5 sonuçtan 1 ile 5 arası

Konu: Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    Bak nasıl sürur içindeler. Tebrik ve tahmid vazifesiyle Hâlık-ı Kâinata şükranlarını arz ediyorlar. Ve nuranî babalarınız, kabirlerinden sizlere selâm gönderiyorlar. Ve bizi azaptan kurtardınız, kabrimizi pürnur, kalbimizi mesrur eylediniz, evlatlarımız diyorlar. Allah sizlerden razı olsun, diyorlar.
    Safahat'ında İslâmın garipliğine, İslâmın bikesliğine ağlayan "Ya Rab! Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?" diye zulmetten feryad eden "O nuru gönder İlâhi, asırlar oldu yeter. Bunaldı milletin âfakı, nurlu bir sabah ister" diye Hakka yalvaran ve "Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın" diye ümit ve teselli gösteren o milli şaire ve o gibi ağlayan "Ya Rabbi, bana ve neslime bir nur ver" diye niyaz eden müttakilere, bir de şimdi bak nasıl mesrur ve memnunlar, Allah'a şükrediyorlar. Hem kendi vatanlarında, hem kendi zamanlarında tulû eden bu nur-u Kur'ânîyi ve bu hakikat güneşini bak nasıl alkışlıyorlar, tebrik ediyorlar.
    Bak, birer birer şu memleketin, şu İslâm diyarının herbir köşesinden, herbir hanesinden, herbir köy ve bucağından, ormanlarından, ovalarına, nehirlerine, denizlerine kadar ve herbir ferdinden, yavrusundan, ihtiyarına kadar mezarlarında bekleyen hadsiz ecdadından, semalarında tayeran eden ervahına kadar bütün İslâm diyarı ve bu Anadolu, bak nasıl bir bahar ve bayram havasının neşesiyle dolmuş "İslâma zafer ver, bizi kurtar, bizi güldür, a'damızı et hâk ile yeksan, yine ey nur-u Furkâni." "Her belde-i İslâm ile olsun, bu yeşil yurt tâ haşre kadar cennet-i canan yine ey Nur-u imani" diye olan âriflerin niyazı bak nasıl dergâh-ı Rahmette kabul edilmiş?
    Sakın ey kardeşlerim bu sönük ifadelerin, bazı sevimli hayalat gibi görünen çehresini bir tasavvurat zannetme. Hem söyleyen ben değilim. Şu sema denizinde ezeli parlayan güneşin ziya ve in'ikasıyla lemean eden hadsiz emvac-ı bahr gibi nurlardaki hakikatlara karşı teşekküre gelen hadsiz lisan ve mukabeleden bir katredir bu ifadeler.
    Dinle, Nur şualarında derc edilen işârât-ı Kur'âniyeyi ve işârât-ı ulviye ve keramet-i gavsiyedeki kudsî zemzeme-i ihbarata kulak ver. Ve hadisat-ı zamana göz gezdir. Nasıl ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu göreceksiniz. Ve o nurlu sözleri bağrınıza basacaksınız. Bir de o nurun iştiyaklı ve incizablı şakirtlerinin derslerini dinle:
    Bu anasır yüzüne her ne kadar çekse hicab;
    Yine haksın, buna şahit yine Kur'ân olacak.
    Kab-ı kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan;
    O güzel nur-u Kur'ân mânevî sultan olacak.
    müşahedesini işit.
    Vallah bunu ben ezelden eyledim ezber,
    Risale-i Nurdur, vallah bir müceddid-i ekber.
    ne kadar doğru olduğunu anla.
    Buna kıyasen bu nura hayatiyle, hizmetiyle gayretiyle, incizabiyle tam aynadarlık eden Hüsrevlerin, Hafız Alilerin, Feyzilerin, Hulusilerin, Mehmedlerin, Ahmedlerin feyizli ve cemalli hal ve ahvallerine bak. Binde bir dile gelen aşklı ve iştiyaklı gönüllerine, kelamlarına nazar eyle. Daha sonra, ehl-i tahkik erbabının ilanatına kulak ver. Ehl-i fen ve mekteplilerin tetkikatının neticesini gör. Her taife ve her meslek erbabının kemal-i takdir ve tebrikini mütalaa eyle. Merhum Fetva Emini Ali Rıza Efendiden, merhum Vehbi Hocaya ve emsali müderris ve müfessirlere kadar ve ilm-i teceddüdün yüzler mütehassıs profesörlerine ve âlimlerine kadar bütün bu taife-i ilmiye ve ehl-i tahkik zevat-ı kutsiye bilittifak Risale-i Nurun hakkaniyetine ve Kur'ân-ı Kerimin hakaikine varis olduğuna ve bu zaman-ı âhirde bid'a ve dalâletlerin istilası zamanında ehl-i imana ihsan edilmiş bir nur-u mev'ud-u İlâhi, bir menba-i ilm-ü irfan ve bir mahzen-i hakikat-ı Kur'ân ve bir dâvâ-i hazret-i Rahman bulunduğuna imza basıyorlar ve dâvâ ediyorlar derk eyle.
    Bu kadar muhbir-i sadık ilanatçılar ve bu kadar çeşitli erbab-ı tahkik muhakkikler ve hakikata ayne'l-yakin yetişen bu kadar zatlar hiç mümkünmüdür ki yalan söylesinler veya körükörüne bağlansınlar. Hâşâ! Zulmeti ziya zannetsinler. Hiçbir cihetle ihtimali yok ve mümkün değildir.
    En şiddetli imtihanlarda ve kavurucu elemli hallerde ve yakıcı çorbalarda ağızları yandığı halde derslerinden vazgeçmeyen şakirtlerin uzun senelerdeki sabır ve metanetlerine bak. Maddi ve mânevî herkesin perestiş ettiği menfaat ve makamları terk edip veya hiç iltifat etmeyip bütün kuvvetleriyle ve bütün hissiyatlariyle bu nura sarılmalarına dikkat et. Kat'iyen anlayacaksın ki, Risale-i Nurda muazzam bir hakikat ve gayet kudsi bir kemal-i tam ve tam bir güzellik mevcuttur. Reddedilmez ve inkârı gayr-ı kabil bir burhan-ı bahir göze çarpıyor.
    İşte bu yirmi-otuz senedenberi bu binler bahtiyar talebeler, müdakkikle, Risale-i Nuru mütâlaa ve bilhassa müellifinin bütün hayat ve ahvalini en ince meşrebine, hususi hayatına kadar bütün haliyle tetkik ve mütalaa ettikleri ve gözleriyle gördükleri ve bir kısmı hizmetinde bulunmalarıyla bilmüşahede o zatta hizmet-i kudsiyesine münasip bir ihlas ve samimiyet ve fedakârane hizmette bir mertebe-i kemalat görüyorlar. Bu kemalat ise, Risale-i Nur hizmetini dünyevî ve şahsî menfaate
    Tiryak - s.2356
    alet etmemek ve bu Risale-i Nurla ehl-i imana hizmet etmeye, yani bu iman hizmetini mânevî makamata ve mânevî rütbelere alet etmemek ve vesile kılmamak gibi bir evsafla ekmeliyet suretinde tecelli ve tezahür etmektedirler. Kemalattan maksadımız da budur.
    İşte ey Üstad! Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinde bizzarure kendisini gösteren bu ekmel-i cemal ve kemalat ve güzelliğine karşı ve ona bakan ve onu bağrına basıp mütalaa eyleyen talebe ve müştaklarına verdiği hadsiz hakiki feyizli ihsanatına mukabil, işte fıtraten insan, kemale, hüsün ve ihsana perestiş edip hediyelerle teşekkürünü arz etmek istemesi sırrınca, bu mütalaacılar ve Nur Talebeleri gibi bu fakir dahi hediyeler vermek arzu ediyorum. Saidlerimize hakiki talebeler ve şakirtler olmak istiyoruz. Hüsrevlerin, Hafız Alilerin ve Feyzilerin ve Hulusilerin ve Mehmedlerin ve Ahmetlerin arkalarında:



    demek istiyoruz.





              • Çok kusurlu talebeniz Samsun'da mevkuf Mustafa Sungur



    Risale-i Nur eserlerinin tamamen iadesi hakkında Afyon Mahkemesinin bir sene evvel verdiği iade kararının temyizen nakz edilmesiyle, bugüne kadar devam eden Nur dâvâsını, aynı mahkemenin âli hey'etinin bir sene evvelki Nurun tamamen iade kararını ısrar ile tekrar tasdik etmeleri ve Risale-i Nur dâvâsının sona ermesi; ve Risale-i Nur eserlerinin tamamen serbestiyet kazanması beşareti vesilesiyle, Nur talebelerinin, sevinçler içinde Üstadımıza çektikleri tebrik telgraflarıdırlar.
    Hüsrev
    Urfa Nur talebelerinin tebrik telgrafıdır
    Mücahid ve dahi mütefekkir Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine,
    Otuz senedenberi küfr-ü mutlakı köküyle kesen ve en muannit dinsizleri dahi ilzam eden ve ilmî müsbet delillerle Kur'ân'ın kelamullah olduğunu ispat eden ve selamet ancak imanla mümkün olduğunu ilan eden ve milyonlarla insanları küfür ve cehaletten kurtaran ve ebedi saadeti bulduran ve en korkak insanı dahi, en kahraman haline koyan ve istikbal İslâmiyetin olduğuna beşaret veren ve bu millete ve âlem-i İslâma ve beşeriyete rahmet olan Risale-i Nurun beş senedenberi devam eden dâvâsının Afyon Mahkemesince beraetini bütün ruh-u canımızla tebrik eder, ellerinizden öper, bütün Nurculara selametler dileriz.
    Urfa Nur Talebeleri
    Emirdağ Nur talebelerinin tebrik telgrafıdır
    Risale-i Nur, bu defa da girmiş olduğu Kur'ân hesabına, iman ve İslâmiyetin muhafazası yolundaki dâvâsında ikinci defa olarak beraetle neticelenmiştir. Risale-i Nurun serbest olarak parlaması ve ellerde ve kütüphanelerde korkusuz olarak bulundurulması, bütün ehl-i iman ve İslâmın kalb ve ruhlarının en derin köşelerinde sürur ile çarptığına hiç şüphemiz yoktur. Hazret-i Üstadı ve onun sevgili talebelerini ve Nur'a müştak olan bütün ehl-i imanı tebrik eder. Hazret-i Üstadımızın mübarek ellerinden kemal-i hürmetlerimizle öperiz.
    Emirdağ Nur Talebeleri
    Tabiiyyunun münkir kısmının gittikleri yolun iç yüzü, aklen ne kadar uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu Lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile, Asâ-yı Mûsa mecmuasının Üçüncü Hüccet-i İmaniyesi'nde tam beyan ve ispat edilmiş. İsteyen oraya bakar. Tabiat risalesinin hatimesi orada yazılmadığından, o hatimenin üç sualinden İki sualini de bir sebebe, yani Japonya'nın eskide sualinin bir noktasına temasına binaen burada yazıyoruz.
    İKİNCİ SUAL: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zat diyor ki: "Her mevcut...1
    İsm-i Âzamın hakkına ve Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın hürmetine ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın şerefine, bu mecmuayı bastıranları ve mübarek yardımcılarını Cennetü'l-Firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eyle. Âmin. Ve hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede daima muvaffak eyle. Âmin. Ve defter-i hasenatlarına, bu mecmuanın herbir harfine mukabil, bin hasene yazdır. Âmin. Ve nurların neşrinde sebat ve devam ve ihlâs ihsan eyle. Âmin.
    Yâ Erhamerrâhimîn! Umum Risale-i Nur şakirtlerini iki cihanda mes'ut eyle. Âmin. İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden muhafaza eyle. Âmin. Ve bu âciz ve biçare Said'in kusuratını affeyle. Âmin.
    Umum Nur şakirtleri namına Said Nursî
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    Yirmi İkinci Lem'a1

    Risale-i Nurun gizli düşmanları, eski mahkemelerimizde olduğu gibi, yine bu defa da hükûmeti ve adliyeleri desiseleriyle iğfal edip nurun faal altı yüz talebesini mahkemelere sevk etmek istemelerine mukabil, mahkemelere sevk edebildikleri on altı Nur Talabesinden yalnız Mustafa Sungur'a, Mahkeme-i Temyizin nakzına uğrayan bir buçuk sene ceza vermişlerdi. Kahraman Mustafa Sungur'un altı yüz Nur talebesi namına mübarek Üstadımıza hitaben yazdığı bu mektubunda ki Üstadımız efendimizin şahs-ı mübareklerine ait olan medh ü senaları, mübarek üstadımız, şahs-ı mânevi-i nura tevcih etmişlerdir.
    Hüsrev

    Çok aziz, kıymettar, çok mübarek, çok sevgili Üstadımız efendimiz hazretleri!
    Emirdağ'ından Eskişehir'e teşrifinizden sonra nerede olduğunuzu merak ederken bir kardeş, ufak bir pusula ile, mübarek Isparta'ya teşrif ettiğinizi yazmıştı. Hem aynı zamanda burada bizi garip bırakmayan Bafra'nın halis kahramanları, Risale-i Nurun fedakâr, faal, bahadır ve mümtaz kahramanları Bayram, Zübeyir, Ceylan, Abdülmuhsin kardeşlerimin kıymetli mektuplarının mealini söylediler. Ve siz sevgili Üstadımızın, sıhhat ve afiyette olarak mübarek Isparta'da bulunduğunuzu haber verdiler.
    Ey sevgili Üstadımız! Size hakiki şakirt olamamaktan gelen elemim var. Acaba. Risale-i Nurun hakiki talebeliği ile kederlerden tasaffi etmiş ve eneden uzaklaşmış ve siz sevgili Üstadımızın tabiri ile, "Bir buz parçası hükmündeki enaniyetini havz-ı Nurda eritebilmiş" ve bu suretle tasavvurunda hayalin bile âciz kaldığı muazzam Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinin şerefi ile ve makamı ile müftehir olmayı ve ona tam şakirt olmayı ve o saadete tam girmeyi acaba Rahîm-i Mutlak bana da ihsan edecek mi? İşte aklımız başımıza geldiği zamanlarda bu lütufları Haktan istiyoruz.
    Sevgili Üstadımız. Biz sizden, ebediyen razıyız. Bu rızamızla ve şakirane ağlayan kalbimizle, Rabbimizin sizden hadsiz razı olmasını niyaz ediyoruz. Gerçi Hak size olan hadsiz rızasının ve nihayetsiz eltafının bu zemin ahalisine ve mele-i âlâ sakinlerine ilânatının parlak nümunesi olarak Risale-i Nuru ihsan etmiş. Acaba Risale-i Nurun yüz otuz risalesi ve o risalelerde Kur'ân'ın ve imanın dile gelen hakikatları ve kudsi dersleri, o rıza-yı Bârinin hadsizliğinin bir işareti değil midir?
    Hem yalnız, o kudsi hakikatların mazharı olmak, o ulvi derslerin ve o âli ilimlerin âmili bulunmak dahi başlı başına bir hazine ve insaniyetin ekmeliyetine bir işaret ve Hâlık-ı Kâinatın sevgilisi bulunduğuna bir alamettir. Fakat bu ekmeliyetin, bu sevgi ve rızanın daha haşmetli, daha şa'şaalı bir tecelli ve tezahürünü görüyoruz ki, halen binler, yüzbinler, milyonlar elbette istikbalde milyarlar ehl-i iman, o nurla nurlanıyorlar ve nurlanacaklar ve saadete eriyorlar ve imana kavuşuyorlar ve kavuşacaklar. Ve âlem, o nur ile başka bir hayata, başka bir renge kavuşuyor. Akıl müşahede ediyor.
    Bin üç yüz yıldan beri bütün ümmetin, her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların, O aziz Peygamberin (a.s.m.) imanından feyiz almaları ve o âli Peygamber-i Zişan Habib-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve harika bir ubudiyet ve fevkalade bir dua ve cihanpesendâne bir dâvet ve mu'cizane bir iman sahibi bulunması gibi; Risale-i Nurun da bu mu'ciznüma Peygamberin (a.s.m.) bu zamanda bir mu'cizesi, bir tasarrufu, bir nuru olması ve veraset-i nübüvvetin bir in'ikası Risale-i Nurda tam tecelli etmesi hasebiyle; aynen bütün talebeleri, şahsı mânevînin imanından feyiz alıyorlar. Duada, takvada, imanda, ubudiyete dâvette Kur'ân ve iman hizmetinde, cesarette, şecaatte, fevkalade bir itmi'nan-ı kalbde ve kat'iyen sarsılmamakta, âzâmi ihlâs ve âzâmi sadakatte ve metanette, âzâmi iktisatta ve kanaatte onu Üstad biliyorlar. Umum esma-i hüsna, âzâmi mertebesiyle Risale-i Nurun şahs-ı mânevisinde tecelli ettiğinden; bu binler, milyonlar şakirtlerinizin herbiri yüksek bir tecelli ile ayrı birer isim ve o haslet-i memduhalara mazhar ve ayna oldukları bir bahr-i umman veya bir şems-i hakikat olarak bu asrın efkârında, meydanında ve afakında tulû eden bu binler levnleri havi ve binler renklerde aks eden ve binler tarzlarda ve şekillerde çağlayan külli şahs-ı mânevîden birer Said ve o âlemde Saidler çekirdek olup, ondan fışkıran nur ağacının birer dalı, birer meyvesi oldukları gibi; bazı has ve halis talebeleriniz dahi o külli hakikata ve o tecemmu etmiş Saidlere-baştan başa-tam bir aynalık da ediyorlar.

    Tiryak - s.2353
    Benim hissem ve talebim ise: Bu başka başka aynaların ve ayrı ayrı levnlerin ve çeşitli güzel meşreplerin, bu çeşit çeşit parlayan lem'aların muhabbetiyle yanmaktır. Ve onların ışıklarıyla aydınlanmaktır. Belki bu ayrı ayrı ırmakların menbaı ve bu nurların denizi ve bu ayrı ayrı tezahür eden mânâların hakikatı ve bu lem'aların güneşi ve mercii olan o şahs-ı mânevî-i hakikata karşı hürmet ve tazimdir, sevgi ve muhabbettir. Ve bu naçar ömr-ü zaili ve nakıs istidadı onların yolunda, onların hürmet ve takdirinde sarf etmektir.
    Ey sevgili Üstadımız! Madem insan fıtraten ihsana perestiş eder ve insaniyet daima kemale, cemale ve ihsana müştaktır. Aşkla mukabele arzu eder. Ve bu üç hakikata karşı hediyeler vermek arzu eder. Ve madem biz ve her akıl ve idrak sahibi, Risale-i Nur sayfalarını mütalaa neticesinde hakiki kemal ve cemalin mahiyetini izah eden sevimli dersinden ve iman hakikatı ile, şu kâinat ve şu mevcudatın hakiki mahiyeti tebarüz edip; ve zaman seylinde akan mevcudatın ezelden ebede seyahatının hikmetini anlayan ince rumuzlu meselesinden; ve insan denilen bu varlık, şu kâinat ağacının en câmî ve son meyvesi olup ve âlemin bir misal-i musağğarı bulunup, kâinattan ve bu hadsiz zaman ve cevelandan murad insan olduğunu ve insan, ebedî hayat ve saadete namzet ve ebedi bir zât-ı akdesin ayine-i müştakı bulunduğunu ve binaenaleyh, insan ölmeyeceğini ve ademe gitmeyeceğini ve vücut dairesinde ebedî kalacağını beyan ve ispat ve izah eden nurlu risalelerinden ve bütün zişuur ve insan için en yüksek saadetin, hem en yüksek kemalatın, en şirin nimetin iman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullah olduğunu ders veren lem'alarından ve mektuplarından ve nihayet, şu kâinatta ve şu mevcudat aynalarında müşahede edilen ihsanlı kemalat ve kemalli cemaller ve güzellikler ve hüsünler kendini, bu hadsiz ihsaniyle bildirmek, tanıttırmak isteyen ve bu hadsiz cemal ve hüsün ve ihsan ile kendi cemal-i esmasına ve sıfatına ve kemalat-ı İlâhiyesine nazarları çevirmek isteyen perde arkasında münezzeh ve müberra bir Cemil-i Zülcelâlin ve bir Rahim-i Zülkemâlin esma ve sıfatının tezahürleri olduğunu ve insan için en hakiki saadetin ve nihayet maksad-ı aksâ ve gaye-i ulyânın da, bu zat-ı kudsîye karşı alaka peyda etmek, ona yakınlaşmak, onun muhabbetiyle kendinden geçmek olduğunu bildiren On Birinci Söz ve emsali risalelerinden tut, tâ bu risalelerin te'lifi ve intişarındaki güzelliğe ve mükemmeliyetine kadar ve Müellif-i Muhteremin doğuşundan itibaren, gerek tahsil hayatındaki hârika hal ve ahvalinden, acaip ve garaip ihsanlara ve istihdamlara kadar ve hayatının maksad-ı aslisi olan altmışından sonraki Risale-i Nur hizmetindeki ihlâs-ı tammesi, dünyevî ve uhrevî menfaat ve makamlardan ve her türlü teveccüh-ü faniyeden yüz çevirip, bütün kuvvetiyle ve hissiyatiyle ve ahvaliyle hak ve hakikata müteveccih ahlâk-ı hasenesine ve bu asr-ı zulmetteki insanları ve Müslümanları, Kur'ân'dan aldığı ders ve nur ile irşad edip, büyük bir hizmet-i imaniyede bulunan Nur talebelerinin yüksek şahsiyetine kadar ve bu dinî hizmetlerini yalnız Allah için yaptıklarına dost ve düşmanı tasdik ettirecek şekilde ilânatlarına kadar ve çok müşfik kalblerle ve iman dersleriyle gönülleri okşayan, ruhları terbiye edip akıllara istikamet veren derslerine ve hizmetlerine kadar...
    Evet biz ve her ziakıl, gerek Risale-i Nurda ve gerek Risale-i Nurun telifinde ve intişarında ve ona müellif, hâdim ve tercüman olan zatın hayatında ve ahvalinde en parlak ve muazzam şehadet olarak o dersleri okuyan, o tercümanı dinleyen, ilanatına kulak veren Nur şakirtlerinin ve karilerinin temiz ahlâka, faydalı duruma gelmelerinde ve sabit olmalarında bizzarure görüyor, derk ediyor ve müşahede ediyoruz ki, bu Risale-i Nurda, muazzam ve mükemmel bir cemal ve gayet yüksek ve parlak bir kemal var. Belki bütün kâinata serpilen bütün cemaller ve mahlukatın kemalleri mücmelen onda tecemmu etmiş, tezahür etmiş ve Halık-ı Kâinatın ism-i âzâmına mazhar ve bütün esmasının tecelli ettiği ayna olmuş. Meratib-i cemal ve kemal, tamamen o mânevî yüzde derc edilmiş. O yüzde nakşedilmiş bildiğimizden; insaniyetin fıtratı icabı, nurlarla alakadarlığı kışırda, zahirde, kabukta değil; belki ruhun, kalbin aklın ve bütün hissiyat ve letaifin derinliklerinde kök salmış olduğuna hükmediyoruz. Ve şüphesiz öyledir.
    Madem iman ve İslâm gibi hakikatlar kâinatın esasıdır. Ve herşey imanın nuruyla Halıkın varlığına delalet ettiği âşikâr görünüyor. Ve gündüzü dolduran ziya, güneşe parlak şehadet ve işaret ediyor. İşte Risale-i Nur dahi, iman nurlarının toplanmış hazinesidir. Risale-i Nurdaki hakikat, kâinatta hükümferma olan emir ve iradenin kendisinden başka birşey değildir. Af buyurunuz, tarif edemedim. Böyle, insanın bütün letaifinin tâ derinliklerine kadar kök salmış ve fıtratıyla alakadar olmuş iman ve İslâmiyet hakikatından başka birşey

    Tiryak - s.2354
    olmayan Risale-i Nuru nasıl mahkûm edebilirler, nasıl insanları ondan uzaklaştırabilirler, nasıl talebelerini ondan ayırabilirler? Mümkünmüdür demek istiyorum.
    Şimdi, Afyon'un yerinde Risale-i Nuru tetkik eden ve inşaallah tam bir beraet ve serbestiyet kararını verecek ümit ettiğimiz Isparta Adliyesine hem rica, hem arz ediyoruz.
    İnşaallah, ehl-i imanın saadeti için, Risale-i Nurun intişarına, serbestiyetine herkesten ziyade çalışan, gayret eden siz mübarek Üstadımızın, nurun bir kısım kahramanlarıyla mübarek Isparta'ya bu dördüncü seyahatinizi iman ve Kur'ân hesabına inşaallah büyük hayırlara medar olacak ümit ediyoruz. Sevgilisinin arkasından dağ dere demeden koşan âşıklar gibi, siz de o mu'cize-i Kur'ân olan Risale-i Nurun arkasından mütemadiyen koşuyorsunuz. Onun serbestiyeti için ummanlar, deryalar geçiyorsunuz, ciballer aşıyorsunuz. Kâh oluyor kışın ayazlı gecelerinde, kâh oluyor Temmuz'un bunaltıcı sıcaklarında durmadan, dinlenmeden mütemadiyen gidiyor, koşuyor, üşüyor, terliyorsunuz, yoruluyor, bunalıyorsunuz. Ve mütemadiyen o sevgilinin arkasında veya önünde, o cazibedar, Cemal-i Bakiye nazarları çevirmek ve o ruhanî hüsnün kemaline insanları koşturmak için çırpınıyordunuz.
    Bu ne müthiş faaliyet ve bu ne muazzam hizmet! Hatta o hâdimlerden birisinin, seksen yaşından sonra hastalık halinde, şu mübarek ihtiyarın mücahedesine bak. Şu durmak bilmeyen yorulmak bilmeyen fedakârlara ve şu herkesten, daha genç, daha dinç kahramanlara nazar eyle. Risale-i Nurun zahiri müellifi olan Said, yalnız Risale-i Nurun bir şakirdidir. Yine o şakirtler, birer birer bu Anadoluda, şu mübarek millette Risale-i Nurun neşri ve muhafazası ve o nur-u Kur'ân'ın yerleşmesi için nasıl gayretler ve hizmetler ediyorlar? Üç dehşetli hapisler, otuz senelik nef'i ve inzivalar ve türlü türlü azaplar, işkenceler ve bir şakirdine verilen yirmiye yaklaşan zehirler ve bu uzun ahvallerde nice gözlerin görüp görmediği çileler, ızdıraplar, hep bu nurun uğrunda değil mi? Bir gardiyanın azaplı hiddetine, bir çavuşun işkenceli hareketine karşı o ihtiyar şakirdin sukut edip tahammül etmesi, yine bu sevgilinin hatırı için değil mi? Ona nazar ermesin, o yabani ellerle kirlenmesin, deyip kendini feda eden işte bu fedakârlar, Risale-i Nurun hakiki şakirtleri bu Said'ler değil midirler?
    Şimdi de sevgili Nur talebeleri, ders-i Kur'ân'da muhatapları ve nurun ilk talip ve müştakları ve naşirleri ve bizim muhterem ağabeylerimiz, hem bir cihette, üstadlarımız ve büyük kardeşlerimiz olan Hüsrevlerin, Hafız Alilerin, Tahiri ve Mustafaların memleketine, Nuri ve Rüştülerin, Sabri ve Süleymanların şehrine ve onların yanına gidiyorlar. Niçin ve neden? Hikmetini, onu sevkeden Allah bilir. Bu hakir ise bir hikmetini böyle zannettim ve tahayyül ettim.
    Saidlerimiz koşuyorlar. Hem müşfik bir annenin evladının arkasından koşmasından daha ziyade bir şefkat ve muhabbetle koşuyorlar. Bazen kanlı gözyaşları ve acı feryadlarla ve işitenleri ağlatacak eninlerle koşuyorlar, ağlıyorlar, bazen de gülüyorlar; fakat daima koşuyorlar. Amma kimin arkasından koşuyorlar ve niçin koşuyorlar? Evet, onlar, Risale-i Nurun arkasından koşuyorlar; Müslümanların imanına hizmet için, Allah için koşuyorlar. En büyük vazifemiz budur, hayatımızın gayesi de budur; neticesi de budur; saadeti de budur diyerek koşuyorlar.
    Birisi seksen üç yaşında; ihtiyar, hasta olduğu halde; Anadolu yaylalarında İslâm ovalarında ecdadın at üstünde cihad ettiği vadilerde; namus, millet ve şeref-i din için şehitlerin al kefenleriyle yattığı mübârek topraklarda koşuyorlar. Hem öyle topraklar ki, herbir karış toprağında ve herbir bucağında, İslâmın şerefi dalgalanan bu Türk diyarında koşuyorlar. Ellerinde Risale-i Nurun yaldızlı sayfaları ile Anadoluyu deveran edip, âlem-i İslâmı cevelan ediyorlar. Kurumaya yüz tutmuş bağlar, bahçeler, ab-ı hayat bekleyen ovalar ve susuz kalmış biçare yolcular ve zindanlar içinde inleyen zavallı mahpuslar, elemler içinde kıvranan marizler, yoksullar ve ölmeye yüz tutmuş mahlukat bak nasıl bu deveranla bu nurani faaliyetle yeniden dirilmeye başlıyorlar. Bu ma-i nisan arkasında bu topraklar bak nasıl kabarmaya, yeşillenmeye başladılar. Bu taze hayatla bak nasıl yurdumun ağaçları çiçeklenmeye, meyvedar olmaya ve ıssız ovalar, gül gülistan olmaya; hadsiz yeşil kuşlar, bülbüller ötmeye, pür neşe terennüm etmeye başladılar.
    Dikkat et! Bak, bahadır ecdadımızın sıtmadan bir deri bir kemik kalan torunlarına bak şimdi. Bu memlekete sema-i Rahmetten nehirler gibi boşanan ab-ı hayatla ve nesim-i baharla nasıl şifa bulmaya başladılar? Çocuklar neş'elerinde, büyükler faydalı san'atlarında devam ediyorlar. Yepyeni bir hayat, tap taze nurlu bir nesim-i bahar, bu Anadolu memleketinde ve İslâm illerinde esmeye başladı. Nazar eyle, bak şu mübarek ecdada. Kabirlerinde titreşen, ağlayan, feryad ü figan eden dedelerimize dikkat et! Ve zemin yüzüne muntazır olan gökteki ervah-ı âliyeye ve melaikelere göz gezdir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    sen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakta İslâmiyeti inkâr ve dindar, kahraman bir milyar ecdatlarımızı ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı?" diye yazdığım (Bir İhtar) ta'birimden kararnamede, hiddet edenlere ihtar ederim.

    Musibetimin Üçüncüsü:
    Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep, emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ile, yüzde ve belki binde bir imkân ile, hatta o uzak imkânatı vukuat yerine koyup bazı mahrem risalelerimden ve hususi mektuplarımdan ve Risale-i Nurun yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesini, yanlış mânâ vererek, bir senet gösterip bizi itham ve cezalandırmak istiyorlar.

    Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şakirtlerini işhad ederek derim:
    İstanbul'u işgal eden İngilizin başkumandanı İslâmlar içine ihtilaf atıp, hatta şeyhülislâmı ve bir kısım hocaları birbiri aleyhine sevk ederek i'tilafçı ve ittihadçı fırkalarını birbiri ile uğraştırarak Yunanın galebesine, harekât-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi tab ve neşretmekle, o İngiliz başkumandanının dehşetli plânını kıran; ve o kumandanın idam tehdidine karşı geri çekilmeyen; ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmayan ve esarette, Rus'un başkumadanına başını eğmeyen; ve o başkumandanın idam kararına ehemmiyet vermeyen; ve 31 Mart hadisesinde, sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve Divan-ı Harb-i Örfî'de, mahkemedeki paşaların:
    "Sen de mürtecisin. Şeriat istemişsin, öyle mi?" diye suallerine karşı idama beş para kadar ehemmiyet vermeyip cevabında:
    "Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki, ben mürteciyim. Ve şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım" diyen; ve o büyük zabitleri hayretli takdire sevkedip idamını beklerken beraetine karar verilen ve tahliye olunup dönerken, onlara teşekkür etmeyerek, "Zâlimler için yaşasın Cehennem!" diye yolda bağıran ve Ankara'da, divan-ı riyasette-Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi-Mustafa Kemal hiddetle ona:
    "Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin" demesiyle Mustafa Kemal'e karşı:
    "İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir" diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran, ve altı vilayet zabıtasınca ve hükûmetçe asayişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen; yüzbinlerle Nur şakirtlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen; yalnız bir küçük talebenin haklı bir müdafaada küçük bir vukuatından başka hiçbir şakirdinde bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise mahpusları ıslah eden. Ve Risale-i Nurdan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber; menfaatten başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve muhtelif tarihlerde üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve nurun kıymetini bilen yüz bin şakirtlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle ispat eden ve münzevi, mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören, ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir kefaret ve hayat-ı bakiyesine bir medar arayan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden masumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tazip edenlere hattâ beddua da etmeyen bir adam hakkında; bu ihtiyar, münzevi, asayişi bozar emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir. Öyleyse, suçludur; diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm etmek isteyenler, elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkame-i Kübrada hesabını verecekler.
    Acaba bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaate getiren; ve kırk sene evvel, bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan, dalkavukluk etmeyen ve mahkemelerde, "Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve hergün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millete ve İslâmiyete hiyanet etmem. Hakikat-ı Kur'ân'a feda olan bu başımı, zalimlere eğmem" diyen ve Emirdağında, beş-on âhiret kardeşi ve üç-dört hizmetçilerden başka kimse ile alakadar olmayan bir adam hakkında ittihamnamede, bu Said Emirdağ'ında gizli çalışmış, asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş; yirmi adam da etrafta onu methedip hususi mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o bir siyaset çeviriyor; diye emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste, tecrid-i mutlakta ve mahkemede konuşturmamakla ta'zib edenler, ne derece haktan ve adaletten

    Tiryak - s.2350
    ve insaftan uzak düştüklerini ehl-i adalet ve insafın vicdanlarına havale ediyorum.
    Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü ammeye mazhar ve eski zamanda bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve Ayasofya camiinde, elli bin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağında çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın ve seksen yaşında iken âhiret işini bırakıp, siyaset entrikalarıyla uğraşsın, ve yakın olduğu kabrine nurlar yerinde, lüzumsuz zulmetleri doldursun... Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.
    Dördüncü musibetim:

    Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmaya çalışanlara diyecektim ki: Üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler, "şapkayı başına koy." Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde (Afyon müstesna) bana ilişmedikleri ve yirmi üç sene, bazı dinsiz zalimlerin o bahane ile bana gayr-ı resmi çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairelerde memurlar ve bere giyenler şapka giymeye mecbur olmadıkları ve hiçbir maddi maslahat giymesinde bulunmadığı halde benim gibi bir münzevi ve bütün müçtehidlerin ve umum şeyhü'l-İslâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilavesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait mânâsız bir adetle tekrar beni cezalandırmaya çalışan; ve çarşıda, Ramazan'da, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye, kendine kıyas edip resmen men etmek vazifesi iken ilişmediği halde; bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir kıyafetim için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedisini ve kabrin daimi haps-i münferidini gördükten sonra, Mahkeme-i Kübrada ondan bu hatası sorulacak.

    Beşinci musibetim:

    Otuz üç âyât-ı Kur'âniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyetini ve İmam-ı Ali Kerremellahu Veche ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi evliyanın takdirlerini ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini ve yirmi senede millete ve vatana zararsız pek çok menfaatlı olmakla menfaatını, yüksek bir mertebeyi kazanan Risale-i Nuru, sinek kanadı gibi bahanelerle bazı risalelerinin müsaderesine, hatta dört yüz sayfa olan ve yüzbin adamın imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren Zülfikâr Mu'cizat Mecmuasını, içindeki eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin haklı tefsirine dair iki sayfa bahanesiyle o pek çok menfaatli ve kıymettar mecmuanın müsaderesine çalıştığı gibi; şimdi de, nurun kıymettar risalelerinden herbirisinin bin kelime içinden bir-iki kelimesine yanlış mânâ vermekle, o bin menfaatli Risalenin müsaderesine çalışıldığı bu üçüncü iddianameyi işiten ve neşrettiğimiz kararnâmeyi gören tasdik eder. Biz dahi

    deriz.
    Altıncı musibetim:

    Nurun şakirtlerinden bazılarının fevkalade iman hüccetlerini ve sarsılmaz aynelyakin ulum-u imaniyeyi Nurlarda görüp istifade ettiklerinden; bu biçare tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nevinde ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medh etmeleriyle beni suçlu gösterene derim:

    Ben, âciz, zayıf gurbette, menfî, yarım ümmi ve aleyhimde propaganda ile halkı benden ürkütmek halleri içinde, Kur'ân'ın ilaçlarından ve imanın kudsi hakikatlarından dertlerime tam derman olanlarını kendime bulduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlatlarına dahi tam bir ilaç olduğuna kanaat getirdiğim için o keymattar hakikatları kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiye bana sadık, has, metin yardımcıları verdi. Elbette ben onların hüsn-ü zanlarını ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak, o hazine-i Kur'ânîden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye, o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların, adi ve müflis şahsıma karşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevi mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nura ve has şakirtlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve, bana, benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba, hiçbir kanun müstenkif olan ve razı olmayan bir adamı, başkaların onu methetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun namına hareket eden resmî memur beni suçlu yapıyor.
    Hem neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin elli dördüncü sayfasında; hem Nurun mesleğinde, hiçbir cihette benlik, şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. "Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamatı dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" diye kararnamede, yazdıkları

    Tiryak - s.2351
    ve yine kararnamede, yirmi ikinci ve üçüncü sayfasında; kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade biçare, âciz, kusurlu görüyorum. O halde bütün halk beni medh ve sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim; sahib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakiki şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve su-i hallerini söylemeyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en edna bir nefer gibi bu şahsımı, esrar-ı Kur'âniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden edna, vazife cümleden âlâ." Fıkrasını kararnamede yazdıkları halde beni, başka zatların medhiyle ve Risale-i Nur mânâsıyla, bana bir hidayet edici vasfını vermekle beni suçlu yapanlar; elbette bu hatalarının cezasını dehşetli çekmeye müstehak olurlar.
    Başıma gelen musibetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur Risaleleri, Denizli ve Ankara Ağır Ceza ve Temyiz mahkemelerinin ittifakiyle beraet ettiğimiz ve umum Risale ve mektuplarımızı bize iade ettikleri ve Temyizin bozma kararında, "Denizli beraetinde farâza bir hata dahi olsa, o beraet ve hüküm kat'iyet kesb etmiştir. Daha tekrar mahkeme edilmez" dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki-üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak beş-on dakika bazı dindar zatlardan başka zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere, Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka muhabere etmeyen; ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektuptan başka yazmayan ve yirmi-otuz senedenberi devam eden te'lifini bırakan yalnız, bütün ehl-i Kur'ân ve imana menfaatlı yirmi sayfalık iki nükte (biri Kur'ân'daki tekrarların hikmeti, diğeri melekler hakkındaki bazı meseleler)den başka hiçbir risale daha telif etmeyen ve yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harfle tab edilen Âyetü'l-Kübrâ'nın beş yüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i İslâmın istifadesi fikriyle, kardeşlerime neşir için teksirine izin vererek onların tashihleriyle meşgul olan, ve kat'iyen hiçbir siyasetle alakadar olmayan; ve memleketine gitmek için resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnamedeki asılsız isnatlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânâlarla o adamı suçlu yapmaya çalışanda (şimdilik söylemeyeceğim) dehşetli iki mânâ hükmettiğini bu yirmi ayda bana karşı muamelesi ispat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter. Mahkeme-i kübraya havale ediyorum.
    Sekizinci musibetim:

    Beşinci Şua, iki sene Denizli ve Ankara mahkemelerinin ellerinde kalıp sonra bize iade ettiklerinden, Denizli mahkemesinde beraetimizi netice veren müdafaatımla beraber Siracü'n-Nur ismindeki büyük mecmuanın ahirinde yazılmış. Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat madem mahkemeler onu teşhir edip beraetle bize iade ettiler; demek, bir zararı yoktur, diye teksirine izin verdim. Ve o Beşinci Şuanın aslı, kırk-elli sene evvel yazılmış müteşabih bir kısım hadislerdir. Fakat ümmette eskidenberi intişar eden bir kısmına gerçi bazı ehl-i Hadis za'fiyet isnat etmişler; fakat, zahiri mânâları medar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i imanı şüphelerden kurtarmak için yazıldığı halde, bir zaman sonra, onun harika te'villerinin bir kısmı gözlere göründüğü için, biz onu mahrem tuttuk. Tâ yanlış mânâ verilmesin? sonra müteaddit mahkemeler onu tetkik edip teşhirine sebep olmakla beraber; bize iade ettikleri halde, şimdi beni tekrar onun ile suçlu yapmak ne kadar adaletten, haktan, insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkûm etmek isteyenlerin ve edenlerin vicdanlarına ve onları dahi Mahkeme-i Kübraya havale ederek deriz.

    Dokuzuncu musibetim:

    Çok mühimdir. Fakat bizi mahkûm edenler, Risale-i Nuru mütalaa ettiklerinin hatırı için onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.

    Onuncusu:

    Kuvvetli ve ehemmiyetlidir. Fakat yine onları küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım.

    Tecrid-i mutlakta mevkuf Said Nursî

    Isparta'nın âdil valisine ve adliyesine ve zabıtasına, en mahrem ve en has ve halis kardeşlerime mahsus olarak, yirmi iki sene evvel Isparta'nın Barla nahiyesinde iken yazdığım gayet mahrem bu risaleciğimi, Isparta milletiyle ve hükûmetiyle alakadarlığını gösterdiği için takdim ediyorum: Eğer münasip görülse, ya yeni veya eski harfle daktilo ile birkaç nüsha yazılsın ki; yirmi beş, otuz senedir esrarımı arayanlar ve tarassud edenler de anlasınlar, gizli hiçbir sırrımız yok. Ve en gizli bir sırrımız işte bu risaledir, bilsinler.
    Said Nursî
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    "Din-i Muhammedinin (a.s.m.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi, gayet acip ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki: O din; tek, yekta emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın envarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani ıslâh ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor.
    "Hem Muhammed'in (a.s.m.) dini öyle bir dindir ki insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celb edebilir.
    "Ben görüyorum ve itikat ediyorum ki, beşere vacibdir ki, desin Muhammed (a.s.m.) insaniyetin halaskârıdır ve halaskârlık nâmı ona verilmek lâzımdır."
    Hem diyor: "Ben itikat ediyorum ki; Muhammed'in (a.s.m.) misli, yani siretinde, tarzında bir âdem şimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse, bu yeni âlemin müşkilatını halledip; bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebep olacak."
    Evet, bu yeni âlemin, müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedit ihtiyacı var olduğunu herkes anlar.
    İşte bu iki kahraman filozofun sözlerinin hülasası bitti.

    On Yedinci Söz'ün Bir Parçasıdır1
    (Bu kısım aynı zamanda Otuzuncu Söz'ün de zeylidir.)

    Firkatli ve gurbetli bir esarette...2

    [On Sekizinci Söz'den]
    Birinci Nokta3

    Birinci mukaddeme:
    Nasıl ki bir çam ağacının buğday tanesi kadar bir çekirdeği, koca çam ağacına bir mebde' oluyor; kudret-i İlâhî...4


    Mahkemede aleyhimdeki bir iftiraya cevaptır
    Eğer imana ve Kur'ân'a hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Azîz-i Cebbâra havale ediyorum.
    Eğer asılsız ve riyaya sebep ve ihlâsı kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise, onlara Allah razı olsun diyerek hakkımı helal ediyorum. Çünkü teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve insanların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır. Benimle temas edenler zannederim beni bilirler ki, ben şahsıma karşı hürmet istemiyorum. Hattâ kıymettar mühim bir dostumu, fazla hürmet ettiği için belki elli defa tekdir etmişim.
    Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek ve iskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye ait ise, beyhudedir. Zira Kur'ân yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan, yalnız kendi görmez; başkasına gece yapamaz.5
    Bundan otuzbeş sene evvel, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle dünyanın muvakkat şan ve şerefinin ve enâniyetli hodfuruşluğunun, şöhretperestliğinin ne kadar faydasız ve mânâsız olduğunu, hadsiz şükürler olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle anlamış bir adamın o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmâresiyle mücadele edip mahviyet etmek, benliğini bırakmak, tasannu ve riyakârlık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına, ona hizmet eden veya arkadaşlık edenler kat'î bildikleri ve şehadet ettikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve şahsını medh ü senâdan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığı ve hem has kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o hâlis kardeşlerinin hatırlarını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarda onun hakkındaki medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kabul etmemesi ve kendisini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur'ân'ın tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat'î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip onu medhetmeleri, bir makam vermeleri, medar-ı mesuliyet olur mu?6
    Benim bu otuz sene hayatımda ve yeni Said tabir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nur'da

    Tiryak - s.2347
    yazdıklarım ve şahsıma temas eden hakikatlerinin tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zatların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki, ben nefs-i emmâremi elimden geldiği kadar hodfuruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım ve şahsıma ziyade hüsn-ü zan eden Nur talebelerinin belki yüz defa hatırlarını kırıp cerh etmişim. "Ben mal sahibi değilim. Kur'ân'ın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım" dediğimi hem yakın dostlarım, hem kardeşlerimin tasdikleriyle ve emârelerini görmeleriyle, ben, değil dünyevî makamatı ve şan ve şerefi şahsıma kazandırmak, belki mânevî büyük makamat faraza bana verilse de, fakat hizmetteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeye karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlinizde güya en büyük bir siyasî mesele gibi, başkaların şahsıma karşı olan teveccüh ve hüsn-ü zanlarıyla beni mesul etmekte hiç bir mânâ var mı?7
    Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı fayda vermediğinin sebebi, imanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikati hiçbir şeye feda etmesin, hiçbir şeye âlet etmesin, nefsine hiçbir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin ve muhtaç müteredditlere kanaat-i kat'iye gelsin.
    Evet, hiçbir zaman ve zeminde bu zaman kadar böyle imanî bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünkü tehlike hariçten şiddetli gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde, yine şahsımın meziyetinden değil, belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zâhiren başkalar çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar. Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüp ve hayretle bakıyordum ve hiçbir cihetle lâyık olmadığım halde, dehşetli kusurlarımla beraber ve bu teveccüh-ü âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur:
    Risale-i Nur'un hakikati ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi, bu zaman ve bu zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendilerine çevirmiş. Benim şahsımı-hizmet itibarıyla binden bir hissesi ancak bulunduğu halde-o harika hakikatin ve o hâlis, muhlis şahsiyetin bir cihetle mümessili zannedip o teveccühü gösteriyorlar.8

    Risale-i Nur'un zayıf veya yeni şakirtlerini vesveseden kurtarmak için beyan ediyorum ki, gizli bir komitenin desisesiyle safdil bazı hocalar veyahut bid'a taraftarları bazı muarızlar...9

    MAHKEME-İ KÜBRA-YI HAŞRE BİR ŞEKVADIR

    (Bundan evvelki parça Üstadımızın, mahkemedeki müdafaatından olması münasebetiyle Üstadımızın, Mahkeme-i Temyize verdiği bu kısım, onun mevzuu ile münasebettar olmakla buraya ilhak edildi).

    Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir arzuhaldir. Ve Dergâh-ı İlâhiye bir şekvadır. Ve bu zamanda Mahkeme-i Temyiz Hakimleri ve istikbalde nesl-i âti ve darülfünunun münevver muallimleri ve talebeleri dahi dinlesinler.
    İşte bu yirmi sekiz senede yüzer işkenceli musibetlerimden "on tanesini" Âdil-i Hakîm-i Zülcelâlin dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum.
    Evvela:

    Ben, kusurlarımla beraber, bu milletin saadetine ve imanına hayatımı vakfettim. Ve milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikata, yani Kur'ân hakikatına, benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nurla Kur'ân'ın hakikatına çalıştım. Bütün zâlimâne ta'ziplere karşı, tevfik-i İlâhi ile dayandım. Geri çekilmedim.

    Ezcümle:

    Afyon hapsimde ve mahkememde başıma gelen çok gaddarane muamelelerden ve musibetlerimden on tanesinden birisi:

    Üç defa ve her defasında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnamelerini bana ve adaletten teselli bekleyen masum Nur talebelerine cebren dinlettikleri halde, çok rica ettim. "Beş on dakika bana müsaade ediniz ki, hukukumuzu müdafaa edeyim" dedim. Bir iki dakikadan fazla izin vermediler.
    İşte bu meselelerden birisi: Ben, kırk-elli sene evvel, müteşabih bir hadîs-i şerifin bir harika mânâsını beyan etmiştim. Ve sonra Risale-i Nura yazmıştım ki: "Bir adam sabah kalkar alnında,

    Tiryak - s.2348
    (Hâzâ Kâfir) yazılmış bulunur." yani, Avrupa gibi başa şapka giyer ve onu cebren giydirir. "Bir kumandan hayatiyle ve mematiyle beni tasdik edip, işte o adam benim" diye, acip icraatıyla bu hadis-i şerifin hakikatini ispat ettiği halde, zalimler nurlara ilişmesinler diye ben mahrem tuttum.
    Sonra gördüm ki, İslâm ordusunun hasenelerini o kumandana vermekle milyonlar haseneler, bir tek haseneye iner, sukut eder. Ve o kumandanın kusurlarını ve seyyielerini orduya vermekle o seyyie, bir milyon seyyie olur. O şanlı kahraman orduyu tam lekedar ediyor bildim. Benim, gizli ve mahrem tutmakta hatâ ettiğime kanaat getirdiğim aynı zamanda mahkemeler, o hakikatı tam tamına teşhir ettiler. İzahını büyük müdafaatıma havale edip gayet kısa bir işareti şudur:
    Mahkeme, bizi cezalandırmak için ileri sürdüğü en büyük sebep, benim o kumandanı sevmemekliğim ve sevdirmemekliğim ve Kur'ân'ın çok ayâtına karşı onun inkâr ve muarazasını red etmekliğim; fikren ve ilmen kat'i hüccetlerle onun mesleğini kabul etmemekliğimdir.
    Ben, yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç-dört saat bir-iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardım oldu. Sonra onlar da men edildi. Pek gaddarane muameleler içinde cezalandırdılar. Müdde-i umuminin bin dereden su toplamak nev'inden ve yanlış mânâlar vermekle ve iftiralar ve yalan isnatlarla garazkârane ve on beş sayfasında seksen bir hatasını mahkemede ispat ettiğim aleyhimizdeki ittihamnamelerini dinlemeye bizi mecbur ettiler.
    Beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim:
    Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi ve Kur'ânınızın kanunlarını red edip kabul etmeyen, Yahudi ve Nasrani ve mecusilere, hususen şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğiniz halde ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta mutaassıp cebbar bir hükûmetin daire-i mülkünde ve hakimiyetinde Mısır ve Hintte milyonlarla Müslümanlar her vakit Kur'ân'ın dersiyle İngilizin bütün batıl akidelerini ve küfri düsturlarını reddettikleri halde; onlara, onların mahkemeleri ilişmediği halde ve her hükûmette bulunan şiddetli muhalifler alenen fikirlerini neşirde o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde; benim musibetli bu otuz senelik hayatımı ve yüz otuz kitabımı ve en mahrem risalelerimi ve mektuplarımı hem Isparta Hükûmeti, hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, hem Diyanet Riyaseti, hem iki defa belki üç defa Mahkeme-i Temyiz tam tetkik ettikleri ve onların ellerinde iki üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icap edecek bir tek maddeyi göstermedikleri, hem bu derece za'fiyetim ve mazlumiyetim ve ma'lubiyetim ve bu kadar ağır şerait ile beraber; iki yüz binden ziyade hakiki ve fedakâr şakirtlere vatan ve millet ve asayiş menfaatında en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dört yüz sayfa müdafaatlarımız masumiyetimizi ispat ettikleri halde; hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetlerle ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz? Elbette mahkeme-i Kübrayı haşirde sizden sorulacak.
    İkinci musibet:

    Beni cezalandırmak için gösterdikleri bir sebep: Benim, tesettür ve irsiyet ve zikrullah ve taaddüdü zevcat hakkındaki Kur'ân'ın gayet sarih âyetlerine, medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirimdir.

    Yirmi sene evvel Eskişehir mahkemesine ve Ankara'ya Mahkeme-i Temyize ve tashihe yazdığım ve aleyhimdeki Afyon mahkemesinin kararnamesinde yazdıkları bu aşağıda gelen fıkrayı...
    Hem, haşirde mahkeme-i Kübraya bir şekva; hem, istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir ikaz; hem, iki üç defa bizim beraatimizde insaf ve adalet feryadımızı dinleyen Mahkeme-i Elhüccetü'z-Zehra ile beraber bir nev'i layiha-i Temyiz. Hem, beni konuşturmayan ve seksen hatasını ispat ettiğimiz garazkârâne ittihamnameleriyle beni iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefiy ve göz nezareti hapsi ile mahkûm etmeye çalışan hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum:
    İşte o fıkra şudur: Ben de adliyenin mahkemesine derim ki:
    "Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kutsi ve hakiki bir düstur-u İlâhiyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm etmek isteyen haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir" diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin.
    "Acaba, bu zamanın bazı ilcaatının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmeyen ve
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Risale-İ Nur Külliyatı: Tiryak

    TİRYAK

    Me'yusiyet Ve Enaniyet Hastalığını İzale Eden, İhlâs Ve Teselli Mayasıyle, Yedi Kavanozdan Alınan İmanî Bir Tiryak.

    Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesinden bir parçadır.
    Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münasebettar olmasından buraya derc edilmiştir.
    Risalet-i Ahmediyeden (a.s.m.) bahs eden bu gelen On Dokuzuncu Söz, gerçi derc edilen On Yedinci ve On Sekizinci Sözlerden sonra ise de, kudsiyetine binaen bunlardan mukaddem oldu.
    Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezele ve Hakîm-i Ezeliye ve Rahman-ı Lemyezeliye elyakdır ki...5

    Tiryak - s.2345
    Bu kelime-i âliye üssü'l-esas-ı İslâmiyet olduğu gibi, kâinat üstünde temevvüc eden İslâmiyetin en nurâni ve en ulvi bayrağıdır.
    Evet, misak-ı ezeli ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu menşur-u mukaddeste yazılmıştır.
    Evet, âb-ı hayat olan İslâmiyet, bu kelimenin ayne'l-hayatından nebean eder.
    Evet, ebede namzet olan nev-i beşer içinde saadet-i saray-ı ebediyeye tayin olunanların ve o saadetle tebşir olunanların ellerine verilmiş bir ferman, bir vesika-i ezelidir.
    Evet, kalb denilen ve âvalim-i gaybe karşı olan pencerede kurulmuş olan latife-i Rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranî ile Sultan-ı ezeliyi ilan eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beliğidir.
    Evet, vicdanın esrarengiz olan nutk-u belîğanesini cemiyet-i kâinata karşı vekâleten terennüm eden hatib-i fasihi ve kâinata hâkim-i ezeliyi ilân eden imanın mübelliğ-i beliği olan lisanın elinde bir menşur-u lâyezalidir.
    İşaret: Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sadıktır. Ve birbirini tezkiye eder. Evet, Uluhiyet, nübüvvete burhan-ı limmidir. Muhammed Aleyhisselâm da Sâni-i Zülcelâle zatı ile, lisaniyle burhan-ı innidir.

    On Dokuzuncu Söz

    Risalet-i Ahmediyeye dâirdir.6

    [Otuz Birinci Söz'den]
    Mu'cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) Zeylinin bir parçasıdır.
    HÂTİME
    Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) delaili hakkında olup, Mi'rac Risalesinin Üçüncü esasının nihayetindeki üç mühim müşkülden birinci müşküle ait suale muhtasar bir fihriste suretinde verilen cevaptır.
    Sual: Şu mirac-ı Azîm niçin Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma mahsustur?
    Elcevap:
    ŞU BİRİNCİ MÜŞKÜLÜNÜZ: Otuzüç adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada...7

    En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâma taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasilerden ve hayat-ı içtimaiye ile çok alakadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupada toplanan bir kongrede (mühim ecnebi filozoflar) Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de, Arabî ifadenin altına ilave ediyoruz.
    Nur Çeşmesinin ahirinde yazılan ecnebi filozoflardan kırk üç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman filozofun beyanatı ile, kırk beş tane şâhid-i sadık oluyor.

    Tercümesinin bir hülasası:
    Evet Garp uleması ve filozofları itiraf ve ikrar etmişler ki İslâmiyetin kanunları yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir.

    Hem Külliyetü'l-Hukuk Kongresinin cemiyetinde bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi filozof el-üstaz Şebol demiş ki:

    "Muhammed'in (a.s.m.) beşeriyete intisabiyle bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünkü o Zat, ümmi olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki, biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek en mes'ud, en saadetli oluruz."

    İkincisi:


    Veyahut Nur Çeşmesinin âhirine ilave edilenlerle kırk beşincisi olan Bernard Show demiş:
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Sorularla İslamiyet
    By Göz_Yaşım in forum Sorular & Cevaplar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.03.11, 19:10
  2. sorularla teravih namazı
    By haceesma in forum Ramazan Özel
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 10.08.10, 10:01
  3. Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar
    By Konyevi Nisa in forum Kitap Tavsiyeleri
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 02.01.10, 09:52
  4. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.08.08, 20:53
  5. Risale-i Nur 3.0 !
    By BuRaK in forum Risale-i Nur Külliyatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 08.06.08, 08:53

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •