Eğer şahit istersen, âlem-i medenînin fesat ve rezaletine bak; zaman çok şahitleri gösterecektir.
Elhasıl, tabakatın musalâhası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyetten olan zekâtı, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi, âli düstur ittihaz etmektir.
İslâmiyette en büyük kebîre olan ribayı, vesâiliyle ilga etmektir. Adalet-i Kur'âniye âlem kapısında durup, ribaya "Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der.
Zaman ihtiyarlandıkça Kur'ân gençleşiyor, rumuz-u tavazzuh ediyor.
Meselâ, 1 ilâ ahir.
Meselâ, 2 ilâ ahir.
Meselâ, 3 ilâ ahir. Meselâ, meselâ.... ilâ ahir.
Türkçesi
S - Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilâli ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?
C - Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil* istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said'ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyer.
İn'ikâs** ya hüviyeti veya hüviyetle hâsiyeti, veya hüviyetle mahiyeti tutar.
Birbirinden eltaf ve eşeff, kudretin çok aynaları vardır. Camdan suya, sudan havaya, havadan esire, esirden âlem-i misale, hattâ zamana, hattâ fikre, ilâ âhir, tenevvü ediyor. Suda kesifin aksi, aslın aynı değilse, nurânîde gayrı da değil... Havada aynıdır. Hava aynasında bir kelime milyonlar kelimat olur. Kudretin şu matbaasında sırr-ı tenasül, kalem-i sun-u İlâhî acip istinsah ediyor.
4
Misleyn telâkki edilen zıddeyn
Zevkî olan sofiye vahdetü'l-vücudu, Allah hesabına kâinatı inkârdır.
Fikrî olan felsefe ve zaifü'l-itikadların lisanında olan vahdetü'l-vücud ise-hâşâ-kâinat hesabına Allah'ı inkârdır.
Biri vahdetü'ş-şuhud, diğeri vahdetü'l-mevcudu tazammun eder. Eyne's-serâ mine's-Süreyyâ.
Nazar mesele-i zevkiyede tasarruf etse bozar. Zevkî, keşfî olan emir, nazar-ı fikir mizanıyla tartılmaz; ona inse katılaşır, çirkinleşir.
Meselâ, toprak altında bir çekirdek; havada ondan çiçekli bir sümbül var. Âlem-i turabda nazar, çekirdeğe dikkat etse, ince esasatı görür. Hava âlemindeki müzehher sümbülü onlara irca ile izah edemez. Çekirdek içine sıkıştıramaz. İşte zevk burada bakar, nazar orada_ Rüyet değişir.
Biçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.
Demişler: 5
Ben de derim:
6
İşârât - s.2341
Cennet olmasa, Cehennem tâzip etmez. Zemherir olmasa, ihrak etmez.
Nefisperestlerin nazar-ı dikkatine
*Bir lokma kırk paraya; bir lokma on kuruşa... Ağza girmeden, boğazdan geçtikten birdirler. Yalnız birkaç saniye, ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan zaikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir.
Eskide, ekser İslâm aç değildi; tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır; telezzüze ihtiyar yoktur.
Lezzetperestlerin nazar-ı dikkatine
İnsan eski zamanını düşünse, ya lisanı veya kalbi, ya "Âh! Âh!" veya "Oh! Oh!" tahattur veya telâffuz edecektir.
"Âh!" müstetir elemin tercümanıdır. "Oh!" ruhta muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
"Âh!"ı dedirten, lezaiz-i mâziyenin tasavvur-u zevalidir. Çünkü zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet de elemdir. Şairlerin divanları, tasavvur-u zeval-i lezzetten gelen bir elem-i fikrînin birer feryadıdır.
"Oh!" yani "Elhamdü lillâh" dedirttiren, âlâm-ı mâziyenin tasavvur-ı zevali, verdiği lezzet-i ruhaniyenn ünvanıdır. Demek muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli, hoşgeldin demeli.
Evlenmeli
Bekârlık, bîkârların kârıdır.
Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivaç, tasfiye, tehzip eder.
S - Hangi cemiyettensin? Neden muhalefeti şiddetle tenkit ediyorsun?
C - Şüheda cemiyetindenim. Tek bir velîyi inkâr veya istihfaf etmek, meş'umdur. Öyleyse, iki milyon evliyaullah olan şühedayı inkâr etmek ve kanlarını heder saymak, meş'umların en meş'umudur.
Zira muhalefet der: "Haksız olarak harbe girildi; hasmımız haklı idiler. Cihad değildi." İşte şu hüküm, iki milyon şühedanın şehadetini inkârdır.
Bence en çok duamız bu olmalı:
7
Bir hakikat var ki, en bedevî ve hattâ vahşî insanlar dahi, o hakikate karşı serfüru bürde-i itaat ve ihtiramdırlar. Bir aşiretten mütehasım iki kabile, hariç bir hasım zuhur etse, sevk-i tabiî ile dâhilî husumet tâtil edilir. Şâyân-ı istiğrabdır ki, medenî, münevver telâkki edilenler, o vahşîlerden çok aşağıdırlar. Husumet-i hariciyenin zuhuruyla, dahilî husumeti teşdit ederler. Eğer medeniyet ve fen böyle ise, insanın saadeti vahşet-i cehalettedir.
Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Şu kuzusuna süt, bu yavrusuna kay verir.
Bâtıl şeyleri tasvir, sâfi zihinleri idlâldir ve cerhdir. Ba'dehu cerh ve red ile tedavi, ya olur, ya olmaz.
Biçare İstanbul, mütebayin, dâhiyâne prensiplerin telkinat-ı musırraneleriyle kabiliyet-i telkîhasını kaybetmiştir. Zihni âlûfte olmuştur.
Nisyan bir nimettir, yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.
Derecat-ı hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a şükretmeli. Yoksa istizam ile üflense şişer, merak edilse ikileşir. Kalbdeki misali hakikate inkılâp eder.
Zulmet-i münevvere
Efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalb eden en mühim sebep, meçhul birşeye parlak bir isim takmakla, anladım zannetmek ve meçhul şeyler ona irca ile izah ettim zannetmektir. Halbuki tarif ya had, ya resim ile olur. Yoksa vâzıı câhil ve müsemmâya mümas olan veçhi muzlim ve göze çarpan veçhi, şeffaf bir ism-i camid ile olmaz: manyetizma, telepati, kuvve-i mıknatısiye gibi.
İhyâ-yı din, ihyâ-yı millettir.
Hayat-ı din, nur-u hayattır.
Ümmet şeriata temessükü nisbetinde terakki, tesahülü nisbetinde tedennîsi hakaik-i tarihiyedendir.