4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Risale-İ Nur Külliyatı:Zülfikar Mecmuası

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı:Zülfikar Mecmuası

    Zülfikar Mecmuası - s.2322
    Ezcümle:
    Besmele ile Fâtiha'da hemze on sekiz, Besmele'nin makam-ı ebcedîsine inzimam ile on sekiz bin âlemin adedine tevafuk sırrıyla her bir elif'i bir âlemin anahtarına imâdan hâli olamadığı gibi, hemze ile sâkin elif otuz olarak otuz cüz-ü Kur'ân, içinde münderic olduğu ve Besmele'siz hemze on dört olmakla şu Seb'u'l-Mesanî' nin olan yedi adet âyâtını göstererek, iki defa nüzulüne ve namazda tekerrürünü imâ ettiği gibi; sâkin elif on üç, yirmi üç olup, Fâtiha'nın bir hesap ile otuz altı kelimelerine tevafuk sırrıyla beş farz namazda ve revatibinde ve revatib hükmündeki iki rek'at teheccüd namazında, yirmi dört saat zarfında otuz altı defa Fâtiha'nın tekerrürüne imâ etmek, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin şe'ninde olduğu gibi; Besmelesiz ile elif ikisi otuz olup, 'ın ebcedî makamı olan otuza tevafuk ederek, Besmele'siz Fâtiha'nın otuz kelimâtına mutabakat ve otuz cüz-ü Kur'ân'ın adedine tevafuk sırrıyla, otuz cüz-ü Kur'ân'ın esasları Fâtiha'da bulunduğuna, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin işaratından olmakla beraber, 'ın yirmi üç adedi nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine tevafuku, elbette böyle bir kudsî şifrenin işâretidir, denilebilir.
    İşte, Fâtiha'da lafzı bu vazifeyi gördüğü gibi, on üç ile-Altıncı Remz'in Fihristesinde beyan edildiği gibi-on üç ile en meşhur suver-i Kur'âniye'nin ile başlayan on üç sûrenin başına tevafukla işârî mucizâne ifade ediyor ki, "Kur'ân bendedir, ben onun fihristesiyim."
    Fâtiha'daki beş, beş, beş; hem birbirine, hem beş farza, hem beş erkân-ı İslâmiyeye ve Lafzullah gibi Fâtiha'nın ekser kelimelerinin beşer harflerine ve Fâtiha'da beş Esmâ-i Hüsnâ'nın adedine tevafukları. Hem dört, dört, dört rek'ât namazda dört Fâtiha vücubu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim İslâmî dörtleri imâ etmek. üç, üç, üç olmakla; üç defasıyla bin iki yüz adet ederek, Kur'ân'ın bin iki yüz sene kadar gâlibâne vaziyetine ve sonra tedâfüî vaziyetine girmesine âyetinin makam-ı ebcediyle verdiği habere tevafuk sırrıyla işaret etmek, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin şe'nindendir.
    'in üç tekerrürü makam-ı ebcedisine zammedilse yirmi üç olup, nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine tevafukla imâ etmek. ebcedî makamı altmış olup, üç tekerrürü üç olarak zammedilse mehbit-i vahy olan Zât-ı Nebeviyye'nin (a.s.m.) ömrüne tevafukla imâ etmesi, sâir işârâtın te'yidiyle elbette kabul edilir.
    Besmelesiz iki, iki, iki, iki, iki olarak birbirine tevafukla beraber, Fâtiha'da besmele ile beraber iki defa Lahfzullah, iki kere , iki kere , iki kere , iki kere , iki kere ikişer adetine ve Seb'u'l-Mesânînin mânâsının te'yidiyle beraber Fâtiha'nın iki defa nüzulünü ve Kur'ân'ın hem evvelinde hem âhirinde iki kere vücub-u tilavetini ve her umur-u hayriyenin hem başında, hem âhirinde iki kere sünnet-i kırâatını imâ etmek, bu kudsî ve parlak şifre-i İlâhiyenin şe'nindendir.
    İşte Fâtiha'nın binler esrarından yalnız hurufâtına ait bin esrarından böyle bir nümune olursa, o Fâtiha ne kadar muazzam bir hazine-i esrar olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ümmet-i Muhammediye (a.s.m.) bütün namazlarında Fâtiha okumasının hikmetini fehmet.
    Rumûzat-ı Semâniyeyi yazdığım zaman hem çok acele telif edilmiş, hem de benim eski mahfuzâtıma itimad ederek takribî iki mikyas yaptım. Onun ile, hem eski ulemânın hesaplarına binâen hurufât-ı Kur'âniyenin i'câz cihetinde esrarını yazdım. Sonra da meşhur Kâmûsü'l-Lüga sahibi Mecdüddîn Firuzâbâdî'nin el-Mikyas namındaki tefsir-i meşhuru ve makbulü, hurufât ve kelimât-ı Kur'âniyeye dâir beyânâtına baktık, yüzde doksanı bizim hesabımıza tevafuk etmiş. Yalnız beş-on yerinde muhalefet gördük. Sonra tahkikî bir hesap yaptık, bizimki doğru, onunki matbaaların sehvi olduğu tahakkuk etti. Madem böyle azîm yekûnlardaki tevafuklara küçük küsurâtlar ve küçük farklar zarar vermez, diye; daha tam tamına tahkîkî bir tarzda bütün Kur'ân'ı bütün hurufâtıyla ve kelâm ve kelimâtıyla hesap etmeye ve letâif-i i'câziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım. Zalimler bana vakit bırakmadılar. Ben de o takribî mikyaslarımla ve mahfuzâtımla ve eski âlimlerin hesaplarına ve Kenzü'l-Arş duâsındaki adetlerime iktifa eyledim.
    Said Nursî

    Nur Çeşmesi - s.2323
    Üçüncü Zeyil'den Bir Parçadır
    [Kızıl Îcâz Nâmındaki Matbu Risaleden Alınmış Bir Parçadır]
    Îcâz İle Beyan İ'câz-ı Kur'ân1
    [Mesnevî-i Nuriye'den]
    İ'lem eyyühe'l-aziz! Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir...2
    Tevhidin İki Bürhan-ı Muazzamı3
    Beşinci Zeyl
    [On Birinci Şua olan Meyve Risalesinden]
    Onuncu Mesele
    Emirdağ Çiçeği4

    Otuz Birinci Lem'a'nın On Birinci Şua'ı olan Meyve'nin On Birinci Meselesi'nin Hâtimesi5
    On Birinci Meselenin haşiyesinin bir lâhikasıdır.6
    Zülfikar'ın İkinci Makamı
    On Dokuzuncu Mektup ve Zeyilleri
    Risâlet ve Mucizât-ı Ahmediye'ye (a.s.m.) dairdir7
    Zülfikar'ın üçüncü Makamı
    Onuncu söz ve Zeyilleri
    Haşir Bahsi8
    ZÜLFİKAR'IN HÂTİMESİ
    9
    Aziz, sıddık kardeşlerim,
    Hizb-i Nurîde, hem 10 sırrı, hem küllî bir ubudiyet bulunduğundan; şimdi bu vakitte, kuvvetli bir emareyi müşahede ettim. Bugün...11
    Aziz kardeşlerim,
    Bu Hizb-i Nuriye benim şahsıma ait pek büyük bir keramet-i mâneviyesi var. Şimdi beyan...12
    hadisinin mazharı ve Risale-i Nurun bir burhan-ı enveri ve bir vird-i âzamı ve ekberi ve bir misal-i musağğarı ve fikrî bir zikr-i muazzam ve imânî bir ilm-i muhteşem Arabiyyü'l-ibâre bir risâleciktir. Kur'ân'daki Âyetü'l-Kübrâ'nın azametine ve iki Âyetü'l-Kübra ve hâkikatının iki şâhid-i ekberi ve İmam-ı Ali'nin (r.a.) tesmiyesiyle her ikisi "Âyetü'l-Kübrâ" namında olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i Arabiye ve Yedinci Şua'nın imtizacından çıkan; ehl-i ilme bir hizb-i ekber hükmündedir ki, Risale-i Nur'un, tam Arabî bilen veyahut Âyetü'l-Kübrâ ve Münâcât ve Yirminci Mektub Risaleleri yanında bulunan ve okuyan şakirtlerine imânî ve tefekkürî, arasıra okunacak bir vird-i âzâm olabilir. On günde bir defa okunsa, imana büyük inkişaf ve kuvvet verir.
    Said Nursî
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Risale-İ Nur Külliyatı:Zülfikar Mecmuası

    Zülfikar Mecmuası - s.2319
    Hem madem en evvel nâzil olan şu sûre mecmû-u Kur'ân'ın bir nevî fihristesidir. Hem mâdem Kur'ân'ın intişar ve fütuhâtına ve Kur'ân'a âit hadisâta dâir âyât-ı kesîre vardır; elbette Sûre-i Alak'ın hurufâtının verdiği bu gibi haberler kastîdir, tesadüften münezzehtir.
    Dördüncü letafetten küçük bir nümune:
    Sûre-i Kehf'in âyâtı yüz on birdir. Kelimâtı, tefsirü'l-mikyas hesabına göre bin beş yüz altmış dörttür. Âyâtı itibariyle yirmi dokuz sûreye tevafuk ettiği gibi, kelimatıyla dahi otuz dokuz sûre ile yalnız bin adedine tevafuk ediyor. O sûrelerin on altısının kelimatıyla ve yirmi üç sûrenin de hurûfatıyla tevafuk ederek, Kur'ân-ı Hakîm'in tam nısfında olan Sûre-i Kehf'in, mecmû-u süver-i Kur'âniyenin, takriben nısfıyla ittihad etmesi, i'câz-ı Kur'ânînin şuâıyla tanzim edildiğini gösterir.
    Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Beşinci Remzi
    Sûre-i esrarından iki-üç sırrı, tevafuk anahtarıyla açılmaya dâirdir. Burada nümune için bir-kaç nükte yazılacak.
    Birincisi:
    Tevafukun, on adedden ziyade çeşit çeşit envâı var. Eğer tevafuk, ayrı ayrı cihetten bir hadiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasip ve kelâmın mânâsına muvafık ve müeyyed olsa, o vakit o tevafuk işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu âyet şu hadiseye işaret eder, denilebilir. İşte bu kâideye binâen Sûre-i Nasr'ın sırr-ı tevafukla işaret ve haber verdiği hadiselere aynen Sûre-i Kevser dahi o hadiseye tevafukla parmağını uzatmış, gösteriyor. Ve Fâtiha Sûresi, kezâlik, o iki sûrenin gösterdiği hadiseye bakıyor ve gösteriyor. Sûre-i Alak yine o hadiseye işaret ettiği ve gibi âyetler aynı hadiseye mutabakatıyla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delâlet hükmündedir.
    İkincisi:
    Madem Sûre-i Nasr Allâmü'l-Guyûb'un kelâmıdır. Ve madem sebeb-i nüzulü feth-i Mekke'dir ve nusret-i İslâmiyedir. Ve madem sebeb-i nüzulü ne kadar has olursa olsun, mânâ-yı maksud, kâideten âmm hükmüne geçip, Hazret-i Peygamber'e (a.s.m.) ihsan edilen umum fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mânâ-yı maksudun cüz'iyatına işaretle müjde vermek i'câzlı bir kelamın şanındandır. Ve madem bu sûrenin nüzulu vaktinde sahabeler müjde-i İlahî ile mesrur oldukları halde, Ebu Bekir-i Sıddık ve Hazret-i Abbas, vefat-ı Nebeviyi mânâ-yı işârîsinden fehm ile ağlamışlar. Hem madem âlî bir kelâmın hurufatı ve hey'âtı o kelâmın mânâsına kuvvet vererek, te'yid ederek o kelâmın derece-i ulviyet ve mezâyâ-yı belâğatı ziyadeleşir. Ve madem şu Sûre-i Nasr müteaddit vecihle hurufları tevafuk münasebetiyle fütuhât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve nusret-i Ahmediyeye (a.s.m.) parmak basar bir tarzda işaret verir; elbette şu mezkûr esaslara göre bu risâlede ve sâir Rümuz-u Kur'âniye risâlelerinde bahsedilen işaret-i gaybiye ve tevafukat-ı harfiye yalnız münasebât-ı belâğat ve letaif-i kelâmiyye değillerdir. Belki o tevafukat, lemeât-ı belâğat ve reşahât-ı fesahat olmakla beraber işârât-ı Kur'âniye ve ihbarât-ı gaybiye nev'indendir.
    Ezcümle:
    Sıddîk'ı (r.a.), Abbâs'ı (r.a.) ağlatan şu sûre, 'nun vâv'ına kadar altmış üç harf olarak, ömr-ü Nebevî'nin (a.s.m.) nihayetine tevafukla işaret etmekle beraber, cümleleriyle işaret edilen üç mühim vezâif-i nübüvveti mânâsıyla gösterdiği gibi, yirmi bir harfle o zamana, yirmi bir sene o vazifeyi ifâ ettiğine ve iki sene kaldığına imâ ederek, Sıddîk'ın (r.a.) ağlamasına gizli bir sebep olmuştur. Ve sûrenin yüz beş harfiyle, fütuhât-ı Ahmediye'nin (a.s.m.) yüz beş senesinde Şark ve Garbı tutacağına işaret; makam-ı ebcediyle dört yüz yirmi sekiz senesinde terakkiyat-ı maddiye ve mânevîyenin derece-i kemâllerine işaret etmekle beraber, cümlesinin makam-ı ebcedisi olan 1222'ye kadar o fütuhat-ı Kur'âniye ve nusret-i dîniye devam edeceğine ve ondan sonra bir derece tevakkuf ve tedennîye başlayacağına tevafukla işaret eder.
    Hem, ezcümle: Şu sûrede hurufatın tekraratının adetleri manidardır. Şu Sûre-i Nasr'ın mevzuu olan feth ve nusretin cüz'iyatına işaretleri vardır. Meselâ: İki kardeş olan , sekiz tekerrürüyle feth-i Mekke'ye parmak basıyor. , yedişer tekrarıyla 7. senesindeki sulh-u Hudeybiye neticesinde feth-i Mekke mukaddemesi olan galibâne hacc-ı Peygamberîye (a.s.m.) işaret ettikleri gibi, sâir hurufatıyla meşhur fütuhât-ı Ahmediye'ye (a.s.m.) Sûre-i Kevser'e ve Alak'a muvafık olarak işaretleri var.
    Ezcümle:
    Besmele ile beraber sekiz kelimatıyla ve kelimesinin sekiz harfiyle ve

    Zülfikar Mecmuası - s.2320
    'deki 'nın sekiz tekerrüriyle ve 'ın yine sekiz tekerrüriyle bu sûrenin sarâhatle beşaret verdiği feth-i Mekke'deki nusret-i İlâhiyenin tarihi olan sekizinci sene-i Hicriyeye tevafuk sırrıyla işaret ettiği gibi, dan 'ye kadar olan on dört kelimatıyla deki 'nın on dört adetleriyle ve cümlesinin on dört harfiyle, hem fıkrasının on dört harfiyle on dördüncü sene-i Hicriyesindeki feth-i Şam'da ihsan edilen nusret-i harika tarihine tevafuk sırrıyla işarî beşaret eder. Ve hâkezâ...
    Bu sûrenin bu nevî tevafukâtı ve mezâyâ-yı i'câziyesi çoktur. Fakat maatteessüf, bu Beşinci Risale, remziyle üç bâb olarak niyet edilmiş iken bazı ahvâl-i rûhiye sebebiyle yalnız birinci bâbın sekiz meselesinden üç mesele yazıldı. Perde indi, mütebâkîsi kaldı.
    Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Altıncı Remzi in çok esrarından, tevafuk sırrıyla münasebettâr birkaç sırrına dairdir.
    O esrar sarilan gösteriyor ki, tek başıyla bir mucizedir. Nümune için, letâfetlerinden iki-üç nüktelerine işaret etmek münasiptir.
    Birincisi:
    Sûre-i Kevser'de mevcut hurufâtın tekerrürleri 1'den 9'a kadar, yani birer, ikişer, üçer, dörder tâ dokuza kadar muntazaman bulunmasıyla beraber, yirmi sekiz huruf-u hecâiden mevcut olan on dokuz harfin içinde ikişer kardeş olan ikişer harften en güzelini ve lisana en hafifini almasıdır.
    Şöyle ki: 'den var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'den var, yok gibi, zarif ve muntazam ve manidâr bir intihab olduğu gibi, mecmû-u hurufu, Besmele ile altmış beş olup, 'yi ifade eder. Besmele'siz hurufu, vakt-i nüzulüne işaret ediyor.
    İkincisi:
    Şu Sûre-i Kevser'e dâir remzde on üç defa on üç rakam ile beyan edilen sırrın hulâsası şudur ki: Fâtiha-i Şerife'de on üç, ile on üç meşhur suver-i Kur'âniye olan yedi , altı 'nın mecmû-u adedine tevafukla on üç ile on üç sûrenin başlarına işaret edip, parmaklarını bastığı gibi ve Fâtiha'da bulunan on beş ile ve ve ler ve bir ile on beş sûrenin başına işaret edip, 'lerine parmağını bastığı misilli; Kur'ân Fâtiha'da, Fâtiha Sûre-i Kevser'de münderic olduğunun sırrıyla Sûre-i Kevser dahi on üç elif'le Fâtiha'nın on üç 'i gibi on üç parmakla on üç meşhur sûrelerin başlarına parmağını basıyor ve kendi de, küçük bir Kur'ân olduğunu gösteriyor.
    Üçüncüsü:
    kelimesi kudsî, câmi', küllî, nuranî bir kelime olduğundan mânâ-yı lügaviyesi olan hayr-ı kesîrden ve uhrevî bir havz-ı kevser'den ve mânevî bir havz-ı Kevser olan Kur'ân'dan tut, tâ hayr-ı kesîr ıtlakına mâsadak olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma i'tâ edilen bütün hedâyâ-yı Rahmâniye ve fütuhât-ı Rabbâniye, tâ feth-i Mekke ve feth-i Beyt-i Mukaddes, feth-i Şam ve feth-i İstanbul'a kadar mânâları olduğu gibi, o mânâlara da işareti var.
    Meselâ, Âb-ı Zemzeme-i Kur'âniyye'nin menbaı ve havz-ı kevseri olan Mekke-i Mükerremenin sekizinci senesindeki tarih-i fethine tekerrürsüz harflerin sekiz adediyle ve mütekerrirlerin yine sekiz adediyle ve elif'in sekiz tekerrüriyle1 ve feth-i İstanbul'a işaret eden sekiz harfiyle tevafuk sırrıyla ve beş defa sekizlerin ittifakıyla tevafuku, şu fütuhâtı sûre-i nûrâniyede elbette tesadüfî olamaz. Belki tevafuk edilen kudsî bir işarettir.
    Dördüncüsü:
    madem bir küllîdir, bir ferdi de İstanbul'dur. Ve madem bu sûre fütuhât-ı İslâmiyeye ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ihsan edilen atıyye-i İlâhiyeyi haber veriyor. Ve madem 'in makamı ebcedîsi 757 olup, Sultan Orhan zamanında Süleyman paşa kumandasında "Erler" tabire dilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul'u hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte, 757'de muhasara ile okumuştur. Ve madem, Kevser, kime verildiğini ifade için 'deki niçin verildiğine delaleten 'deki zammıyla 857 adediyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın vekili olan Sultan Fatih'in eliyle

    Zülfikar Mecmuası - s.2321
    dâire-i İslâmiyete ve bir mescid-i Ekber ve bir salât-ı ekber olarak 857'nin tarihine tevafuk ediyor. Elbette bu sûre, şu Kevser, Hilâfet-i İslâmiyeye sarahate yakın işaret eder, denilebilir.
    Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzi

    (Fihriste-i Rümûzât-ı Semâniye)
    Dört küçük sûrenin gayet muhtasar olarak hurufatlarına ait letâif-i tevafukiye ve işârât-ı gaybiyeye dâirdir.
    Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın hâkaikında ve meânisinde ve âyâtında ve kelimâtında ve nazmında müteaddit vücuh-u i'câziye ve esrar-ı kudsiye bulunduğu misilli, hurufâtında dahi çok lemeât-ı i'câziye bulunuyor. Hattâ hurufunun vaziyetlerinde çok işârât-ı âliye ve tekerrür-ü adetlerinde çok münasebat-ı latife-i tevafukiye vardır. Hatta denilebilir ki, huruf-u Kur'âniye, nasıl ki herbir harfin sevabı 10'dan 1000'e kadar hasenât meyvelerini veriyor. Öyle de; herbir harf çok işarât meyvelerini veriyor, çok meânîleri de ifade ediyor. Âdeta Kur'ân hurufâtı muazzam ve mütenevvi ilâhî şifrelerdir.
    Ezcümle:
    Sûre-i İhlâs'ın makam-ı ebcedîsi 1003 olmakla, hem 1003 Sûre-i İhlâs bir hatme-i hâssâ-i İhlâsiyeye ve hem mufassal bir ism-i âzam olduğuna; hem üç defa tekrar ile küçük bir hatme-i Kur'âniye olmasına, hem üçer defa tekrarının efdaliyet-i azîmesine, hem 'in müşedded iki sayılmak şartıyla, bir cihetle makam-ı ebcedisiyle tevafuk sırrı ile bin Besmele, bin İhlâs gibi ism-i âzamın mufassalı olduğuna işaret ettiği gibi hurufâtiyle çok esrara bakar. Hem Kur'ân'ın dört esasından en büyüğü olan tevhidi, altı cümlesiyle tevhidin altı mertebesini ispat ve altı envâ-ı şirki reddederek herbir cümlesi öteki cümlelere hem netice, hem mukaddime olduğu cihetiyle Sûre-i İhlâs içinde otuz Sûre-i İhlâs kadar müteselsil burhanlarla müdellel otuz sûre münderiç olduğundan, bu küçük sûre ne kadar muazzam bir bahr-i tevhid olduğunu gösteriyor. Hurufâtının lâtif münasebâtını buna kıyas ediniz ki, içinde elif beş beş beş olarak birinin tevafuku ve Lafzullahın beş harfine tevafuku ve mecmû-u hurufu altmış yedi olup, Lafzullahın makam-ı ebcedîsine tevafuk etmekle mânen makam-ı ebcedisiyle dahi dediği gibi; dört, dört, dört, tenvin ile dört olarak birbirine tevafuku ve sûrenin dört âyetine tevafuku, letâfetini ve intizamını gösteriyor. Sûre-i Felak, hurufâtının intizamı, çok işaretli olduğunu gösteriyor.
    Ezcümle: elif
    altı, altı, altı olarak birbirine tevafuku. Besmele ile altı adet âyetlerine muvâfakâtı, 6666 olan âyât-ı Kur'âniyenin dört 6'larına gizli imâ etmek; bu sırlı sûrenin şe'nindendir.
    üç, üç, üç, üç olarak birbirine tevafuku; ve sûrenin hurufâtı doksan dokuz olmakla, 99 Esmâ-i Hüsnâ'nın adedine tevafuk sırrıyla bütün Esmâ-i hüsnâ ile bir istiâze-i câmia hükmünde olduğunu imâ etmekle beraber, hurufâtının ebced-i makamı olan on bin iki yüz küsur olmakla, Fatiha-i Şerife hurûfatının makam-ı ebcedisi olan 10212 adedine dahi tevafuk etmesiyle, herbir sûre umum sûrelerle münâsebetdar olduğunu imâ etmesi, intizamını ve işaretli olduğunu gösteriyor.
    Sûre-i Nâs: Hurûfatı, tekerrür noktasında gayet muntazam, 1'den 12'ye kadar terakkî ediyor. Meselâ; bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, dokuz, on, elif on bir, Sûre-i İhlâsın lâm'ı gibi on iki olması, muntazam bir letafeti gösteriyor. Kur'ân'ın şu en âhir sûresinin hurufâtı yüz dört olmakla, suhuf ve kütüb-ü enbiyânın yüz dört adedine tevafuku, Kur'ân-ı Hakîm, suhuf ve kütüb-ü enbiyânın esaslarına câmi olduğuna, en âhirki sûrenin hurufâtıyla gizli bir imâ ettiğini gösteriyor.
    Fatiha-i Şerife: Hurufâtının ebcedî hesabı olan 10212 adedi, mecmû-u Kur'ân'da 'nın on bin ve hem 'nın on bin aded-i tekrarlarına tevafuku. Hem Fâtiha'nın on bin adedi yedi adet âyetine darb edilmesiyle, mecmû-u kelimât-ı Kur'âniye adedi olan 70.000'e muvafık gelmesiyle, ehl-i hakikat indinde muhakkak ve hadisçe musaddak olan "Fâtiha, Kur'ân kadardır, ona müsâvidir. Kur'ân Fâtiha'da münderiçtir.
    Fâtiha'dır" diye olan meşhur hükmün ispatını imâ edip; ihtar eder.
    Suver-i Kur'âniyenin başlarında olan mukattaât-ı huruf gayet mânidâr ve esrarlı bir şifre-i İlâhiye olduğu gibi, Fâtiha hurufu, belki Kur'ân'ın umum hurufâtı kudsî ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlâhi şifreler olduğunu, Rûmûzat-ı Semâniye ile dikkat edilse, hissedebilir. Ve bilhassa, Fâtiha-i Şerifenin hurûfu daha zahir ve nurânî bir şifre-i İâhiye olduğunu ehl-i keşf görmüşler ve emâreleri de vardır.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Risale-İ Nur Külliyatı:Zülfikar Mecmuası

    Zülfikar Mecmuası - s.2316
    Hatta on dakikada ve bir saatte ve altı saatte ehemmiyetli risaleler; hatta kâtiplerin tasdikiyle üç-dört gün zarfında zeyilsiz Mucizât-ı Kur'âniye yirmi dört saatte telif edilmiş. Elbette bazı sehivler bulunabilir ve hiçbir cihetle kusur sayılmaz. Hem müstensihlerin, çok Arabî okumadıklarından onların dahi sehivleri bulunur ve müellifine isnad edilir. Çünkü bütün nüshaları o görmüyor. Ve bütününü kendisi tashih etmek kâbil değildir. Madem şimdi ehl-i ilim ve hocalar daireye giriyorlar, bu büyük hayırlı tashihe yardım etmek onlara bir borçtur.
    ÜÇÜNCÜ ESAS: Mu'teriz ve hodfuruşlar diyebilirler ve derler ki: "Risale-i Nur'da Nurların kerametinden ve fevkalâdeliğinden ve pek çok kıymettârlığından bahseden çok fıkralar var. Bir insan faziletini izhar etse bir gösteriş olur, makbul değil" diye tenkit ettikleri zaman dersiniz ki; Ankara ehl-i vukufunun bu noktadaki hafif ve tasdikkârâne tenkitlerine karşı Said'in verdiği ve onlar dahi kabul ettikleri cevabın hülâsası şudur:
    Risale-i Nur, muhafazasına çalıştığı hakikata bu memleket ve âlem-i İslâm çok alâkadar ve muhtaç olmasından, bîçare müellifine binler yardımcı ve kâtipler ve resmî teşvikler ve muâvenetler lâzım olduğu halde, bilakis gayet insafsızca, aleyhinde propagandalara ve kardeşlerinin kuvve-i mânevîyelerini kıracak zâlimâne tedbirlere karşı elbette Risale-i Nur'un kıymetini ve kerametlerini beyan etmek vâciptir ve elzemdir. Bir tek âciz adam binlerle zâlimlerin maddî hücumlarına karşı, zayıf arkadaşlarını kaçmaktan kurtarmak niyetiyle kerâmât-ı İlâhiyeyi ve inâyât-ı Rabbâniyeyi izhar etmek, değil bir kusur, belki büyük bir maslahattır.
    Kardeşiniz Said Nursî
    Yâ Erhame'r-Râhimîn!
    İsm-i Âzam hürmetine Nazif ve yardımcılarının defter-i hasenatlarına Zülfikâr'ın harfleri adedince hasenât yazdır. Onları Firdevs'te mesud eyle. Âmin, âmin, âmin.
    Said Nursî

    Bu acip asırda ehl-i îman, Risale-i Nur'a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa'ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikar'a şiddetle muhtaçtırlar.
    Evet, mesela i'câz-ı Kur'âniye bahsindeki ekser âyetlerin medar-ı şüphe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i'câzın lem'aları ve Kur'ân'ın güzel nükteleri ispat edilmiş.
    Umum Risale-i Nur şâkirtleri nâmına Said Nursî

    YİRMİ BEŞİNCİ SÖZ
    Mucizât-ı Kur'âniye Risalesi1
    Makam itibariyla Yirmi Beşinci Söz'e ilhak edilen zeyillerden, Yedinci Şua'ın Birinci Makamı'nın On Yedinci Mertebesi'dir.
    Birinci Zeyl2
    İkinci Zeyl
    Yirminci Söz
    [On Altıncı Lem'adan]
    İkinci Zeyil'den Bir Mektup

    Aziz, sıddık Senirkentli kardeşlerim İbrahim, Şükrü...4
    Üçüncü Zeyl
    On İkinci Söz
    Üçüncü Zeyil'den
    Yedinci Lem'a6
    Dördüncü Zeyl
    Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının İkinci Remzi
    Kenzü'l-Arş'ın Birinci Nükte-i Kur'âniyesi: Gayet muazzam hakâikının küçük bir fihristesi olduğundan aynen derc edildi. Şöyle ki:
    Bir rivayette İsm-i A'zam olan 'ın en mühim harfi olan baştaki elif, umum Kur'ân'da çok sırlara medar olarak kırk bin gelmesi; ve İsmullah'ın

    Zülfikar Mecmuası - s.2317
    elifden sonra suretindeki "Lâm-Elif" on dokuz bin olan meşhur adedi göstermesi; ve İsmullah'ın âhirinde olan yine mecmû-u Kur'ân'da yine on dokuz bin olarak ikisinin muvafık gelmesi; ve yalnız hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre, ona muvafık olarak Kur'ân'da otuz bin gelmesi; ve yemin vaktinde, İsmullah'ın başında bulunan , bir hesapça yirmi üç bin, diğer bir cihette yirmi bin olarak hem 'nın, hem 'in, hem 'nın, hem 'nin on dokuz bin adetlerine ve Kur'ân'daki yekûnlarına muvafık gelmesi; ve İsmullâh'ın başındaki elif, Lâm-ı ta'rif, yani yetmiş bin olup, Kur'ân kelimâtının mecmû-u adedi olan yetmiş bin adedine muvafık gelmesi; hem İsmullah'ın kasem vaktinde başında bulunan ve , iki kardeş gibi, on bir bin, on bin olarak muvafık gelmesi; hem âhir huruf, hecâ ve nidâ vaktinde denildiği vakit İsmullah'ın başında bulunan yirmi bin dokuz yüz, bir cihette on dokuz bin küsur olmakla, hem 'nın, hem 'nın, hem 'ın adetlerine ve Kur'ân'daki on dokuz bin'lerin yekûnlarına muvafık gelmesi; ve Lafzullah mecmû-u Kur'ân'da iki bin küsur, ve 'sı on dokuz bin ve 'si yine on dokuz bin, mecmûu kırk bin olup, baştaki elif'in kırk bin adedine muvafık gelmesi...
    Hem İsmullah'ın hurufâtından başka olan makam-ı ebcedi üç, Kur'ân'da üç bin gelmesi; hecede 'in kardeşi gibi yine üç bin gelmesi; ebcedde 'in kardeşi olup, yine üç bin olarak birbirine muvafık gelmesi...
    Hem ebcedi itibariyle yüksek makamda bulunan ve fesahatca bir derece ağır olan herbiri Kur'ân'da ikişer bin gelip, birbirine muvafık gelmesi... Ve 'ın güzel ve hafif bir şekli olan , üç dişine münâsebetdâr üç bin üç yüz otuz olup, latif sırları îma edecek bir surette gelmesi... Ve iki kardeş gibi den daha hafif olduğundan bin iki yüz, onun kızkardeşi gibi nısf olarak altı yüz gelmesi... ebcedî hesabıyla seksen olmasına göre, Kur'ân'da-iki sıfır zammıyla-muvafık olarak sekiz bin gelmesi... herbiri dokuz bin gelerek, mânidâr birbirine muvafık gelmesi...
    Kur'ân kelimesinden en birinci harf olan altı bin olarak, Kur'ân'ın mecmû-u âyâtının altı bin adedine muvafık olarak gelmesi... İlm-i Sarfca yerine geçmesiyle iki kadar ve 'in makam-ı ebcedisinin yarısı kadar-yirmi bin-gelmesi... ebcedî makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmi altı bin gelmesi gibi tevafukat-ı muntazama on dokuz defa gelmesi... Kelimesi kelimesiyle hâtime verilen muntazam tevafukat, elbette ve elbette ve herhalde Kur'ân'ın hurufâtında dahi mühim bir cilve-i i'câzın bulunmasına işaret ve hem o hurûfâtta hârikulâde muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delâlet eder. Hem huruf-u Kur'âniyenin herbiri on adetten on bine kadar sevap meyvelerini vermesine, liyâkatına ve kabiliyetine şehadet; hem huruf-u kur'âniyenin tebdiline çalışanların nihayet derecede belâhet ve hasaretlerine kat'î delâlet; hem huruf-u Kur'âniye, aynen kelimâtı gibi kasdî bir intizam ve mânidâr bir vaziyete tabi olduğuna kat'î şehadet ettiğini, aklı olan kabul etmeye ve kalbinde gözü olanları görmeye mecbur eder. "Görmeyen kördür, kabul etmeyen kalbsizdir."

    düsturuyla, gözlerindeki hastalıklarla bu hakikat güneşinin ziyasını görmezler ve dillerindeki marazla, âb-ı hayat olan şu tatlı suyun lezzetini hissedip tatmazlar.
    İkinci Remz'in mühim bir zeyli
    Yine Kenzü'l-Arş duâsının feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir. Bu nükteden nümune için üç misal:
    Birinci misal:
    Suver-i Kur'âniyenin aded-i hurufâtı üç binde tevafukatı pek harika ve mu'cizânedir. Meselâ; en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurûfatı, ebcedî makamı üç bin olmakla hem Sûre-i Yâsin'in üç bin aded-i hurufuna; hem Sûre-i Furkân'ın üç bin, hem sûre-i Fâtır'ın üç bin, hem Sûre-i Sâffât'ın üç bin, hem Sûre-i Sâd'ın üç bin, hem Sûre-i Ra'd'ın üç bin, hem er-Rûm'un üç bin, hem Zuhruf'un üç bin, hem Sûre-i Şuarâ'nın üç bin, hem İbrahim'in üç bin; bu sûrelerinin üç bin hurufatına tevafuku ve on bir sûrenin bu üç binde birbiriyle muvafakatı ve mutâbakatı bilbedâhe tesadüf işi olamaz. Belki i'câz-ı Kur'ân'ın bir şu'lesidir ki, hurufâta serpilmiştir ve yaldızlamasıdır.
    Hem en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adediyle,

    Zülfikar Mecmuası - s.2318
    en uzun sûre olan el-Bakara'nın örfî, yani kelâm hükmündeki kelimâtının üç bin adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının üç bin adedine ve Sûre-i Nisa kelimâtının üç bin adedine tevafuku, elbette kör tesadüfün işi değil. Ve rastgele ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'câzın bir cilvesinin şuâı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukâtta küçük küsürât, münâsebât-ı tevafukıyeyi bozmadığından nazara alınmadı.
    İkinci misal:
    Sûre-i 'in i'câzkâr bir tevafukundan bahseder. Şöyle ki:
    Sûre-i Kadr'in yüz yirmi harfi var. Gayr-ı melfuz hemze sayılmazsa yüz on dört suver-i Kur'âniyeye tevafukla işaret eden yüz on dörttür. İşte bu adetle kendi ile beraber on sûrenin hurûfatının adetlerine ve on sûrenin kelimâtının adetlerine ve on sûrenin âyetlerinin adetlerine tevafuku, herhalde şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi olamaz, belki mânevî ve lafzî bir i'câz-ı Kur'ânînin bir şuaı, hurûfâta aksedip tanzim ile yaldızlanmış. ile beraber Duhâ, Elem-neşrah leke, Zilzâl, Tekâsür, Mâûn, en evvel nâzil olan nısf-ı evvel Alak, Ve't-Tîn, el-Karia ve Hümeze olan on sûrenin, tevafuku bozmayan küçük küsûrâttan kat-ı nazar, yüz adedinde tevafukları olduğu gibi; yine Sûre-i Fecr, Abese, Mürselât, Bürûc, Mütaffifîn, İnşikâk, Nâziât, Nebe', Münafikûn, Cum'a olan on sûrenin yüz küsur aded-i kelimâtına yüzlükte manidâr tevafuk etmekle beraber; yine hurufâtı Sûre-i İsrâ, Kehf, Tâ-Hâ, Yûsuf, Hûd, Yûnus, Nahl, Enbiyâ, Mü'minûn, Tevbe, Mâide olan on sûrenin herbirinin yüz küsur âdet âyetlerin manidâr tevafukları ve bu sûrelerinde bütün tevafuk-u acîbe zımnında birbiriyle tevafukları içinde binler tevafuk bulunduğu halde, hiç mümkün olur mu ki tesadüf içine girebilsin? Hiç mümkün müdür ki, bu ittifakın uçlarında mühim nükteler, işaretler bulunmasın?
    Üçüncü misal:
    Sûre-i İhlâs'ın ebcedî makam-ı hurufîsi bin üçtür. Böyle büyük yekûnlardaki tevafuka zarar vermeyen küçük küsurâttan kat-ı nazar; Sûre-i Nûr, Hacc, Enfal, Nahl, İsrâ, Kehf, Enbiyâ, Mü'minûn, Zümer, Yûnus, Neml, Yûsuf, Şuarâ, Tâ-Hâ olan on dört sûrelerin herbirinin bin küsur kelimât-ı adetlerine tevafukiyle beraber; huruf cihetinde Sûre-i Sebe', Hâkka, Mümtehine, Sûre-i İnsan, Tûr, Secde, Zâriyât, Rahmân, Tahrîm, Talak, Duhân sûrelerinin herbirinin bin küsur aded-i huruflarına manidâr tevafuk, elbette, bir "sülüs-ü Kur'ân" addedilen Sûre-i İhlâs'ın hikmettâr bir nüktesidir. Ve bu tevafukun bir sırr-ı azîmi var. Ve şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi değildir. Belki şuaât-ı i'câziyenin in'ikâsıdır.
    Üçüncü Remiz olan üçüncü nükte-i kenziye
    En evvel nâzil olan Sûre-i Alak'ın sırr-ı tevafukuna dâir dört letâfet-i i'câziyesine işaret ediyor. Her letâifinden küçük bir nümune:
    Birincisi:
    Şöyle ki: En evvel nâzil olan şu sûre, suver-ı Kur'âniyenin bir fihristesi hükmünde olduğu, sırr-ı tevafukla gösteriyor. Şöyle ki:
    Bu sûrede hemze kırk beş defa tekrar ile 'ın kırk beş defa tekrarına tevafukla beraber, kırk bir sûrenin başlarına parmağını basıyor. Ve başlarındaki elif'i gösteriyor. on altı defa tekrar ile 'nın on altı defa tekrarına tevafukla beraber, on dört sûrelerin başlarındaki 'ya parmağını basıp, işaret ediyor. Lisan-ı mânâ ile: "Benden sonra bunlar gelecekler" diye ifade ediyor. sekiz tekerrürüyle 'inHAŞİYE sekiz tekerrürüne tevafuk etmekle beraber, her ikisi sekiz sûrenin başlarına işaret edip, "Onların fihristeleriyiz" diye ifade ediyorlar. üç tekerrürüyle 'ın üç adedine tevafukla beraber üç sûrenin başına bakıyor ve haber veriyor. altı tekerrürüyle kendi makam-ı ebcedîsi olan altı adedine tevafukla beraber, vâv-ı kasemiyye ile başlayan on iki sûrenin başlarına işaret edip gösterdiği gibi, tekerrürü makam-ı ebcedîsine darb edilse otuz altı olup, ile başlayan on altı sûrenin başlarında otuz altı vâv-ı kasemiyyeyi tevafukla göstermesi, mühim esrara medar olduğunu gösterir. Ve bir intizam-ı gaybî tahtında olduğunu ispat eder. Ve Sûre-i Alak en evvel gelmiş ve umum sûrelerden haber vermiş ifade ediyor.
    Üçüncü letafetten küçük bir nümune:
    Şu Sûre-i Alak'ın hurufâtı üç yüz yirmi sekiz adediyle, makam-ı ebcedîsi dokuz yüz doksan dokuz olan ile beraber bin üç yüz yirmi yedi edip, bin üç yüz yirmi yedide müthiş hâdisatın başlangıcı olan o tarihe gayet mânidâr nazar-ı dikkati celbetmek suretinde tevafuku elbette tesâdüfî olamaz. Çünkü; mâdem Allâmü'l-Guyûb'un kelâmıdır; işaret olunan Kitab-ı Mübîn'in bir nüshası olan Kur'ân'da hâdisât-ı âleme işaretler vardır ve kısmen göstermiştir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Risale-İ Nur Külliyatı:Zülfikar Mecmuası

    ZÜLFİKAR MECMUASI

    Bu mecmua büyük bir bahçedir. Her adam her meselesini, her meyvesini elde edemez. Ne kadar bilse kârdır. Baştaki kısımdan ehl-i ilim ve âhirki kısımlardan herkes tam istifade edebilir. Bütününü bilemedim diye vazgeçme. Tekrar ile oku.

    Elde Kur'ân gibi bir mucize-i bâki varken,
    Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
    Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat verken,
    Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
    Nur şâkirdleri nâmına
    Bediüzzaman Saîd Nursî

    Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
    Ben şimdi zehirin şiddetli hastalığı sebebiyle hem kimse ile görüşmediğimden, yalnız bulunduğumdan, Zülfikar Mecmuâsı'nın tashihini tamam yapamıyorum. Bir tek nüsha, mukâbelesiz tashihi ise, yirmi sene evvelki te'lif zamanına gayet kuvvetli bir kuvve-i hâfıza ile girmek lâzım geliyor ki, tam tashih edilsin. Halbuki bu hastalıkta kuvve-i hâfızam sönmüş hükmündedir. Fakat ben şimdi baktım ki, hadsiz şükür olsun, manâyı bozacak ehemmiyetli yanlışlar pek az gördüm. Onun için mühim yanlışlar görsem, bir listecik size gönderilecek.
    Said Nursî
    Bu fıkramı, nüshaların başında yazılsa münasib olur. İnşâallah bir zaman Nurun kahramanları hem benim yanlışlarımı, hem müstensihlerin sehivlerini tam tashih edecekler.
    Risale-i Nur'un bütün eczalarını, iki sene hem Denizli, hem Ankara mahkemeleri ve ehl-i vukufu, tedkikten sonra hem berâetimize, hem umum Risâle-i Nur eczalarını bana teslime müttefikan karar vermelerine binâen, bana verilen Risâle-i Nur'dan Zülkifar-ı Mucizât mecmuasıdır.
    Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
    Evvelâ: Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve..5
    Sâniyen: Risale-i Nur'un makine ile ve şimdi umumî bir intibahla ve merkezdeki ehl-i vukufun takdiriyle dâiresi tam genişlemesinden her nevî ehl-i ilim dikkatle bakacaklar. Onların içlerinde bid'alar taraftarı ve enaniyetli ve müşkilpesend ve tenkitçi kısımları itiraza çalışacaklar. Şimdi sizler üç esası onlara karşı bir cevap yaparsınız.
    BİRİNCİ ESAS:Şimdi insanlarda kim var ki, kusuru bulunmasın. Madem hasenât eğer seyyiâta râcihse, affedilir. Elbette bu kadar ağır şerâit altında, gözönünde bu fevkalâde hizmet-i imâniye ile yüzbinlerce bîçareleri şüphelerden kurtarmak öyle bir hasenedir ki, binler kusurâtı affettirir.
    İKİNCİ ESAS: Dersiniz ki: Kardeşimiz Said yarım ümmî, yazısı noksan, çabuk yazamıyor. Bu yirmi sene gurbette ekser münzevî ve tecrid içinde durmaya mecbur olmasıyla, elbette bazı sehivler ve kusurlar bulunabilir. Hatta iki-üç gün içinde yalnız on iki saatte telif edilen zeyilsiz Mucizât-ı Ahmediye'nin âhirinde demiş: Hadislerin ve râvilerin beyanında hatam varsa tashihini rica ediyorum, diye ilân ettiği halde müstehsinlerin sehivleri müstesnâ olarak, şimdiye kadar yalnız (16-61) bu iki rakamda elif sehven takdim edilip, on altı, altmış bire çevrildiğini bir Amerikalı misyoner İncil-i Yuhanna'da göstermiş. Hem ehemmiyetli sebeplere binâen bir kısım risaleler çok süratle yazılmış.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Risale-İ Nur Külliyatı: Tuluât
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.07.11, 00:00
  2. Risale-İ Nur Külliyatı: İşârât
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 26.07.11, 03:03
  3. Risale-İ Nur Külliyatı: Rumûz
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 26.07.11, 02:58
  4. Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak
    By MaHiR 01 in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 26.07.11, 02:46
  5. Risale-i Nur Külliyatı Word belgesi
    By SiLa in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.07.08, 14:13

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •