2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: İbret alacak kadar yaşıyoruz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    İbret alacak kadar yaşıyoruz

    İbret alacak kadar yaşıyoruz


    Buluğ çağına erdikten sonra ölen her insan için, ibret alacak kadar yaşama süresi gerçekleşmiş demektir. Bir insan yirmi, otuz, kırk, elli... yaşında da ölse, artık o "Düşünüp gerçeği görebileceğin kadar ömür vermedik mi?" itabının muhatabı sayılır.

    Çünkü şuurluca bir saat bile yaşamak Yüce Yaratıcı'nın varlığına ve hilkatin esasına uyanmak için yeterlidir; dolayısıyla, şuurlu bir saat geçiren insanın bilhassa küfür mevzuunda hiçbir mazereti kalmamıştır. Hâlbuki Allah Teâlâ insanların çoğuna buluğdan sonra uzun süre yaşama imkanı vermektedir. Hâlık-ı Kâinat, bazı canlıları sadece bir saat, hatta çok daha kısa süre yaşatmakta, onları bir anlığına bir kısım isimlerinin tecellilerine mazhar etmekte ve sonra hayatlarına son vermektedir. Ömrü bir hafta, bir ay ya da bir yıl... olan canlılar vardır. Fakat Cenâb-ı Hak, insanı sadece bir saatliğine yaratmamıştır; ona normal şartlarda altmış senelik bir ömür bağışlamıştır.

    Bu açıdan, etrafını duyacak, hissedecek ve değerlendirecek şekilde, şuurlu olarak bir saat bile yaşasa özellikle inkâr ve şirk hususunda bir mazeret hakkı kalmayacak olan insanın, vasatî ömür sayılan altmış seneyi tamamladığında Cenâb-ı Allah'ın emir ve yasaklarına tâbi olma konusunda hiçbir mazeret hakkına sahip olamayacağı aşikârdır. Buluğ çağına eren bir gencin artık mesul sayılacağı ve onun küfür, şirk ve günah üzere yaşama mevzuunda herhangi bir bahanesinin geçerli olmayacağı düşünülürse, vasatî ömrü geride bırakan bir insanın da evleviyetle mazeret hakkını kaybetmiş olacağı açıktır.

    Evet, onca sene eğitimini, istikbalini, evini barkını, çoluk çocuğunu ve iaşesini düşünen; yaşamanın, kazanmanın, rahat etmenin, caka yapmanın ve çalımın ne olduğunu bilen; dünyevî menfaatleriyle alâkalı iyiyi kötüyü ayırt edebilen ve kafasına koyduğu bir meseleyi senelerce takip edip onu sona erdirebilen; yani yüzlerce, binlerce, milyonlarca hususu düşünüp onlarla ilgili kararlar verebilen bir insanın ulûhiyet hakikatini ve âhiretini de düşünmüş olması gerekmez mi? Dahası, bu kimse, İnsanlığın İftihar Tablosu'nu duymuşsa, Kur'an'dan haberdâr olmuşsa; ölümün keşif kolları sayılan hastalıklarla tanışmışsa ve ihtiyarlık pek çok dille kendisine "yolcusun" demişse, artık onun bütün bütün ahirete teveccüh etmiş, eksiklerini gidermiş ve öteler için zâd ü zahîre hazırlamış olması lazım gelmez mi?

    İşte, bu hakikate karşı kapalı yaşayan ve ömrünü gafletle tüketen bir insanın acı akıbetle karşılaşınca pişmanlık duyması, yeniden dünyaya gelmek gibi olmayacak isteklerde bulunması ve dünya hayatındaki hataları için mazeretler döktürmesi ona hiçbir şey kazandırmayacaktır. Onun mazeretleri dikkate alınmayacak ve bahanelerin arkasına saklanmasına fırsat verilmeyecektir.

    Bu açıdan, özellikle belli yaşın üzerindeki kimselere bir ikaz mahiyetinde Kur'an, "Bunca sene hak ve hakikat hesabına pek çok şeye şahit oldunuz, dahası bir sürü meşguliyeti de arkada bıraktınız; artık hiçbir mazeretiniz kalmadı. Şu halde, iyi bir mü'min olmak için daha ne duruyorsunuz?" demektir. Aynı zamanda, ömrün sonunda iyilikleri, ibadetleri, sâlih amelleri daha da artırmaya ve geçmişteki eksikleri bir ölçüde de olsa telâfi etmeye teşvik etmektedir. Öyleyse, yaşlılıkta dine ve diyanete daha bir candan sarılmak inanmışlığın gereğidir.

    İki Büyük Tehlike

    İnsan için çok büyük iki tehlike vardır ki; biri umumiyetle gençlikte, diğeri de ekseriyetle yaşlılıkta kendisini gösterir: Bunların ilki, başlangıçta nazarîde kalmaktır; ikincisi ise sonunda her şeyi bir kültür şeklinde, şuursuzca ele almaktır.

    Bir devrede insanı aldatan husus, işin sadece nazariyesi ile meşgul olmak ve amelde derinleşmeyi düşünmemektir. Öyle kimseler vardır ki, sorduğunuz her meseleyi bilirler; daha siz "ihlâs" demeden onlar "İhlâs Risalesi"ni ezberden okuyuverirler; "Besmele"ye dair olan Birinci Söz'ü ezbere bilirler; "uhuvvet" kelimesini duyar duymaz, hafızalarına nakşettikleri "Uhuvvet Risalesi"ni gözlerinin önüne getirirler. Heyhat ki, her söz, her tavır ve her davranışlarıyla sürekli kendilerini nazara vermekten bir türlü kurtulamazlar.

    İkinci tehlike ise müntehayla alâkalıdır; nazarîden amelîye geçmek ama zamanla o ameli folklora dönüştürmektir. Bir insan, belli bir noktada İsm-i A'zam'ın tecellilerine mazhar olsa ve başını kaldırdığı zaman İsrafil'in azametli heykelini görecek keyfiyete erse bile, şayet bir süre sonra meseleyi sadece kültürün bir parçasıymış gibi ele almaya başlarsa, onun karbonlaşması ve yıkılıp gitmesi kaçınılmaz olur. Sadece semayla, semahla, mevlitle, gazelle ve gırtlak ağalığı yapan bazı kimselerin ilahileriyle teselli bulma, bir kültür faslına ve sönme dönemine adım atma demektir. Karbonlaşmamak, yıkılmamak, sönmemek ve dinin amelî yanını kültüre kurban etmemek için İslam'ın her meselesini şuurluca ele almak lazımdır. Kimileri, şuursuzca yatar kalkar ve bu yaptıklarına "namaz" derler; sadece yemeden içmeden kesilip aç durmayı "oruç" zannederler; mukaddes topraklarda bir turist edasıyla dolaşmayı "hac" bilirler. Babadan-anneden gördükleri ya da kültürün bir parçası olarak algıladıkları fiilleri şuurunda olmadan ve içte bir ürperti duymadan ortaya koyar ve kendilerini ibadetin hakkını vermiş sayarlar.

    1- Buluğ çağına erdikten sonra ölen her insan için, ibret alacak kadar yaşama süresi gerçekleşmiş demektir. Kaldı ki, Allah Teâlâ insanların çoğuna buluğdan sonra uzun süre yaşama imkânı vermektedir.

    2- İnsan için bir tehlike, dini kabul etmekle birlikte onun kural ve kaidelerini amellerine yansıtamaması ve böylece hayatını bir çekirdek gibi toprağın içinde çürümeye terk etmesidir.

    3- Bir diğer tehlike ise amellerine yansıttığı dini hayatın şuursuzca yaşanması neticesinde, yaptıklarını Allah'ın bir emri değil de kültür olarak algılamasıdır.



    Fethullah GÜLEN

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: İbret alacak kadar yaşıyoruz

    Evet, onca sene eğitimini, istikbalini, evini barkını, çoluk çocuğunu ve iaşesini düşünen; yaşamanın, kazanmanın, rahat etmenin, caka yapmanın ve çalımın ne olduğunu bilen; dünyevî menfaatleriyle alâkalı iyiyi kötüyü ayırt edebilen ve kafasına koyduğu bir meseleyi senelerce takip edip onu sona erdirebilen; yani yüzlerce, binlerce, milyonlarca hususu düşünüp onlarla ilgili kararlar verebilen bir insanın ulûhiyet hakikatini ve âhiretini de düşünmüş olması gerekmez mi? Dahası, bu kimse, İnsanlığın İftihar Tablosu'nu duymuşsa, Kur'an'dan haberdâr olmuşsa; ölümün keşif kolları sayılan hastalıklarla tanışmışsa ve ihtiyarlık pek çok dille kendisine "yolcusun" demişse, artık onun bütün bütün ahirete teveccüh etmiş, eksiklerini gidermiş ve öteler için zâd ü zahîre hazırlamış olması lazım gelmez mi?


    1- Buluğ çağına erdikten sonra ölen her insan için, ibret alacak kadar yaşama süresi gerçekleşmiş demektir. Kaldı ki, Allah Teâlâ insanların çoğuna buluğdan sonra uzun süre yaşama imkânı vermektedir.

    2- İnsan için bir tehlike, dini kabul etmekle birlikte onun kural ve kaidelerini amellerine yansıtamaması ve böylece hayatını bir çekirdek gibi toprağın içinde çürümeye terk etmesidir.

    3- Bir diğer tehlike ise amellerine yansıttığı dini hayatın şuursuzca yaşanması neticesinde, yaptıklarını Allah'ın bir emri değil de kültür olarak algılamasıdır.


    Güzel paylaşım için; Allah c.c razı olsun. Emeğine sağlık, Ellerin dert görmesin ablacım.
    Selam Ve Duâ İle...







    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. ölmek için mi yaşıyoruz
    By Günışıgı in forum İslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 17.06.11, 10:26
  2. Ne için yaşıyoruz?
    By Reyhani in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 18.11.10, 09:11
  3. Kim gibi yaşıyoruz?
    By Kartal__13 in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 30.08.10, 10:01
  4. Azrail (A.S) Canımızı Alacak
    By ACİZKUL in forum Ölüm
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 15.05.09, 21:10
  5. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 26.09.08, 16:01

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •