Sayfa 1/4 123 ... SonSon
34 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Ahmed Kuddûsî (ks)

    Ahmed Kuddûsî (ks)

    Anadolu velîlerinin büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Hâcı İbrâhim’dir. 1769 (H.1183) senesi Rabî’ul-evvel ayının on birinci gecesi, Niğde’nin Bor kazâsında doğdu.
    Büyük bir velî olan babası, rüyâsında üç ay gördü. Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı. Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı. Ahmed Kuddûsî, bu sâdık rüyânın zuhûr ettiğini Dîvan’ında şöyle anlatır:
    Rüyâda hem görmüş peder, üç ay semâda hoş kamu,
    Ortadaki ayda çoğimiş behcet-ı nûr-u ziyâ.
    Ana demişler: Bil, bu ay, oğlun ana rahmindeki,
    Halk-ı cihânın ekserin irşâda olısar sezâ.
    Ona muhabbet eyleyen âşıkları Mevlâ sever,
    Bulmaz felâh kim ki ider ise ana buğz u cefâ.
    Telkîn-i zikr eyle ona ersin makâma küççiken,
    Hem eyle telkin ki, hemen zikr eylesin ol dâimâ.
    Vakt-ı sabavette bana Tevhîdi telkîn eyledi,
    Der idi: Kuddûsî! Verdim icâzeti ben sana.
    Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının; “Oğlum her zaman Allahü teâlâyı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur.” nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı. Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi.
    Ahmed Kuddûsî, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü. 1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Turhal’a gitti. Turhal’daki Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan’a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan’da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan’dan ayrılarak, önce Şam’a oradan da Mısır’a vardı. Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı. Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti. Resûlullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi. Bu sırada; “Anadolu’ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır.” îkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor’a döndü. Bu müddet içerisinde, Resûlullah efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:
    Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
    Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız.
    Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
    Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız.
    Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
    Bu sebeple mürtefî’ oldu begâyet râhımız.
    Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
    Dost yanında mu’teber hor görünen gümrâhımız.
    Yanarız ışk oduna Kuddûsîyâ leyl ü nehâr,
    Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız.
    Ahmed Kuddûsî, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı asgarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı.
    Bir süre Anadolu’da kalan Kuddûsî hazretleri tekrar Hicaz’a gitti. Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, safiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti. Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü. Hicaz’da geçen günlerini Dîvân’ında şöyle anlatır:
    Çıktım vatandan gittim Hicaz’a,
    Dağ u çöl bana gülîzâr oldu.
    Yalınız yayan râh’a azm itdim,
    Köşküm sarayım kûhisâr oldu.
    Vahşî âhûlar gibi insandan,
    Kaçmak bana bir hoşça kâr oldu.
    Susuz azıksız ulu dağlarda,
    Rûz u şeb rızkım tatlı nâr oldu.
    Görmedim açlık hem susuzluk hiç,
    Her ne istersem çün o vâr oldu.
    Tevhîd ile bu devleti buldum,
    Çok diyen ânı bahtiyâr oldu.
    Düşdü Kuddûsî dâmına ışkın,
    İstemez çıkmak hoş şikâr oldu.
    Ahmed Kuddûsî, Hicaz’dan Bor’a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı. Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi. Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî hiçbir acelecilik göstermedi. O zât Cumâya gitmek için izin istedi. Ahmed Kuddûsî; “Biraz daha beklesen iyi olacaktı. Namazdan sonra seni beklerim.” buyurarak misâfirini uğurladı. Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor’da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve; “Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumâyı nerede kıldınız?” diye sorunca, Kuddûsî hazretleri; “Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i muazzamada kılacaktın.” buyurdu.
    O devrin ileri gelenlerinden makam sâhibi biri, bir sohbette; “Zamânımızın büyük velîsi kim ise onunla görüşmek istiyorum.” diye yakınlarına sorar. Bunun üzerine orada Kuddûsî hazretlerini tanıyan biri; “Zamânımızın büyük velîsi Ahmed Kuddûsî’dir.” deyince, kendisini İstanbul’a dâvet ederler. Ahmed Kuddûsî, İstanbul’a gelip huzûra girince, orada bulunan kimseler, onun taşralı kıyâfeti ile huzûra girmesini pek beğenmeyip, yukardan bakıcı bir tavır takınırlar. Ahmed Kuddûsî sohbet sırasında hiç konuşmaz. O makam sâhibi kimse; “Şeyh efendi! Siz de bir beyân buyursanız.” deyince; “Efendim! Bendeniz ilmi olmayan bir kişiyim. Huzûrunuzda konuşmaya hayâ ederim. Ancak emrinize uyarak başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım.” diyerek şu hikâyeyi anlatır:
    “Bir gün bendeniz Sarayburnu’nda sahil boyunca gezerken, çok güzel bir hanım sandala bindi. Gönlümü cezbeden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek, onu tâkib ettim. Üsküdar iskelesinde karaya çıkıp, falan sokaktaki büyük bahçeli konağa giren bu hanımı bir daha göremedimse de aslâ unutmadım. Gönlüm onun hicrânı ile rahatsızdır efendim.”
    O makam sâhibi kimse, bu hikâyeyi duyar duymaz, yanında bulunanların hepsini dışarı çıkararak, Ahmed Kuddûsî’ye; “Efendi, anlattığınız benim halen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifâdesiydi. Şu anda ise o dertten kurtuldum. O hanım gönlümden silindi.” dedi. Sonra Kuddûsî hazretlerine görülmemiş ihsânda bulundu.
    Yine bir gün sultan, huzûrunda bulunanlara; “Şu avucumda gizlediğim şeyi tahmin etmenizi istiyorum.” dedi. Herkes bir şey söylediyse de kimse bilemedi. Bir köşede oturan Ahmed Kuddûsî’ye; “Siz de bir tahminde bulunun.” dediler. Ahmed Kuddûsî de; “Yedi iklim ve yedi deryâyı gezdim. Bir balığı, yavrusunu arar gördüm.” dedi. Meğerse pâdişâhın avucunda küçük bir balık varmış. Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî’ye tâzim ve ikrâmda bulunularak, sarayda kalması teklif edildi. Fakat o; “Ben âciz bir kulum, burada kalsam dünyâ imtihânından berât edemem.” buyurdu ve kalmayı kabûl etmedi.
    Bir süre İstanbul’da kalan Ahmed Kuddûsî, Bor’a döndü. Bor’da iken birgün sultan, Bor’a iki memur gönderip, onun durumunu öğrenmek istedi. Gelen memurlar onu bahçesini bellerken buldular. Ahmed Kuddûsî hazretleri onlar daha bir şey söylemeden; “Siz İstanbul’dan geldiniz. Bizim bir şeye ihtiyacımız yok.” buyurdu. Onlar; “Pâdişâhımız bizi vazifeli gönderdi. Size tahsîsât bağlayacağız.” dediler. Ahmed Kuddûsî onlara; “Açın eteğinizi” diyerek her ikisinin eteğine birer kürek toprak döktü. İki memur bu toprakların altın olduğuna şâhid oldular. Bu sefer Ahmed Kuddûsî; “Eteklerinizdekileri dökün.” deyince hemen yere döktüler. Bu defâ toprakların yılan-çiyan olduğuna şâhid oldular. Ahmed Kuddûsî; “Evlâtlarım! Allahü teâlânın keremi ile bizim pâdişâhımızın tahsîsatına ihtiyâcımız yoksa da, fukarâ ve âcizlere dağıtmak için bırakın.” diyerek bu tahsîsâtı bir müddet alıp yoksullara dağıttı.
    Ahmed Kuddûsî, bir gün Konya’ya giderek, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kabrini ziyâret etmek istedi. Türbenin önüne vardığı zaman, türbedâr kapıları kilitleyip gidiyordu. Türbedâra türbeyi açması için ricâlar edip çok yalvardı. Fakat türbedâr; “Akşam oldu, açma müsâdesi yoktur.” diyerek kesin bir şekilde reddetti. Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî şu medhiyeyi okumaya başladı;
    Sensin velîler şâhı,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Affet şu ben gümrâhı,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Bed-kâr-u-âvâreyim,
    Pür-zenb ü bî-çâreyim,
    Âsî yüzü kâreyim,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Gâyet azîmdir câhın,
    Mahbûbısın Allah’ın,
    Dâr-ül-emân dergâhın,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Sen şol ulu sultânsın,
    Ki server-i merdânsın,
    Hem ma’den-i irfânsın,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Çün tıfl iken ey Sultân,
    Eflâki etdin seyrân,
    Oldu melâik hayrân,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Muhtâcınam in’âm et,
    Mihmânınam ikrâm et,
    İhsânını itmâm et,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Kapunda çok muhtâcân,
    Erer murâda her ân,
    Devrinde sürer devrân,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Bencileyin yok gümrah,
    Lâkin dedim eyvallah,
    Geldim sana şey’en lillah,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Âriflerin sultânı,
    Dertlilerin dermânı,
    Kuddûsî’nin cânânı,
    Yâ hazret-i Mevlânâ!
    Son dörtlüğü söylediği anda, kapılar kendiliğinden açıldı. Ahmed Kuddûsî, türbedârın şaşkın bakışlarından habersiz, ziyâretini yaparak oradan ayrıldı. Ertesi gün bu hâdiseyi duyan Mevlevî şeyhleri ile bir kısım ulemâ; “Bu mutlakâ Bor’lu Kuddûsî’dir.” dediler.
    Medîne-i münevverede saatçılık yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı. Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı. Uzun süre bunu sağlayamadı. Parası bitti. Bir gece Allahü teâlâya iltica ile yalvardı. O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât; “Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et. Gerisine karışma buyurdu. Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti. O şahıs, Ali Osman Efendi’ye; “Seni Kuddûsî hazretleri mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla.” dedi. Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı. O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi. Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü. O zât; “Oğlum bana Kuddûsî derler. Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et.” dedi. Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu:
    Ey rahmeti bol pâdişâh,
    Cürmüm ile geldim sana,
    Ben eyledim hadsiz günâh,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Hadden tecâvüz eyledim,
    Deryâ-yı zenbi boyladım,
    Ma’lûm sana ki neyledim,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Senden utanmayup hemân.
    Ettim hatâ gizlü ayân,
    Urma yüzüme el-emân,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Aslım çü bi katre menî,
    Halk eyledin andan benî,
    Aslım denî, fer’îm denî,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
    Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
    Lâkin senin adın Gafûr,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Zenbim ile doldu cihân,
    Sana ayân zâhir nihân,
    Ey lutfü bî-had Müste’ân,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Adın senin Gaffâr iken,
    Ayb örtücü Settâr iken,
    Kime gidem sen vâr iken,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Hiç sana kulluk etmedim,
    Rah-ı rızâna gitmedim,
    Hem buyruğunu tutmadım,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Bin kerre bin ol pâdişâh,
    Etsem dahî böyle günâh,
    Lâ-taknetû yeter penâh,
    Cürmüm ile geldim sana.
    İsyânda Kuddûsî şedîd,
    Kullukda bir battal pelîd,
    Der kesmeyip senden ümîd,
    Cürmüm ile geldim sana.
    Ali Osman Efendi, o günden sonra bu şiiri okumadan işine gitmedi ve verilen vazifeleri devamlı yaptı.
    Ahmed Kuddûsî hazretleri, gerek şiirlerinde, gerekse mektup ve sâir yazılarında, hak yolundaki tehlikelere dikkatleri çekerek, bu yoldaki sâdıklarla, sapıkların hâl ve durumlarını tekrar tekrar anlatmaktadır. Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedi-kodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber olmamayı tavsiye ederek, şöyle buyurmaktadır:
    Nâr-ı ışk ile yanup kül olmayan nâdân’a yuf,
    Ölmeden evvel ölüp dirilmeyen bî-cân’a yuf.
    Kadrini uşşâk-ı Hakk’ın bilmeyüp ta’n eyleyen,
    Bed-kelâmu bed-likâ vü bed-nefes hayvâna yuf.
    Zu’m eder ki özi yahşı tâgiyândır ehl-i ışk,
    Yuf o tâgî’nin özine ettiği tuğyâna yuf.
    Mü’minin budur nişânı ki seve mü’minleri,
    Ehli, îmâna adâvet eyleyen düşmana yuf.
    Söyleyup elfâz-ı küfr-i güldürür nâs-ı müdâm,
    Dinleyüp ânın kelamın gülüşen yârâna yuf.
    Ger gazâb eylersen kalmaz anda aslâ akl-u-dîn,
    Bî-vefâ vü akl u hem bî-dîn ü bî-îmâna yuf.
    Kârıdır gamz u nemîme kizb ü sebb ü ifk’ü zem,
    Hak içinde fitne îkâz edici fettâna yuf.
    Öğredirler anı hassad şeyhe dahl eyle deyu
    Öğreden hassade hem şeyhine taş atana yuf.
    Îtirâzı cenâb-ı Hakka hem Cebrâile,
    Şeyhime etmez mi ya ol âsî-i Rahmân’a yuf.
    Asdıkâ’yı fırka fırka eyleyûb iblîs kişi,
    Ara yerde ceng-i gavga buğz-u-kin koyana yuf.
    Nan-ı nîmet ıyş u sohbet hakkının isyân edip,
    Şol kuduz hayvan gibi her gördüğün kapana yuf.
    Çün âyân oldu bu yüzden, dostumuz düşmanımız,
    Bize dostluk gösterip gizlü adû olana yuf.
    İsteyen bizim rızâmız varmasun hiç yanına,
    Bize rağmen ol sefîhin yanına varana yuf.
    Etmeniz anınla ülfet, ey bizim ahbâbımız,
    Pes dedik ol münkire yuf, hem ana uyana yuf.
    Hâsılı anda vefâ yok, n’eyleriz lâkin ana,
    Taş verüp Kuddûsî’ye ur deyü’ben salana yuf.
    Yine birçok şiirinde Allahü teâlânın rızâsını taleb etmeyi, mal, mevkî, şöhret ile dünyâya ve maddeye âit her şeyin sevgisini kalbden çıkarmayı tavsiye etmekte, kalbde yerleşmiş sevgisi olmayan; mal, mülk, makam ve mevkînin de bir mahzuru olmadığını belirtmektedir. Ahmed Kuddûsî, İslâmı tek bir bütün olarak görür. İslâmiyete uyanı ve İslâmın yüceliğini anlatmak için, devrindeki sağlam idârecilerle pâdişahları birçok defâ methetmiş ve onlara itâatı tavsiye etmiştir. Müslümanların eğer fitneye uyup, din ve devletine ihânet etmezse, yer ve gök ehlinden duâ ve yardım alacaklarını, şâyet din ve devletine ihânet ederlerse zulüm ve belâlara uğrayacaklarını belirterek şöyle buyurmaktadır:
    Zulm eylemez nâsa zerrece Hudâ,
    Lâyık olduk geldi bize bu şifâ,
    Amele göredir herkese cezâ,
    Taksîr iden lâ-büd cezâsın bulur.
    Kalbinden adâlet merhamet gitti,
    Pâdişâhı bize musallat etti,
    Emr-i Hallâk ile halkı incitti,
    Anlamayan onu kul itti sanır.
    Uzattın kat’et sözün Kuddûsî,
    Uyandırmak kasdın pend idip nâsî,
    Vir nefsine öğüt ey kalbi kâsî,
    Gözsüzleri nice edebilir kör.
    Ahmed Kuddûsî, farz, vâcib ve sünnet olan ilimleri bilip, kendisine kâfi olanını öğrendikten sonra, ilmi ile amel ederek, Allahü teâlâyı anmaya devâm etmeyi bütün eserlerinde tekrarlamaktadır. Baş olmak, dünyâlık elde etmek veyâ halkı başına toplayıp, onların hürmet ve hizmetlerini celbetmenin, insanı şeytana oyuncak edeceğini tekrar tekrar anlatan Ahmed Kuddûsî; Azâzil’i (şeytanı), Bel’âm bin Baûrâ’yı, Bersisa’yı ve sahâbeden iken dünyâlıklara mağlûb olan Sa’lebe’yi anlatmaktadır. Allahü teâlâya kulluğu, Allahü teâlânın emri için yapmayı, yeterince ilim ve bilgiyi kazanıp farz-ı ayn olan bilgileri edinmeyi, bu şartların kazanılmasından sonra da ihlâs ile zikir, fikir ve şükür ibâdetlerini gücü yettiği nisbette yerine getirmeyi tavsiye etmektedir.
    Ahmed Kuddûsî, Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır.
    Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye Allahü teâlâyı zikr ediyormuşum. Birgün annem babama bu durumu söyleyince, babam; “Kimseye söyleme bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşâallah.” demiş.
    Ahmed Kuddûsî bu durumu şu şiirinde de anlatır:
    Kuddûs’a mensûb olmuşam,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Hem O’na meczûb olmuşam,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Bil ana rahminde beni,
    Ki etmişem takdîs O’nu,
    Anam işitmiştir bunu,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    On ikiye erdi yaşım,
    Aşk oldu yâr u yoldaşım,
    Takdîs-i Hakk idi işim,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Yiğirmide ettim hereb,
    Gezdim Hicâz’ı, Şam’ı heb,
    Kuddûs’e çektim çün nasab,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Şevkiyle oldum bî karar,
    İçimde ışık odu yanar,
    Kuddûs’e etmişem firâr,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Çektim sivâsından eli,
    Buldum O’na giden yolu,
    Varsun desün münkir, deli!
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Yetmiş, dahî üç oldu sin,
    Hayran bana hep ins ü cin,
    Kuddûs’e kalbim mutma’în,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Tedbîr-i dünyâ bilmezsem,
    Arzû-yı Cennet kılmazsam,
    Ağyâra mensûb olmazsam,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    Kuddûsî’yi cezb etti ol,
    İster O’na her dem vusûl,
    Der bilmeyip iz’an usûl,
    Kuddûsî’yem! Kuddûsî’yem!
    1849 (H. 1265) senesi Cemâzilâhır ayında Bor’da vefât etti. Vasiyeti üzerine Eski Mezarlık’a defnedildi. Aynı gün köylünün biri kırılan saban demirini tamir ettirmek üzere Bor’a geldiğinde çok kalabalık bir cemâatın cenâze namazına hazırlandığını görünce, abdestini tazeleyerek cenâze namazını kılar. Hemen işine dönmek niyetinde olduğundan, yakındaki bir demirci dükkanına girerek, tamir etmesi için saban demirini ustaya verir. Demirci, ocağa koyduğu demirin bir türlü kızarmadığını, saatlerce uğraştığı halde dövülecek hale gelmediğini görünce şaşkın bir halde düşünceye dalar. Bu sırada yakın bir tanıdığı dükkana girer. Demirci durumu ona anlatır. O da köylüye; “Sen nerelisin, bu demiri nereden getirdin?” diye sorar. Köylü; “Ben filan köydenim. Bu demir, dün çift sürerken bir kayaya takılıp kırıldı. Tamir ettirmek için bugün buraya getirdim. Şehre girdiğimde eşini görmediğim bir cemâata katılarak cenaze namazını kıldıktan sonra doğru bu dükkana geldim.” deyince o kişi; “Senin, adını sormadan namazına iştirâk ettiğin büyük evliyâ, âşık-ı Hak Şeyh Ahmed Kuddûsî hazretleriydi. Allahü teâlâ, değil onun namazını kılanı, o cenâzede hazır olan âlet ve edevâtı da ateşten muhâfaza etmiştir.” der. Îmân sâhibi olan bu köylü, yeni bir saban alıp köyüne döner.
    Son yıllarda mezarlıkları şehir dışına nakletme hususundaki genel bir karar üzerine, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabri bugünkü kabristandaki ziyaretgâh olan yerine nakledildi. Bu nakil esnâsında halk karşı çıkmış ise de, devrin kaymakamı, belediye başkanı ve jandarma komutanı olaya müdâhale ederek, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kabrine karşı hoş olmayan bâzı sözler sarfedip, edep dışı davranışta bulundular. Hepsi bir belâya mâruz kaldılar. Kabr-i şerîfi yıkmaya kimse râzı olmayınca hapishaneden getirilen mahkûmlar, kabri yıktı. Bu esnâda orada olan jandarma komutanı kabrin taşına tekme vurarak kazın diye emir verdiği anda yere düşerek beni kurtarın diye bağıra bağıra öldü. Kabri açtıklarında, Ahmed Kuddûsî hazretlerinin kefeninin bembeyaz duruyor olduğunu gördüler. O anda kabirden çok güzel bir koku etrafa yayıldı. Yine o gün hava çok sıcak iken, semâ âniden bulutlanarak yağmur çiseleyip serinlik ve ferahlık hâsıl oldu. Ahmed Kuddûsî hazretlerinin nâşı yeni kefene sarılarak bugünkü kabrine nakledildi.
    Taşlanmayınca
    Velî olmaz kişi taşlanmayınca,
    Sivâ endişesi boşlanmayınca.
    Kemâle iremez sâlik dirîgâ,
    Bu aşkın oduna haşlanmayınca.
    Söğütte hiç biter mi tatlu elma,
    Yarılup, sarılup aşlanmayınca.
    Yiyemez körpe kuzu dürlü otu,
    Büyüyüp gün-be-gün dişlenmeyince.
    Ne denlü aklı olsa da, kişinin,
    Okumaz hocaya başlanmayınca.
    Dahî başlanmağıla âlim olmaz,
    Çalışup dersine düşlenmeyince.
    Sabî, bâliğ, hemen âkil olur mu,
    Nice yıllar geçüp yaşlanmayınca?
    Amel çokluğuna yok îtibâr hiç,
    Kulundan, Hâlıkı, hoşlanmayınca.
    Bu Kuddûsîleyin sen olma tenbel,
    Vücûd bulmaz bir iş, işlenmeyince.
    Kuddûsî Divânı’ndan
    Ahmed Kuddûsî’nin eserleri şunlardır: 1) Dîvân-ı Kuddûsî, 2) Külliyât-ı Kuddûsî Efendi: Bu külliyât, şu eserlerden meydana gelmiştir: Dîvân, Pendnâme, Vasiyetnâme, İcâzetnâme, Nesâyih-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînet-ül-Esrâr ve Ganîmet-ül-Ebrâr, Medâyıh Risâlesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Mektuplar, Çeşitli konularda Arabça risâleler.
    KEFENİMİ NİGDE BEZİNDEN YAPIN
    Ahmed Kuddûsî hazretlerinin vasiyetnâmesi şöyledir:
    Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet ederim ki: Allahü teâlâya ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem itâat edesiniz, benim için ağlamayasınız. Gece vefât edersem, gasl edip sabah nmazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr’da uygun bir yere defnedin. Halka zahmet olmasın. Beni medhetmeyin. Zîrâ kabirde bu söylenilen sıfatlar sende var mıydı diye melekler sorarlarmış. Hemen duâ ve istigfâr edin. Kur’ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz. Nasîhat kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız. İnşâallah bana ve size faydalı olur. Beni seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler. Nasîhatta esrâr ve çok faydalar vardır. Zikr ederken Allahü teâlânın emrine yapışmak niyeti ile etmelidir.
    Kefenimi Niğde bezinden yapın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Kabristanda tegannî ile Kur’ân-ı kerîm okuyarak, oradaki müslümanları bıktırmayın. Allahü teâlâ benden râzı olur ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter. Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez.
    İlmi, tâliplerine ve fukarânın sâlihlerine verin. Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da, onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin. Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından uzaklaşın. Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz derler. Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahü teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacakdır. Siz bu durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahü teâlânın mekrinden emîn olmayasınız. İblis ve emsâlini düşünesiniz. Sâlih amel işledikten sonra hamd ve şükür etmeli. Beşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemenn istigfâr etmeli, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmemeli. Bu vasiyetnâmemi mümin kardeşlere gösteresiniz.
    ÖLÜM VAR
    Cem’ eyleme bu cîfe-i murdârı ölüm var,
    Kenz etme sakın dirhem-ü-dînarı ölüm var.
    Şeddâd ile Nemrûd’u ölüm neyledi fikr et,
    Mahv oldu kamu asker-ü câhları ölüm var.
    Kârun ile Fir’avn’ı düşün var ise aklın,
    Kurtaramadı kenzleri anları ölüm var,
    Zikr eylese çok ölümü insan uyanır hemân,
    Der nefsine hiç işleme evzârı ölüm var.
    Kuddûs-i miskîn sözünü tut, sana der ki,
    Hak isteyelim neydelim ağyârı ölüm var.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Tezin Metodu


    XVIII. yüzyılın ilk yarısıyla XIX. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da ve
    Hicâz’da yaşamış olan Ahmed Kuddûsî ( ö. 1265/1849)’nin, hayatı ve tasavvuf düşüncesiyle
    ilgili olan bu çalışmamıza geçmeden önce, kısaca tezin önem ve metodu üzerinde
    durulmasını, ayrıca araştırmamızın temelini oluşturan kaynakların, ilmî bir süzgeçten
    geçirilerek tenkit ve tahlil edilmesini uygun gördük.
    Tezimizin konusu, XVIII yüzyılın son çeyreğiyle XIX. yüzyılın ilk yarısında
    Anadolu’da yaşamış olan Türk mutasavvıfı ve şâiri Ahmed Kuddûsî ve tasavvuf düşüncesidir.
    Ahmed Kuddûsî, Anadolu’da yetişmiş olan, eserlerine ve hayatına ilâhî aşkı bir bütün olarak
    yansıtan, “hümanizm”den öte insanî olan bütün değerleri kendilerine hayat felsefesi seçen,
    Mevlânâ ve Yunus Emre gibi mutasavvıfların önemli bir takipçisidir.
    Tasavvuf düşüncesi ve Türk Divan Edebiyatında önemli bir yeri olan Ahmed Kuddûsî
    gibi bir şahsiyetin, yaşadığı çağda hurafelerle kamufle edilen ve genel tasavvuf ilkelerinin
    dışına taşmış tasavvufî anlayışın özünü insanlara sunmak çabası içerisinde olmuştur. Bu
    çalışmada onun tasavvuf anlayışını tamamen bilimsel bir perspektiften değerlendirilip,
    yorumlamayı hedeflemektedir. Çalışmamızda, Ahmed Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesinin,
    hem tasavvuf disiplini ve hem de İslâm düşüncesi ve diğer Batılı ve Doğulu düşüncelere
    kıyasla, önemi farklılığı ve getirdiği yeni perspektifi vurgulamaya çalışacaktır. Ahmed
    Kuddûsî’nin tasavvufî görüşü ışığında insana, varlığa, kişilik oluşumuna ve ma’rifete/bilgiye
    yorumlar, öncelikle diğer mutasavvıfların görüşleriyle, sonra da herkesçe kabul gören
    düşünürlerin ve ezoterik mistik anlayışa sahip insanların görüşleriyle karşılaştırma
    yapılacaktır. Ayrıca Ahmed Kuddûsî gibi isim yapmış bir şâir mutasavvıfın divan edebiyatı
    içinde tekke edebiyatına olan değerli katkısı ve Türk Sanat Mûsikîsine olan etkileri
    tartışılacaktır. Yine Kuddûsî’nin, tasavvufî aşk düşüncesine Mevlânâ’nın sıkı bir takipçisi
    olarak yaptığı katkı, Dîvân’ındaki şiirlerinin ışığında incelenecektir.
    11
    Tezimizin başlığından da anlaşılacağı üzere, bu çalışmada belirli konu ve kavramlar,
    belirli bir şahsın görüşleri çerçevesinde ele alınmaktadır. Dolayısıyla konulara yaklaşım
    tarzımız ve bazı konuları ele alma anlamında problematiktir. Tartışılan bu konuları genel
    olarak yalnızca bir kişinin görüşleri çerçevesinde yaklaşacak olmamız, herhangi bir konu
    hakkında tarih içerisinde ileri sürülen görüşleri tek tek inceleyip, farklılıklarını ortaya koyarak
    ele alan tarihî bir metoda başvurmanın zorluğu açık bir gerçektir. Zira böyle bir yöntemin teze
    uygulanması, konuyla ilgili görüş belirtmiş olan bütün düşünürlerin tek tek sıralanarak
    açıklanmasını gerekli kılar. Tasavvufî tecrübe noktasında çok zengin bir literatürün yanı sıra,
    her bir sûfî müellife has farklı görüşteki ifade şekilleri de göz önünde bulundurunca, bu
    soruna tarihî bir yöntemle yaklaşmanın çok zor olduğu bilinen bir hakîkattir. Bunun yanı sıra
    geniş kapsamlı konuların tarihî metotla işlendiği çalışmalar, konu detaylı bir pespektiften
    işlendiği için, yüzeysel ve eksik sonuçlar verebilmektedir. Biz yine de temel tasavvufî
    konuları incelediğimizde herkesçe kabul gören temel tasavvuf kaynaklara baş vurduk.
    Yukarıda vurgulanan nedenlerden dolayı tasavvufî konular Ahmed Kuddûsî’nin görüşleri
    çerçevesinde ele alınacaktır. Her ne kadar şahıs merkezli çalışmalar, bütünsellik ve kuşatıcılık
    açısında yeterli görülmezse de, görüşleri incelenen düşünürün konuya ve kavrama getirdiği
    bakış açısı derinlenmesine tahlil etme açısından oldukça önemlidir. Fakat Kuddûsî’nin
    düşünce dünyasına baktığımızda, ilmî yeterliliği, felsefe bilgisi, insan psikolojisine hakimiyeti
    ve şiirin kendisine kazandırdığı engin ruh dünyasından dolayı önemli bir ilmî yeterliliğe
    sahiptir.
    Çalışmamız, Kuddûsî’nin tasavvufî kavram ve konulara getirdiği açıklamalardan
    hareketle, insanın yetişmesi, olması ve kemalâtı sorununa getirmiş olduğu yaklaşımları analiz
    etme ve sonuçta kendince çözüm getirmesi bakımında analitik bir yaklaşımdır. Zira sorunları
    çözmeye girişmek yerine, bu sorunlara düşünce tarihi boyunca farklı düşünce ekollerinin
    ortaya koyduğu çözümlerin yanında, öncelikle önemli çözüm alternatifleri ortaya koymayı ve
    sonrada çözümleyerek değerlendirmeyi hedeflemektedir. Araştırılan bu konular, tezimizde
    tasavvuf disiplininin genel sistem bütünlüğü ve diğer ilgili disiplinlerden farklılığı göz önünde
    bulundurularak işlenecektir.
    Kuddûsî, bütün düşünce ekollerinin temel sorunu olan ontoloji/varlık,
    epistemoloji/bilgi, insan ve aşk gibi konulara kendi müşahedeleri doğrultusunda bir
    yaklaşımla, zengin ve farklı bir yorum getirmektedir. Zira düşünce tarihine zaman tüneliyle
    girdiğimizde, insanın dinî, ilmî, felsefî serüveni insanın kendini tanıma çabası, insanın
    evrendeki yerinin ne olduğunu öğrenme isteği ve hâline/fiiline, yaşamına bir anlam verme
    uğraşıdır. Bu uğraşı tasavvuf, içe dönük/kalbî ve dışa dönük/âmelî bir yaklaşımla ele alarak,
    12
    dogmatik biçimlerden tamamen uzak, sadece bütün varlığa sevgi aşılayan ve insanîleşmesini
    tamamlamış bir kişilikle yaklaşır. İşte tez de Kuddûsî’nin bu anlayışıyla hareketle konular
    incelenecektir.
    Kuddûsî, eserlerinde tasavvufî kavram ve konuları işlerken şâir olması hasebiyle
    klasik metodun dışında bir yöntem izlemektedir. O, tasavvufî kavramları manzûm eserlerinde
    şiirin içerisinde ilâhî sevgiyle eritip mefhum olarak verirken, mensûr eserlerinde ise, tasavvuf
    konu ve kavramlarını tam bir akademik mantaliteyle ele alıp incelemektedir. Aynı zamanda
    tasavvufî tecrübesini ifade etmede oldukça zengin bir kavram demeti kullanmış ve konuların
    anlam çerçevelerini, kendi yaşadığı manevî hâller parelelinde işlemiştir.
    Ayrıca Kuddûsî, edebiyat camiası ve halk arasında Dîvân’ı en çok okunan
    mutasavvıflardan birisi olması hasebiyle de, onun, genelde Türk Divan Edebiyatına özelde
    ise. Tekke Edebiyatına olan büyük katkısıda ortaya çıkacaktır. Bunun yanısıra Kuddûsî’nin
    bestelenen birçok şiirinin Klasik Türk Mûsikîsi içindeki yeri de incelenecektir.
    Tezin yöntem bakımından olduğu kadar, konu itibariyla da kavramsal çerçevesini
    belirlemek, çalışmanın tutarlı bir şekilde sürdürülmesi açısından önemlidir. Kuddûsî’nin ele
    aldığı tasavvufî konuların hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Kuddûsî, genel sûfî portresini, zikiraşk-
    ma’rifet üçleminde, konuları sûfî perspektifinde epistemolojik ve ontolojik olarak
    incelemiştir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Tezin Kaynakları
    A. Ahmed Kuddûsî ile İlgili Kaynaklar


    Konumuz, günlük tecrübenin ya da normal dinî tecrübenin anlatımından ziyade bizzat
    hakikatleri müşahede edip tecrübe ettiğini ileri süren ve psikolojik analizler bakımından
    oldukça derûnî bir rûh hâli sergileyen ve aşkın ulvîliğini birebir yaşayan, normal dinî
    tecrübenin ötesinde, mahiyeti itibariyle pozitif aklın ve dilin kalıplarına aktarılması mümkün
    olmayan bu kalıpların kendisine dar geldiği taşkın bir rûh halı yaşayan sûfîyane hâllerin sözle
    ifade edilmesi problematiği vardır. Onun için konunun insanların anlayabileceği bir dille
    aktarılması önemli bir konudur.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Kendi Eserleri


    Ahmed Kuddûsî’nin hayatı ve tasavvuf düşüncesi hakkında birinci derecede kaynaklar,
    doğal olarak kendisi tarafından kaleme alınan kendi eserleridir. İlkin şunu ifade edelim ki,
    günümüzde Kuddûsî’nin hayatıyla ilgili bilgi veren kaynak ve kitaplar tamamıyla
    Kuddûsî’nin bizzat kendi eserlerinin bir kısmından esinlenerek yazılmıştır. Bu bilgilere daha
    sonra da doğruluğu tartışılabilir birçok eklemeler yapılmıştır. Çalışmamızda Kuddûsî’nin
    hayatı hakkında verdiğimiz bilgiler tamamıyla kendi eserlerinden alınmıştır. Bu konuda
    sonradan ilave edilmiş gerçek dışı bilgileri kesinlikle kullanmadık. Zira Kuddûsî, kendi
    hayatını ayrıntısıyla eserlerinde veren nâdir müelliflerden birisidir.
    Ahmed Kuddûsî’nin tasavvuf düşüncesini detaylı bir şekilde veren eseri, diğer pek çok
    mutasavvıf müellif de olduğu gibi manzûm olarak kaleme aldığı Dîvân’ıdır.1 Kuddûsî gibi
    şâir mutasavvıfların, tasavvuf düşüncelerini, yaşadıkları manevî hâl ve duygularını en iyi
    yansıtabildikleri alan, metaforik/sembolik anlatıma başvurulan şiirleridir. Bundan dolayı
    Kuddûsî’nin Dîvân’ı, kendi düşüncelerinin aynası konumundadır. Aynı zamanda Kuddûsî
    Dîvân’ının akademik düzeyde tenkitli metninin çalışmasının yapılmış olması da
    çalışmamızında önemini ve sıhhatını artırmış olmaktadır.2 Fakat Kuddûsî’nin tamamıyla
    tasavvufî kavram ve konularını şiirin içsel duygusuyla anlatan Dîvân’ının günümüze kadar
    herhangi bir şerh ve tahlili yapılmamıştır.
    Ahmed Kuddûsî’nin tasavvuf felsefesini akademik bir şekilde derli toplu olarak ele
    alan diğer eseri de Hazinetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr adlı eseridir.3 Bu eser, Kuddûsî’nin,
    insanın/sâlikin yetişmesi için gerekli olan tasavvufî konuları ele alarak Dîvân’ın yanında
    mensur olarak kaleme alınan önemli bir çalışmadır. Bu eserden, Kuddûsî’nin eserleri ve
    düşünceleri işlenirken detaylı olarak bahsedilecektir. Yalnız şunu ifade edelim ki, bu eser
    Kuddûsî’nin sıradan bir sûfî şair olmadığını, aldığı eğitim ve tasavvufî terbiye ile büyük bir
    mutasavvıf olduğunu kanıtlamaktadır. Kuddûsî’nin diğer eserleri, Pendnâme-i Kuddûsî,
    Vasiyetnâme, Nasâih-i Kuddûsî, Mektuplar ve İcâzetnâme-i Kuddûsî
    gibi telifleri, eserleri
    tanıtılırken detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Kuddûsî Üzerine Yapılan Çalışmalar


    Ahmed Kuddûsî hakkında diğer bazı mutasavvıflar için olduğu gibi, kendisinden
    sonra hayatını, kerâmetlerini anlatan menâkıbnameler yazılmıştır. Bunun yanı sıra
    Kuddûsî’den sonra en çok Divânı üzerinde çalışmalar yapılmıştır. İlk defa Kuddûsî’nin
    vefâtından on yıl sonra Dîvân’ı basılmıştır.4 Bundan sonra Dîvân’ın baskıları müteaddid
    defalarca yapılmıştır.
    Kuddûsî’nin Dîvân’ının ikinci baskısı 1875’de İstanbul’da, üçüncü baskısı, 1878’de
    İzmir Hafız Nuri Efendi Matbaasında, dördüncü baskısı, 1884’de İstanbul’da, beşinci baskısı,
    1892’de İstanbul’da, altıncı baskısı, 1907 yılında İstanbul Mahmut Bey matbaasında, yedinci
    baskısı, 1909 yılında yine Mahmut Bey matbaasında İstanbul’da, sekizinci baskısı 1923
    yılında Yusuf Ziya matbaasında İstanbul’da yapılmıştır.5

    Kuddûsî Dîvân’ı ilk defa M. Emin Eminoğlu tarafından günümüz Türkçesine 1973
    yılında sadeleştirilmiştir.6 Bu sadeleştirmeyi; Kuddûsî’nin torunlarından olan İhsan Eren’in
    yanında bulunan yazma Dîvân’ın 1982 yılında Fehmi Kuyumcu tarafından yapılan
    sadeleştirmesi izledi.7 Kuddûsî’nin Dîvân’ı üzerine yapılan tek akademik çalışma ise yukarıda
    da geçtiği gibi Ahmet Doğan tarafından yapılan, Dîvân’ın tenkitli metin çalışmasıdır.8

    Kuddûsî’nin Dîvân’ının yanı sıra Hazinetü’l-Esrâr adlı Arapça eseri de yüksek lisans
    tezi olarak çalışılmıştır.9



    1 Kuddûsî, Dîvân, Taş baskı, İstanbul 1291; Kuddûsî, Dîvân (Külliyat-ı Kuddûsî içinde), Konya Mevlânâ Müzesi
    Kütüphanesi, nr.: 2444.
    2 Bk. Ahmet Doğan, Kuddûsî Dîvân’ı –Tenkitli Metin-, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.

    3 Bk. Külliyat-ı Kuddûsî içinde, Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi nr.: 2444.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    AHMED KUDDÛSÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEME GENEL BAKIŞ


    Mutasavvıfımız Ahmed Kuddûsî, XVIII. yüzyılın son çeyreğiyle XIX. yüzyılın ilk
    yarısında Bor’da doğup, yine Bor’da vefat etmiş ve hayatının büyük bir kısmını burada
    geçirmiştir. Yalnız Kuddûsî, Bor’da geçirdiği hayatının on üç yılını çevreden gelen baskılardan
    dolayı zorunlu olarak evinde uzlet hayatı yaşayarak geçirmiştir. Kuddûsî, yaşamının önemli bir
    kesiminide, her mutasavvıf gibi seyahat ederek geçirmiştir. Kuddûsî, bu seyatlardan en uzun
    sürelisini Hicâz’a yaparak, burada on yedi yıl halvet ve uzlet hayatı yaşamıştır. Kuddûsî, kendi
    şahsîyet kemalâtında önemli bir rol oynayan bu seyahatların bir kesimini de Anadolu’nun çeşitli
    merkezlerine yapmış, İstanbul’da belli bir süre ikâmet etmiştir.10 Ayrıca Anadolu’nun dışında,
    Rumeli, Mısır ve Şam’a yolculuklarda bulunmuştur.
    Kuddûsî’nin olgunluk dönemini yaşadığı XIX yüzyılda tüm dünyada düşünce ve
    teknik alanında ilerlemeler yaşanırken özellikle Avrupa her sahada önemli hamlelerde
    bulunmuştur. Osmanlı için dağılma süreci başlamıştır.11 İşte toplumun bütün kesimleri canlı bir
    organizmanın bir parçası gibi olarak ele alırsak, toplumun içinde yaşayan her birey ve kurum
    birbirinden etkilenir.12 Kişinin yetiştiği kültür ortamının, yetişmesi ve kişiliği üzerindeki
    etkilerinin bilinmesi, onun tanınması açısından önemli olduğu düşüncesine dayanarak, bizi direkt
    ilgilendiren bu dönemin genel sosyal, kültürel ve tasavvufî durumunu kısaca ele almakta fayda
    vardır.


    4 Bk. Mustafa Asım Köksal, Hak âşıkı Büyük Mürşid Ahmed Kuddûsî (k.s), Hayatı, Mesleki, Üstün Kişiliği,
    Eserleri, Fon Matbaası. Ankara 1983.

    5 Köksal, age., ss. 44-45.
    6 Bk. M. Emin Eminoğlu, Hak Âşıkı Mer’aşı Zâde Ahmed Kuddûsî Dîvânı, Sebat Basımevi, Konya 1973.

    7 Bk. Fehmi Kuyumcu, Dîvân-ı Kuddûsî, Gaye matbaacılık, Ankara 1982.

    8 Bk. Doğan, Kuddûsî Divân’ı, Ankara 2002.
    9 Bk. Hüseyin Sunar, Ahmed Kuddûsî’nin Hazinetü’l-Esrâr ve Ganîmetü’l-Ebrâr Adlı Eserinin Tercsmesi,
    Tahrîk ve Tahlilî, MÜSBE, (Basılmamış Yüksek lisans Tezi), İstanbul 1998.

    10 Kuddûsî, Nasâih-i Kuddûsî, vr. 203a.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Sosyal ve Kültürel Hayat



    XVIII. yüzyıl, Osmanlının siyasi, sosyal, ekonomik, bilim ve askeri alanda tam olarak
    gerilediği bir dönemdir. Ellinin üzerinde sadrazamın değiştirildiği o dönemin idaresince,
    bilimsel, ekonomik ve sosyal alanda huzur beklemek mümkün değildir. Bu olumsuzluklar
    toplumda çözülmelere sebep olmuş, halk gittikçe fakirleşmiştir.13

    Diğer taraftan ilim kültür ve sanat hayatı ve bilhassa, edebiyatta ülkenin içerisinde
    bulunduğu darboğazın yarattığı huzursuzluğu hisseden kesimler olmasına rağmen, bunlar da
    problemi görmeye ve çözmeye yetmemiştir. Onun için toplumun kültür düzeyi gittikçe
    düşmüş, medreseler gerçek fonksiyonlarını yerine getirmekten uzak kalmışlardır.
    XVIII. yüzyılda faaliyet gösteren tasavvuf erbabı, bütün devlet adamları ile iyi ilişkide
    bulunmuş, bu tasavvuf önderlerinin bir çoğu, devletin, ordunun çeşitli kademelerinde görev
    almıştır.14 Bu asırda devleti idare eden padişahların tamamının tasavvufla veya bazı tasavvuf
    önderleriyle ilişkileri olmuştur. Her padişah, tasavvufu sevdiğini ve eğilimli olduğunu
    göstermekteydi.15 Aynı zamanda bu dönemdeki alimlerin de tasavvufa karşı tutumları müspet
    olmuş ve bir çok âlim tasavvufa intisap etmiştir. Alimlerin rağbet ettiği tarîkatların başında
    Nakşibendilik gelmektedir.16

    III. Selim’den itibaren, yenileşme ve Tanzimat dönemi boyunca ulema genellikle
    devletin yanında yer alarak, desteğini reformlardan yana koydular. Özellikle yönetim ve
    askeri alandaki modernleşme konusunda Şeyhülislâm Abdüllvehhab, Mehmet Tahir, Mustafa
    Asım Efendiler, Kazasker Velizade Mehmet Emin ve Tataruk Abdullah Efendiler, Mehmet
    Es’ad ve Mustafa Behcet gibi medrese kökenliler, Bab-ı Âli’ye destek amacıyla Avrupa ve
    Osmanlı arasında bürokratlık yapmışlar, reformların planlayıcısı ve tavsiyecisi olarak önemli
    rol oynamışlardır. III. Selim ve II. Mahmut’un reformlarına, ulema gibi tarîkat şeyhleri de
    destek sağlamışlardır. Zira bir çok Şeyhülislâm, ya Nakşîliğe ya da Mevlevîliğe müntesiptir.
    Mevleviler, III. Selim ve Sultan Mahmut’un özel ilgisini kazanmışlardır.17 Bu ilgi aslında bu
    yöneticilerle sınırlı bir olgu değildir. Çünkü tarîkatların kurumsallaşması, Osmanlının
    yükselişiyle doğru orantılıdır.18 Bu nedenle, bütün Sultanların bu kurumlarla bir nedenle
    ilişkisi vardır.
    Bu dönem, Osmanlı toplumu için ekonomik yönden hiç de iç açıcı bir dönem değildir.
    İnsanlar gittikçe yoksullaşmış ve bu yoksullukla birlikte toplum, huzursuzluğun ve
    ahlâksızlığın içine gömülmüştür.19 Anadolu’nun bir çok yerinde, özellikle kırsalında ve
    köylerinde kıtlık baş göstermiştir.20

    Toplumun ekonomik alanda zayıflaması, yönetim aleyhtarlarının ellerini
    güçlendirmekteydi. Bundan dolayı, toplumda bahaneler arayan bir çok grup tepkisini ortaya
    koymaya başlamıştır. çeşitli etnik ve ideolojik yapılanmalar, cemaat hareketleri, özgürlükçü
    gruplar saflarını belirginleştirmeye ve kendi isimleriyle ortaya çıkmaya başladılar. Örneğin,
    Yeni Osmanlılar, İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler bu dönemin önemli hareketleri
    olmuşlardır.21

    XIX. Yüzyılda dünya, düşünce, teknik ve coğrafi yönde hızlı gelişmeler yaşarken ve
    Avrupa ülkeleri bir çok konuda ilerleme gösterirken, Osmanlı toplumu gerilemeden
    bozulmaya, dağılmaya hızlı bir şekilde gitmekteydi. Bu durum, tabii olarak tebaanın sosyal ve
    psikolojik dengesini bozmaktaydı.22 Bu nedenle de tasavvufun kurumları, tekke ve zaviyeler
    sosyal çevrelerde ahlâki dejenerasyonun ve maddi sıkıntılardan rahatlamanın panzehiri
    olmuştur. Faziletlerin kaynağı ve düşünce özgürlüğünün sığınağı olarak görülen bu kurumlar,
    bu dönem boyunca Anadolu topraklarında halkın sevgi ve sığınma yeri olarak kabul
    edilmiştir.23 Diğer taraftan XIX yüzyılın ilk yarısında Hıristiyan emperyalizmi korkusuyla
    dine sığınma, aşiretler arası çatışma ve diğer kaosla, halkın ve yöneticilerin yönelişimin
    önemli sebepleridir.24
    Tasavvuf kültürünün kurumları, Türk örf ve adetlerine olumlu yönde renk katmış,
    Türk kültürünün değerini yükseltmede önemli katkı sağlamış ve halkın geleneklerine mânevî
    bir haz vermiştir.25

    XIX. Yüzyılda mutasavvıfların verdiği eserlerin büyük bir çoğunluğu naat, kaside,
    gazel, mersiye gibi tekke edebiyatının bütün türlerini ihtiva eden Dîvânlardan oluşmaktadır.
    Kurum olarak tekkeler, yaşadıkları süre zarfında milyonlarca insanın gönüllerine çare
    olmuş, insanların kafalarındaki soru işaretlerine cevap vermiş, ümitsizliklerini ortadan
    kaldırmış, çaresizlik ve dağınıklıklarını yok etmiştir. İnsanlar gerçek huzura burada
    ulaşmışlardır.26

    Tekkelerin Anadolu insanına kazandırdığı önemli bir alan ise, güzel sanatlar olmuştur.
    Bu insanlar gönüllerinin derinliklerinden kopup gelen sevgi ile oymacılık, kakmacılık,
    çinicilik, tezhip, vitray, ut gibi görsel sanatlarla ortaya koymuşlardır.
    XVIII. asırda kütüphane açma ve koleksiyon oluşturma açısından daha çok medrese ve
    camiler ön plana çıkarken27 XIX yüzyılda tekke kütüphanelerde önemli bir artış meydana
    gelmiştir.28 Bunun yanı sıra bu dönemin aydın mürşidleri, kitap yazmanın, kütüphane
    kurmanın yanı sıra, matbaa bile kurmuşlardır.29

    Aslında Osmanlıdaki şiir üretme dünya tarihindeki en geniş edebi üretim olabilecek
    kadar hacimliyken, alıntı yapılan ve tartışılan şiir listesi hep kısır kalmıştır. Çünkü XIX.
    Yüzyıla kadar çok fazla yazımı yaygınlaşmayan bir kültür söz konusudur.30

    Bu asırda tasavvuf liderleri arasında sevgi saygı ve kardeşliğe dayalı bir ilişki vardır.
    Bu ilişki de halka olumlu olarak yansımaktadır. Ayrıca bu dönemde tasavvuf önderlerinin
    rağbet ettiği güzel sanat dalı şiir olmuştur. Mürşid önderlerin bir kısmı “şâir” denilecek bir
    derecede duygularını şiirle ifade etmeğe çalışmışlardır. İşte bu dönemin sonunda, bu döneme
    ve XIX. yüzyıla şiir dalında adını yazdıracak Ahmet Kuddûsî de önemli şahsiyetler içinde ilk
    sıralardadır. Yâni, dönem her alanda bir kaos yaşarken tasavvufun her zaman olduğu gibi
    kurumlarıyla birlikte bir cazibe merkezi olduğu görülmektedir. Burada görev yapan
    önderlerin de herkes tarafından sevilip sayılması, bu ilim ve kurumların toplum için ne kadar
    önemli olduğunu göstermektedir.
    Aslında Osmanlı döneminde sûfîler, tasavvuf düşüncesine yeni bir katkıda
    bulunmamışlardır. Onlar, önceki sûfîlerin eserlerini, düşüncelerini topluma, halka sunmayı iyi
    bilmişlerdir. Bu da tasavvuf düşüncesi açısından topluma bir canlılık getirmiştir. Osmanlılar
    düşünce/felsefe bazında belki topluma tasavvuf ilmî açısından yeni şeyler vermemişler, fakat,
    şiir sanatı açısından çok önemli katkıları olmuş, çok değerli mutasavvıf şâirler ortaya
    çıkmıştır.31

    XVIII. yüzyılda Dîvân edebiyatı alanında gelişmeler olmuşsa da bir önceki asra göre,
    daha taklitçi ve nazariyeci bir edebiyat düşüncesi karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu dönemde
    başlayan mahallileşme hareketi, Dîvân şâirlerini hece vezniyle de şiir yazmaya sevk etmiştir.
    Bunun sonuncunda Dîvân şiirinin lügati kelimelerle daha da zenginleşmiştir. Dilin
    sadeleşmesi, şiirde ve nesirde halk tabirlerinin kullanılması; yüksek zümre edebiyatı ile halk
    edebiyatı arasındaki yakınlaşmanın çoğalması gibi önemli faydalar sağlayacak girişimler bile,
    halk edebiyatının Dîvân edebiyatı karşısında güçlenmesine yetmemiştir.32

    Diğer taraftan, bu dönemde tasavvuf kültürünün sanata ve edebiyata yaptığı katkı
    azımsanmayacak kadar fazladır. Sûfîlerin engin gönül dünyasında çıkan İlâhî güzellikler
    dışarıya neşv ü nemâ şeklinde aks etmiştir. Onların gönüllerindeki o engin aydınlık işlerine ve
    sanatlarına aks edince, insanı derinden çeken/cezbeden harikulade güzellikler ortaya çıkmıştır.
    Şâir Kuddûsî gibi şiir ustaları bu güzelliklerle şiirler ortaya çıkardılar ve en büyük musiki
    dehaları yine tasavvuf erbabı içinden çıktı.
    Tekke ve tarîkat dünyasında şiir, musiki, beste ile güfte daima beraber olmuştur.
    Bunun da sebebi, zikir meclislerinde okunan ve Dîvânlarda yazılan İlâhîlerdir. Dervişlerce
    ifade edilen bir çok manzum eser yine dervişlerce bestelenmiş, zikir meclislerinin hareket ve
    ritmine uygun olarak notaya alınmıştır.33 Şiirleri bestelenen mutasavvıflardan biri de Ahmed
    Kuddûsî’dir.
    Ekonomik ve siyasi buhranın devlet idaresini yeni arayışlara sevk ettiği bu dönemde,
    edebiyat ve sanat çevreleri için de arayışlar dönemi olmuştur. Bu dönemde Encümen Şâirleri
    adıyla ortaya çıkan grup, dil ve imge bakımından Dîvân şâirlerinin takipçileri olmuş, tasavvuf
    tekke şâirlerinden daha entelektüel ve klasik Dîvân şâirlerinden daha yoğun bir şekilde
    kullanmışlardır.34

    Bu dönemde, tekke çevresinde gelişen edebi geleneğin devamı olarak tekkelerde
    şiirleri çok okunan şâirlerin başında Ahmet Kuddûsî gelmektedir. Bu bakımdan, geleneğin bütün
    birikiminden başarıyla faydalanan Kuddûsî , dinî-tasavvufî Türk edebiyatı tarihinin en çok
    okunan şâirlerinden birisi olmuştur.




    11 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1983, ss. 147-148.
    12 Nazif Öztürk, “Batılılaşma Döneminde Vakıfların Çözülmesine Yol Açan uygulamalar”, Vakıflar Dergisi, sy.
    23, Ankara 1994. ss. 297-305.
    13 Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18.yüzyıl), İnsan Yay., İst. 2003, s. 667.

    14 M. Baha Tanman, H. Kamil Yılmaz, Bandırmalizade Tekkesi, DİA, V, 54-55.

    15 Bk., Nazif Velikahyaoğlu, Sümbüliyye Tarîkatı ve Kocamustafa Paşa Küşşiyatı, İst. 1999, s. 71.

    16 Aynı eser, s. 668.

    17 Heyd Uriel, The Otoman Ulema and Westernization in the Time of Selim III and Mahmut II the Modern
    Middle East, London 1993, s. 29, 59.
    18 Spencer Trimingham, The sûfî Orders in İslâm, Oxford Univercity Press, London 1971, s. 69.

    19 A. Adil, Hadisat-ı Hukukiyye, cüz:11, s. 213-214.
    20 Bk., Kuddûsî, Pendnâme-i Kuddûsî, vr. 26a.
    21 Bk., İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İst. 1994, s. 136-137.

    22 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1953, s. 147-148.
    23 Bk., Yücer, age., s. 103; Nazif Öztürk, Türk Yenileşme ve Tarihi Çevresinde Vakıf Müessesi, Ankara 1995, s.
    33,
    24 Bruinessen, age, s.278.
    25 Bk., C.S. Revnakoğlu, “Tarîkatların Tarihine Toplu Bir Bakış XIII” Tarih Dünyası c. 2. sy.15, Nisan 1957, İst.
    1954, s. 631.
    26 İlgra, Bursa’da Tarîkatlar ve Tekkeler, I, 54.

    27 İsmail E.Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi, Ankara 1988, II, 111.
    28 Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik, s. 176.

    29 Bkz., Beeketzade İsmail Hakkı, Yâd-ı Mazi, İst. 1997, s. 39.

    30 Victoria Rowe Holbrook, The Unreadable Shores of Love: Turkish Modernity and Mystic Romance,
    Univercity of Texas Press 1997, s. 5.
    31 Aynı eser, s. 280.
    32 Nihat Simi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II, İst. 1983.(Banarlı, Türk Edebiyatı,), II, s. 742.

    33 Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, Dergah Yay., İst. 2005, s. 84.

    34 Ömür Ceylan, Böyle Buyur da Sûfî, Tasavvuf ve Şerh Edebiyatı Araştırmaları, Kapı Yay., İst. 2005, s. 84.

    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Tarîkat liderlerinin çoğu, çağdaş gelişmeleri yakından takip ederek, taklitçi bir anlayıştan uzak, sûfî
    düşüncesinin “mürşid” portresine uygun tahkiki düşünceye mensup kişilerdir. Yine bunlar
    tasavvufî hayatın daha iyi yaşanması için, kavramlar üzerine yeni yorumlar yapılarak körü
    körüne bağımlılığı yıkıp, karşılaştıkları problemler için içtihad yapmaktan kaçınmamışlardır.
    İkinci neden ise, bu topraklarda inşa edilen tekke ve zaviyelerin sosyal yaşam
    üzerindeki olumlu etkisidir. Buralar, halk tarafından dinî, siyasî ve sosyal dayanışma
    mekânları olarak kabul edilmiştir. Zâviye denilince, hastane, okul, yetimhane, darülaceze,
    sosyal yardımlaşma vakfı ve şefkat evleri akla gelmiştir. Yolculuğa çıkan insanlar, bu
    zaviyelerde dinlenerek yorgunluklarını atmışlardır. Çöl sıcaklığının boğucu havası, zaviyenin
    serinletici mânevî havasıyla bertaraf edilmiştir. Buraya gelen insanlar, güler yüzle, samimi ve
    sıcak bir kardeşlik duygusuyla karşılanır, karnı doyrulur, yatacak yer verilir, hastaysa tedavi
    edilir, fakir ise gideceği yerdeki zaviyeye ulaşıncaya kadar yol masrafları karşılanırdı.59

    Bu dönemde bölgedeki tarîkatların kültür yapısı, tarîkatlı tarîkatsız ayrımını tamamen
    ortadan kaldırmış, yapay mezhep ve tarîkat gruplaşması söz konusu olmamıştır. Doğudaki
    bazı tarîkatlarda görülen “ihvan”ı gözetleme ve kollama düşüncesi, buradaki tasavvuf
    erbabıncada izlenmemiştir.60

    İşte böyle bir ortamda Kuddûsî, gençliğinden vefatına kadarki dönemde, sırasıyla I.
    Abdülhamid (1774-1789), III. Selim (1789-1807), IV. Mustafa (1807-1808), II. Mahmut
    (1808-1839) ve I. Abdülmecid (1839-1861) gibi Sultanlarının yönetimine şahit olmuştur. O,
    bu Padişahlardan sadece Abdülmecid’i anmakta; onun icraatlarını övmekte ve onun için hem
    dua etmekte, hem de halkı padişah için duaya çağırmaktadır. Bu padişahların tümünün
    icraatlarına baktığımız zaman, Kuddûsî’nin, Abdülmecid için söylediklerinin nedeni ve
    hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır. Zira Abdülmecid tarîkat ehli ile iyi geçinmiş, hatta
    vefatından sonra dervişlerin türbesinde, Hatm-i Hâcegan okumasını vasiyet etmiş61 ve
    vefatından kısa süre önce Hâlidiye tarîkatına intisab edip, bir tekke inşa etmiştir.62


    Halîfe Hazret-i Hak ‘âşıkı ‘Abdülmecîddür

    İder ‘uşşâk-ı Hakka i’tibâr elhamdülillah

    Tolu kalb-i şerîfinde fütûhât ârzûsu hem
    Dün ü gün izne eyler intizâr elhamdülillah

    Nuhûset kalkdı ümmet üzerinden himmetiyle
    Sa’âdet toğdı şimdi âşikâr elhamdülillah

    Salâha meyl ider da’im fesâd ehlini sevmez
    Salâh ehliyle eyler iftihâr elhamdülilla
    h63


    Kuddûsiye göre, Sultan Abdülmecid dönemi, ondan önceki sultanlara kıyasla halk
    açısında en iyi yönetilen dönemdir. Seleflerinin halk üzerinde uyguladığı yönetim baskısı
    Abdülmecid döneminde azalmış, halk birçok konuda daha da özgür bir hayat yaşama
    imkânına kavuşmuştur. Sultan özellikle, sosyal, kültürel ve dini konularda halka daha özgürce
    hareket edebilme imkanı sağlamıştır. Abdülmecid, halkın değer verdiği kanaat önderlerine,
    ilim ehline ve salih kişilere kendisi de değer vererek halkın hoşnutluğuna mahzar olmuştur.
    Sosyal ve ekonomik açıdan sıkıntılar yaşayan halka şefkat ve merhamet göstererek, zor
    şartlarda bile insanların kendisine karşı sevgi ve hürmet göstermesini sağlayabilmiştir.
    Kuddûsî, Abdülmecid’in her tabakadaki insan guruplarına müşfik ve sevecen yaklaşımını
    aşağıdaki beyitlerle açıkça ortaya koymaktadır.

    Cihânın halkına bir ni’met-i ‘uzma halîfe
    İbad-ı Müslimîne rahmet-i Mevlâ halîfe

    Husûsâ bu halîfe kim adı ‘Abdülmecîddür
    Yedi ceddinden artık ekrem ü eshâ halîfe

    Sever Sâlihleri eyler hemîn ihsân telattuf
    Virir muhtâclara dînâr ider iğnâ halîfe

    Olalım rûz u şeb meşgûl du’âya anın içün
    Ki bulsun dü cihânda rütbe-yi bâlâ halîfe

    Yalan dimen bu Kuddûsî fakîrin sözine kim
    Yakında gelmemiş böyle melek-sîmâ halîfe
    64


    XIX. yüzyılda Osmanlı devleti Bektaşilik de dahil olmak üzere bütün tarîkat
    mensuplarına karşı daha dikkatli, mesafeli ve endişeli bakmıştır. Devletin bu tutumu Sultan
    Abdülmecid tahta çıkana ve Tanzimat fermanının ilan edilmesine kadar sürmüştür.65işte
    Abdülmecid’in bu hoşgörülü ve tam olmazsa da özgürlükçü uygulamaları onu Kuddûsî gibi
    tasavvuf ehlinin sempatisini kazanmaya götürmüştür.
    Tanzimat fermanıyla bir çok kurumun düzeltilmesine yönelik uygulamanın içinde
    tasavvuf kurumları yoktur. Fakat Bektaşilik için alınan sert tedbirler diğer tarîkatların
    kendilerine çeki düzen vermesine neden olmuştur. Sultan Abdülmecid bu tedbirlerin
    uygulanmasını istemediği için uygulamadan kaldırdı. Diğer taraftan tarîkatlar da otokritik
    yaparak bu konuda Sultana yardımcı olmuştur.66

    XVIII. yüzyılda, tasavvuf erbabının problemleri, aralarında saygı duydukları mânevî
    otorite sahibi şeyhlerce çözümlendiği, bunlar, yönetim tarafından “Reisülmeşayih” veya
    “Şeyhülmeşayih”67 gibi yarı resmi payeler verilerek desteklenmiştir. XIX yüzyıla geldiğinde
    ise, Osmanlı idaresi altındaki toprakların her tarafına dağılan tekkeleri ve her hangi bir
    otoriteye bağlı olmayan mutasavvıfları tek elden kontrol etmek için, Şeyhülislâma bağlı olan
    merkezde Meclis-iMeşâyıh68, taşrada ise, Encümen-i Meşayih kurulmuştur.69
    Bu asır tasavvuf meşayih/mürşidleri arasında, birden fazla tarîkattan icazetli
    olmak/cami-i turuk olmak yaygınlaşmıştır. Bunun en yakın örneği, bu dönemin ileri gelen
    mutasavvıfı Ahmed Kuddûsî’dir.70 Kuddûsî’nin Dîvânında yer alan şu beyti, onun ne derece
    yüksek bir ilme ve tasavvufî yeterliliğe sahip olduğunu göstermektedir:
    Yok ayrı gayrı evliya yollarının hak cümlesi
    Hem Halvetî hem Celvetî hem Kadirî hem Nakşîyem71

    Bu anlayışı onu hem mürşidler yanında, hem de halkın gözünde daha da büyütmüştür.
    Bu düşüncesinden dolayı bir çok tekke şeyhi onun Dîvân’ını mürîdler için okunan tek kitap
    olarak tavsiye etmişlerdir. Örneğin İskilipli Şeyh İbrahim Ethem, dervişlerine iki kitap tavsiye
    etmiş, bunlardan biri Kuddûsî Dîvânı, diğeri Mızraklı İlmihaldır.72 Kuddûsî Dîvânı aslında
    XIX. yüzyılda ve sonraki dönemlerde en çok okunan ve ezberlenen Dîvânların başında
    gelmektedir.73





    35 Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, Dergah Yay., 3. Baskı, İst. 1990, s. 170.

    36 İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, İlim ve Sanat Dergisi, İst. 1985, c. VI, s. 14, 39.

    37 Kara, Madalyonun Bir Yüzü, Tekkeler Kapandı İyi Oldu, Dergah Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, İst. 1983, s.
    10, 14.
    38 Ziya Kazıcı, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Urfa’daki Vakıf Hizmetleri, MÜİFD, S. 5-6, İst. 1993, s. 94.

    39 Bkz., Ziya Kazıcı, İslâmi ve Sosyal Hizmetler Açısından Vakıflar, MÜİFD Yayınları, İst. 1985, s. 115.

    40 Ahmet Yücekök, Türkiye’de Din ve Siyaset, İst. 1976, s. 34-35.

    41 İhsan Süreyya Sırma, 19. Yüzyıl Osmanlı Siyasetinde Büyük Rol Oynayan Tarîkatlara Dair Vesika, İÜEF
    Tarih Dergisi, S. 31, İst. 1977, s. 183-185.
    42 Alexandre Popovic-Gilles Veinstoin, İslam Dünyasında Tarîkatlar, çev. Osman Türer, Suf Yay., İst. 2004, s.
    111-112.
    43 Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, s. 187.
    44 Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, s. 109-110.
    45 Abdulbaki Gölpınarlı, Tasavvuf, Turan kitapevi, İst. 2004, s. 226.

    46 Mahmut Cevad, Maârif-i Umumiyye Nezareti Tarihçe-i Teşkilat İcraatı, İst 1328, s. 83.

    47 Bkz., M. Çağatay Uluçay, Abdülmecid, İst. 1956, s. 45-46.

    48 Aynı mad., s. 57.
    49 Kuddûsî, Dîvân, s.
    50 Cevdet Küçük, Abdülmecid, DİA, I., İst. 1988, s. 262.

    51 Abdurrahman Memiş, “Osmanlı’da Tekkeler, Sosyal Fonksiyonları ve İstanbul’da Hâlidi Tekkeleri” Osmanlı

    Ansiklopedisi, İst. 1992, VI, s. 514.

    52 Bk. Kara. Tekke ve Zaviyeler, s. 186.
    53 Kara, Tekke ve Zaviyeler, s. 185,212.
    54 Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatlar, Sır Yay., İst. 2004, s. 246.

    55 Bk., Martin Van Bruinessen, Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structure of Kurdistan,
    London1992, s. 278; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. yüzyıl), İnsan Yay., İst. 2003, s.
    33, 51; Albert Hourani, Shaikh Halid and the Naqshband Order (ed. S. M. Stern, A. Hourani, V. Broun), İsamic
    Philosophy and Classical Tradition, Oxford 1972, s. 94-100.
    56 Neşet Çağatay, Bir Sosyal Kurum Olarak Ahilik, TTK Yay., Ankara 1992; Ali Tenik, Ahiliğin Tasavvufî
    Boyutu ve Şanlıurfa’da Ahilik İzleri
    , Mârife Dergisi, sy. 2, Konya 2002, s.

    57 Jamil M. Ebu’n-Nasr, The Tijaniyya, Oxford 1965, s. 27.
    58 Ahmet Hilmi Filibeli, Senüsiler ve Sultan Abdülmecid, (haz. İsmail Cömert), İst. 1992, s. 11

    59 Aynı eser, 11-20; Mustafa Kara “Şâzeliyye?”, Mezhepler ve Tarîkatlar Ansiklopedisi, İst. 1987, s. 87.

    60 Bk. Kadir Özköse, Muhammed Senûsî, Hayatı, Eserleri, Hareketi, İnsan Yayınları, İstanbul 2000; B.G.
    Martin, Sömürgeciliğe Karşı Afrika’da Sûfî Direnişi, (Fatih Tatlılıgölü, İnsan Yay., İst. 1988, s. 25-27; İbrahim
    Ethem Bilgin, “Afrika’da İslâm’ın Yayılışında Tasavvufun Rolü”, İlim ve Sanat, sy 7, İst. 1986, s. 89.

    61 Kara, Tanzimat’tan Cumhuriyete Tasavvuf ve Tarîkatlar, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi,
    İletişim Yay., İst. 1985, IV, s. 984.

    62 Memiş, agm., s. 518.
    63 Kuddûsî, Dîvân, s. 185.
    64 Kuddûsî, Dîvân, s. 184
    65 Kara, Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 479.

    66 Aynı eser, s. 281.

    67 Vassaf, Sefine, I, 342; Mahmut Kemal İbnülemn, Son asır Türk Şâirler, İst. 1970 (I-XII),X, 1676.

    68 Yücer, age, s.856.
    69 Mehmet Demirci, Türkiye’nin Çağdaşlaşma Süresinde Tarîkatlar, Türkiye Günlüğü, sy, 45, İst. 1997, s. 17.

    70 Kara, Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 424,

    71 Kuddûsî, Dîvân (Külliyat), s. 218.
    72 M. Asım Köksal, age., s.21.
    73 Aynı eser, s. 367.

    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    Tasavvufî Durum


    Genelde tasavvuf ilmine düşünce ve felsefe yönünden Osmanlı döneminde fazlaca bir
    katkı söz konusu olmamakla birlikte, konuyu sosyal yaşam yönünden bakıldığında tarîkatların
    sistemleşmesi, kurumlaşması ve bunun topluma aktarılması konusunda Osmanlıların katkısı
    büyük olmuştur.35

    Osmanlıların son döneminde tasavvuf ve tarîkatlar, halkın dînî ve ahlâki yapısına
    kaynaklık eden, onları kaynaştırıp olgunlaştıran özellikle büyük şehirlerde yaygın olarak
    rağbet edilen bir kurum halini almışlardır.36 Osmanlıların son dönemini yaşadığı XIX.
    yüzyılda ise tasavvuf, toplumun her kesiminde etkili bir konuma yükselmiştir. Bu dönemde
    tekkeler bir çok coğrafyada olduğu gibi, Osmanlı toplumunda da asli fonksiyonlarına
    dönerek, dernek, sendika, okul, hastane, misafirhane, spor merkezi, belediye gibi bir çok
    kurumun görevini üstlenmiştir.37 Örneğin bu dönemde Üsküdar ve Urfa’daki Miskinler
    tekkeleri birer cüzam hastanesi olarak görev yaparak, çevrelerinde devamlı olarak doktor
    bulundurur ve şehre gelenlerin sağlık kontrolünü yapar, hasta olanları tedavi amacıyla
    barındırırdı.38 Üsküdar miskinler tekkesi kadın-erkek, büyük küçük demeden cüzamlı
    hastaları kabul eder, kendilerinden bir şeyh tayin edilir ve özel ritüeller düzenlerdi.39

    Tasavvufa elit tabaka nezdinde gösterilen ilgi, alt tabakayı da etkilemiştir. Yâni tasavvuf
    toplumun her tabakasında etkin bir konuma gelmiştir.40

    Osmanlı Padişahlarından bir çoğu, politik amaçlarla da olsa tekkelerle daima ilişki
    içinde olmuşlardır ve Padişahların çoğu çeşitli tarîkatlara intisab etmişlerdir.41 Tekkelerin
    yaygınlaşıp çoğalmasında yine devlet adamlarının sağladığı maddi ve sosyal destek de söz
    konusudur. XIX. Yüzyılda tekkelerin ve oralarda ikamet eden dervişlerin büyük
    çoğunluğunun, düzenli bir şekilde yapılan para ve gıda maddesi bağışlarına bağımlı durumda
    oldukları bilinmektedir.42

    XIX. yüzyıl, Osmanlılarda tasavvuf kültürü açısından önemli olayların gelişmesine
    şahit olmuştur. Örneğin, bu yüzyılda Yeniçerilikle birlikte Bektaşilik tarîkatı da kapatılmıştır.
    II. Mahmut’un tekke ve tarîkat hayatını yakından ilgilendiren 1811 tarihli fermanıyla, saray,
    resmen tarîkatların bazı geleneklerine müdahale etmiştir. Fakat, tekke mensuplarının
    yetkilerinin bazılarına dokunulmamıştır.43

    Bu dönemde Kuddûsî’nin bizzat görüştüğü, aralarında semimi bir dostluğun oluştuğu
    ve aynı zamanda eserlerinde hep hayırla yad ettiği Sultan Abdülmecid’in de önemli icraatları
    olmuştur. Örneğin Sultan Abdülmecid döneminde, Darü’l-Mesneviler açılmıştır. Hatta o
    dönemde, İstanbul’da bulunan iki meşhur Darü’l-Mesnevinin bizzat Sultan Abdülmecid’in de
    hazır bulunduğu bir törenle açıldığı rivâyet edilmektedir.44 Sultan Abdülmecid, aynı zamanda
    1826’da Vak’a-yı Hayriye yasasıyla adlandırılan Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla birlikte,
    Bektaşi tekkelerinin kapatılması kararını kaldırarak bu tekkelerin tekrar faaliyete geçmesine
    izin vermiştir. Bu kararla birlikte Bektaşiler rahat hareket etme ve tarîkat kıyafetlerini
    serbestçe giyme özgürlüğüne kavuşmuşlardır.45

    Abdülmecid dönemi, ıslahat tarihi açısından büyük bir önem taşır. Padişah çeşitli
    unsurları eşitlik prensibi içinde birleştirmeye çalıştı. Fakat gayr-i Müslim kesimlerde uyanan
    milliyetçilik duygularının ıslahat fermanının getirdiği imtiyazlarla desteklenmesi, dini,
    ekonomik ve ulusal haklara kavuşan azınlıkların, Batılılarca da desteklenmeleri, bu birliğin
    kurulmasını zorlaştırmıştır.46

    Abdülmecid, kendinden önceki sultanlar gibi bütün uygulamalarını, icraatlarını ve
    düzenlemelerini, şeriata uygun yapmak zorunda olduğu inancıyla hareket etmiştir. Ve aynı
    zamanda, devlete devrinin şartlarına uygun bir düzen vermek inancında olduğu için, ıslahatçı
    düşünceye sahip devlet adamlarını desteklemiştir.47

    Abdülmecid, yönetimi süresince halkla sıcak bir diyalog içine girmiştir. Padişahların
    sarayda halka kapalı kalma geleneğine son vererek, zaman zaman halkın arasına katılıp
    onların sorunlarıyla ilgilenmiştir.48 Abdülmecid’in halkla olan bu içten diyalogları
    Kuddûsî’nin dikkatini çekmiş ve bundan dolayı halkı Abdülmecid için sık sık dua etmeye
    çağırmıştır.49 Abdülmecid halka yakın olmak için de, zaman zaman topluca yapılan tören,
    merasim ve imtihanlara katılmıştır.50

    Bu dönemin tasavvuf ve tarîkatlar açısından en önemli gelişmelerinden birisi de,
    tekkelerin hiyerarşik olarak denetlenmesini sağlayacak merkezi bir sistemin oluşmasını
    sağlayan Meclis-i Meşâyih Başkanlığının tesis edilmesidir.(1868).51 Çünkü bu yüzyılda
    tarîkat ve tekkelerin içinde bulunduğu olumsuz durumun düzeltilmesi ve halkın nazarından
    düşen itibarın tekrar eski haline getirilmesi için, tasavvuf erbabı bazı ıslahatlar yapmıştır.
    Yeni cemiyetler kurulmuş ve yayın organları basın-yayın hayatına geçmiştir.52

    Bir önceki döneme, yâni XVIII. Yüzyıla baktığımızda, tekke ve zaviye gibi
    kurumlarıyla, sanat alanında en kalıcı eserler ortaya konulmuştur.53

    Bu sanatları koruyan ve kollayan, gelişmesine ve güzelleşmesine katkıda bulunan yine
    tekkeler olmuştur. Bunun da göstergesi, o dönemin en büyük şâirleri, en büyük musiki
    dehalarının tasavvuf çevresi içinden çıkmasıdır. Eşrefoğlu Rumî (ö. 874/1469), Niyazi-i Mısrî
    (ö. 1105/1694), Şeyh Galib (ö. 1214/1799) ve Kuddûsî (ö. 1265/1849) ile yaygınlaşan
    edebiyat, tekke atmosferini terennüm etmiş, tarîkat ahlâkını işlemiş, tasavvufun ahkamını
    gönüllere sunmuş ve mürîdlik dervişlik kuralları en güzel şekilde ortaya konulmaya
    çalışılmıştır.54 Sûfî dervişler tarafından yazılan yüzlerce Dîvân, tasavvufî düşüncenin bir çok
    konusunu, Kuddûsî’de de görüldüğü gibi, tasavvufun ilkelerini coşkun bir ruh haliyle ortaya
    koymuştur. Bu eserler, insanların gönüllerini aydınlatmaya çalışan birer ışık olmuşlardır.
    Bu dönemde bazı tarîkatların, halkın sosyal hayatına girip, siyasilerin ve idarecilerin
    çözümünde zorlandığı sorunlara hal çaresi bulması tasavvuf ve tarîkatların halk nezdindeki
    popülaritesini artırmıştır. Örneğin, doğudaki aşiret mensubu insanların önemli bir sosyal
    yarası haline gelen, kan davası, evlilik, miras gibi konularda aşiret ağalarının ve yöneticilerin
    çözüm üretemediği meseleleri tasavvuf ve tarîkat erbabı çözmüştür.55

    Osmanlı toplumunda çalışanların haklarını koruyan, onları maddî ve mânevî bir örgüt
    çatısı altında toplayıp her gün mânevî takviyenin yapıldığı Ahilik56 teşkilatı gibi bir kurumun
    çok canlı olarak bulunmaması, büyük bir handikaptır. İnsanların sosyal haklarını koruyacak,
    bürokratik bir şekilde güvenceye alacak dernek, sendika, büro ve belediye gibi kurumların
    olmaması, insanları tarîkat ve tekkelere çekmiştir. Tarîkat ve tekkeler doğal bünyelerinde
    yürüttükleri sosyal çalışmalarla insanları kendilerine çeken önemli kurumlar olmuştur.
    Tasavvuf ve tarîkatların, halka insanî yaklaşımları ve sosyal hayata olumlu katkıları
    sadece Anadolu topraklarında ya da Osmanlı yönetimine bağlı coğrafya ile sınırlı
    kalmamıştır. Tasavvuf anlayışı ve kurumları, İslâm bölgelerinin çoğunda etkin bir rol
    oynamıştır. Örneğin bu yüzyılda tarîkatlar, Afrika Kıtası’nın çeşitli kesimlerinde iki önemli
    rol oynamıştır. Birincisi sömürgecilikle birlikte bu topraklara giren misyonerlik faaliyetlerini
    durdurmuş, ikincisi ise, medrese ve zaviyelerde insanların maddi ve sosyal ihtiyaçlarını yerine
    getirmeye çalışmış ve İslâm’ın yayılmasına hizmet etmiştir.57

    Bu yüzyılda Kuzey Afrika tarîkatları Doğu tarîkatlarından daha yoğun bir şekilde
    insanların sosyal hayatlarına katkıda bulunmaları sebebiyle, tasavvuf ve tarîkat önderleri, halk
    tarafından sömürgeci yönetimlere karşı özgürlük mücadelesinde lider durumuna
    getirilmişlerdir.58 Onların insanların sorunlarını çözmeye çalışmaları ve halkla iç içe
    yaşamaları iki nedenden kaynaklanmaktadır: Birincisi, tarîkat liderlerinin yetişme şartları ve
    halka karşı tavırlarıdır. Onlar bazı klasik Doğu tarîkat şeyhleri tipinden uzak, özellikle
    fikirlerini yazarak açıklayan birer entelektüel lider prototipini göstermişlerdir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Ahmed Kuddûsî (ks)

    KUDDÛSÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ



    Ahmed Kuddûsî’nin diğer bir çok mutasavvıflardan farkı, hayatıyla ilgili bilgilerin
    kendi eserlerinde detaylı bir şekilde yer almasıdır. Gerek kendi eserlerinde, gerekse dönemin
    tarih kaynaklarında onun doğumunun, ölümünün ve hayatı boyunca karşılaştığı ve yaşamında
    önemli izler bırakan olaylar yer ve tarih olarak çok açık bir şekilde kaydedilmektedir.
    Çalışmamızda hayatıyla ilgili kronolojik tespitleri yaparken, özellikle onun kendi
    ifadelerinden hareketle, dönemin sosyal ve kültürel olaylarıyla ilişkilendirmeye ve genel tarih
    zeminine oturtmaya gayret gösterdik. Kuddûsî’nin hayatını tespit ederken menkabevî
    kişiliğini değil, kendi dilinden, tarihî ve gerçek kişiliğini ön plana çıkarmaya gayret ettik.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Sayfa 1/4 123 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Ahmed Urfalı
    By BaRLa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 09.06.09, 07:34
  2. Üçüncü Ahmed Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 10:08
  3. İkinci Ahmed Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 10:06
  4. Üçüncü Ahmed Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.08, 12:47
  5. İkinci Ahmed Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.08, 12:45

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •