İ
nsan, Allah’ı tanımak için yaratılmıştır. Bu konuda Allah, “Ben insanları ve
cinleri Bana kulluk etmesi için yarattım” 1484 buyurmaktadır. Bu İlâhî emrin gereğini yerine
getiren kişi “İnsan” meziyetlerini de kazanmış demektir. İnsanî özellikleri kendinde
gerçekleştiremeyenler boş bir amacın peşinde koşanlardır.
Özünü sanma kim insan olubdür
Kuru dava ile insan olunmaz1485.
Allah’ın kendini kenz/hazine diye tanıtması, Allah’ın kendi ulûhiyetinin yaratıklar
tarafından bilinmeye yönlendirilmesidir. Yaratıkları içinde O’nu araştırıp bilecek tek varlık
vardır, o da insandır. Bu varlık için “Rabbi bir hazinedir”, araştırıp bilmesi gerekir. Bu aynı
zamanda “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadisiyle de uygunluk göstermektedir. Sûfîler, varolan
âlemde eğer Hakk’ın sûretinde bir varlık olmamış olsaydı, O’nun hakkında sonradan olan
bilgiden maksat da hâsıl olmazdı. O kendini hazine/kenz diye nitelendirerek, aslında,
bilinmeyi istemiş ve yarattığı varlığa insan vasfını vererek saklı hazineyi ortaya çıkarmıştır.
Neticede insan-ı kâmil/hakkın suretindeki varlık, kendisinin bilincinde olmaksızın O’nda saklı
hâlde bulunduğunu bilip ortaya çıkarmıştır1486.
Bazı sûfîlerde üç ideal tip insanın olduğunu söyler. Bunlar; ma’rifetullah sahibi
ârifler, Allah’a âşık muhabbet/aşk ehli ve Allah’tan korkan ehl-i havf1487.
Kuddûsî’ye göre, sûfî kendi donanımıyla bütün insanlara bir ayna olmalıdır. Kişi
kendini o aynada görerek davranışlarını ve hâlini kontrol etmelidir. Kendi
gizliliklerini/sırlarını ve kenzi okuyup bilmeli, sonunda da bunu çıkarmalıdır. Sûfî, “Mü’min
mü’minin aynasıdır”1488 tanımlanmasından hareket ederek kendi hâlini düzeltmelidir.
Mü’min, ona bakan başka mü’minlerin kendi hatalarını, kusurlarını görüp sûfî düzeltmelerini
sağlayan, pırıl pırıl parlatılmış ayna metaforuyla anlatılmaktadır.
Kuddûsî’nin anlayışında gerçek mü’min, insan-ı kâmil’dir. O, kendi hâl ve
hareketleriyle diğer insanlara model olmalıdır. İnsanlar bu örnek modele bakarak kendilerine
çeki düzen vermelidirler. Ayna/mir’at aynı zamanda gönül ve ruh anlamına da gelir. Allah,
âşık kulunun gönül aynasında tecellî eder, yâni sûfî’nin gönlü Hakk’ın isim, sıfat ve fiillerini
yansıtan ayna gibidir. Bu aynanın sürekli parlak kalıp diğer ihvana model olabilmesi için aşk
ateşinin devamlılığı gereklidir. Aşkın aydınlığıyla gönül aynası ağyârdan ak pak hâle gelir.
Eğer gönül mâsîva ve günah kirlerinden temizlenirse gönül aynası daha da parlaklaşır. Bu da
mürşide teslim olup, tavsiyelerini yerine getirmekle gerçekleşir. Kuddûsî’de, hayatı boyunca
sûfîlere ve Müslümanlara manzum ve mensur eserleriyle aşk ile gönül dünyalarını sürekli
parlak tutmalarını tavsiye etmiştir. Nitekim Kuddûsî, insanın bu varoluş amacını açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Cümle mahlûka olmuşam mir’at sırrı günhanı tıbyane geldim
Esdi başımda ‘ışkı rüzgârı ondelib usta efgâna geldim1489.
Ünlü Alman şâiri Treidrich Schiller (ö. 1805)’in dediği gibi, insanın varlığının
derinliklerinde uyuyan gerçek bir aşk her zaman mevcuttur.1490 Bu asıl aşk, şehvet ve
ihtirastan uzak olan ve Tanrı ile insanı buluşturan, saf ve temiz sevgiyi ortaya koyan İlâhî bir
muhabbettir. Sûfîler en derûnî duyguları, en asıl düşünce ve istekleri, en yüce fazileti kendi
hayatlarında en güzel şekilde ortaya koymuş ve insanlara örnek ve ideal olarak sunmuşlardır.
İnsan, Hakk’ın yeryüzündeki yüce aksi ve en güzel kuludur. Allah’ın, kendisinde var olan en
yüce güzelliklerin dünya ve varlıklar içinde gerçekleşmesini sağlayanlar sûfîler olmuştur.
Sûfîlerin iddiası İlâhî aşk, insanın ihtiraslarını yok eden, kulluk görevini ve ruh dünyasını
düzene koyan, insanı en güzel şekilde yönlendirerek gerçek amaç olan insan-ı kâmil/Yüce
insanlığa yönelten sûfî için en önemli faktördür.
Sonuç olarak Kuddûsî insanı, İlâhî aşk vasıtasıyla evrendeki harmoniyi
kavrayarak, gerek topluma ve gerekse kendine düzenli, bütün bir varlık olarak bakmasına
inanmaktadır. Kendi varlığının bu harmoni içinde sadece bir parça olduğunu öğrenerek, nefsi
duygulara dayanan yanlış bir hareketinin, bu sonsuz harmoniyi ve dolayısıyla evrenin
yaşamın ve toplumun ahenginin ifsada uğrayacağını anlar. Ona göre, sûfî, insan ruhunda ve
evrende bu ahengi sağlama kuvvetini İlâhî aşk gücünden alır. Sûfî bu aşk sayesinde nefsin
boyunduruğundan kurtularak kâmil/olgun bir varlık olmuştur. Yâni insan nefis köleliğini
yenmiş, özgürlüğe kavuşmuştur.
Neticede, Allah’ın zat, sıfat, isim ve fiillerini kendisinde bulunduran ve bu
özelliklerin tecellîgahı olarak bunları en güzel bir şekilde yansıtan varlık insandır. Yâni insan,
O’nun zatının aynasıdır. İnsan, kendini bilmek suretiyle özünü bu aynadan görür. Ve insan da
diğer varlıklar gibi, kesret âlemi benzeri, Hakk’ın aynasıdır.
1447 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 132.
1448 Kuddûsî, Dîvân s.64.
1449 Aynı eser, s. 65.
1450 Muttalip Özcan, İnsan Felsefesi. İnsanın Neliği Üzerine Bir Soruşturma, Bilim Yay., Ankara 2006, s. 15.
1451 Platon, Devlet, (çev. S. Eyüboğlu-M.A. Cimcaz), Remzi kitapevi, İst. 1985, s. 518
1452 İbnü’l- Arabi, Fusüs, s 16.
1453 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 280.
1454 Kuddûsî, Dîvân, s. 211.
1455 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 336.
1456 Rabbânî, Mektûbât I. 307.
1457 İkbal, The Reconstruction, s. 13.
1458 Mevlânâ, Dîvân, VIII. 330.
1459 Kuddûsî, Dîvân, s. 60.
1460 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 114.
1461 Aynı eser, 464.
1462 Kuddûsî, Dîvân, s. 112.
1463 Yasin, 36/21.
1464 Kuddûsî, Dîvân, s.66.
1465 Kuddûsî, Dîvân, s. 206.
1466 Eflâkî, age., I, 224.
1467 Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, IV, 84.
1468 Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, çev: Özel, H. Koyukan, K.Emiroğlu, Aytaç Yay., Ankara, 1998, s.306.
1469 Ahmet Ögke; “Tasavvufta “Kenzi Mahfi” Düşüncesi ve Sofyalı Bâlî Efendi’nin (960–1553) “Kentü Kenzen
Mahfiyyen” Şerhi Bağlamında Var oluşun Anlamı”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl:5, Sayı
12, Ankara, 2004, s.9.
1470 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 132 (h. No: 1110)
1471 Kuddûsî, Dîvân (İE), s. 108.
1472 Kuddûsî, Divân, s. 35.
1473 Bakara,2/115.
1474 Tevbe, 9/17.
1475 el-Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, Hakikat Bilgisi, Haz: Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul, 1996, s.475.
1476 Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, (Çev:Ümit Altuğ), İmge Yay., İstanbul, 1993, s.31.
1477 Kuddûsî, Dîvân, s. 109.
1478 K.F. Johansen, A History of Ancient Philosophy, çev. H. Rosenmeier, Routledge, London 1988, s. 507.
1479 Aynı yer.
1480 Nicholson, The Mystics of İslâm, s.84-85.
1481 Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrar, vr. 253a.
1482 İbnü’l- Arabi, Futühât, III. 417.
1483 Kuddûsî, Dîvân, s. 120.
1484 Zariyât, 51/26.
1485 Kuddûsî, Dîvân, s. 88.
1486 İbnu’l-Arabî, el-Futühâtü’l-Mekkiye, c.III, s.267.
1487 Ebu Talib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, thk: Said Nesib Mekârim, Beyrut, 1995, s. 284.
1488 Süleyman b. el-Eşref Ebû Dâvud es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvud, Darü’l-Fitar, thk: Muhammed Muhyiddin
Abülhamid, ts. Edeb, 49.
1489 Kuddûsî, Dîvân, s. 114.
1490 Friedrich Schiller, Felsefe ve Şiir, çev: Buhanettin Batman, (Yaba Yay.), İstanbul 2001, s.95.