Sayfa 2/2 İlkİlk 12
17 sonuçtan 11 ile 17 arası

Konu: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    Onüçüncü Mektub

    بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    َالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى وَالْمَلاَمُ علَى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوَى


    Aziz kardeşlerim,
    Hâl ve istirahatımı ve vesika için adem-i müracaatımı ve hâl-i âlem siyasetine karşı lâkaydlığımı pek çok soruyorsunuz. Şu sualleriniz çok tekerrür ettiğinden, hem mânen de benden sorulduğundan; şu üç suale, Yeni Said değil, belki Eski Said lisaniyle cevap vermeğe mecbur oldum.

    Birinci Sualiniz: İstirahatın nasıl? Hâlin nedir?..

    Elcevap: Cenab-ı Erhamürrâhimîne yüzbin şükür ediyorum ki; ehl-i dünyanın bana ettiği envâ-ı zulmü, envâ-ı rahmete çevirdi. Şöyle ki:

    Siyaseti terk ve dünyadan tecerrüd ederek bir dağın mağarasında âhireti düşünmekte iken, ehl-i dünya zulmen beni oradan çıkarıp nefyettiler. Hâlık-ı Rahîm ve Hakîm, o nefyi bana bir rahmete çevirdi. Emniyetsiz ve ihlâsı bozacak esbaba mâruz o dağdaki inzivayı emniyetli, ihlâslı Barla Dağlarındaki halvete çevirdi. Rusyada esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, âhir ömrümde bir mağaraya yüklemedi. Yalnız Barla'da iki üç adamda bir vehhamlık vardı. O vehhamlık sebebiyle bana eziyet verildi. Hatta o dostlarım, güya istirahatımı düşünüyorlar. Halbuki o vehhamlık sebebiyle hem kalbime, hem Kur'ânın hizmetine zarar verdiler. Hem ehl-i dünya bütün menfîlere vesika verdiği ve cânileri hapisten çıkarıp affettikleri halde, bana zulüm olarak vermediler. Benim Rabb-i Rahîmim, beni Kur'anın hizmetinde ziyade istihdam etmek ve Sözler nâmiyle envâr-ı Kur'aniyeyi bana fazla yazdırmak için, dağdağasız bir surette beni şu gurbette bırakıp, bir büyük merhamete çevirdi. Hem ehl-i dünya, dünyalarına karışabilecek bütün nüfuzlu ve kuvvetli rüesâları ve şeyhleri, kasabalarda ve şehirlerde bırakıp akrabalariyle beraber herkesle görüşmeye izin verdikleri halde, beni zulmen tecrid etti, bir köye gönderdi. Hiç akraba ve hemşehrilerimi, bir iki tanesi müstesna


    sh:» (T: 165)

    olmak üzere yanıma gelmeye izin vermedi. Benim Hâlık-ı Rahîmim, o tecridi, benim hakkımda bir azîm rahmete çevirdi. Zihnimi sâfi bırakıp, gıll ü gıştan âzâde olarak, Kur'an-ı Hakîmin feyzini, olduğu gibi almağa vesile etti. Hem ehl-i dünya, bidayette, iki sene zarfında iki âdi mektub yazdığımı çok gördü. Hattâ şimdi bile, on veya yirmi günde veya bir ayda bir iki misafirin sırf âhiret için yanıma gelmesini hoş görmediler, bana zulmettiler. Benim Rabb-ı Rahîmim ve Hâlık-ı Hakîmin, o zulmü bana merhamete çevirdi ki, doksan sene mânevî bir ömrü kazandıracak şu şuhûr-u selâsede, beni bir halvet-i mergûbeye ve bir uzlet-i makbûleye koymağa çevirdi. Elhamdülillâhi Alâ Külli Hal. İşte hâl ve istirahatım böyle...

    İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?

    Elcevap: Şu mes'elede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. Şu mânânın hakikatı şudur ki:

    Başa gelen her işte iki sebeb var: Biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebeb oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikidir; beni bu inzivaya mahkûm etti. Sebeb-i zâhirî zulmetti, sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zahirîsi şöyle düşündü: «Şu adam, ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder, belki dünyamıza karışır» ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti. Kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkiyle ve ihlâsla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi. Mademki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir, ona müracaat ederim. Zahîri sebep ise, zaten bahane nev'inden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânâsızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu. Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım, ve ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terk ettiğim halde, düşündükleri bahaneler, evhamlar elbette asılsız olduğundan, onlara müracaatla, o evhamlara bir hakikat vermek istemiyorum. Eğer uçları, ecnebi elinde olan dünya siyasetine karışmak için bir iştiham olsaydı, değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh edecekti kendini gösterecekti. Halbuki sekiz senedir bir tek gazete okumak arzum olmadı ve okumadım.

    sh:» (T: 166)
    Dört senedir burada taht-ı nezarette bulunuyorum, hiçbir tereşşuh görünmedi. Demek Kur'an-ı Hakîmin hizmetinin, bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.

    Adem-i müracaatımın ikinci sebebi şudur ki: Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâva etmek, bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâb etmek istemem.

    Üçüncü Sualiniz: Dünyanın siyasetine karşı ne için bu kadar lâkaydsın? Bu kadar safahât-ı âleme karşı tavrını hiç bozmuyorsun? Bu safahâtı hoş mu görüyorsun? Veyahud korkuyormusun ki, sükût ediyorsun?

    Elcevap: Kur'an-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden menetti. Hattâ düşünmesini de bana unutturdu. Yoksa bütün sergüzeşt-i hayatım şâhiddir ki: Hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı, korku, elimi tutup menedememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak! Dünya ile, ecelimden başka bir alâkam yok. Çoluk çocuğumu düşüneceğim yok. Malımı düşüneceğim yok. Hânedanımın şerefini düşüneceğim yok. Riyakâr bir şöhret-i kâzibeden ibaret olan şan ve şeref-i dünyeviyenin muhafazasına değil, kırılmasına yardım edene rahmet... Kaldı ecelim; o, Hâlık-ı Zülcelâlin elindedir. Kimin haddi var ki, vakti gelmeden ona ilişsin. Zaten «İzzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz.» Eski Said gibi birisi şöyle demiş:
    وَ نَحْنُ اُنَاسٌ لاَ تَوَسُّطَ بَيْنَنَا
    لَنَا الصَّدْرُ دُونَ الْعَالَمِينَ اَوِ الْقَبْرُ

    Belki hizmet-i Kur'an, beni hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye-i beşeriyeyi düşünmekten menediyor. Şöyleki:

    Hayât-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda Kur'anın nuriyle gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkin olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle o pis çamuru, misk-ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder, fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar...


    sh:» (T:167)

    İşte bunlara karşı iki çare var.
    Birisi: Topuz ile, sarhoş yirmisin ayıltmaktır.
    İkincisi: Bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.

    Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam elinde topuz tutuyor. Halbuki o bîçare mütehayyir olan seksene karşı hakkiyle nur gösterilmiyor.. gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, «Acaba nurla beni celbedip topuzla dövmek mi istiyor?» diye telâş eder. Hem de bazen ârızalarla topuz kırıldığı vakit.. nur dahi uçar veya söner.

    İşte o bataklık ise, gafletkârane ve dalâlet-pîşe olan sefihane hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüh eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir; fakat çıkarmıyorlar.. kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar.. mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise, siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise, hakaik-ı Kur'aniyedir. Nura karşı kavga edilmez. Ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytân-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte ben de Nur-u Kur'anı elde tutmak için,
    اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım. Gördüm ki: Siyaset cereyanlarında; hem muvafıkta, hem muhalifte, o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telâkkiyatlarından müberra ve sâfi olan bir makamda verilen ders-i Kur'an ve gösterilen envâr-ı Kuraniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir. Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola. «Elhamdülillâh» siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur'anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar, kıyametlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor.
    وَقَالُوا اْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِاْلحَقِّ
    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

    SAİD NURSÎ

    * * *

    sh:» (T: 168)

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    Altıncı Mektub

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    سَلاَمُ اللَّهِ وَرَحْمَتُهُ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمَا وَعَلَى اِخْوَانِكُمَا مَادَامَ الْمَلْوَانِ وَتَعَاقَبَ الْعَصْرَانِ وَمَا دَامَ الْقَمَرَانِ وَاسْتَقْبَلَ الْفَرْقَدَانِ


    Gayretli kardeşlerim, hamiyetli arkadaşlarım ve dünya denilen diyar-ı gurbette medar-ı tesellilerim.

    Madem Cenab-ı Hak, sizleri, fikrime ihsan ettiği mânâlara hissedar etmiştir; elbette hissiyatıma da hissedar olmak hakkınızdır. Sizleri ziyade müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyade elîm kısmını tayyedip, bir kısmını sizlere hikâye edeceğim. Şöyleki:

    Şu iki üç aydır pek yalnız kaldım. Bazen onbeş yirmi günde bir defa misafir yanımda bulunur. Sair vakitlerde yalnızım. Hem yirmi güne, yakındır, dağcılar yakınımda yok, dağıldılar...

    İşte gece vakti, şu garibane dağlarda sessiz sedasız, yalnız, ağaçların hazinane hemhemeleri içinde, kendimi birbiri içinde beş muhtelif renkli gurbetlerde gördüm.

    Birincisi: İhtiyarlık sırriyle, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garib kaldım. Onlar beni bırakıp Âlem-i Berzaha gittiklerinden neşet eden hazin bir gurbeti hissettim. İşte şu gurbet içinde ayrı diğer bir daire-i gurbet açıldı. O da geçen bahar gibi alâkadar olduğum ekser mevcudat beni bırakıp gittiklerinden hasıl olan firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki; vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibane vaziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi. Ve şu gurbetten dahi şu fâni misafirhaneden ebedül-âdâb tarafına harekete âmade olan ruhumu, fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden «FESÜBHANALLAH» dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryad ile dedi:
    sh:» (T: 162)
    Yâ Rab! Garîbem, bîkesem, zaîfem, nâtuvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,

    Bî-ihtiyarem, e'laman-gûyem, afüv-cûyem, meded-hâhem zidergâhet İlâhî!

    Birden; nur-u iman, feyz-i Kur'an, lûtf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nurâni ünsiyet dairelerine çevirdiler. Lisanım, حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ söyledi. Kalbim,
    فَاِنْ تَوَلَّوْ فَقُلْ حَسْبِىَ اللَّهُ لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
    Âyetini okudu. Aklım dahi ızdırabından ve dehşetinden feryad eden nefsime hitaben dedi:
    Bırak bîçare feryâdı, belâdan kıl tevekkül. Zîra feryad, belâ-ender, hata-ender belâdır bil.

    Belâ vereni buldunsa eğer; safa-ender, vefa-ender, atâ-ender belâdır bil.

    Madem öyle; bırak şekvayı şükret, çün belâbil, dema keyfinden güler hep gül mül.

    Ger bulmazsan; bütün dünya cefa-ender, fena-ender, heba-ender belâdır bil.

    Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan.

    Gel tevekkül kıl. Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün; o güldükçe küçülür eder tebeddül.

    Hem üstadlarımdan Mevlâna Celâleddinin nefsine dediği gibi dedim:

    اُو ُفْتِ اَلَسْتُ وتُو ُفْتِى بَلَى شُكْرِى بَلَى ِيسْت كَثِيدَنْ بَلاَ
    سِرِّ بَلاَ ِيسْتْ كِه يَعْنِى مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْ َهِ فَقْرُ و فَنَا
    Yâni ki:
    O vakit nefsim dahi: «Evet evet.. acz ve tevekkül ile, fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. Elhamdülillâhi alâ nur-

    sh:» (T: 163)

    ril-îman vel-İslâm» dedi. Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası:

    مَاذَا وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ * وَ مَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدهُ
    Yâni: «Cenab-ı Hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?»

    Yâni: « Onu bulan herşeyi bulur, Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.» Ne derece âli bir hakikat olduğunu gördüm ve طُوبَى لِلْغُرَبَاءِ Hadîsinin sırrını anladım, şükrettim.

    İşte kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: «Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim, acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem...» fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki: «Acaba yazılan Sözler kâfi midir? Noksanı var mı? yani: Vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-ı kalble, kendimi nurlu, zevkli, hakikî bir gurbete atıp dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddinin dediği gibi: دَانِى سَمَاعِ ِه بُوَدْ نِى خُودْ شُدَنْ زِهَسْتِى
    اَنْدَرْ فَنَاىِ مُطْلَقْ ذَوْقِ بَقَا َشِيدَنْ

    deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?» diye sizi o sualler ile tasdi' etmiştim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    SAİD NURSÎ

    sh:» (T: 164)

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    Üstadın Barla'daki ikametgâhı, iki odadan ibaret bir evdir. Esasen müstakil bir evi ve yeryüzünde taht-ı tasarruf ve temellükünde bir karış yeri dahi yoktur. Barla'da sekiz sene müddetle ikamet ettiği ev, üç yüz elli milyon ehl-i İslâmın merkezi hükmünde ilk dershane-i Nuriyesidir. Bu dershane-i Nuriyenin altında, daimî akan bir çeşme vardır. Ve önünde, dershane-i Nuriyeye bitişik çok kalın ve üç sütun halinde semaya yükselen gayet muhteşem bir çınar ağacı vardır. Çınar ağacının dalları arasında bir kulübecik yapılmıştır. Burası, Hazret-i Üstad'ın bahar ve yaz mevsimlerindeki istirahatı ve vazife-i tefekküriye ve ubudiyeti için en münasib bir menzildir. Üstad'ın sıddık hizmetkârları, talebeleri ve Barla ahalisi diyorlar ki: "Üstadı, geceleri, dershane-i Nuriyenin önündeki bir şecere-i mübareke olan çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte sabahlara kadar tesbihat ile, ezkâr ile terennüm eder görürdük. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalları arasında şevk u cezbe içinde uçuşan kuşlar arasında Üstad'ın böyle sabahlara kadar çalışmasını görürdük de; ne zaman uyur, ne zaman kalkar! bilemezdik."
    Üstad çok hasta olur, çok vakitleri de hastalık ve sıkıntı ile geçerdi. Pek az yer, o da bir parça çorba gibi mahdud bir şeydi. Geceleri, Kur'an-ı Kerim'den vird edindiği sûreleri ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın münacat-ı meşhûresi olan "Cevşen-ül Kebîr" namındaki münacatını ve Şâh-ı Geylânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi eazım-ı evliyanın münacat ve hizblerini ve salâvat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risale-i Nur'un menbaı olan "Hizb-ün Nuriye"yi ve Âyât-ı Kur'aniyenin lemaatı olan ve bir silsile-i tefek-

    sh: » (T: 157)
    kür bulunan ve Yirmidokuzuncu Lem'ada cem'edilen hizb ve münacatları okur, bunları tamam edince de yine Risale-i Nur'la meşgul olurdu. Gündüzleri ise, daima Risale-i Nur'un mütalaası ve tashihi ile meşgul olur; Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risale-i Nur'a ait yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguliyetlerini bırakır, evvelâ o işi tamamlardı.
    Said Nursî, bahar mevsiminde menzilinin önündeki muhteşem çınar ağacının dalları arasındaki kulübeciğe çıkar, vazifesini orada îfa eder; Risale-i Nur'un hakikatlarını, menba' ve maden-i hakikîsi olan mele-i a'lâda tefeyyüz ve temaşa ve tefekkür ederdi. Üstadın, gerekشَجَرَةٌ مُبَارَكَةٌ sırrına mazhar olan bu çınar ağacı ve gerekse Çam Dağlarındaki o çok ünsiyet ettiği ağaçların ve dağların başındaki tefekkür ve hissiyatını ifade edebilmek acaba mümkün müdür? Aslâ mümkün değildir! Cenab-ı Hak; Kemâl-i Rahmetiyle bu ferd-i ferîdi, kemalât-ı insaniyenin bütün enva'ını câmi' bir istidadda yaratmış ve bu istidadların da azamî şekilde inkişafını irade etmiş ki; bu müstesna zâtı, İslâmiyet ağacının son asırlara uzanan ve binler dal budak salan Risale-i Nur şahs-ı manevîsi itibariyle bütün hakaikte "üstad-ı küll" hükmüne getirmiş ve topyekûn İslâmiyet hakikatlarının bir aks-i nurunu ve tecellisini Risale-i Nur şahs-ı manevîsinde dercederek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece Risalet-i Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediyenin câmi' bir âyinesi olan Risale-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat manen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir. Hiç mümkün müdür ki; sinek kanadının icadından lâkayd kalmayan ve o kanadın zerrelerinde pek çok hikmet ve maslahatları takib eden Sâni'-i Zülcelal, Risale-i Nur ile onun te'lif edildiği menzillerle ve Nur Müellifinin kudsî vazifelerini gördüğü yerlerle alâkadar olmasın ve öyle kudsî hizmetlere hâdim (hizmet eden) olan mekânlar ve dershane-i Nuriyeler ve şecere-i mübarek, rahmetin kasd-ı tahsisinden hariç kalsın? Kat'iyen mümkün değildir!
    Said Nursî Hazretleri Barla'da iken, yaz aylarında bazan Çam Dağı'na çıkar, bir müddet yalnız olarak orada kalırdı. Bulundukları dağ hayli yüksekti. Barla dershane-i Nuriyesinin önündeki çı-

    sh: » (T: 158)
    nar ağacının tepesindeki kulübeciği gibi, Çam Dağı'nın en yüksek tepesinde olan iki büyük ağaç üzerinde dershane-i Nuriye manasında birer menzili vardı. Bu çam ve katran ağaçlarının tepelerinde, Risale-i Nur'la meşgul oluyordu. Hem ekser zamanlar, Barla'dan bu ormanlık havaliye gelip giderdi. Ve derdi ki: "Ben bu menzilleri, Yıldız Sarayı'na değişmem!"
    Şimdi sözü burada keserek, Üstad'ın Risale-i Nur'u te'lif ettiği mezkûr Çam Dağı'nda ve Barla nahiyesindeki hayatına ve Risale-i Nur'un mahiyetine ait risale ve mektublardan birkaçını aşağıya dercediyoruz.
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    سَلاَمُ اللَّهِ وَرَحْمَتُهُ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ وَعَلَى اِخْوَانِكُمْ لاَسِيَّمَا .. الىآخر Aziz kardeşlerim,
    Ben şimdi Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde, bir menzilde bulunuyorum. İnsten tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim. İnsanlarla sohbet arzu ettiğim vakit, hayalen sizleri yanımda bulur, bir hasbihal ederim; sizinle müteselli olurum. Bir mani olmazsa, bir-iki ay burada yalnız kalmak arzusundayım. Barlaya dönersem, arzunuz veçhile sizden ziyade müştak oluduğum şifahî bir musahabe çaresini arayacağız. Şimdi bu çam ağacında hatıra gelen «İki-üç hatırayı» yazıyorum.
    Birincisi: Bir parça mahrem bir sırdır, fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki:
    Ehl-i hakikatın bir kısmı nasıl ki İsm-i Vedûd'a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vâcib-ül-Vücuda bakıyorlar.. öyle de: Şu hiç ender hiç olan kardeşinize yalnız hizmet-i Kur'ana istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, İsm-i Rahîm ve İsm-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir. İnşâallah o Sözler,
    وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا sırrına mazhardırlar.



    sh:» (T: 159)

    İkincisi: Tarîk-i Nakşî hakkında denilen «Der tarîk-i Nakşibendî lâzım âmed çarı terk; terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk.» olan fıkra-i ra'na birden hatıra geldi. O hâtıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti: «Der tarîk-i acz-mendi lâzım âmed çâr çiz; fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!» Sonra senin yazdığın: «Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine.. ilâ âhir..» olan rengîn ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım. «Keşki şair olsaydım, bunu tekmil etseydim.» dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine başladım, fakat nazm ve şiir yapamadım; nasıl hutur etti ise öyle yazdım. Benim varisim olan sen, istersen nazma çevir; tanzim et. İşte birden hatıra gelen şu:

    Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şîrînine;
    Nâme-i nurunu hikmet, bak ne takrir eylemiş.
    Hep beraber nutka gelmiş, hak lisaniyle derler.
    «Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına
    Birer bürhan-ı nur-efşanız, biz vücud-u Sânia
    Hem vahdete, hem kutrete şâhidleriz biz...»
    Şu zeminin yüzünü yaldızlıyan
    Nâzenin mu'cizatı çün melek seyranına.
    Şu semanın arza bakan, Cennete dikkat eden,
    Binler müdakkik gözleriz biz. (Hâşiye)
    Tûba-i hilkatten semavat şıkkına,
    Hep kehkeşân ağsânına.
    Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış
    Pek güzel meyveleriz biz.
    Şu semavat ehline; birer mescid-i seyyar,
    Birer hâne-i devvar, birer ulvi âşiyane,
    Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar,
    Birer tayyareleriz biz...

    ______________________________ _____

    Hâşiye: Yani Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizat-ı, kudret teşhir edildiğinden, semavat âlemindeki melâikeler, o mu'cizatı o hârikaları temaşa ettikleri gibi, ecram-ı semaviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki nâzenin masnuatı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar ve o muvakkat hârikaları bâki bir surette Cennette dahi temaşa ediyorlar gibi bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yâni o iki âleme nezaretleri var, demektir.



    sh:» (T: 160)

    Bir Kadîr-i Zülkemalin, bir Hakîm-i Zülcelâlin;
    Birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i san'at-ı hâlıkane,
    Birer nâdire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat,
    Birer nur âlemiyiz biz...
    Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz,
    İşittiririz insan olan insana.
    Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,
    Hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz...
    Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize müsebbihiz, zikrederiz abîdâne;
    Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensub birer meczublarız biz!..

    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    SAİD NURSÎ





    [ ]

    Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin Van civarında, Erek dağı
    eteğinde, zaman zaman uğrayıp namaz kıldığı
    çoravanis köyü ve camisi


    sh:» (T: 161)

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    İşte; başlangıçta pek azgın olan bu dinsizlik devri, Risale-i Nur'un umumiyet kesbeden neşriyatıyla yıkılmış; ehl-i imanın manevî ve maddî (bilhassa manevî) hayatına tatbik edilen istibdad zincirleri parçalanmıştır. Risale-i Nur, dinsizliğin belini kırmış ve temel taşlarını târ u mar etmiştir.
    Evet; o zamanlar ki, dinsizliğin mukabil cephesinde Risale-i Nur şimşekler gibi parlamış ve Kur'an-ı Hakîm'in bu nuru bütün satvet ve şevketiyle zuhur ederek perde altında neşrolunmuştur.
    Risale-i Nur'dan tahkikî iman dersi alan ve gittikçe ziyadeleşen Nur Talebelerinin imanları inkişaf etmiş, îmanî bir şehamet ve İslâmî bir cesarete sahib olmuşlardır. Nasılki, cesur bir kumandan, yüzlerce askere lisan-ı hâliyle cesaret verir ve nokta-i istinad olursa; aynen öyle de Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin mümessili olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri başta olarak, tahkikî iman dersleriyle imanları kuvvetlenen yüzbinlerce, şimdi mil- ________________________
    Hâşiye: Bütün o dinsizlik icraatını, bugünkü dinî inkişafı hazmedemeyen gizli dinsizler yapıyordu.

    sh: » (T: 153)
    yonlarca Nur Talebeleri, ehl-i imana bir nokta-i istinad ve bir hüsn-ü misâl olmuşlardır. Nur Talebelerinin bu iman kuvvetleri ve dinsizliğe karşı kahramanca mücadeleleri, halkın üzerinde çok tesir yapmış ve bir intibah (uyanıklık) husule getirmiştir. Böylelikle, milletin içindeki korku ve evhamları da Risale-i Nur'la izale etmişler, vatan ve millete umumî bir cesaret, ümid ve ferahlık husule getirip müslümanları yeisten kurtarmışlardır.
    Risale-i Nur'u gaye-i hayat edinen bir Nur Talebesi, yüz adam kuvvetinde olduğu ve yüz nâsih kadar iman ve İslâmiyete hizmet ettiği, ehl-i hakikatça müsellem ve musaddaktır. Nur talebeleri; dinsizliğin şa'şaalı taarruzlarına, tantanalı yaygaralarına, zulümlerine, hapislerine; üstadları gibi, kıymet vermeden, korkmadan, lüzumunda canlarını, mallarını, evlâd ü iyallerini dahi çekinmeden Risale-i Nur'la iman ve İslâmiyete hizmet uğrunda feda etmişlerdir. Nur Talebeleri, tek bir şeyi gaye edinmiştir: "İmanlarını kurtarmak niyetiyle Risale-i Nur'u okumak ve Rızâ-yı İlâhî için iman ve İslâmiyete Risale-i Nur'la hizmet etmek." Bu gayelerinde muvaffak olmak için, her şeylerini bu hizmete hizmetkâr yapmışlardır.
    Evet; Nur Talebeleri, Ümmet-i Muhammediyeyi sâhil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbaniyenin hademeleri olduklarına inanmışlardır. Hayatta en büyük gayeleri; Kur'an ve imana hizmet ederek, Ümmet-i Muhammed'in refah ve saadet içinde yaşamasına vesile olmaktır. Risale-i Nur'un el yazısıyla neşri senelerinde, evlerinden yedi-sekiz sene çıkmadan Risale-i Nur'u yazıp neşredenler olmuştur. O zamanlar Isparta havalisinde erkek, kadın, genç ve ihtiyarlardan binlerce Nur Talebesi, hattâ Nur dershanesi olan Sav Köyü bin kalemle, senelerce Nur Risalelerini yazıp çoğaltıyorlardı. Risale-i Nur, te'lifinden yirmi sene sonra, teksir makinesi ile neşredilmiş ve otuzbeş sene sonra da matbaalarda basılmaya başlanmıştır. İnşâallah bir zaman gelecek, Risale-i Nur Külliyatı altunla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir.
    Risale-i Nur'un neşrinde, mübarek hanımlar da ehemmiyetli fedakârlıklara mazhar olmuşlardır. Hattâ, Hazret-i Üstad'a gelip, "Üstadım! Ben, efendimin göreceği dünyevî işleri de yapmaya çalışacağım; o senindir, Risale-i Nur'undur." diyen ve erkeklerinin

    sh: » (T: 154)
    Risale-i Nur hizmetinde çalışmalarına daha fazla imkânlar veren kahraman hanımlar görülmüştür. Risale-i Nur'u yazan efendilerine geceleri lâmba tutarak, onların din, iman hizmetlerine canla başla iştirak etmişlerdir. Risale-i Nur'u; hanımlar, kızlar elleriyle yazmışlar, göz nurları dökmüşler, mübarek kâtibeler olarak imana hizmet etmişlerdir. Hattâ öyle Nur Talebesi hanımlar vardır ki, kendilerini son nefeste iman nuruyla hüsn-ü hâtimeye nail edecek Nur Risalelerini hararetle okumuşlar ve diğer din kardeşleri olan hanımlara da okuyup tanıtmışlar; Nurları hanımlar içinde neşrederek, çok hanımların Kur'an ve iman nurlarıyla nurlanmalarına vesile olup kahramanca hizmette bulunmuşlardır. Risale-i Nur'u okuyup okutmakla iman mertebelerinde terakki edip âdeta birer mürşid mertebesine yükselmişlerdir. Hanımlar, sırf Allah rızasını tahsil için, safvet ve ihlasla, Risale-i Nur'daki parlak ve çok feyizli Kur'an nurlarına bağlanmış ve kalblerinde sönmez bir muhabbet ve sevgi besleyerek dünya ve âhirette bahtiyar olacak bir vaziyete kavuşmuşlardır. Risale-i Nur'un kıymet ve büyüklüğü, temiz kalblerine o kadar yerleşmiş ki; onu beraberce okuyup dinledikçe içleri nurlarla, feyizlerle dolup taşmış, nuranî gözyaşları dökerek cuş u huruşa gelmişlerdir. Ne bahtiyardır o hanımlar ki; Risale-i Nur'un bu mukaddes îmanî hizmetinde çalıştıkları için onlar daima hayırla yâdedilecek, âhiretlerine nurlar gönderilecek, kabirleri cennet-misâl pürnur olacak ve âhirette de en yüksek mertebelere ulaşacaklardır, İnşâallah. En başta Bediüzzaman Hazretlerinin dualarına dâhil olmakla beraber, Nur Talebeleri mabeynindeki şirket-i maneviye sırrıyla defter-i hasenatlarına hayırlar kaydedilmektedir. Risale-i Nur'a samimî alâkaları, o fedakâr hanımları, milyonlarca Nur talebelerinin dualarına nail etmektedir. Risale-i Nurları okuyup okutmakla büyük manevî kazançlara, yüksek derecelere erişmektedirler. İnşâallah, ekserî hanımların böyle olmasını, rahmet-i İlâhiden kuvvetle i'tikad ve ümid ve niyaz ediyoruz.
    Basiretli Nur nâşirleri; otuz beş sene evvel Risale-i Nur'daki yüksek hakikatları görmüş, o kudsî dersleri almış ve o zamandan beri ihlas ve sadakatla gizli din düşmanlarına göğüs germiştir. Nur kahramanlarının haneleri müteaddid defalar arandığı ve kendileri defalarca hapislere atılarak orada şiddetli azablar ve sı-

    sh: » (T: 155)
    kıntılar çektirildiği halde, elmas kalemleriyle Risale-i Nur'un bu kadar senedir naşirliğini yapmışlardır. İstedikleri takdirde dünya nimetleri kendilerine yâr olduğu halde; her türlü şahsî, dünyevî rütbelerden, varlıklardan feragatla, ömürlerini Risale-i Nur'un hizmetine vakfetmişlerdir.
    Acaba, Risale-i Nur Şakirdlerindeki bu cehd ve kuvvetin, bu feragat ve fedakârlığın ve bu derece sebat ve sadakatın sebebi nedir? diye bir sual sorulursa, bu sualin cevabı muhakkak ki şu olacaktır: Risale-i Nur'daki cerhedilmez yüksek hakikatlar, iman hizmetinin yalnız ve yalnız Rızâ-yı İlâhî için yapılması ve Bediüzzaman Hazretlerinin azamî ihlasıdır.
    Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Barla'da sekiz sene kadar kalmıştır. Ekserî zamanlarını kırlarda, bağ ve bahçelerde geçiriyordu. İki-üç saat kadar uzaklıktaki tenha dağlara ve bağlara çekilir, Nur Risalelerini te'lif eder; bir taraftan da te'lif ettiği risaleler Isparta ve havalisinde el yazısıyla istinsah edilip kendisine gönderildiğinde bunları tashih ederdi. Bir gün içinde hem tashihat yapar, hem gidip gelme dört-beş saat süren yerlere yaya olarak gider, hem aynı günün üç-dört saatini te'lifata hasreder ve hem de çok zaman yemeğini kendisi hazırlardı. O zamanlarda kırk yerde risaleler, Risale-i Nur'a müştak ilk talebeler tarafından el yazısıyla çoğaltılıyordu. Üstad bu kitabları sırtına yüklenir; dağ, bağ veya kırlara kadar gider, orada tashihini yapar, evine gelirdi. Nefye mahkûm edilerek, zamanın en dehşetli zulmüne maruz bırakılmış ve kimse ile görüşmesine müsaade edilmemişti. Fakat o, bu yokluk içinde tükenmez bir varlığa kavuşmuştu. Çünki o, âlem-i İslâm ve insaniyeti tenvir ve irşad edecek Kur'andan gelen iman hakikatlarını te'lif ediyor ve aynı zamanda neşrediyordu. Bütün meşgalesini, te'lif etmekte olduğu eserlere hasretmişti. Bir gün gelecek bu eserler Anadolu'ya yayılacak, âlem-i İslâm merkezlerine gidecek, ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini celbedecek ve o zaman, âlem-i İslâmın asırlardır bayrakdarlığını yapmış bir millet içerisinde yerleştirilmek istenen dinsizlik, imansızlık ideolojilerini parçalayacak; son asırların dalâlet tâgutlarının şahs-ı manevîsinden ibaret olan ehl-i küfür, ehl-i sefahet ve ehl-i dalalet cereyanlarının bu vatanı istilasına sed çekecek, istikbal nesillerinin ebedî kurtuluş ve saadetini temine medar olacaktır.

    sh: » (T: 156)
    İşte; o, tarihin en muazzam bir hâdisesinin mebdeini izn-i İlâhî ve tasarruf-u Rabbanî ile hazırladığı için böyle çok mukaddes bir manayı hâvi davanın hâmili bulunduğu itibariyle dünyanın en mes'udu, zamanın en bahtiyarı idi. Giyinişinde, gayesinde, idealinde zerre kadar değişiklik ve tezelzül olmamıştı. Bilakis hal-i âlemin itikadlarını düzeltecek, zulmeti izale edecek bir meş'ale-i hidayeti hâmil idi. Vazifesi ve hizmeti, bütün insanların iki cihana ait saadet ve refahını tazammun ettiği için bir cehd ve azim içinde bulunuyordu.
    * * *

  5. #15
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    Evet; dinsizliğin hükümferma olduğu o dehşetli devirde, ehl-i din, terzil edilmeye çalışılıyordu. Hattâ Kur'anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya'daki gibi dinî akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş; fakat millet-i İslâmiyece bir aks-ül ameli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş, yalnız şu karar alınmıştı: "Mekteblerde yaptıracağımız yeni öğretim usûlleriyle yetişecek gençlik, Kur'anı ortadan kaldıracak ve bu suretle milletin İslâmiyet'le olan alâkası kesilecek!" Bütün bu dehşet-engiz plânları çeviren o müdhiş fitnenin menbaları, şimdiki dinî inkişafın muarızı ve düşmanları olan haricî dinsiz cereyanların reisleri ve adamları idi. Evet Türk milleti içerisinde meydana getirilen o dehşetli hâdisatın iç yüzünü, tafsilatını, istikbalin hakikatperest tarihçilerine ve bunları şimdi Demokrat idaredeki serbestiyetle bir derece neşretmekte olan İslâm-Türk muharrirlerine havale ediyoruz. Bizim vazifemiz, yalnız ve yalnız hakaik-i imaniye ve Kur'aniye ile meşgul olmaktır. Biz yalnız ve yalnız iman ve İslâmiyet cereyanındayız.
    Evet o dalalet ve zındıkanın en azgın devirlerinde Bediüzzaman Said Nursî, daimî nezaret ve tarassud altında ve böyle müdhiş ve pek çok ağır şerait içerisinde idi. Nemrudların, Firavunların, Şeddadların ve Yezidlerin yapamadığı zulümlerin enva'ı Bediüzzaman'a yapılıyordu. Ve yirmibeş sene böyle devam etti. O zaman âlem-i İslâm, maddeten fakirdi ve müstevlilerin esaretinde bulunuyordu. Bütün gizli fesad ve dinsizlik komiteleri, hem Türkiye'de, hem âlem-i İslâmda müdhiş faaliyetler yapıyor ve tarafdarları onları destekliyor ve hepsi de İslâmiyet aleyhinde ittifak ediyorlardı.
    İşte Risale-i Nur, Asr-ı Saadet'te İslâm'ın cihanı fetih anahtarları hükmünde olan Bedir, Uhud muharebelerinin ehemmiyeti nev'inden bir kıymeti ihtiva eden bir zamanın mahsulüdür ki; vesile olduğu hizmet-i imaniye ve îfasında bulunduğu manevî cihad-ı diniye, tarihte Asr-ı Saadet'ten maada hiçbir zamanda görülmemiş bir azamettedir. Eli kolu bağlı hükmünde olan Bediüzzaman Said Nursî, öyle dehşetli bir esarette, nefiy ve inzivada te'lif ve neşrettiği yüz otuz parça Risale-i Nur eserleriyle, belîğ bir hatib olarak Anadolu mescidinde ve âlem-i İslâm câmiinde konuşuyor, ehl-i İslâm'a Kur'andan aldığı dersini tekrar ediyor; güya Bediüzzaman Said Nursî, ondördüncü asr-ı Mu-

    sh: » (T: 150)
    hammedînin ve yirminci asr-ı milâdînin minaresinin tepesinde durup, muasırları olan ehl-i İslâm ve insaniyete bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmiş ve müstakbel sıralarında saf tutmuş olan nesl-i âti (Hâşiye) ile bir mürşid-i azam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor...

    Risale-i Nur'un Te'lifi ve Neşri
    Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri öyle müşkil ve ağır vaziyetler altında Risale-i Nur Külliyatını te'lif ediyor ki, tarihte hiçbir ilim adamının karşılaşmadığı zorluklara maruz kalıyor. Fakat sönmeyen bir azim, irade ve hizmet aşkına mâlik olduğu için; yılmadan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan, bütün kuvvetini sarfederek emsalsiz bir sabır ve tahammül ve feragat-ı nefs ile, bu millet ve memleketi komünizm ejderinden, mason âfatından, dinsizlikten muhafaza edecek -eden ve etmekte olan- ve âlem-i İslâmı ve beşeriyeti tenvir ve irşadda büyük bir rehber olan bu hârikulâde Risale-i Nur eserlerini meydana getiriyor. Yüz otuz parça olan Risale-i Nur Külliyatının te'lifi, yirmiüç senede hitama eriyor. Nur Risaleleri, şiddetli ihtiyaç zamanında te'lif edildiğinden, her yazılan risale, gayet şifalı bir tiryak ve ilâç hükmünü taşıyor ve öyle de tesir edip pek çok kimselerin manevî hastalıklarını tedavi ediyor. Risale-i Nur'u okuyan herbir kimse; güya o risale kendisi için yazılmış gibi bir hâlet-i ruhiye içinde kalarak büyük bir iştiyak ve
    ________________________

    Hâşiye: Risale-i Nur'a herkesten ziyade iştiyak gösteren, masum gençler ve çocuklardır. Binler nümunesinden bir nümunesi şudur:

    Bir zaman, Bolvadin Kazasından geçerken, Üstadın geldiğini gören ilk ve orta mekteb talebeleri, bilâ-istisna hepsi mektebin bahçesinden çıkarak arabanın etrafını alıp selâm veriyorlardı; ve lisan-ı halleriyle "Hoş geldiniz" diyerek tebriklerini ve minnetdarlıklarını takdim ediyorlardı. Bunun hikmetini, bir müddet evvel Emirdağı'nda, bindiği faytonun geçtiğini görüp tâ uzaklardan dikenlere basarak "Bediüzzaman Dede! Bediüzzaman Dede!" diye Emirdağ köylerinin yollarında koşuşan masum çocuklar münasebetiyle, üstadımızdan sormuştuk. O zaman: "Bu masumların akılları derketmiyor, fakat ruhları bir hiss-i kablelvuku ile hissediyor ki; Risale-i Nur'la bunlar hem imanlarını kurtaracak; hem vatanlarını, hem kendilerini, hem istikballerini dehşetli tehlikelerden muhafaza edecekleri için bu hakikati kalbleri hissetmiş; ve benim Risale-i Nur'un tercümanı olmam hasebiyle, Risale-i Nur'a ait muhabbet, teşekkürat ve minnetdarlığı bana gösteriyorlar." dedi ve onlara dua ettiğini söyledi. Üstad Bediüzzaman, çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında: "Masum olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua ediniz." diye onlara iltifat ederdi.
    İşte, anneleri hep Nur Talebeleri olan Bolvadin masumlarının samimî alâkalarının sebebi bu idi.

    sh: » (T: 151)
    şiddetli bir ihtiyaç hissederek mütalâa ediyor. Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imânî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.
    Risale-i Nur, Kur'an-ı Hakîmin hakiki bir tefsiridir. Âyetler, sırasıyla değil; devrin ihtiyacına cevab veren îmanî hakikatları mübeyyin Âyetler tefsir edilmiştir.
    Tefsir iki kısımdır: Biri, âyetin ibaresini ve lâfzını tefsir eder; biri de, Âyetin mâna ve hakikatlarını izah ile isbat eder. Risale-i Nur, bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymetdarı ve en parlağı ve en mükemmeli olduğu, ehl-i tahkik ve tedkikten binlercesinin şehadetiyle ve tasdikiyle sabittir.
    Risale-i Nur'un te'lifi ve neşriyatı, şimdiye kadar misli görülmemiş bir tarzdadır. Bediüzzaman Said Nursî, kendi eliyle risaleleri yazıp teksir edecek derecede bir yazıya malik değildir, yarım ümmîdir. Bunun için kâtiblere sür'atle söyler ve sür'atle yazılır. Günde bir-iki saat te'lifatla meşgul olarak on, oniki ve bir-iki saatte yazılan harika eserler vardır.
    Üstad Bediüzzaman'ın te'lif ettiği risaleleri, talebeler, elden ele ulaştırmak suretiyle müteaddid nüshalar yazarlar, yazılan nüshaları müellifine getirirler. Müellif, müstensihlerin yanlışlarını düzeltir. Bu tashihatı yaparken, eserin aslı ile karşılaştırmadan kontrol eder. Şimdi de yirmibeş-otuz sene evvel te'lif ettiği bir eseri tashih ederken aslına bakmaz.
    Yazılan risaleleri, etraf köylerden ve kazalardan gelenler, büyük bir merak ve iştiyakla alıp gidiyorlar ve el yazısıyla neşrediyorlardı.
    Üstad Bediüzzaman, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba müracaat etmeden ve te'lifat zamanında yanında hiçbir kitab bulunmadan Nur Risalelerini te'lif etmiştir.
    Merhum Mehmed Âkif'in:
    Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
    Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı.
    beytiyle ifade ettiği idealini tahakkuk ettirmek, Bediüzzaman'a müyesser olmuştur.
    Risale-i Nur'un neşir keyfiyeti de tarihte hiçbir eserde görülmemiştir... Şöyle ki:

    sh: » (T: 152)
    Kur'an hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nur'un, muhakkak Kur'an yazısıyla neşredilmesi lâzımdı. Eski yazı yasak edilmiş ve matbaaları kaldırılmıştı. Bediüzzaman'ın parası, serveti yoktu; fakirdi, dünya metaiyle alâkası yoktu. Risaleleri el ile yazarak çoğaltanlar da, ancak zarurî ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Risale-i Nur'u yazanlar, karakollara götürülüyor.. işkence ve eziyetler yapılıyor, hapislere atılıyordu. Bediüzzaman aleyhinde hükûmet eliyle yaptırılan propaganda ve tazyiklerle her tarafa dehşetler saçılıyor; ahali, Hazret-i Üstad'a yaklaşmaya, ondan din, iman dersi almaya cesareti kalmayacak derecede evhamlandırılıyordu. Vaktiyle de; din adamlarının, hakikatperestlerin, sırf dindar oldukları için darağaçlarında can vermeleri, bir korku ve yılgınlık havası meydana getirmişti. Hüküm sürmekte olan eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içinde, ehl-i diyanet sükût-u mutlaka mahkûm edilmişti. Ne dinin hakikatlarından bahseden hakikî bir risale neşrettiriliyor ve ne de o hakikatlar millete ders verdiriliyordu. Bu suretle İslâmiyet, ruhsuz bir cesed haline getirilmeye çalışılıyor; Din-i İslâm'ın mahiyeti ve esaslarını ders vermek, kat'iyen menediliyordu. (Hâşiye).

  6. #16
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    Evet Bediüzzaman'a yapılan o tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyf-ül İslâm'dır. Risale-i Nur ruhların sevgilisi, kalblerin mahbubu, âşıkların maşuku, canların cananı olmuş; îcabında bu canan için canlar feda edilmiştir. Risale-i Nur, beşerin sertacı ve halaskârı mevki-i muallâsında hizmet yapmış ve yapmaktadır. Risale-i Nur, Kur'anın son asırlarda beklenen bir mu'cize-i maneviyesi olarak tulû' etmiş ve başta müellifi Bediüzzaman Said Nursî olarak milyonlarla talebeleri ve kardeşleri, bu hakikat-ı Kur'aniye etrafında pervaneler gibi dönerek onun nuruyla nurlanmışlar, ondaki Kur'an ve iman hakikatlarını massetmişler (emmişler), imanlarını kuvvetlendirmişler ve bu hakikat-ı kübrayı bütün dünyaya ilân etmek ve ölünceye kadar onu okumak ve ona hizmet etmek gayesini azmetmişlerdir.
    Evet Türk Milletini ve bu vatan ahalisini ve âlem-i İslâm'ı ebede kadar şerefle yaşatacak ve mazide olduğu gibi istikbalde de, tarihin altın sahifelerine, Kur'an ve İslâmiyet hizmetinde âlem-i İslâm'ın pişdarı ve namdar kumandanı olarak kaydettirecek medar-ı iftiharı Risale-i Nur'dur. Büyük bir vüs'at ve külliyeti taşıyan ve Anadolu'da ve İslâm âleminde zuhur edip her tarafta hüsn-ü kabule ve tesire mazhariyetle gittikçe inkişaf ve intişar eden bu eser; Kur'anın malıdır, âlem-i İslâm'ın ve ehl-i imanın malıdır ve bu vatan ahalisinin İslâmî bir medar-ı iftiharıdır. Bu

    sh: » (T: 146)
    memlekette hükmeden bir hükûmetin nokta-i istinadı, hem aynı zamanda bütün dünyaya duyuracağı muazzam hakikatlar manzumesidir ki, inşâallah bir zaman gelip radyo ile bütün âlemlere ders verilecek ve ilân edilecektir.
    Evet dünya ilm ü irfan sahasına Türkiye'den bir güneş doğmuştur. Bu yeni doğan güneş, bin üçyüz yıl evvel âlem-i beşeriyete doğmuş olan güneşin bir in'ikasıdır ve o manevî güneşin her asırda parlayan lem'alarından birisidir ve beklenilen son mu'cize-i manevîsidir! Yalnız maneviyat sahasında değil, zâhiren ve maddeten dahi tesirini göstermiştir.
    Evet Risale-i Nur, bütün dünya milletlerinin hayatlarını muhafaza ve müdafaa için sarıldıkları ve güvendikleri atom ve emsali bomba ve silâhlarının fevkinde muazzam bir tesire sahibdir! Bunun böyle olduğunu, bir parça ilim ve basiret nazarıyla Nur Risalelerine bakanlar ve Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî'nin otuz seneden beri Anadolu'daki hizmet-i imaniyelerine dikkat edenler görür, anlar ve tasdik ederler. Hakikata nüfuz eden zâtlar için Risale-i Nur'un tulû'undan bugüne kadar geçen zaman içerisindeki yapılan hizmetin neticeleri, nihayet derecede muhteşem ve muazzamdır, milyarlar takdir ve tebrike lâyıktır!
    Evet Risale-i Nur iman-ı tahkikîyi bu vatanda neşretmekle imanı kuvvetlendirip, bu memleketteki dinsizlik ve imansızlık, dalalet ve sefahete karşı mukabele ve müsbet bir tarzda mücadele ederek bunları mağlub etmiştir. Büyük ve küllî ve umumî mücahede-i diniyesinde muzaffer olmuştur. Taife-i mücahidîn olan Nur Talebeleri; azamî sadakat ve ittihaddan neş'et eden azîm, manevî, makbul bir sır ile rahmet-i İlahiyenin celbine ve teveccühüne vesile olmuştur. Bu ihlaslı taife-i mücahidîn küçük bir çekirdek gibi dar bir dairede iken, o çekirdekte âlemi istila edecek bir Şecere-i Tuba'nın mahiyeti bulunduğu misillü; ondördüncü asr-ı Muhammedîde (Aleyhissalâtü Vesselâm) Kur'andan çıkan Risale-i Nur'un Anadolu'da tulû' ve intişar etmesiyle, neticede neşv ü nema ederek âlem-i İslâm ve insaniyete kadar genişlemiş ve daha da genişleyecektir!
    İşte Risale-i Nur, hem fevkalâde ihlası ve hem yalnız tevhid ve iman akidelerinin hizmetini esas meslek ittihaz ederek bir kudsiyet kazanması ve mahiyetinde bütün hakaik-i Kur'aniye

    sh: » (T: 147)
    ve İslâmiye mevcud bulunarak her tarafı kaplayacak bir nur-u hakikat olması dolayısıyla, rahmet-i İlahiye canibinde bu millet-i İslâmiyeyi, maddî-manevî felâket ve helâket tehlikelerinden, bir sedd-i Kur'anî ve nur-u imanî olarak muhafazaya vesile olmuştur.
    Risale-i Nur, iman ve Kur'an muhaliflerine karşı mücadelesinde cebr ve münazaa yolunu değil, ikna' ve isbat yolunu ihtiyar etmiştir.
    Risale-i Nur yüz otuz risalelerinde, doğrudan doğruya hakikatın berrak vechesini bütün vuzuh ve çıplaklığıyla göstermiştir. Din-i Hak olan İslâmiyet'i ve âlem-i insaniyetin hidayet güneşi olan Kur'anın mu'cizeliğini bütün dünya efkârı müvacehesinde ve bütün fikir ve felsefe sahasında cerhedilmez kat'î deliller ile göstermiştir. Ve mantıkî hüccetlerle isbat etmiştir ki; yeryüzündeki bil'umum kemalât ve medeniyet ve terakki umdeleri, semavî dinler ve peygamberler eliyle gelmiş ve bilhassa İslâmiyet'in zuhuruyla âlem-i insaniyet, İslâm âleminin taht-ı riyasetinde cehalet gayyasından kurtulmuş ve kurtulacaktır! Felsefe ve hikmetin içerisinde görünen fazilet, menfaat-ı umumiye vesaire gibi insanî esaslar ise: Güneş'in doğmasıyla ondan yayılan ve aydınlanan gece âleminin nurları gibi, Nübüvvet güneşinin tulû'u, beşeriyetin fikir ve kalblerinde akisler ve lem'alar husule getirmiş olmasındandır. Hakikatlı felsefe ve hikmetin, fen ve san'atın üzerinde görünen bu ışıklar, Kur'an güneşinin ve Nübüvvet kandilinin âlem-i beşeriyete akislerinden ve cilvelerinden mütevelliddir.
    Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ana sarıl; İslâmiyet'e maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol!
    Ve ey Kur'ana bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ana yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeye çalış. Lisanın, Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin; lisan-ı halin ile de Kur'anı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun!
    Ey asırlardan beri Kur'anın bayrakdarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş

    sh: » (T: 148)
    olan ecdadın evlâd ve torunları! Uyanınız! Âlem-i İslâm'ın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyen akıl kârı değil! Yine Âlem-i İslâm'ın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olamak için Kur'anın ve imanın nuruyla münevver olarak, İslâmiyet'in terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.
    Avrupa ve Amerika'dan getirilen ve hakikatta yine İslâm'ın malı olan fen ve san'atı, nur-u tevhid içinde yoğurarak, Kur'anın bahsettiği tefekkür ve mana-yı harfî nazarıyla, yani onun san'atkârı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve "saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-i imaniye ve Kur'aniye mecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!" demeli ve dedirmeliyiz!
    Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!
    Beşyüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur'anın sabahında uyanınız. Yoksa Kur'an-ı Kerim'in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.
    Kur'anın mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur'an-ı Kerim'in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-ı İslâmiye sularını akıtınız.
    O hakikat-ı İslâmiye suları ile bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san'at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir inşâallah.
    Sadede dönüyoruz. Evet Bediüzzaman Said Nursî Barla'da ikamete memur edilip Risale-i Nur'u te'lif ettiği seneler, yukarıda bir nebze zikrettiğimiz gibi, zerreyi dağ gibi kıymetlendiren ehemmiyetli seneler idi. Nasılki kışın dondurucu soğuğunda ve ağır şerait altında bir saatlik nöbet, bir sene ibadetten hayırlıdır; aynen öyle de: O zaman-ı müdhişede, değil yüz otuz risaleyi, belki iman ve İslâmiyete dair hakikî bir tek risale yazabilmek dahi, binler risale kıymet ve ehemmiyetinde idi.

    sh: » (T: 149)

  7. #17
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: İkinci Kısım - Barla Hayatı

    İKİNCİ KISIM

    BARLA HAYATI



    RİSALE-İ NUR'UN ZUHURu


    Üstad Bediüzzaman Said Nursî'nin Şarkî Anadolu'da dünyaya gelişinden itibaren geçirdiği hayat safhalarını buraya kadar birer birer gördük, temaşa ettik. Şimdi; geçen kırk-elli senelik hayatının neticesi ve meyvesi hükmünde, tarihin pek ender kaydettiği cihan vüs'atindeki muazzam bir davaya giriyoruz. Bütün maddî ve manevî zulmetleri izale edip, âlemi nuruyla ziyalandıracak olan Risale-i Nur meydana çıkıyor; dünya ilm ve irfan sahasına Türkiye'den bir güneş doğuyor!..
    * * *
    BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN VİLÂYÂT-I ŞARKİYEDEN
    GARBÎ ANADOLU'YA NEFYEDİLMESİ, RİSALE-İ
    NUR'UN ZUHURU, TE'LİF VE NEŞRİ
    Van'da mezkûr mağarada yaşamakta iken, şarkta ihtilal ve isyan hareketleri oluyor. "Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir" diyerek yardım isteyen bir zâtın mektubuna: "Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet'e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!" diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükûmet, Bediüzzaman'ı Garbî Anadolu'ya nefyediyor.
    Van'da mağaradan çıkarılıp Anadolu'ya hareket etmek üzere jandarmalarla sevkedilirken, yollara dökülüp "Aman efendi hazretleri bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur sizi göndermeyelim. Arzu ederseniz Arabistan'a götürelim." diye yalvaran silâhlı gruplara, ahaliye ve ileri gelen zâtlara: "Ben Anadolu'ya gideceğim, onları istiyorum." diyerek, hepsini teskin ediyor. Evvelâ Bur-

    sh: » (T: 142)
    dur Vilâyeti'ne askerî muhafızlarla nefyediliyor. Burdur'da zulüm ve tarassudlar altında işkenceli bir esaret hayatı geçiriyor. Fakat aslâ boş durmuyor; onüç ders olan "Nur'un İlk Kapısı" kitabındaki hakikatları bir kısım ehl-i imana ders verip, gizli olarak kitab haline getiriyor. Bu hikmet cevherlerinin kıymetini takdir eden müştak ehl-i iman, el yazılarıyla bu kitabı çoğaltıyorlar. Nihayet "Burada Said Nursî boş durmuyor, dinî musahabelerde bulunuyor, diye gizli din düşmanları tarafından rapor tanzim ettiriliyor ve buradan da, "Hücra bir köşede, mahrumiyetler, kimsesizlik ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider" düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta Vilayeti'ne bağlı Barla Nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.
    Bediüzzaman Said Nursî Burdur'da iken bir gün, o zamanın Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Mareşal Fevzi Çakmak Burdur'a geliyor. Vali, Mareşal'e: "Said Nursî hükûmete itaat etmiyor, gelenlere dinî dersler veriyor" diye şekvada bulunuyor. Mareşal Fevzi Çakmak, Bediüzzaman'ın ne kadar dâhî ve ne kadar manevî büyük ve müstakim bir zât olduğunu bildiği için diyor ki: "Bediüzzaman'dan zarar gelmez, ilişmeyiniz. Hürmet ediniz."
    Sürgün edildiği bütün yerlerde, Bediüzzaman aleyhinde cebirle resmî kimseler vasıtasıyla dehşetli propagandalar yaptırılarak; ehl-i imanın, Üstad Bediüzzaman'a yaklaşmamaları ve dinî derslerinden istifade etmemeleri için çok menfî gayretler sarfediliyor. Fakat Üstad'ın imanî derslerinin nüfuz ve kıymeti, ahali arasında kalbden kalbe sirayet ediyor ve eserlerine olan aşk ve muhabbet, kalbleri istila ediyor.
    Barla
    Barla, ehl-i imanın manevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı'nın te'lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, Millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalalet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur'andan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû' ettiği beldedir. Barla, rahmet-i İlahiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lütf-u

    sh: » (T: 143)
    Yezdanînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm Milletinin evlâdları ve Âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemaan ettiği bahtiyar yerdir.
    Bediüzzaman Said Nursî; Barla nahiyesinde daimî ve çok şiddetli bir istibdad ve zulüm ve tarassud altında bulunduruluyordu. Barla'ya nefiy sebebi ise; kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle hücra bir köye atılarak ruhunda mevcud hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine mani' olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî imanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur'ana hizmetten men'etmek idi. Bediüzzaman ise, bu plânın tamamen aksine hareket etmekte muvaffak oldu; bir an bile boş durmadan, Barla gibi tenha bir yerde Kur'an ve iman hakikatlarını ders veren Risale-i Nur eserlerini te'lif ederek perde altında neşrini temin etti. Bu muvaffakıyet ve bu muzafferiyet ise, çok muazzam bir galibiyet idi. Zira o pek dehşetli dinsizlik devrinde, hakikî bir tek dinî eser bile yazdırılmıyordu. Din adamları susturulup, yok edilmeğe çalışılıyordu. Dinsizler, Bediüzzaman'ı yok edememişler, uyuşmuş kalb ve akılları ihtizaza getiren İslâmî ve imanî neşriyatına mani' olamamışlardı. Bediüzzaman'ın yaptığı bu dinî neşriyat, yirmibeş senelik eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak devrinde hiçbir zâtın yapamadığı bir iş idi.
    Bediüzzaman, Barla'ya 1925-1926 senelerinde nefyedilmiştir. Bu tarihler, Türkiye'de yirmibeş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icra-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, "İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur'anı toplatıp imha etmek" plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur'anı imha etmesini intac edecek bir plân yapalım" demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için, tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.
    Evet altıyüz sene, belki Abbasiler zamanından beri yani bin seneden beri Kur'an-ı Hakîm'in bir bayrakdarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk Milletini, bu vatan evlâdlarını, İslâmiyet'ten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için, müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve bilfiil

    sh: » (T: 144)
    de muvaffak olunuyordu. Bu vâkıa cüz'î değil, küllî ve umumî idi. Milyonlarca insanın hususan gençlerin ve milyonlar masumların, talebelerin iman ve itikadlarına, dünyevî ve uhrevî felâketlerine taalluk eden çok geniş ve şümullü bir hâdise idi. Ve kıyamete kadar gelip geçecek Anadolu halkının ebedî hayatlarıyla alâkadardı. O zaman ve o senelerde, bin yıllık parlak mazinin delalet ve şehadetiyle, Kur'anın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında, İslâmiyet ve Kur'an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek "Muasır medeniyet seviyesine ulaşacağız, ulaştıracağız" gibi maskeli ve sureta parlak kelâmlarla iğfalatta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu! İslâmiyet'in hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine; dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhassa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an'ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu!
    İşte Bediüzzaman Said Nursî'nin, Risale-i Nur'la Anadolu'daki hizmet-i imaniye ve Kur'aniyesine cansiperane çalışan bir fedai-yi İslâm olarak başladığı seneler ki, zemin yüzünün görmediği pek dehşetli bir dinsizlik devrinin başlangıcı ve teessüs zamanı idi. Bunun için Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'la hizmetine nazar edildiği vakit, böyle dehşetli bir zamanı göz önünde bulundurmak îcab eder. Zira tarihte emsali görülmemiş bu kadar ağır şerait tahtında yapılan zerre kadar hizmet, dağ gibi bir kıymet kazanabilir; ufacık bir hizmet, büyük bir değeri ve neticeyi haiz olabilir!
    İşte Risale-i Nur, böyle dehşetli ve ehemmiyetli bir zamanın mahsulü ve neticesidir. Risale-i Nur'un müellifi, yirmibeş sene-

    sh: » (T: 145)
    lik din yıkıcılığının hükmettiği dehşetli bir devrin cihad-ı diniye meydanının en büyük kahramanı ve tâ kıyamete kadar Ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) dâr-üs selâma davet eden ve beşeriyete yol gösteren rehber-i ekmelidir. Ve hem Risale-i Nur, Kur'anın elmas bir kılıncıdır ki, zaman ve zemin ve fiiliyat bunu kat'iyetle isbat etmiş ve gözlere göstermiştir. İşte öyle elîm ve feci' ve dehşetli bir devri ihdas eden dinsizlerin icraatı olan pek ağır şartlar dâhilinde Bediüzzaman'ın inayet-i Hak'la te'life muvaffak olduğu Risale-i Nur eserleri, dinsizliğin istilasına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir. Risale-i Nur; maddiyyunluk, tabiiyyunluk gibi dine muarız felsefenin muhal, bâtıl ve mümteni' olduğunu; cerhedilmez bürhanlarla, aklî, mantıkî delillerle isbat ederek en dinsiz feylesofları dahi ilzam etmiştir. Küfr-ü mutlakı mağlubiyete düçar etmiş, dinsizliğin istilasını durdurmuştur.

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. Tarihçe-i Hayat: Üçüncü Kısım - Eskişehir Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 16
    Son Mesaj: 26.06.11, 03:02
  2. Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 28
    Son Mesaj: 26.06.11, 02:24
  3. Tarihçe-i Hayat: Beşin Kısım - Denizli Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 14
    Son Mesaj: 26.06.11, 00:33
  4. Tarihçe-i Hayat: Altıncı Kısım - Emirdağ Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 19
    Son Mesaj: 25.06.11, 08:07
  5. Tarihçe-i Hayat: Yedinci Kısım - Afyon Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 20
    Son Mesaj: 25.06.11, 07:04

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •