TEVHİD



Tevhîd, lugatte, “Bir şeyin birliğine hükmetme, bir olarak bilmek,”anlamına
gelmektedir.1611 Tasavvuf termonolojisinde ise, “Allah’ın zâtını, aklen tasavvur edilen ve
zihnen tahayyül edilen her şeyden tecrit etmek ve Allah’ın her şeyden önce ve her şeyden
yakın olduğunu, Allah’ın eşi ve ortağının olmadığını bilmek”1612anlamında kullanılmıştır.
Tevhîd konusu, yalnızca İslâmın değil, bütün ilâhî kaynaklı dinlerin ortak noktasıdır.1613

Kuddûsî’de de her âşık sûfî gibi vahdet/tevhîd düşüncesi ön plandadır. Ona göre,
aşk ile bütün varlığını yaratıcıya verdiğini ve Hakk ile birleşmenin sonucunda varlığının, yani
perde olan varlığının yok olduğunu söyler1614.
Tevhîd, Allah’ın kudretinin tabiatla karıştırmaksızın tabiî bir şekilde
eşyânın/nesnenin içinde olduğunu kabullenmektir. Allah eşyayı vasıtasız ve illetsiz yarattığı
için, Allah’ın yaratıcılığının ve irâdesinin bir sebebi ve sorgulanması sözkonusu değildir.
İnsan ne düşünürse düşünsün, aklına hangi form gelirse gelsin Allah, o değildir, o şeyin
zıddıdır.1615

Tevhîd, insanın, meydana gelen her olaydan Allah’ı müşahede etmesi ve Allah’ı
icâz sıfatıyla münferit olarak görmesidir. Bütün olayların Allah ile birlikte meydana geldiğini
mülahaza eder ve Allah’ın fiillerinin kendisinde zuhûr ettiğini gözler. Bu durumda ağyarı,
sanki cemâdât/cansızlar gibi görmesidir.1616 Yani tevhîd, sûfî için, kadîm ve ezelî olanı fanî ve
sonradan yaratılmışlardan/muhdesden ayırmak ve tek bırakmaktır.1617


Cânanı tarab eyler isen cânı fidâ et
Gel gör ki açık âşıkâ çarşı-yi muhabbet


Kuddûsî, sûfîlerin ancak ilâhî sevgiyle vahdeti yakalayabilecekleri görüşündedir.
Aşk, sûfîyi her türlü sıfatlardan arındırarak Rabbe kavuşturur. Onlar, ne dünyayı sevenler gibi
dünyayı arzu ederler ne de zâhidler ve takvâ ehli gibi âhireti arzularlar. Onların tek hedefi,
Allah’a vuslat, ona kavuşmadır.



1605 Aynı eser, II, 187.
1606 A.e, I. 258.
1607 A.e, II, 187.
1608 Aynı yer.

1609 Kuddûsî, Dîvân, s. 156.
1610 Tirmizî, Kıyamet, 24.
1611 Tehânevî, age., II, 1468; Asım Efendi, age., II, 48; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 298.