Sayfa 1/2 12 SonSon
15 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kuddûsî’nin düşüncesinde, Allah sevgisi, sâlikin kişilik inşasında temel faktördür.
    Bu sevgi, sûfînin beşerî benliğinin eğitilip, İlâhî iradenin hakimiyetinin tesis edildiği
    hakîkatdır. Aşkın hakimiyeti insan üzerinde gerçekleşince kişinin ferdî benliği eriyip
    “hiç”lenmiştir demektir. İşte bu “hiç”lik sûfîyi Yaratıcısıyla fenâya götürür. Kuddûsî’ye göre
    fenâ, sâlikin Allah aşkıyla bütün eşyayı O’nunla tevhîdleştirerek gerçek mutluluğa, zevke
    ulaşmasıdır. Son tahlilde bütün varlık Mutlak Varlıkta birleştiğine göre, sûfîninde nihaî gayesi
    kendi varlığını “yok” ederek Hakk ile bütünleşip fenâ bulmasıdır. Bu “yok” olma süreci
    Kuddûsî’nin ifadesiyle, mert insanların buluştuğu, yani Hakk için cân pazarında kendi
    varlıklarını satıp kozmik/evrensel cânı satınalanların yoludur.
    Fenâ, insanın nefs/ben gerçeğinin tamamen yok olması ve zihnin derin tefekkürle
    “hiç”lik şuurunu daim olarak canlı tutup hâl ile ortaya koyması gerekir. Bu tecrübede insanın
    sahip olduğu tecrübî bilincin görünen sert kabuğu erir ve “ben” Mutlak Varlığın kozmik
    benliği içerisinde yok olur.
    Fenâ, hayvansal nefs/benin dünyevî arzulardan sıyrılmasıyla başlayan tedrici bir
    süreçtir. Bu süreçte “ben/nefs” şuurunun gitgide yok olması Allah’ı müşahede ile sona eren
    bir durumdur. Psikolojik ve ahlâkî olması; Allah’ın irâdesine tam teslimiyet, kişisel isteklerin
    kesin terk edilmesini hedefler.2023 Sûfîler, fenâyı “ego/nefsin” bazı sıfatlarının yok edilmesi
    veya şuurunun terk edilmesi şeklinde anlamaktadırlar yoksa insanî vasıfların yok olması ya da
    Allah’la bir olarak anlamamaktadırlar.2024


    Terk-i terk ider fenâfillah makâmına eren
    Bahri mahva gark olup eyler fenâ ile ferah
    .2025


    Kuddûsî’nin aşk anlayışında, sûfî kendi gönül dünyasındaki Rabbanî varlığı
    keşfetmek için engelleyici benliğinden sıyrıldıktan sonra, daha şuurlu bir şekilde kendi ulvî
    hakîkatının bilincine varır. Sâlikin fenâyı yaşaması tam olarak vuslatı gerçekleştirmeyi
    amaçlamaktadır. Çünkü sülûk, sûfînin “elest”teki özüne dönüşüdür. Fenâya ulaşan bütün her
    şeyden geçip sonunda “terk-i terk” etmek düşüncesini de bırakıp vuslata ulaşmanın birinci
    etbını geçmek demektir. Bunuda başaranlar, yok olma deryasında boğularak, fenâ ile
    mutluluğu yakalamıştır.
    Sûfînin tevhid düşüncesinin temeli Kur’ân’daki “elest”2026 misakına dayanır.
    Bundan dolayı insanın hayat amacı, bu sözleşmeyi yerine getirmek ve öze dönüşü
    gerçekleştirmek olmalıdır. Bir yerde insanın vücûd/varlık bulmadan önceki haline dönüşü,
    yani Yaratıcı’nın hayatına girmek manasına gelmektedir, bu da fanâ yoluyla bekâ bulmak
    demektir. Fenâ hâlinde insanların hiçbir zaman unutmaması gereken hakîkat, bu hâli
    yaşayanlar yokm olmuyuor, “yok” olan sadece kötü huyların, beşerî sıfatların yok olma
    gerçeğidir.2027

    Kuddûsî’nin de yukarıda açıkladığı gibi fenâ da amaç, Hakk’ın sevgisinden dolayı
    beşerin varlığını yok etmesi gayesi ile mahv/hiçlik denizinde kayb olmak şuuruna
    ulaşmasıdır. Bu sûfînin son hedefi olan Allah’la bir olmak hâli değil, bu birliğin anlamının
    şuurunu kazanmak hâlidir.2028 Aslında fenâ, bir âşığın sevgilisine varması gibi, nefsin ince bir
    analizinin yapılmasıdır.2029




    2023 Afîfî, The Mystical Philosophy of Muhyid-dinul ‘Arabi, The University Pres, Cambridge 1939, s. 141.
    2024 Aynı yer.

    2025 Kuddûsî, Dîvân, s. 24.
    2026 ‘Âraf, 7/172.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kuddûsî’ye göre sûfî, Allah’ı Allah’tan istemesini bilen kişidir. Allah’ı Allah’tan
    istemenin yolu da O’na her yönüyle teslimiyetten ve O’nun emirlerini sevgiyle yerine
    getirmekten geçer. Ona göre Allah’ı Allah’ın diliyle, ilmiyle kendisine öğreten, bildiren
    sadece O’nun aşkıdır. Kişinin âşık olması, yâni Yaratıcı’ya, sadece kulluk bilinciyle
    bağlanması ancak kendi varlığının hiç bilerek gerçekleşir. Eğer bu şekilde bir teslimiyet
    olursa, kulun gönül atmosferinde gerçekleşen sevgi bağıyla Allah gerçek anlamıyla tanınmış

    olur. Bu güneşin ışığının aya ulaşması ve onu aydınlatması gibidir; çünkü “Allah göklerin ve
    yerin nurudur”2017
    . O bütün cemaliyle âşık kullarına kendini tanıtmak için aydınlatır.

    Seni bildirdi ‘ışkın bana dostum
    Bulunmaz hoş hüner işbu hünerden

    Geçürdü mâsivânın gussasından
    Necât buldum gam-u hüzn-ü kederden

    Safâlar kesb eder cânım duyuben
    Cemâlin hüsnünü bâd-i saherde

    Cihânın mihnetinden sâlim oldum
    Çeküp el cem’-i mâl sim-ü zerden

    Bu ‘ışk ilm-ü amel ile bulunmaz
    İşittim ben bunu bir kâmil erden

    Ki irfân ‘ışk ile hâsıl olurmuş
    Ne hâsıl ma’rifetsiz bî-basardan2018.

    Hikmetle donanan sûfî, işinde, ma’rifetinde ve ahlâkında, her şeyi kuşatan
    Yaratıcıya/Külli nefs’e benzemeye çalışır ve O’na kavuşmayı temenni eder. Tüm bu oluşlar,
    eksiklerden beri olana itaat, O’na olan sevgiden ve iştiyaktan ileri gelmektedir.
    Aşkı yakalayan sûfînin zühd ehli sûfî gibi dünya malına, maddeye karşı bağı ve
    isteği yok olmuştur. O kalbiyle davranışıyla dünyaya ait bütün kederlerden ve üzüntülerden
    kurtulmuştur, fakat o zâhidden bir adım öne geçerek âhiret nimetlerini de dünya gibi bir tarafa
    bırakmıştır. Onun kalbinde, düşüncesinde ve amelinde her ikisinin de önemi eşit derecededir.
    Sûfî, aşkı, Yaratıcı’ya bağlılığı okuyarak, ilimde derinleşerek kazanamaz, ancak, sûfî bilgisi
    olan ma’rifeti, sevgiyle maddî ve manevî olarak içselleştirerek yaşayabilir.

    Gezdim ol sevdâ ile Rûm u Hicâz ı Şam ı hep
    Vermedi bu derdime kimse dermandan nişan

    Şimdi bildim ki bana derman imiş ancak bu derd
    İstemez herkiz hâlâs bu derdi zibâyi bulan
    2019.

    Kuddûsî, Allah’ı bulmak amacıyla, Anadolu’yu, Şam, Mısır ve Hicaz’a
    seyahatlerde bulunduğunu fakat amacına ulaşamadığını belirtir. Allah’a kavuşma sevdası gibi
    bir arzuyu bu seyahatleri esnasında hiçbir yolla gideremediğini, ancak Allah sevgisine
    ulaştıktan sonra bu dertlerden kurtulduğunu ifade eder.
    Kuddûsî yıllarca çektiği gönül acısının ilacını bütün çabalarına rağmen aşk
    derdiyle çözdüğünü, çünkü aşk gibi ulvî bir derde yakalanmanın, en güzel bir nimet olduğunu
    söyler.

    Kurban edeyim cânımı cânanı bulunca

    Yanup döneyin ‘ışkı ile tâ gönül olunca

    Yağmaladı dil kişverini asker-i ‘ışk-ı
    Hâşâ ki ferâgât edeyim andan olunca
    2020.

    Kuddûsî, Allah sevdalısı bir sûfîdir. Ağzından dökülen her mısra Hakk’ın aşkı ile
    ilgilidir. O’nun gönül şehrini, sarayını yağmalayıp yok eden masivâdan eser bırakmayan aşkın
    askerleridir. İlâhî aşkın kuvvetleri kalbi istila edince orada Hakk’ın dışında bulunan her şeyi
    temizleyip yok ederler. Çünkü Allah ile kul arasındaki bütün engelleri yakıp yok eden ateş

    aşktır. O, bütün “ben”i yakıp yok eder. “Rahmetim her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır.”2021

    buyuran Mutlak Varlık’ın rahmeti, mağfireti ve aşkı, var olan bütün varlıkların kusur ve
    günahlarını örtecek derecede geniştir. Fakat aşk, öyle bir ateştir ki, mahbubdan, Mâ’şuktan
    başka ne varsa yok eder. Gönülde bulunan, her tür kiri, pisliği yok ederek, ağyârı tamamen
    temizler. Aşk ile yanan kişinin yaşarken bütün hataları yok olur. Âşık sûfî, aşk meydânına
    atılıp Cânan/Hakk için cânını fedâ etmeye hazır kişidir. İlâhî aşkı tadan cân/sâlik için cefânın
    bir ağırlığı yoktur. O, Cânan’ın sevdası için, bütün varlık için faydalı olmayı gaye edinîr.
    Çünkü Mecnûn her baktığı yerde Leylâ’yı gördüğü gibi, Hakk âşığı da her baktığı yerde
    Mevlâsını görür. Onun için o gördüğüne, Yaratıcısından dolayı kötülükle yaklaşmaz, aksine
    her gördüğüne sevecenlikle yaklaşır. O, varlıklar arasında diğer insanların yaptığı
    ayırımcılıktan, sınıflandırmadan tamamen uzaktır. Zira o, hiçbir ayırım gözetmez, İslâm-
    Hıristiyan, zengin-fakir, erkek-kadın, bitki-hayvan ayırımı yoktur. Her varlığa Cânan’ın
    sevgisiyle eşit hizmet etmek anlayışını taşır. O, Hakk’dan aldığı aydınlıkla, ışkla etrafını
    bilgiyle, yardım severlikle ve tüm mahlûkata karşı takındığı tevâzu’yla aydınlatan bir
    lambadır. Bütün eziyet ve cefalara aşk bağlılığı ile tahammül gösterir; çünkü Cânan’ın
    yolunda cânını feda etmeyenler, sûfî derûniliğinin sırrına ulaşamazlar. Bu derûniliği de sûfîye
    kazandıran can/ruh gücünün açık olmasıyla mümkün olur. Hakk/can gözüyle bakan
    Cânanı/Hakk’ı ve gerçekleri idrak edebilir. Bu gözle görünenleri beden gözüyle görmek
    mümkün değildir.

    Hükmünü icrâ itdi ‘aşk bende
    Yanmağa nâr-ı suzâne geldim

    Mahv-i fenâda buldum safâı
    Yoklukla rahi merdâna geldim
    .2022




    2010 İbnü’l-Arabî, Futû hât, II, 326.
    2011 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 386.

    2012 el-İsfahânî, Hilyetu’l-Evliya, s.34; Sülemî, Tabakât, s.72.
    2013 Buharî, Rikâk, 21; Müslim, Zikir, 5.
    2014 Buharî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 50; Aclûnî, Keşf, II, 238.
    2015 Kuşeyrî, Risâle, s. 321.
    2016 Kuddûsî, Dîvân, s. 146.
    2017 Nûr, 24/21.
    2018 Kuddûsî, Dîvân, s. 145.
    2019 Kuddûsî, Dîvân, s.154.
    2020 Aynı eser, s.155.

    2021 Araf, 7/156.
    2022 Kuddûsî, Dîvân, s. 131.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kul ile Allah arasında aşka dayalı ilişkiyi anlamayan, aşkla amel etmeyen sûfîlere
    de Kuddûsî’nin eleştirilerine sık sık rastlamaktayız. Kuddûsî hayatının bazı dönemlerinde
    bunlara karşı önemli bir mücadele vermiştir.

    İltifât etmez imiş Hak âşıkı hiç gayre
    Gayrı terk etmek geçer divâne mehri gâhden

    Terk-i terk etmek dürür hem zümre-i uşşâka
    İstımâ ettim bunu bir ârif âgâhdan

    İlimine takvâsına mağrûr olan bî-gâne

    Oliser merdüd mahrûm ol ulu dergâhdan

    Geçmeyince varlığından kişi âşık olmaz
    İşte Kuddûsî heman Allah’ı sen Allah’dan2006.


    Kuddûsî’ye göre, Hakk aşığı sûfî için, Mâ’şuktan başka şeyleri/ağyâra iltifat etmek
    mümkün değildir. O her şeyi bırakmıştır “terk” etmiştir. O hem terki terk etmiştir, hem de
    terki terk edeni terk ederek “tek” olanda varlığı yok etmiştir. Bütün varlığı “bir” de görme
    derece yükselmiştir. Bu dereceleri kazanırken hiçbir ilim ve amelin yardımına ihtiyaç yoktur.
    Bu, gönlün ağyârdan temizlenerek, sadece sürekli Yaratıcıyı hatırda tutmakla gerçekleşir. O
    her zaman seninle olmalıdır. Eğer kişi, her işinde O’nu sürekli hatırda tutabilirse, O’nun
    sevgisini kazanır. O da bu sevgiyle mârifetini oluk oluk âşığın kalbine akıtır. O ma’rifetle
    aydınlanan bu kalb artık kendini, evreni ve Yaratıcı bilebilme bilgisine kavuşur.
    Sûfî kendinden geçmedikçe, yâni varlık olarak kendisinin “hiç”liğini anlayıp,
    tek” varlığın idrakına varamazsa Hakk’ı gereği gibi sevmesi mümkün değildir. Sûfî,
    Kuddûsî’nin deyişiyle Allah’ı, Allah’tan istemelidir. Eğer bunu beceremiyorsa, Allah’a olan
    sevgisini ortaya koyması zordur. Buna ulaşmak içinde ezoterik bir yaklaşımla iç dünyasına
    dönerek bu arayışı gerçekleştirmelidir. O derunî düşünme / tefekkürle hareket ederse
    meseleleri zincirlemesine takip edip, olanlar üzerinde derûnî düşünürse bütün varlığı idrak
    eder. Ve sonuçta da Allah’ı Allah’dan istemeyi öğrenerek, Allah’a kavuşur. Bunun da
    olabilmesi için, kendi varlığının mahiyetini öğrenmelidir. Kendini çözebilen bütün âlemi ve
    Mutlak yaratıcıyı çözmüş demektir.
    Genelde sûfîler Allah’ın onlara olan sevgileri üzerinde durmaktadırlar. Bazı
    Sûfîler, Rabia da olduğu gibi, Allah’ın kullarına olan sevgisine nazaran, kulun Allah’a olan
    sevgisi üzerinde durmaktadırlar.2007

    Bundan dolayı sûfînin sevgisi öyle bir sevgidir ki, ezelden/pre-eternity gelir
    ebede/post-eternity kadar devam eder. On sekiz bin âlem içerisinde kim bu aşktan bir yudum
    alırsa bu ebedi aşka ulaşır. Ve bu gerçek aşka ulaşınca da “O onları sever, onlar da O’nu”
    sözü gerçekleşir.2008 Öyle ki, seven kişi kendi niteliklerini, huyunu, hâlini bırakarak sevdiği
    kişinin ahlâkını kazanmasıdır.2009


    Allah’dan başka hiçbir varlık, varolan mevcudât tarafından sevilmez, çünkü o her
    varlığın kalbindedir. O’nu sevmeyen hiçbir mahlûkat yoktur. Bundan dolayı hiçbir âşık kendi
    Yaratıcısından başkasını sevemez. Zira dünyada sevilen her şeyde Allah gizlidir. Ârifler
    hiçbir şiiri, hiçbir methiyeyi ve hiçbir gazeli eğer Hakk ile alakalı değilse duymazlar. Her
    şeyin backroundunda hep onu görürler.2010


    Terk-i dünya terk-i ‘ukbâ itmeyen ‘âşık değil
    ‘Âşık oldur ki vire Ma’şûka cân u ser.2011


    Kuddûsî’ye göre, sûfîler, Allah’ın kendilerine olan sevgisinin kendi sevgilerinden
    daha önemli olduğu kanaatini taşımışlardır.2012 Nitekim onlarda bu düşüncelerini Peygamber
    (s.)’in: “Bir kimse Allah’a kavuşmayı isterse Allah’da ona kavuşmayı ister…”2013 ve “Kişi
    sevdiği ile beraberdir
    ”2014 benzeri hadislerine dayandırmaktadırlar. Diğer taraftan ilk dönem
    sûfîleri, kulun Allah’ı çok fazla, yani aşırı sevemiyeceği için aşk kelimesinin de
    kullanılmayacağını söylerler.2015 Fakat şu gerçeğide unutmamak gerekir ki, Allah hiçbir
    konuda haddı aşmaz, onun için âşık sûfînin aşkı Allah’ın kula olan aşırı sevgisi değil, kulun
    Allah’a olan bir tutkusudur. Onun için sûfîler, sevgiyle yapılan bir ibâdeti, takvâ ve cehennem
    korkusundan dolayı yerine getirilen ibâdeti çok daha önemli görmüşlerdir.

    Zâhid sanurki çekmeği âsân bu ‘ışkın çilesin
    ‘Âşık olan koymak gerek Mâ’şûk yolında kellesin.
    2016




    2004 Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, (çev. Cemal Aydın), Pınar Yay., İstanbul 1990, s. 36.

    2005 Kuddûsî, Dîvân, s.145.
    2006 Kuddûsî, Dîvân, s.146.
    2007 Süleyman Derin, From Rabia to İbn al-Fârid, Toward Same Paradıgms of The Sûfî Coneption of Love,
    (Basılmamış Doktora Tezi), The Universty of Leeds, 1999, p.123.

    2008 Attar, Tezkiretu’l-Evliyâ, s.67.
    2009 Serrâc, age., s. 56; Kelâbâzî, age., s. 161.

    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kuddûsî, insanın, aşkı tatmadan ne kendini, ne de âlemdeki varlığı tanımasının
    imkansız olduğunu belirtir. Aşka gark olan sûfînin, bütün varlığı bir aynada seyr eder gibi
    apaçık bir şekilde tanıması mümkündür. Kuddûsî’ye göre âşık olan kişi öncelikle önceki

    hayat felsefesini yok eden bir düşünce deryasına dalar, karşılaştığı aşk ateşi, aşktan önce sahip
    olduğu bütün düşünce ve amellerini alt üst eder. Aşkın bu devrimi ilkin sûfînin kalbinde
    oluşur. Çünkü kalb düşüncenin ve eylemin merkez karargahıdır. Bu ateş “dil şişesi”ni
    kırdıktan sonra, onun düşünce ve amellerine hâkim olmaya başlar. Artık aşk devrimi
    gerçekleştirmiştir. Bu yeni sevda âşık adayını vatanından kopararak, Allah ve Hz. peygamber
    sevgisiyle başka yerlere seyahat ettirir. Daha önce değer verdiklerini sorgulamaya başlar.
    Artık âşık için, malın, evladın, arkadaşın kısacası Allah’tan başka her türlü varlığın hayatı

    üzerinde bir yetkisi kalmamıştır. Bu hayat felsefesi değişikliği daha önceden çevresi
    tarafından kabul gören kişiyi tamamıyla dışlamıştır. O yeni hayatı ile, düşüncesi ve eylemiyle
    artık onların mantık kurallarının dışında bir Mecnûn’dur. Bu âşık sûfî Leylâ’nın sevdasına
    şmüş Mecnûn gibi avaredir, daha kendini bulamamıştır. Sular duruldukça, yeni devrimin
    kuralları merkez karargah ve bunu yerine getirecek organlar tarafından yavaş yavaş

    benimsendikçe, artık yeni ve eskime olan hayat felsefesi rayına oturur. Sûfînin gönlü artık
    Hakk’a dönmüştür. Geçiş dönemi, bocalamalar sona ermiştir. Gönül dünyası artık
    aydınlanmıştır. Bütün varlık “tek” olup hayat gerçek anlamını kazanmıştır.

    İlm ü ‘amel ü fazl u kerâmata güvenme
    Mevlâ kimi sevdiyse odur bende-i fâzıl
    .2000


    Kuddûsî’ye gelene kadar birçok sûfî, Allah ile kul arasındaki sevgi ilişkisinin
    önemine vurgu yaparak, detaylı bir şekilde bu sevgi üzerinde durmuşlardır, fakat bu konu,
    Kuddûsî’de dâhil bütün İlâhî aşkı yakalayan sûfîler için, sevgiyi Allah’a yaklaşmak için diğer
    kavramlar arasında sıradan bir araç olarak kullanmamışlar, bunun da ötesinde sevgiyi, Allah
    ile kul arasındaki yegâne kulluk ilişkisi olarak ele almışlardır2001.
    Yalnız ilk dönem sûfîleri, kulun Allah’ı çok fazla sevemiyeceğinden dolayı, Allah
    ile kul arasındaki sevgi için, aşk kelimesinin kullanılmayacağını söylerler.2002 Allah, adil
    olduğundan dolayı hiçbir konuda haddı aşması söz konusu değidir, fakat âşık sûfînin aşkının
    oluşması, Allah’ın kula olan aşırı sevgisi değil, kulun Allah’a olan tutkusundan
    kaynaklanmaktadır.
    Bu konuda, İkbâl, aşkın gayesini çok daha ileri seviyelere götürür. Ona göre âşık
    olmamak, aşk ile Hakk’a bağlanmamak kafirliktir.2003 Zira Müslümanın tabiatı sevgi üzerine
    kurulmuştur, onun bu tabiattan sapması, Allah’a yüz çevirmesi demektir. Onun için

    Yaratıcı’ya teslim olanın bu tabiatın dışına çıkması zordur. Çünkü onun gönlü Allah’ın
    “eles”teki rengiyle boyanmıştır.
    Bazı düşünürler de, tasavvufî aşkı ve sevgiyi, bu sevgiye hiçbir şekilde
    yakışmayan bir şekilde şuraya buraya çekerek inkar etmeye çalışanları bazı gerekçelerin
    arkasına sığınınan ve bilimsellikten tamamen uzak bir yaklaşım olarak görürler. Onlar için
    aşktan ve sevgiden sözetmek Allah’ın mutlak yüceliğine ilişmektir. Böyle kimseler sevmek
    “ehabbe” fiilini bile kendi öz anlamından saptırıp, bunun insan sözkonusu olduğunda “itaat
    etmek” ve Allah sözkonusu olduğunda da, “mükafatlandırmak” anlamına geldiğini ileri
    sürerler.2004

    Verdi bu ‘ışkı Yaradan çık sûfîyâ sen aradan
    Aşksız olan bi-çâreden sığınıram Settâre men

    Kuddûsî-i Kuddûs sever mücrim deyû sûfî yerer
    Der cümime etmem keder geldim der Gaffâra men
    2005.

    Bu durumda bize şunu gösteriyor ki, bugün dünyanın vahşi yüzünü gösteren
    olaylar insandaki bu İlâhî özelliklerin kaybolmasından kaynaklanmaktadır. Yâni insanın,
    Allah’ın kendisi üzerine tecellî ettiği esmâ ve sıfatlarının tam anlamıyla yansıtmamasından
    meydana gelmektedir. İnsan, Allah’ın suretinde yaratıldığı için, hiçbir sevgi onun rûhunu
    doyurmamaktadır. Yaşadığı mecazî aşklarda belki de, İlâhî sevgiye kavuşmada yapılan
    denemelerdir. Onun için, insanın sevdiği varlıklardan ister Yaratıcı olsun, ister kendi
    cinsinden herhangi bir varlık olsun, onunla birlikte sevgi moduna girdiği zaman, o sevgi, âşığı

    kuşatır. Bunların dışındaki hiçbir sevgi insanı tamamen kuşatamaz, çünkü, öz olarak insan,
    kendi suretinde olan “Bir”i hariç, hiçbir şeyin karşısında duramaz. İnsanın Allah’a duyduğu
    aşkla tamamen kuşatılmasının espirisi onun, Allah’ın sureti üzere yaratılmasıdır. Bu nedenle

    İlâhî varlığın karşısında eksik kişiliği ile durur, çünkü tüm İlâhî isimler ondan tecellî eder.



    1995 İbnu’l-Arabî, Futûhât, II, 113.
    1996 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 236b.
    1997 Fatır, 35/15.

    1998 Mevlânâ, a.g.e., II, 3497.
    1999 Kuddûsî, Dîvân, s. 141.
    2000 Kuddûsî, Dîvân, s. 111.
    2001 Süleyman Derin, Mevlâna Celâleddin Rumî’nin Sevgi Anlayışı, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, s.26, Şubat,
    Mart, Nisan, 2004, Ankara, 2004, s.280.
    2002 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 321.
    2003 İkbâl, Esrâr ve Rumuz, s. 66.

    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kuddûsî bu mutluluğu beşerî duyguların yol olmasına bağlar. Kuddûsî, aşka, ego
    perdesini yırtan ve saf aklın kılavuzluğunu ortadan kaldıran bir gerçek olarak bakmaktadır.
    Aklın fonksiyonunu ikinci plana iten aşk, zâhirde âşıkı aşktan mahrum, insanların gözünde de
    mecnun hâle çevirmiştir. Mecnuna dönen âşık için ar ve namus sınırı ortadan kalkmıştır. Artık
    onun için başkalarının kendisine akıllı veya deli demesinin, onun olaylara bakış

    perspektifinden hiçbir önemi ve değeri kalmamıştır. Aşkın kuvveti Kuddûsî’nin dediği gibi,
    kişiyi benlik/insanî egodan geçirerek Mutlak benliğe ulaştırır. Aşk, İkbal’inde dediği gibi,
    bütün sınırları yok eden bir sevgi değil,1985 insana gerçek hayatı sunan, sentez gerçekleştiren
    hayatın hamlesidir.

    Eylesen bin yıl ibâdet Hak anı etmez kabul
    Cümle arzudan geçüben ana ‘ışk olmadan1986.

    Kuddûsî’nin anlayışına göre, Allah’a yapılan hiçbir ibâdetin, aşk ile yapılan
    kulluğun insana kazandırdığı kadar bir sevap kazandırması mümkün değildir. Kişi, Allah’a
    sevgi ile bağlanıp, aşk ile kulluk yapmadığı müddetçe, bin yılda sürekli ibâdet etse de ne
    rububiyetin tadını alır, ne de ibâdet ettiği Zât uluhiyetinin zevkine kavuşabilir. Çünkü
    muhabbetsiz Hakk’a bağlılık, gönülde beşerî arzu ve istekleri/mâsîvayı tamamıyla
    temizlemesi mümkün değildir.
    Aşksız insanlar, her ne kadar gizli hazinenin mücevherleri ortaya dökülse de,
    onların niçin böyle olduğunu anlayamadıkları için, kendi sevgilerinin Allah’ın yaratıklara
    yansımış olan sevgisidir. Bundan hareketle bazı mutasavvıflar, Allah’ı Allah’tan başka kimse
    sevemez ve Allah’tan başka hiçbir âşık ve hiçbir sevgili olmadığı değerlendirmesini
    yapmışlardır1987. Bu dereceye ulaşmak ve ibâdetleri Mâ’şuk’un hoşnut olduğu şekilde yapmak
    için âşıkların her şeyde Allah’ı görme noktasına ulaştıkları zaman kavrarlar. Bu da hadiste
    anılan sözün gerçekleşmesi demektir. “Ben kulu sevdiğim zaman, işittiği işitmesi, gördüğü
    görmesi olurum”. Aslında Allah’ı sevmek, kişinin kalbinde imanın tadını, zevkini hissetmeye
    sebep olur.1988 Bu sevgide kişiyi doğru imana götüren bir fenomendir.1989 Kişi, Allah’ı
    sevmedikçe kalbine imanın yerleşmesi mümkün değildir.1990 İnsanın Allah’a olan sevgisi,
    insanın Allah’a olan ma’rifet/bilgi ve müşahedenin artmasından kaynaklanır.1991 İşte Allah’a
    duyulan bu sevgi insanı Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya götürür.1992 Fransız düşünür Nicolas
    Malebrance (ö. 1715) de Allah sevgisinin insanı ahlâklı kılacağı görüşündedir.1993


    Cennete dil bağlayan ahmak olur Hakdan cüdâ
    Ehl-i Hak ancak odur ki ‘ışk anı kuçmış ola

    Her neye baksa görür anda Hudânın vechini
    Ol kişi kim çeşmini bir ehl-i ‘ışk açmış ola
    .1994


    Kuddûsî’ye göre, âşıklar, nesneleri apaçık bir şekilde, gönül gözüyle
    gördüklerinden yaratılmış her şeyi sevdiklerini anlarlar, çünkü varlıkların tümü Allah’ın
    güzelliğini sergiler ve kendi aşk ve muhabbetleri de Allah’ın aşkını izhar eder. Sâlik, doğal ve
    ruhâni aşkı aşınca “İlâhî aşk” mertebesine ulaşır, burada onlar Allah’ın eşyâya/varlığa olan
    sevgisi aracılığıyla her şeyde Allah’ı severler. Kısacası sûfî var oluşun her boyutunda bütün
    nesneyi sever. İlâhî aşkın alâmeti, ister ruhânî, ister duyusal, ister hayali ve ister imgesel bir
    şey olsun, her alanda her şeyi sevmektir. Her alanın, O’nun Nûr isminden aldığı bir gözü
    vardır ki, o alan O’nun Cemal ismine bu gözle bakar1995.
    Kuddûsî’ye göre, aşk, sûfîyi ihata ettiği an, sûfî için sevgiliden başka her şey yok
    olmuştur. “” kılıcıyla bütün varlığı yok ederek “”dan gayri her şey doğranır. Ve
    illallah”tan başka bütün varlık yok olur. Onun için bütün mevcûdat “yok” anlamındadır.1996

    Bundan dolayı aşk insana hem dünyayı anlamlı, hem de anlamsız gösterir;
    anlamsız bulması, insanın kendi aşması demektir. İnsan ne derece dünya ve ağyârda
    uzaklaşırsa o ölçüde kişilik kazanırsa kendini keşf eder. Ve ne derece mâsivâdan uzaklaşırsa
    o derece “elest”teki özüne dönüş yapar.
    Sûfî, Allah karşısında fakir/yoksul olan kimsedir. Sûfînin yoksulluğu, fakirliği
    Hakk’ın karşısındaki acziyetini ifade eder. Bu düşünceyi de sûfîye kazandıran aşkın tutkulu
    gücüdür. “Ey insanlar Allah karşısında yoksulsunuz (fukarâ)…”1997 Bu yoksulluk
    Mevlânâ’nın söylemiyle, ne darlıktan dolayı, ne de geçim sıkıntısından gelen bir yoksulluktur.
    Tam tersine, Hakk’tan başka hiçbir şey olmamasından kaynaklanır1998


    Âşıkı miskîni ‘ışk evve zelil hor eder
    Varını yağma edüp dil şişesin meksûr eder

    Cümle evlâd ayâl-u asdikâdan dûr eder
    Mâl ü emlâk u vatandan ayırup mehur eder

    Hâlk-i âlem içre mecnûnluk ile meşhûr eder
    Düşürür sevdâ-i Leylâ’ya anı mazûr eder

    Döndürür Mevlâya sonra gönlünü pürnûr eder
    Ol yıkılmış şehri tamir eyleyüp ma’mûr eder

    Bâyezîd âsâ eder ‘ışk âşık-ı kalb u zemân
    Münkeşif olur ana mir’at gibikevn ü mekân
    1999.





    1982 Hüseyin b. Mansur el-Hâllac, Tavasin, s. 129.
    1983 Kuddûsî, Divân, s. 28.
    1984 Kuddûsî, Dîvân, s. 135.
    1985 Schimmel, Peygamberane Bir Şâir, s.49.

    1986 Kuddûsî, Dîvân, s.140.
    1987 İbnü’l-Arabî, Futûhatu’l-Mekkiyye, II. 113–114.
    1988 Tirmizî, Zühd, 53.
    1989 İlmami Güler, İman ve İnkarın Ahlâkî ve Bilişsel Temelleri, İslâmiyât, Ankara 1998, C. I, S, 1, ss. 7-24.

    1990 Tirmizî, Menâkıb, 32.
    1991 Mekkî, age., II, 50.
    1992 Aynı eser, II, 51-52.

    1993 Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1997, s. 84.

    1994 Kuddûsî, Dîvân, s. 165.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Âşık olan kişi Rabbine kavuşmada kendine iki tane engel/perde görür; bunlardan
    biri dünya, ikincisi ise, âhiret perdesidir. Vuslata engel olan bu iki perdedir. Âşık Rabbine
    giden yolu keşf edip bulduğu için devamlı sevinçlidir. Onun yanında korku ve hüzün yoktur,
    çünkü seven ile sevilen arasındaki gerçek akid gerçekleşti mi artık ne korku, ne hüzün, ne de
    şüphe kalmıştır. Bütün olumsuz duygular yok olmuştur. Ama aşkı bulamayan sûfînin bütün
    bu duygulardan mahrum olduğu gerçeği vardır, çünkü o sadece korku ve sevinç için amelde
    bulunur. Cennet sevgisi ve ona kavuşma endişesi onlarda daha baskındır.
    Aşk, akıl ve duyularla karşılaştırıldığında, aşkın üstünlüğü belirgin bir şekilde
    ortaya çıkmaktadır. Duyu organları, insanın ancak maddî âlemle ilişkisini kurar iken akıl da,
    insanı en fazla ruhlar âlemine/melekûta ulaştırabilir. Gerek akıl gerekse duyu organlarının,
    İlâhî âleme etkileri yoktur. Fakat bunun yanında, aşk, insanı özbenliğinin mutlak güzelliğine,
    yâni, kendi İlâhî kaynağına ulaştıran tek güçtür1979.
    Bazı sûfîler aşk ile aklı karşılaştırırlar. Aklı nura, aşkı da ateşe benzetirler. Aklın
    aydınlığı her ne kadar dakik ve uzağı görüyorsa da, aşkın ateşi akıldan daha dakik ve daha da
    fazla uzağı görebilir. Ancak aklın aydınlığı, aşkın yakıcı ateşi ile birleşmezse, tek başına
    sûfînin gönlünü aydınlatması mümkün değildir. Bu düşünceyle değerlendirirsek, Hakk’a
    ulaşmak ve İlâhî hakikati kavramak için, aklın rehberliği belli bir dereceye kadardır. Akıl,
    insanı maddî varlığın sınırından çıkarıp mânevî ve yüce varlığın sınırına kadar götürebilir.
    Ama ondan öte bir adım atması olanak dışıdır. İşte tam bu nokta da aşkın rehberliğine, ihtiyaç
    vardır.
    Aklın algılama alanı ile aşkın algılama alanı farklıdır. Akıl, insanı birçok konuda
    bilgili hâle getirirken, aşk ise, insanın egosunu ve bencilliğini ortadan kaldırır. Bu anlamıyla
    akıl yapıcı, bilgilendirici görev üstlenirken aşk yakıcı görev üstlenir. Aşkın yakıcılığı ya da
    yıkıcılığı olumlu yöndedir. Çünkü aşkın ateşi, insanın saplantılarını, putlarını, onu Hakk’tan
    alıkoyan mâsîvanın tümünü yok eder. Bütün ağyâr kırıntılarını böylece temizler ve ardında da
    gönül küresini aydınlatır. Ve sonuçta kişiyi İlâhî birliğe, yâni tevhîde götürür. Akıl insana
    varlık kazandırırken, aşk ise insanın varlığını ortadan kaldırır. Bu da tevhîde aykırılık teşkil
    eder; çünkü insanın varlığı kaldığı sürece birlik gerçekleşemez, ikilik/düalizm var olur. Yâni,
    hem Allah’ın varlığı, hem de insanın varlığı. Bu da tevhîde aykırıdır. Onun için insanın
    birliğe ulaşması için aşk gereklidir1980.

    Nefsimi bildirdi bu ‘ışk bana sonra Rabbimi
    Pes sadefde lü’lü-i meknûn iden ‘ışkdır meni
    .1981


    Aşk, Hakk ile sâlik arasındaki perdeleri, insanın Allah tarafından beğenilmeyen
    alışkanlıkları ortadan kaldıran, insanî mâsîvanın karanlığından aydınlığa götüren en önemli
    araç aşktır.
    Bazı sûfîler, Allah kainatı yaratmadan önce yalnızca birlik hâlinde iken, kendi
    zatına âşıktır. İşte bu aşktan dolayı Allah, kendi nefsinde kendisi için varlığa tecellî etti ve bu
    sevgiyi zâhir bir formda seyretmek istedi, bunun üzerinde Allah, yokluktan kendi isim ve
    sıfatlarının hepsini kapsayan bir suret yarattı. İşte bu suret insanın suretidir. Hâllac’a göre
    İlâhî zâtın cevheri sevgidir/aşktır1982. Bu da bize aşkın sevginin aşırılık anlamından ziyade,
    İlâhî bir gereklilik olduğunu göstermektedir.

    Varını ‘ışka verub ‘uryan olan izzet bulur
    Sen de merd isen bugün işte pazar işte mezâd
    .1983


    Bazı sûfîlere göre, derûni tecrübe ve sezgi/hads sahiplerinin en önemli görevleri,
    bütün ruhsal melekelerini bir tek noktaya toplamaları gerekir, çünkü akılla mümkün olmayan
    şeyler ancak aşk ile mümkün hale gelir. Sûfî aşk ve aklın rehberliği ile bütün engelleri aşarak
    Hakk’a kavuşmanın şeref ve mutluluğuna erişebilir. Çünkü onlar, Kuddûsî’nin ifadesiyle
    bedenî ve rûhî varlıklarını Allah’a vererek her şeyleriyle çıplak hale gelmişlerdir. Onlar
    kendilerini, merd âşıkların pazarına sürerek tüm varlıklarını “hiçliyerek” kendi kişiliklerini
    oluşturmuşlardır.

    Ne âr kaldı ne namûs ne edep mikdâr-ı zerre
    Değiştim zühdümü ‘âşka hem oldum ana memnûn

    Beni benlik hicâbından geçirdi âkıbet hem
    Dahi selb eyleyüp aklını benim kıldı pes mecnûn

    Bu Kuddûsî kolay zanneyler idi ‘ışkı amma
    Meğer müşkil belâ imiş ki etti bağrını hûn1984



    1978 Kuddûsî, Dîvân, ss.123–124.
    1979 Aziz Nesefi, Keşfü’l-Hakâik, Neşr: Ahmet Demgânî, Tahran, 1965, s. 142.

    1980 Nesefi, Keşf, s. 143.
    1981 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 346.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kuddûsî’ye göre, aşkta, âşık ile mâ’şuk arasındaki alış-veriş en kutsal alış-veriştir.
    Bu pazarda maddî sermaye yoktur, zengin, fakir pazarı da değildir. Burada malın çokluğu
    azlığı söz konusu değildir. Zaten bu pazara gelenler her türlü maddî kaygılardan soyutlanarak
    gelmişlerdir. Bu pazarda can alış-verişi vardır. Sûfî kendini tamamıyla mâ’şuk’una
    vermiştir/satmıştır. O artık iflas eden bir müflistir. Aşkın o “yok” edici ateşi gönül dünyasına
    girerek, ağyârı helak edip, Tatarlar gibi her şeyi talan etmiştir. Kendi benliğini satarak, Yâr’ın
    benliğine bürünür sûfî, çünkü, onun için en büyük kârlı alışveriş budur. Burada anlatılan
    hikaye kahramanlarının önceki hayatlarında herhangi bir emare bırakmamıştır.

    Eyledin bir kez tecellî pâre pâre oldu Tûr
    Men zaife lutf ile bir kez nigâh etsen olur1974.

    Âşıkın gönlü, Hz. Musâ’nın isteği ile Allah’ın doğa tecellîsinde olduğu gibi, tecellî
    nûruyla darmadağın/paramparça olmuştur. Aşığın gönlü, gönlünü tûr dağı yapanlar/beni
    göremesin mertebesini aşıp o gönlü param parça eden bir gönüldür.
    Sûfîlerin yalnız “canlı” varlıklara karşı sevgi duymazlar. Onlar evrende var olan
    her varlığa karşı Yaratıcıya olan bağlılıklarından dolayı sevgi duyarlar. Onların “canlı”
    “cansız” diye tanımlanan her varlığa sevgileri, İlâhî sevgiye götürmektedir. Hz. Peygamber
    (s.)’in Uhud’a bakarak “Bu dağ bizi seviyor, biz de onu seviyoruz1975” demesi bu sevgiye en
    iyi örnektir. Bu hadis ezoterik olarak varlığa yaklaşan, hem sûfî hem de sûfî olmayan
    teologlar için önemli bir problemdir. Fakat bu hadis, sûfîlerin aşk kavramı için çok önemli bir
    role sahiptir. Özellikle, varlığı anlamada ezoterik bir yaklaşım gösteren vahdet-i vücud
    felsefesine sahip sûfîlerin cemâdât/cansız varlıklara yaklaşımı için önemli bir işarettir. Bu
    hadis, vahdet-i vücud anlayışını taşıyan sûfîlerin, evrende var olan her şey canlıdır,
    düşüncelerini geliştirmelerini desteklemektedir. Ve sûfî için yalnız konuşan, anan, şükür eden,
    hamd eden, ibâdet eden, sevgi besleyen, sadece insanlar ve canlı varlıklar değildir, sûfî için
    bütün evren Allah’ı övmek için canlı bir işarettir.
    Aşk, makâmların ve derecelerin doruk noktasıdır. Şevk, üns, rıza ve benzer
    makâmlar sevginin meyveleri, aşktan önce gelen ve aşılan tövbe, sabır ve zühd gibi makâmlar
    ise aşka hazırlık makâmlarıdır1976


    Cânı dilden tâlib isen dost visâlini eger
    Cismini yandır bu ışkın oduna bir pâre gel
    1977.

    Kuddûsî’ye göre, sevgi, sûfînin kendi varlığında Allah’ın parlayan cemâlinin
    zevkine varmak ve onun seyrine dalmasıdır. İlâhî aydınlanmayla gönül parlandıkça sır
    perdeleri birer birer açılır. İlâhî muhabbet, aşkın en yüksek derecesi, Allah’tan başka her
    varlığın gözden silinerek gönülden tamamıyla yok olmasıdır.
    Âşık/sûfî, âb-ı hayat/ölümsüzlük suyunu içmek, dünya ve âhiret kaygısını
    taşımayan, varlığını toprak gibi un edip benlik iddiasını terk eden kimselerdir. Aşk ateşi, bu
    duygularla donanmış olan sûfînin gönlünü dağlayıp yakan sevgiliden ayrı kalma, hasret, aşk
    ve muhabbet duygusunun ortaya çıkmasıdır. Aşk ateşi sûfîdeki bütün süfli/insanî duyguları
    yâni mâsîva/ağyâr sevgisini ve düşüncesini, sûfînin cismini bedenini (nefsânî özellikleri)
    yakıp yok etmiştir. Bu tutku, sûfîyi pişirip hamlığını giderip onu olgunlaştırarak mürîd’in
    özelliklerini kazandırmıştır.

    Hakkı aradım ben ‘ayânen buldum
    Yok iştıbâhım bî kumân buldum

    Elhamdulillah çekmedim zahmet
    Kenzi nihânı râygân buldum

    Derdime derman bulmak isterdim
    ‘Işkı dermânı Câvidân buldum

    Mâsivâyı hep ardıma attım
    Âşıka perde dû-cihân buldum

    ‘Abide zühhâda kabdai mailler
    Uşşâkı cümle şâdumân buldum

    Havf u hatar yok hiç gemisinde
    Ana girenleri kâmirân buldum

    Kadrin-i ‘ışkın bilemez sûfî
    ‘Işkı olmayanı ben çoban buldum1978.

    Kuddûsî’ye göre, âşık sûfî, Hakk’ı her nesnede, her türlü şüpheden uzak bir
    şekilde bulan kişidir. Aşk, sûfî için bütün ihtiyaçlarına cevap verecek sonsuz/ebedî bir
    dermandır.




    1974 Kuddûsî, Dîvân, s. 103.
    1975 İmâm Malik, Muvatta, Dar’ül-Nefâis, Beyrut, 1971, n.1602.
    1976 Ahmed Ferid, Tezkiyetü’l-Nüfûs, Beyrut, ts. s.101.
    1977 Kuddûsî, Dîvân, s. 109.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Sûfî literatüründe ârifin gönlünü “anka kuşu” simgeler. Hâlk, ârifin gönlünün
    nerede olduğunu bilemez, çünkü onun gönlü yücelerde olduğu için, aşkın şarabını tadanlar
    ancak bilebilir. Aynı zamanda anka, yaratılış amacının bilincinde olan ârifin ruhunu da
    sembolize eder. O, bir yerde insan-ı kâmildir. Bu makâma da, elest bezminde aşkın hamrını
    içip, o aşkla yaşayanlar ulaşabilir. Anka bazen Allah’ın zatını da ifade eder. Allah’ı nasıl vasf
    etmeye kimsenin dil gücü yetmiyorsa, anka da aynı şekilde tanımlanamaz. O, âşık sûfîlerin
    gönüllerine yerleşmiş olduğundan, onlara apaçık görünür. Humâ/devlet kuşu, âşık/ârifîn
    makâmına uçar durur. Âşıkların gönlü hümâ gibidir, onların sırları yüce olduğundan kimse
    oraya ulaşamaz. Yâni âşık’ın gönül dünyası o kadar engindir ki o dil ile tanımlanamayacak bir
    hümâ kuşudur. Allah’ın vechi âşık sûfînin gönül köşesinde/meyhanesinde görülür. Bunun
    gibi, hümâ kuşu da yükseklerde uçtuğu için, mâsîva/madde evrenine uğramaz; çünkü o, “kevn
    u mekân” âleminden dost diyarına seyahat eder.

    Sevabım yok demek uşşâkı Hakka bed cevâb ancak
    Ki koyup zühdünü ışkın oduna yanmak sevâb ancak.
    1967

    Kuddûsî’ye göre, âşık sûfîler, Allah için sevapta bulunmadım diye üzülmesinler.
    Onların zühd hayatını bırakıp Allah için, Allah aşkıyla, hayat yaşamaları onlar için en büyük
    sevaptır. İhlâs/samimiyet olmayınca, yapılan amelin ve öğrenen ilmin hiçbir değeri yoktur.
    Onun için, sûfî’nin Allah sevgisi saf olmalı, her türlü beklentiden ya da arzudan
    arınmış, hiçbir kâr güdüsüne bağlı olmamalıdır. Yâni, ben/ego ve ayrıca bireycilik yok
    olmalıdır. Aşk damlaları varlıklarını, Allah için sevgi denizinde yitirmelidir. Bu sevgiyle,
    benliğinden soyutlanmış kişi sevgi insanıdır; benliğine mağlup olup ondan kayb olan da ölü
    gibidir. Sevenin kendi niteliklerinden sıyrılıp sevgilinin/Hakk’ın sıfatlarına bürünmesidir. Bu
    sevgi, Sevgilinin dışındaki her şeyi yakıp kül eden, gönüldeki ateştir. Seven Sevgilisinde yok
    olmuş, artık benlik kendini bulmuştur.1968


    Görünüp Kays’e Leylâ’nın yüzünden
    Saluben dağlara meftûn eden ‘ışk
    1969.

    Kuddûsî’nin ve onun gibi Hakk dostlarını ablukaya alan sevgi çemberi, Leylâ ile
    Mecnûn arasında yaşanmış olan metaforik bir aşk hikayesidir. Nasıl ki, Mecnûn Leylâ’ya âşık
    olduktan sonra, hâlk tarafından mecnûn/deli diye çağırılmışsa, Allah âşıklarının da, aşktan bî
    haber insanlar tarafından aynı şekilde bilinip çağırılmalarına benzemektedir. Aşktan dolayı
    İlâhî çekim gücüyle/cezbeyle fenâ’ya ulaşan sûfî, mecnûn sıfatını alır. O, mâ’şukuna ulaşmak
    için çektiği sıkıntılardan dolayı bu derde dûçar olmuştur. Sûfî bu sıfatı aldıktan sonra sahip
    olduğu normal insan şuurunu kaybetmiştir. O ağyârın/diğerlerinin kendisine uygun gördükleri
    “akıllı” veya “deli” gibi sıfatların hiçbirini önemseyecek durumda değildir. Sûfî, Mecnûn gibi
    Leylâ’ya olan vuslatın, özlemini çekmektedir. O, Leylâ’sından ayrı düşen Mecnûn gibi,
    çırpınıp durmakta, hasret ateşiyle yanıp tutuşmaktadır.
    Aşk insana hâkim olup, onun benliğini hakimiyeti altına alınca akıl da insanı aşk
    kralına götüren bir kılavuzluk görevini en iyi şekilde yerine getirir.1970


    Hûmâ veş göklere pervâz eder lâkin gönül murgi
    Düşürdün vâdi-i ahzâna mahzûn eyledin ‘ışk

    Gice gündüz hemân arzu i valsı yâre meşgûl
    Bana ihsân u Lütfî hadden efzûn eyledin ‘ışk
    1971.

    İlâhî aşkı tadanlar Mecnûn gibi Leylâ’nın etrafında pervane dururlar. Artık gönül
    bir kuş gibidir, çırpınıp/uçuşup durmaktadır, yükseklerde uçan gönül hümâ/devlet kuşu gibi
    bir kararda durmaz, devamlı makâmdan makâma uçar durur. O gönül/hümânın sırları öyle
    yücedir ki, kimse ona ulaşmak için güç getiremez. O gönül gece gündüz demeden tek arzuyla
    çırpınıp durmaktadır, gayesi yâre varmaktır. Öyle bir çaba, öyle bir derttir ki, kişide ne sabır
    bırakır, ne de gözlere uyku getirir. Aşk, sûfînin gönül dünyasında hem dünya, hem de âhiret
    kaygılarını da temizler. Çünkü, Sûfînin nefsi/beni, Yaratıcının dilediği seviyeye ulaşınca,
    eşyânın hakikatini idrak eder. Eşyâyı düşünerek bunlardan haz alır, yâni tefekkür zevkine
    ulaşması ve engellenmeden sürekli mutluluğu tatması, onun kâmil hâlini gösterir. İnsan ruhsal
    yönde yükseldiği zaman gafletten uyanır, basiret gözünü açar, kendi âlemini süzer, varlığının
    başlangıcını ve sonunu bilir ve yaratıcısına âşık olarak O’na yönelir. O’na yöneldikçe kendini
    bulur. “İman edenlere gelince, onlar Allah’ı daha da şiddetle severler”1972 emri gerçekleşir.

    Andan cûda olma sakın mâl u metâım yok deyû
    Bay gedâyı seçmeyûb pazar yapar simsâr-ı ‘ışk

    Zan etme ki anda alınur satılur altun kumaş
    Can satılur yar alınur kâr cesimdir kâr ı ‘ışk

    Ana giren müflis olur kalmaz elinde milk ü mâl
    Çünki gelûr yağma eder hep verini tâtâri ‘ışk.
    1973



    1967 Kuddûsî, Dîvân, s. 93.
    1968 Smith, Rabi’a the Mystic and her Fellow Saints in İslâm, Universty Press, Camridge 1984, s. 93.

    1969 Kuddûsî, Dîvân, s. 94.
    1970 Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş, çev: Senail Özkan, Ötüken Yay., İstanbul, 1999, s. 175.

    1971 Kuddûsî, Dîvân, s. 95.
    1972 Bakara, 2/165.
    1973 Kuddûsî, Dîvân, s. 95.

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Fakat genelde sûfîler, Gazâlî’de olduğu gibi, bazı sûfîlerde ehl-i sünnet bir yol takip
    etmişlerdir1959.
    Sûfîler, aynı zamanda sevgi/aşk kavramını en derûnî ve geniş şekilde, dinî, mistik,
    felsefi ve psikolojik perspektifte tartışmışlardır. Bunun yanında bazı sûfîler, aşkı sadece
    tasavvufî ve dinî yönden tartışmışlardır. Böylece onlar, hiçbir zaman aşkı derûni ve içsel
    olarak, felsefi, psikolojik ve mistiksel şekilde ele alan sûfîlerin ulvî düşüncelerine ve
    bilgi/ma’rifetteki derûnîliklerine ulaşmadıklarından dolayı bu hâlleri tartışma konusu
    olmuştur.

    Geçûrdi nice ubbâdi riyâ u süm’a mekrinden
    Eder azmuşları irşâd tariki pişmâdır ışk

    Kudûret kalmaz aslâ dil sarayında eder tathir
    Açar pasını komaz hiç donuk kalbe cilâdır ‘ışk1960.

    Kuddûsî’nin düşüncesinde, Riyâ/ikiyüzlülüğün hilelerine karşı insanları koruyan,
    onları en güzel şekilde irşâd edip eğiten yine aşktır. Aşk, Allah’a götüren bütün yolların hâl
    ve makâmların önderidir. Çünkü aşk gönül sarayında bütün gam ve kederleri temizleyerek,
    kalpteki tüm pas ve kirleri yok edip gönlü cilalayan bir araçtır. Gönüldeki bütün hastalıkları
    söküp atar, mâsîvayı kökünden temizler. Dinin gereği gibi anlaşılmasına ve yaşanmasına
    neden olan belki de tek unsurdur. Bu durumu ünlü psikolog Erich Fromm da
    kabullenmektedir. Ona göre, din, sevgi potansiyeli bağlamında anlaşılmalıdır. Yani sevgi
    olmadan dinin anlaşılması mümkün değildir.1961

    İbni Sina mutlak güzelliğe götüren aşkı, “ilk sebep” olarak açıklamaktadır. Onun
    için en mükemmel sevgi Allah sevgisidir. Bu nedenle İbni Sina âşık olan kişinin ibâdet ve
    bağlılığını da sıradan insanların ibâdetlerinden ayırmaktadır. O hakiki bir kulun hakiki bir
    ibâdette bulunmasını ister. Ona göre temiz bir kalp, özgür bir ruh ve temiz bir istek aydın bir
    kulun yerine getireceği şeylerdir. İbni Sina’ya göre bir insan sevgi coşkunluğunu aklıyla
    kontrol etmelidir, eğer kişi Allah aşkına dönerse büyük bir mutluluk elde eder.1962


    Bu ‘ışka giriftâr oluben zühd-i unutdum
    İnsâna kemâl virmez imiş zühd ile takva

    Ben dersimi aldım bugün ol hoce-i ‘ışkdan
    Varsun okusun zühd ü ‘amel dersini monlâ.1963


    Kuddûsî’de aşk, diğer bazı sûfîlerde olduğu gibi seyr u sülûk’un en üst makâmı
    olarak kabul edilmektedir. O, salih bir sâlik iken taat ve ibâdetleriyle meşgûl iken, aşkın
    bilinen hayat biçimini bozduğunu ve rutin hayat akışını bütünüyle altüst ettiğini ifade eder.
    Aşkın gönülleri feth eden dilrûbâ/gönül çalan kişilere teslim ettiğini, yâni gönül dünyasını
    Allah aşkına ve âşıklarına kaptırdığını ifade eder. Aşk, bu gönlü feth ettiği zaman, öyle bir
    etki gösterir ki, aşk kulu Allah’a bağlayan sağlam bağı /‘urvet ü vuskâ/ipi, hiçbir amelde
    bulunmamaktadır. Ne ilim, ne amel, ne zühd, ne takvâ ve ne de vakar bu bağlılığı sûfîye
    işleyebilir. Aşk, kalb hanesine gelince bunların hepsinin hakimiyeti yok olur. Aşk ehli her
    şeye gönül gözüyle/can gözüyle baktığı için, aşkın sağladığı nura kavuşabilir. Vuslat, sırr-ı
    İlâhîye varmak ancak bu göz sayesinde gerçekleşir. Yoksa mahlûk gözüyle bakıldığı zaman,
    insan, mâsîvanın gerisindeki hakikatleri idrak edemez, ancak Hakk gözüyle bakanlar hakikati
    görebilir.
    Hem insan benliğinin/varoluşunun ilerleme aracı olan, hem de onun amacını
    oluşturan aşk, benliğe hâkim olursa artık sülûk başlamış demektir. Yolculuk başladıktan
    sonra, benlik durmadan, bir faaliyet, mücadele ve hareket içine girerek kendini geliştirmeye,
    oluşturmaya çalışır. Aşk, benliği yeniden oluşturarak en ileriye, yâni olgunluğa götürmek
    çabasını ortaya koyar. 1964 Aşk benliğin mükemmelliği için araçtır. Aşkın yolculuğunda
    devamlılık kazanarak, amaç hâline dönüşür. Aşkı kazanan sûfî ma’rifeti sonucunda, Sûfî
    ikiliği/dualizmi atıp, iki dünyayı da Yaratıcı’nın sevgisinden dolayı tek görmeye başlar. Artık
    aşk sûfîyi, göklere doğru yüceltmiş, engel olan her perdeyi yırtmıştır1965

    Eskiden sûfînin gönlü hûma kuşu gibi yükseklerde uçardı ama âşık olduktan sonra
    her gün Leylâ’nın eşiğinde beklemektedir. Onu memnun etmek için her şeyi yapmaktadır.
    Hatta onun için saçını süpürge etmektedir. Her an onun emrine amadedir. Ona bu bağlılığı
    aşılayan aşk olmuştur.

    Hoş sâliki muhlis idim yoldan beni saptırdı ‘ışk
    Ki dilrûba dilberlere bu gönlümü kaptırdı ‘ışk

    ‘İlm u ‘amel zühd ü verâ ar u vakâr komayuben
    Hep gözleri elâlara yağmalayup çaptırdı ‘ışk

    Ankâ tabiatlu hümâ veş göklere uçardı dil
    Şimdi saçı Leylâların eşiklerin öptürdi ‘ışk
    1966.




    1959 M. Chodkiewicz, Seal of The Saints, trans: L. Sherrard/The İslâmic Texts Society, Cambridge, 1993, p.45.

    1960 Kuddûsî, Dîvân, s.92.
    1961 Erich Fromm, Psychoanalysis an Religion, Yale University Pres, New Haven 1950, ss. 24-26.
    1962 S. Inati, İbn Sina an Mysticism, Kegan Papul İnternational, London and New York, 1996, s.78–79.

    1963 Kuddûsî, Dîvân, s. 4.
    1964 Schimmel, As Through Mystical Poetry in Islâm, Colombia University Press, New York, s.198.
    1965 Nicholson, Selected Poems from The Dîvân-ı Shams Tabriz, Curzon Press, United Kingdom, 1999, p.4.
    1966 Kuddûsî, Dîvân, s. 93.

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Aşkın Sûfînin Hayatında Yaptığı Devrim

    Kızın şartları bunlarla da yeterli kalmaz, bir yıl süreyle domuzlarına çobanlık
    yapmayı teklif eder, Sinan bunu da kabul eder. Neticede Sinan sevgisi uğruna kızın her gün
    getirdiği farklı teklifleri kabul etmektedir. Sinan’ın bu şartları yerine getirmesi, domuzlarla
    yaşaması onları çileden çıkarmaktadır, fakat herhangi bir netice almaları da mümkün değildir.
    Fakat, kişinin ebed sevgilisinin değerini anlaması için ateşinde kavrulması gerekir.
    Hakk’ı görmeden önce ruhun aynasının bedenin pistliğinden arınması şarttır. Kişi sadece
    gerçek sevgilisinin aynadaki yansımasını görebilir.
    Sonuçta ikisi de gerçek aşk’a kavuşur. Ama bu hikaye ar, namus şişesini kıranlara
    en iyi örnektir. Bu hikaye âşık sûfîlerle diğer sûfîler arasındaki farkı en açık şekilde ortaya
    koyan önemli bir hikayedir.
    Onlar yolculuklarını/seyr u sülûklarını tamamlayıp sevgiliye kavuştular. Allah’la
    bütünleşip yalnız O’nunla birlikte olduklarından dolayı özgür oldular1954.

    Hudânın gerçi kullara atayâsı kati çoktur
    Ve-lâkin ışka benzer bu cihanda nesne hiç yok

    Eder kürside vâiz oturup hâlka nasihât
    Anı gûya sanatsan ya Sıkkîk’tır ya Fârûk

    İçinde zerre yok ihlâs işi dâim riyâ onun
    Anın cevher deyu sattıklarıdır cümlesi boncuk
    1955.

    Kuddûsî’ye göre, Allah’ın bütün varlığa, mevcudata birçok ihsanı vardır, fakat bu
    dünyadaki en büyük ihsanı ise sevgidir. Ondan başka daha mukaddes bir ihsan yoktur. Ama
    bunun yanında Allah kullarını çeşitli yeteneklerle donatmıştır. Örneğin, bazılarına hatiplik
    kabiliyeti vermiştir. İnsanlara hitap ettiği zaman ağzından çok etkileyici çok güzel sözler
    dökülmektedir. O güzel hatibi uzaktan peygamber sıfatlarını taşıyan biri sanırsınız. Zira
    insanlar üzerinde hiçbir etki bırakmamaktadır. Çünkü ihlâsla söylenmeyen, yapılmayan hiçbir
    söz ve amelin tesirini, etkisini göstermesi mümkün değildir. Çünkü o, riyâ ile yapılan bir
    eylemdir. O etkileyici konuştuğunu zanneden hatibin cevher diye sundukları bir boncuk
    değerinde bile değildir. Aşkla söylenmeyen, aşkın atmosferinde beslenen bir gönülde
    gelmeyen, ne kadar da güzel kelimelerle kamufle edilirse edilsin, bir sözün insanları
    etkilemesi mümkün değildir. Âşık olan sûfî insanlara iç derinliklerinden çıkan değerli
    cevherler sunarken, ağyâr/diğerleri ise güzel işlemelerle süslenmiş ama hiçbir değeri olmayan
    boncuklar satmaktadırlar.

    Bana pend eyleyüp der ki bu ışkdan fâriğ ol gel
    Beni bezm-i elest’de ‘ışk ile hak etti merzûk
    1956.

    Kuddûsî, çevresinde aşktan bî-haber olan insanların, kendisini normal insanî bir
    hayata davet ettiklerini bu konuda tavsiyede bulunanlara kendisinin bu hayat felsefesini “elest
    bezmi”nde Yüce Yaratıcı’dan aldığını bunu bırakmasının da mümkün olmadığını ifade eder.
    Allah, bezm-i eletse, yâni ilk yaratılışta insanın hamurunu aşk ile yoğurduğundan dolayı,
    içindeki âlemi keşf eden insanın bu aşk cevherini bırakması mümkün değildir.

    Âşıkların nisânı ışk rengine boyanmak
    Pervânenin kâridir Şem’i cemale yanmak

    Nûş etmeyen bu hamrı pak olamaz riyâdan
    Nûş et anı eğer sen ister isen uyanmak
    1957.

    Âşıkların en belirgin özelliği ve onları tanımanın işareti, İlâhî aşkın onların tüm
    düşünce, fiil ve sözlerinde kendini apaçık göstermesidir. Kuddûsî, pervâne/âşık’ın yaptığı için
    şem/Mâ’şuk/Allah’ın aşkıyla tutuşmasıdır. İlâhî aşk, âşık sûfî’yi öylesinde kuşatır ki, sûfî
    gece mum etrafında dönen ve pervâne denilen küçük kelebek gibi, Allah’a duyduğu aşk ve
    muhabbetten dolayı dönüp durur. Ona gece uykusu harâm olmuştur; çünkü, sevgilisini
    memnun etmek, onun sevgisine layık olabilmek için sabahlara kadar secdelerde göz yaşı
    dökmektedir. O secde de Rabbini içselleştirerek gecesini O’nunla geçirmenin çabası içindedir.
    Âşık, Dost cemâlinin zâtına, sıfatlarına, varlığına duyduğu sevgiden pervâne gibi semâ
    yapmaktadır. Çünkü o, “Kâlû Belâ”1958dan, yani bezm-i eletsen bu aşkla yoğrulmuş, daha
    sonra içindeki cevherin tutuşmasıyla pervâne olup yanmıştır. Bu aşkı nûş etmeyen/içmeyen
    riyâdan temizlenemez. İkiyüzlülükten temizlenip tam teslimiyet ancak İlâhî aşkın şarabını
    tatmakla mümkündür. Gafletten ve riyânın ağır atmosferinden uyanmak için mutlaka aşkın
    sarhoşluk verip de uyandıran İlâhî şarabından içmek gerekir. Sûfîlere göre aşk aslında insanın
    kendine gelmesidir. Kendini bilmesi ve kendine gelmesidir. Kendini bilip de Rabbânîlik
    vasfını kazanan sûfî tabiî ki hayatındaki köklü değişiklikle diğer insanların gözünde mecnûn
    gibi görünecektir. Fakat sahv/uyanık hâle gelmesiyle insanların içine düştüğü gaflet
    uykusundan uyanmış olur.
    Bazı sûfîler aşk konusunda sekr ve sahv/uyanıklık arasında bulunurken, bir grup
    bu konuda Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 298/910)’nin sahv yolunu tutar, diğer grup ise Hâllac-ı
    Mansur(ö. 309/921) ve Beyazid-i Bistâmi (ö. 260/847)’nin sekr yolunu tercih etmişlerdir.



    1954 Bayat, Jormnia, Sûfî Diyarından Hikayeler, Çev: Saliha Deniz, İnsan Yayınları, İstanbul, 2000, ss. 67–77.

    1955 Kuddûsî, Dîvân, s. 91.
    1956 Aynı yer.

    1957 Kuddûsî, Dîvân, s. 91.
    1958 Âraf, 7/172.

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. Sûfînin Nefs Kemâlâtında Namazın Tesiri
    By MaHiR 01 in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 17.07.11, 11:36
  2. Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 09.07.11, 10:26
  3. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.08.09, 22:04
  4. Müslümanın Hayatında Vakit
    By Reyhani in forum Sohbet & muhabbet
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 16.06.09, 23:19
  5. Saç Dökülmesi Kellik Tedavisinde Fitoterapik Devrim
    By Konyevi Nisa in forum Deri Hastalıkları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.06.08, 08:53

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •