Yaratıc’ya Ulaşmada Varlığı Tam Olarak Algılama Anlayışı
Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinde, insana eşyayı idrak etme izanı veren, mahlûkatın
varoluş sırrını ulaştıran kalp anlayışı, ayne’l-yakîn ilmidir. Bu niteliği ile ayne’l-yakîn bilgisi
insanın başında bulunan göz organı işlevini görür. Fakat bunun yanında baş gözü ile algılama
eksik bir algılamadır. Zâhiri ilimlerle uğraşan insanlar Hakk’ı ilme’l-yakîn olarak bilir. Bu
kişiler kendi alanlarında ne kadar da uzman olsalar da, ayne’l-yakîn ruhunu idrak edemezler.
Kuddûsî’ye göre, onların ilmi okuyup ve araştırmakla elde etmeleri bilgi ile ma’rifet bilgisine
ulaşmaları mümkün değildir. Yakîn bilgisine ulaşmayan bir kişinin Allah’ı hakî kî bir şekilde
bilmesi imkansızdır. Kalp gözünün açılıp, yakîn bilgisinin elde edilmesi de zikir ile
gerçekleşir.
Keşf-i eşyâ eyleyen kalp gözidir ‘ayne’l-yakîn
Baş göziyle Hakk bilmez bellü peyda olsa da
Açılır zikr ile kalb gözü devam et sen ana
‘Ârif olmaz kişi nahv ü sarda yekta olsa da
‘İlm-i zâhir ehli Allah’ı bilür ‘ilme’l-yakîn
Bilmez ‘ayne’l-yakîn her fenne dânâ olsa da
2225
Kuddüssi’ye göre Yaratıcıyı hakiki anlamda bilmek, ancak eşyayı aynel-yakîn bir
yaklaşımla tanımakla mümkün olabilir. Varlığın bilinmesi ancak insanların birbirlerini
eylemleriyle tanıdığı gibidir. Allah, bu konuyu âyette şöyle açıklar: “Güneşi ışıklı, ayı da
parlak kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona bir takım menziller koyan
O’dur.”2226
Bu ilâhî ifade, aynı zamanda, Kuddûsî’nin ayne’l-yakîn felsefesinin yol
göstergesidir. Yâni Allah’ın kullarına beni görün, anlayın ve sonuçta dediği ve her yaratılan
nesnede O’nun tecellisini algılayabilmemiz için gözler önüne serdiği delillerdir. O’nu bilmek
ve tanımak için evreni deruni bir tefekkür ile analiz etmek yeterlidir. Fakat bunu her insanın
görmesi mümkün değildir. Zira Yaratıcı bunu şu şekilde açıklamakta: “Hakikati inkara
şartlanmışların durumu , çabanın aykırışını işiten ama onu yalnız bir ses ve çağrı şeklinde
algılayan surunun durumuna benzer. “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler,kördürler; zira akıllarını
kullanmazlar”.2227
Kuddûsî’nin anlayışında, Allah’ı tanımak için, O’nun ayn/nuru ile evrene bakmak
yeterlidir. Zira Allah, insanlardan önce kendilerini sonra da evrene bakarak, yaratılış amacı
için iyi tahlil yapmalarını istemektedir. O’nu bilmek ve tanımak için evrene bakmak
yeterlidir. Çünkü O, alemi ve içindekilerini kendisini bilmesi için yaratmıştır.2228 Bu anlayış
aslında Kuddûsî’nin ontolojik düşüncesinin özüdür. Var olan her nesne O’nun eseridir. Ve
O’nun eseri olan insanın ortaya koyduğu her sanat ve eser de O’nun tecellisi vardır. Zira
Kur’an’da da bu durumu ifade edilmektedir. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı.”2229
Kuddûsî’nin ayne’l-yakîn anlayışında, Allah’ın “Gizli bir hazine idim ; bilinmek
istedim ve varlıkları yarattım” düşüncesinin gereği yerine getirilmektedir.
Eğer Allah bütün varlığı yaratmış ve bütün varlık O’nunla hayret duymuşsa, bundan
dolayı O her varlıkta tecelli bulmuştur. Ve artık ayne’l-yakîn ile nesneyi tanımaya çalışan sûfî
Hakk’ı başka yerde aramamalıdır. Çünkü O, yaratılmış olan her varlıkla beraberdir. O, yerin
ve göğün, açık ve gizli olan her nesnesiyle mündemiçtir. O’nun beyanı ile “Nereye dönerseniz
dönün, Allah oradadır.”2230 O, yarattığı her varlıktan daha açık bir şekilde kendi varlığını
ortaya koymaktadır. Yâni O, her şeyde, fakat her şeyin dışındadır.2231 Bu düşünce sûfîlere
göre Hz. peygamber(s)in “hiçbir şey görmedim ki, Allah’ı orada görmeyeyim” ifadesinde
anlam kazanmaktadır.
Kuddûsî’nin ayne’l-yakîn anlayışı, “Allah yerin ve göğün nurudur.”2232 âyeti ile
gerçek mecrasına oturmaktadır. Zira evrende var olan varlıklar nasıl güneş ve ayın aydınlığı
ile aydınlanıp, baş gözü ile algılanıyorsa, bütün eşya, varlık Allah’ın nurudur ve O’nun
tecellisi ile bilinmektedir. Sonuçta her şey Allah ile diri ve kaimdir.
Tasavvuf düşüncesinde, evrensel algıların/idrakın gözü olan kalb, ayne’l-yakîn ile
özdeştir. Ayne’l-yakîn de ölümsüzlük pınarıdır ve ay metaforu ile gösterilmiştir. Evrende var
olan her şey kalp pınarı olan ayne’l-yakîn idrakının nesneleridir.2233 Sâlik, kalpteki bu pınara
ulaşıp, buradaki aşk şarabını içmediği sürece, ne gerçek insan olarak kalır, ne de seyrinin ilk
basamağını güvenli bir şekilde tamamlayabilir. Kalp pınarına varmak demek, eşyanın
hakikatini kavramak demektir. Eşyanın özünü gerçek anlamda idrak eden Rabb’ini hakkıyla
bilir. Pınarın şarabından içen sâlik, ruh/spirit ile doğrudan temasla oluşan kalp gözü’nün
hikmetini elde ederek; “Şüphesiz hakiki kullarımın üstünde senin (şeytan)hiçbir hükmün
yoktur.”2234 İlâhî emri gerçekleşmiş olur.
Kuddûsî’ye göre, inancın temel sermayesi yakîni olarak Allah’ı bilmek ve O’na kulluk
etmektir.2235yakînin, imanın, inancın özü olduğu konusunda Hz. Peygamber (s)i şu sözü sûfî
için önemli bir delildir: “Yakîn, imanın tamamıdır. Kullar bu konuda yaratılışlarına göre bir
hal içindedir. Allah, kime yakîn verirse, yakîn onu Allah’ın rızasını kazanmaya götürür. İşte
bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütuftur.”2236 Yine Hz. Peygamber (s) “Yakîn günahları yok
eder” buyurmaktadır ve “ Kime de sabır ve yakîn verilmiş ise, gece namaz kılmak ve gündüz
oruç tutmak gibi kaçırdığı ibâdetlere üzülmesin..”2237
2224 el-Mekki, age, I, s.85. 176; Kuşeyrî, age., s. 143.
2225 Kuddûsî, Dîvân, s. 95.
2226 Yunus, 10/5.
2227 Bakara, 2/172.
2228 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 209a.
2229 Enfal, 8/17.
2230 Bakara, 2/115.
2231 Lings, age., s. 36.
2232 Nur, 24/35.