Aziz Sıddık Müdakkik Müstakim Kardeşlerim;
Gayet ciddi bir ihtarla bir hakikatı beyan etmeye lüzum var. Şöyleki لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ sırriyle, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere'nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat, birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zâhir-i şeriata muhalif ve hatası zâhir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen, وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ النَّاسِ daki ulûvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü'minin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nurun erkânlarını haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhâdın, iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek birinin silâhiyle, itiraziyle, ötekini cerhedip, ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur Şâkirdleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarrızları, hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisil ile karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için, musalâhakârane, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir.
sh:» (T:287)
Çünki, bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mâzur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor. Malûm itiraz hadisesi îma ediyor ki, ileride meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-meşrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmiyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmıyan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nura ve şâkirdlerine karşı, kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler. Belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda, bizlere itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.
Fâşetmek hatırıma gelmiyen bir sırrı faşetmeye mecbur oldum. Şöyle ki:
Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi, «Ferid» makamına mazhar oldukları için; değil hususi bir memleketin kutbu, belki ekseriyetle Hicazda bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğu gibi; onun hükmü altına girmeye de mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskiden Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsini o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki: Gavs-ı Azamda «Kutbiyet» ve «Gavsiyet» le beraber «Ferdiyet» dahi bulunduğundan âhir zamandaki şâkirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır.
Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerremede dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur aleyhinde bir itiraz kutb-u azamdan dahi gelse, Risale-i Nur Şâkirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
Ey kardeşlerim! Bu zamanda, öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.
Evet يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا عَلَى الاَخِرَة Âyetinin mânâ-
sh:» (T: 288)
yı işarîsiyle: Âhireti bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayı Âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi, bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek; ve akibeti görmiyen kör hissiyatın hükmiyle, hâzır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırriyle, hakikî mü'minler dahi, bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur Şâkirdlerini, bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin âmin.
SAİD NURSÎ
* * *
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Ey Kardeşlerim!
Bu zamanda, hususan bu sıralarda, Risale-i Nur Şâkirdleri, tam bir metanet ve tesanüd ve dikkat etmeye mecburdurlar. Lillâhilhamd, Isparta ve havalisi kahramanları, demir gibi metanet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-ü misal oldu.
Ey Hüsrev! Tesirli ve güzel mektubunu aldım. Vazifenin başına geçmen, bizi fevkalâde mesrur etti. Binler safâlarla geldin. Sen, bu bir buçuk sene, maddî kalemin işlemediğinden merak etme. Senin yerine o kerametli kaleminin yadigârı olan mu'cizat-ı Ahmediyenin biri, vilâyât-ı şarkiyede faalâne geziyor. Diğer son yazdığın nüsha da, İstanbulda senin yerinde çalışıp, İnşâallah fütuhat yapar.
Senin yazdığın mucizeli iki Kur'an-ı Azîmüşşanın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerifde sana kazandırdıkları sevablar tahsin ve tebriklerini, İnşâallah yakında tab'a girmesiyle, Âlem-i İslâmdan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün. Allah şükret.
SAİD NURSÎ
* * *
sh:» (T: 289)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz Sıddık Kardeşlerim,
Ben, pek kat'i bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'i kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki; Risale-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde -hizmetin derecesine göre- kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Ve çokları itiraf ediyor, «Biz de hissediyoruz» derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş. Hem madem İmam-ı Şâfiîden rivayet var ki: «Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim» demiş. Çünki rızıklarında vüs'at ve bereket olur. Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur Şâkirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdi yeni açlık ve kahta mukabil, Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özriyle maişet peşinde koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.
SAİD NURSÎ
* * *
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
.............................. .............................. .....
Risale-i Nur ve ondan tam ders alan şâkirdleri; değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nuru âlet edemez ve şimdiye kadar da etmemiş. Biz, ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz... Bizden zarar tevehhüm etmek, divaneliktir.
Evvelâ: Kur'an, bizi siyasetten menetmiş; tâ ki elmas gibi hakikatları ehl-i dünya nazarında cam parçalarına inmesin.
Sâniyen: Şefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten menediyor. Çünki tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi-sekiz mâsum, bîçare, çoluk-çocuk, zaif, hasta ve ihtiyarlar var. Belâ, musibet gelse, o mâsumlar o belâya düşecekler; belki o iki münafık dinsiz daha az zarar görecek. Onun için si-
sh:» (T:290)
yaset yoliyle, idare ve asayişi ihlâl tarzında neticenin husulü de meşkûk olduğu halde girmekten; Risale-i Nur'un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak ve hakikat şakirdlerinin menediyor.
Sâlisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nura eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahud adavet etmek; en dinsizleri de, onun dindârâne, hak-perestâne düsturlarına tarafdar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola. Çünki: Bu milletin ve bu vatanın hayat-ı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halâs etmek için, beş esas lâzımdır ve zaruridir:
Birincisi: Merhamet, ikincisi: Hürmet, üçüncüsü: Emniyet, dördüncüsü: Haram-helâlı bilip haramdan çekinmek, beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir.
İşte, Risale-i Nur Hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip asayişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nura ilişenler kat'iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi, anarşilik hesabına vatan ve millet ve asayişe düşmanlıktır. İşte bunun bir hülâsasını o casusa söyledim, dedim ki: «Seni gönderenlere söyle, hem de ki: Onsekiz senedir bir defa kendi istirahatı için hükûmete müracaat etmiyen ve yirmi bir aydır dünyayı herc ü merc eden harblerden hiçbir haber almıyan ve çok mühim makamlarda çok mühim adamların dostane temaslarını istiğna edip kabul etmiyen bir adama, ondan korkup tevehhüm edip, dünyanıza karışmak ihtimaliyle evhama düşüp tarassutlarla sıkıntı vermekte hangi mânâ var, hangi maslahat var, hangi kanun var? Dîvaneler de bilirler ki; ona ilişmek, divaneliktir!» O casus da kalktı gitti.
SAİD NURSÎ
* * *