said olacağını yazmakla emrolunur. Allah’a yemin ediyorum ki ondan başka ilâh yoktur. Sizin biriniz cennet ehlinin ameli gibi güzel amel işler, onunla cennet arasında bir zirâlık mesafe kalır. Derken kitap ona sebkat eder (önüne geçer) de o kimse, bu defa ateş ehlinin ameli gibi kötü işler yapar ve bu sebeple ateşe girer.
Yine sizden biriniz, ateş ehlinin ameli gibi kötü ameller işler ateş ile o şahsın arasında bir zirâlık mesafe vardır. Derken kitap onun üzerine sebkat eder de o kimse, birden cennet ehlinin amelleri gibi güzel ameller işler ve bu sebeple cennete girer.”



Bu Hadis-i Şerif sahih hadislerdendir. Muhaddisler, özellikle Buhari ve Müslim bu hususta ittifak etmişlerdir. Hadis-i Şerif’te insanın yaratılışı, dünyaya gelişi, dünya hayatındaki hâli, sonunun ya ebedî mutluluk yurdu cennet olacağı ya da şakî olması sebebi ile cehenneme gireceği, ceza göreceği beyân ediliyor. Bütün bunlar, insanın kendi iradesi ile yaptığı amellerine karşılıktır. Bunun delili şu âyât-i kerîmelerdir:


وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ

“Ve de ki Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!” (Kehf: 29)



وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذينَ لَا يَعْقِلُونَ


“Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.” (Yunus: 100)

İnsanın hayatında karşılaşacağı bütün olaylar Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan ilmine, kaza ve takdirine uygun bir çerçevede cereyan eder. Bu meyanda Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:


اِنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْاَرْحَامِ وَمَا تَدْرى نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرى نَفْسٌ بِاَىِّ اَرْضٍ تَمُوتُ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ خَبيرٌ

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lokman: 34)

Yukarıdaki Hadis-i Şerif’te, ceninin ana rahmindeki yaratılış safhalarındaki üç önemli haline dikkat çekiliyor. Bu merhalelerden sonra ana rahmindeki cenine bir melek gönderilir. Bu meleğin ona rûh nefhettiği (üflediği) bildiriliyor. Daha sonra bu melek ana rahmindeki cenin için dört şeyi yazmakla emrolunur: ceninin rızkı, ameli, eceli ve şakî mi veya said mi olacağıdır. Bütün bunlar, yaratılış keyfiyeti üzerinde insanların iyiden iyiye düşünmeleri, uyarılmaları, ilmi araştırma yapmaları, bu vesile ile Cenâb-ı Hakk’ın ilim ve kudretinin sonsuzluğu ve yüceliği hakkında yakînî ilme sahip olmaları ve böylece imanlarını kemale erdirip Cenâb-ı Hakk’a tâzim ve kulluk görevlerini huzur içinde yerine getirme hikmetlerine dayanmaktır.


Hoşca bak zatına ki zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen

“Ey insan! Kendi varlığına iyi bak çünkü kainatın özüsün sen,
Âlemlerin göz bebeği, en kıymetli varlık olan insansın sen.”

Hadis-i Şerifin son kısmında çok ince bir hususa dikkat çekilmiştir. Zira amellerin kıymeti ancak başı ve sonu itibariyledir. Bu bakımdan insan halis niyetle ve ihlasla hayatının sonuna kadar güzel amelleri devam ettirmelidir. Amellerin en sonu da en güzel olmalıdır. İnsan amellerine değil, daima Cenâb-ı Hakk’ın tevfikine, fazlına, lütuf ve keremine güvenmelidir. Ve yine kişi ne kadar günahkâr olsa da Allahü Teâlâ’nın rahmetinden asla ümit kesmemelidir. Tevbe kapısı sonuna kadar açıktır. Ömür tükenmeden hemen tevbeye yönelmelidir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhameti sonsuzdur. O, bütün günahları bağışlar. Yeter ki biz O’nun rahmet ve mağfiretine yönelmiş olalım.
Bilinmeli ki Selef-i salihîn daima korku ve ümit içinde olmuşlardır. Beynel-havfi ve’r-reca işte budur. Ama ümit tarafı, özellikle hayatın sonuna doğru daima galip olmalıdır. Şu husus da bilinmelidir ki iyilerden iken kötülerin safına katılan insan pek azdır. Fakat kötüler safında iken kötülükleri terk edip iyi ameller işleyen ve iyiler safına katılan insanlar pek çoktur. Asıl olan da budur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti herşeyi kuşatmıştır. Bilinmelidir ki Selef-i salihîn, sû’i hatimeden, kötü ameller yapmaktan ve kötü durumda imansız olarak ölmekten korkmuşlar ve daima Cenâb-ı Hakk’tan hüsn-i hatime yani sonlarının güzel olmasını ve güzel bir şân ile dünyadan ayrılmayı talep etmişlerdir. Bu gibi insanların hayır duaları ne kadar güzeldir:“Rabbimiz bizlere az ağrı, kolay bir ölüm ve kâmil bir imanla huzuruna varmayı nasibeyle.”

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruluyor:


رَبَّنَا لَاتُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ


“Ey Rabbimiz, bizi hidâyete erdir. Hidâyete erdirdikten sonra kalblerimizi saptırma. Bize kendi katından rahmet ihsan eyle. Şüphesiz ki sen karşılıksız verensin.” (Al’i İmran Sûresi, Âyet 8)

Resûlü Ekrem Efendimizin bir duası da şöyledir: “Kalpleri halden hale çeviren Rabbimiz, gönüllerimizi sana itaat üzere daim kıl.” Âmin. Kullarını kudret eliyle yaratan şânı yüce Allah istediğini aziz eder, dilediğini zelil eder. Onun lütfu da hoş, kahrı da hoş.
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

فَفِرُّوا اِلَى اللّهِ اِنّى لَكُمْ مِنْهُ نَذيرٌ مُبينٌ

“O hâlde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.” (Zâriyat: 50)

İbn-i Ömer radiyallâhu anh’in rivayetine göre Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: ”Cibril-i Emin bana vahiy getirdiği zaman ilk olarak Bismillahirrahmanirrahim derdi.”[2] (Allahü Teâlâ Hazretlerinin ism-i şerifiyle teberrük ederek, bereketlenerek okumaya başlarım, O Allahü Teâlâ ki Rahman, çok acıyan ve Rahim, son derece esirgeyici olandır.)
İbn-i Abbas’ın radiyallâhu anh’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Asr-ı saâdette, Sahabe-i kiram, Besmele inmeden bir sûrenin bittiğini bilmezlerdi. Besmele-i şerif indiği zaman, sûrelerin arasını ayırdığı için, sûrenin bittiğini ve diğer sûrenin başladığını anlarlardı.”


Sûrelerin başındaki Besmele’nin âyet olduğunda ittifak vardır. Ancak başında bulunduğu sûrelere ait bir âyet olup olmadığı hususunda ihtilaf (görüş ayrılığı) vardır. Hanefilere göre Besmele müstakil, başlı başına bir âyet olup, sûrelerin arasını ayırmak için bir kere indirilmiş ve her sûrenin başında tekrarlanmıştır.
İbn-i Abbas radiyallâhu anh’den rivayet edilmiştir ki Hazret-i Osman radiyallâhu anh, Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm’a Besmele’den sordu. Resûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurdular: “Besmele, Allahu Teâlânın isimlerindendir. Onunla ism-i azam (en büyük isim) arasında ancak gözün siyahıyla beyazı arasındaki kadar uzaklık vardır”.


Cenâb-ı Hakk her hayırlı işe Besmele ile başlanmasını emir buyurmuşlardır. Bu husus müteaddit âyet-i celilelerde beyân olunmuştur. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de ”Herhangi bir hayırlı işe Besmele ile başlanmazsa o iş nasipsiz olur, yani sonu hayır ile tamamlanmaz ve bereketli olmayıp, inkıtaya uğrar.” buyurmuşlardır.[5]
Müfessirlerin beyânı vechile naklolunur ki Firavun henüz uluhiyet davasında bulunmazdan evvel sarayının kapısına “Bismillah” yazdırmıştı. Musa aleyhisselâtü vesselâm’a iman etmediği için Musa aleyhisselâtü vesselâm Allah’a, ”Yâ Rabbi ben onu davet ediyorum ama onda bir hayır göremiyorum,” diye iltica ettiğinde, Cenâb-ı Hakk: ”Ya musa sen onun küfrünü görüyorsun. onun helak edilmesini mi istiyorsun. Ben ise onun kapısına yazdırdığı Besmeleye nazar ediyorum,” buyurdu.
İbn-i Abbas radiyallâhu anh’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Rabbimizin en yüce ismi, Allah ism-i şerifidir.”[6]
Her kim Besmele-i şerifeye bir ömür boyu devam eder süveyda-i kalbine de İsm-i Celâl (Allah) lâfzını nakşederse rahmet-i ilâhiyeye ve feyz-i azîme nail ve mazhar olur. Cenâb-ı Hakk Firavun’a, Firavun olduğu halde sarayının kapısına Besmele yazdığı için bu kadar mühlet veriyor. O’nu kalbine yazan bir mü’minin ne kadar âtıfet-i ilâhiyyeye mazhar olacağı bedihîdir ve o mü’minin duası da biiznillah müstecap olur. Kulun duasına icabet olunması için ilk şart helâl lokma ile nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesi, son şart da vera ile huzur-ı kalptir, yani Cenâb-ı Hakk k’a lâyıkıyla yönelmektir. Eğer ağıza konulan lokma helâl değilse o kimsenin ihlâslı ve huzurlu olması, mâsivâyı terk edip Hakk’a yönelmesi çok zordur. Tevfik ve hidâyet Allah’tandır.





[1] Hadis Buhari, Müslim
[2] Hadis Darelkudni
[3] Hadis Hakim el-Müstedrek
[4]Hadis Hakim El-Müstedrek
[5] El-Câmius Sağîr
[6] Hadis Suyuti D.Mensur