Kuddûsî’nin, ehl-i Hakk dediği kâmil insanı, realitenin, Mutlak’ın bir görünümü
olarak değerlendirmektedir. Bu olgunluğa ve tamlığa ulaşmış olan bir benliktir. Ve beşer
kritiğinin üstündedir. Çünkü ehl-i Mevlâ, Hakk’tan olmuştur. Hakk ehli ma’rifetini/bigeliğini
kitaplardan öğrenmemiştir.1408 Zira Mevlâ ehl-i, inkâr ve imanın ötesine geçmiştir; ehl-i Hudâ
için, diğerlerinin doğru ve yanlış diye andığı şeylerin aynıdır.1409 Yâni, ehl-i aşk’ın bulunduğu
yerde küfür-iman ayrımı ortadan kalkar. Çünkü o özdür, küfür ve iman ise kabuktur.1410 İşte
tasavvufî insan tipinin farklılığı, onun yaratılıştan getirdiği bir üstünlük değildir; bu insan
tipinin üstünlüğü, kendini bağladığı şeyle ortaya çıkar, yani Allah’a olan kulluğunu
gerçekleştirir. Kuddûsî’nin “ehl-i Hakk” insanını iyi kavramak için Batılı düşünürlerin
düşünce tarihi süresince ortaya koydukları insan tiplerine kısaca değinmekten fayda vardır.
Geleneğinde Batıda insanı yaratılışına göre değerlendiren, insanı ruh/tin yönüyle ele
alan Hıristiyan mistizmi olmuştur. Ezoterik düşüncenin önemli temsilcileri olan
Augustinus(ö. 430) ve Thomas Aquinas(ö.1274)’a göre insan, Tanrı tarafından, kendisine
benzer olarak yaratılmıştır. Bu benzerlik insanın akla sahip olması demektir. Fakat akıl tek
başına doğru yolu bulamaz, hakikate ulaştırması mümkün değildir.1411
İnsanın ruh halini ön planda tutarak değerlendiren bu düşüncelere alternatif olarak
Rönesans döneminin ve dünya vatandaşlığının en büyük savunucularından olan Montaigne
de, insana kendi içindeki yasa dışında hiç bir güce dayanmadan, boş inançları bir kenara
bırakarak yaşamasını öğütler. İnsanın ister dini, ister bilimsel, isterse felsefi olsun her türlü
görüşe karşı eleştirel ve kısmen kuşkucu bir yaklaşım sergilemesi gerektiğine inanır.1412
Tarihsel ve aklî yönden insanı değerlendiren düşünürlerin başında gelen George
Wilhelm Friedrich Hegel (ö. 1831)’e göre, insan ve onun özünü oluşturan akıldır. Ancak,
insan sözcüğünü yalnızca bir kavram olarak alınırsa, insan bir hiçtir.1413
Hegel de, insanın kendi kendini gerçekleştirmesini ide’ye bağlar. Ona göre ide,
Tanrının ve onun isteğinin doğasının birliğini ifade eder. Çünkü ide, insan özgürlüğünün
temelidir. Ona göre kavramın içerik kazanması, kendisini gerçekleştirmesi 1414 için kendi
dışına çıkması gerek. Onun için, Tanrısal insanın ve doğanın özüyle aynı olmaktadır, aksi
takdirde varlık bir hiç anlam ifade etmeyecektir.1415
Aslında tüm tartışmalar şunu göstermektedir; İlâhî güç, insanın tümüyle kendisine
dayanabileceği tek şeydir. Bundan dolayı insan, özgür olup kendi yasasını kendi ortaya koyan
ve kendine yeterli bir varlık olabilir.1416
Çünkü insan realitesini doğru değerlendirme, sadece ruh-beden, doğa- düşünce, biyopsişik/
dirimsel yan tarihsel yan gibi bir dualizm gözetilerek yapılamayacağı gibi, insanı somut
bir bütün olarak ele almadı da sadece ikiliklerin ortadan kaldırılmasıyla sağlanamaz. Bizce
insan realitesini doğru anlamak için tür, birey, kişilik olarak insanın yaratılıştan getirdiği
özellikleri dikkate alan, insanın kendini keşfini gerçekleştirebilecek ruhsal yönünün ön plana
çıkaran ve iç dünyasındaki sırrı çözebilecek bir bilgiye ihtiyacı vardır. Bu bilgi de ancak
insanın kendini tam olarak ortaya koymasıyla kazanılır. İnsan kendi yaratılış sebebini idrak
edip, ona göre kendi benliğini inşa ederse kendini gerçek anlamda tanıyacaktır. Tasavvuftaki
“benlik” oluşum süreci insan ruhsal ve maddi planda ortaya koyan ideal bir süreçtir. İnsanın
oluşum serüveni olan seyr-u sülük eğer gereği gibi incelenirse, “insan nedir?” sorusu
cevaplarını bulacaktır. Çünkü tasavvuf anlayışı insanları yaratılış yetenekleri ve yapılarına
göre bir sınıflandırmaya gitmemektedir. Tasavvuf ne filozoflarda olduğu gibi, sadece ruhsal
yönünü ele alan bir görüş, ne Nietzsche ve Hegel gibi XIX. yüzyıl düşünürlerinden akıl ve
tarihsel yönünü, yine Nietzsche’nin yaptığı gibi insanı üstün, sıradan ve trajik insan diye
sınıflandırırken insanın yetenek ve yaratıcı gücüne göre bir değerlendirme ortaya
koymamaktadır. Stoa düşünce ekolünün yaptığı “birey” ve “sıradan insan” ayırımına da
gitmez.1417
Kuddûsî’nin ehl-i Hakk insanı, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Batılı düşünürlerin “ideal
insan” tipinden yalnızca vardıkları hedef ve taşıdıkları potansiyel bakımından aynıdır. Fakat
düşünce ve eylem olarak beslendikleri kaynaktan insanlığa bakış noktasında, potansiyellerini
kullanışta bu iki tip çok farklıdır. Batılı düşünürün, hükmeden ve egoist görünen “ideal
insan”ı gücünün hakimiyetini yalnız kendisi için kullanma amacındadır. Kuddûsî’nin ehl-i
Hakk insanı ise, rahmet ve merhamet yüklü bir kişilikle, îsâr düşüncesinden edindiği
aydınlıkla, kendini insanlığa feda edercesine her şeyini onlarla paylaşır. O, aşk, sevgi güzellik
yayar, öfkesi yoktur. İnsanlardan uzak değil, onlarla iç içe yaşayarak onları hor, hakir görmez.
O, hep insanların içindedir. Onlarla hayatı paylaşır ve onların dertlerine, acılarına ortak olur.
1397 Aynı eser, s. 210.
1398 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 493.
1399 Kuddusî, Nasaih-i Kuddûsî, vr. 201a.
1400 İsmail Ankaravî, Hadisler ile Tasavvuf ve Mevlevî Erkanı, Haz. Semih Ceylan, Dâru’l-Hadis Yay., İstanbul,
2001, s. 126-127.
1401 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 576.
1402 Mevlânâ, Mesnevi, I, 79.
1403 Augustinus, age, s.420.
1404 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 242.
1405 Ebu Nu’aym, Hilye, VI, 220; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 478.
1406 İbnu’l-Arabî, Fütûhât, II, 209.
1407 Kuddusî, Dîvan, s. 165.
1408 Kuddûsî, Nasâih-i Kuddûsî, vr. 201a.
1409 Nicholson, The Mystcsizm of İslâm, 1996, 129.
1410 Eflâki, Menakıb, II. 184.
1411 Cassier, age, s. 20.
1412 Montaigne, Denemeler, çev. S. Eyüboğlu, Cem Yay., İst. 1999, s.236.
1413 Hegel, Pheneomenology of Spirit, çev. A.V. Miller Oxford Üniversity Press, Oxford 1979, s. 12.
1414 Hegel, Tarihte Akıl, çev. Önay Sözer, Ara Yay., İst. 1991, s. 55.
1415 Aynı eser, s. 64.
1416 Cassirer, age., s. 19.