Sayfa 3/3 İlkİlk 123
29 sonuçtan 21 ile 29 arası

Konu: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

  1. #21
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    Aziz Sıddık Müdakkik Müstakim Kardeşlerim;

    Gayet ciddi bir ihtarla bir hakikatı beyan etmeye lüzum var. Şöyleki لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ sırriyle, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere'nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat, birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zâhir-i şeriata muhalif ve hatası zâhir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen, وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ النَّاسِ daki ulûvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü'minin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nurun erkânlarını haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhâdın, iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek birinin silâhiyle, itiraziyle, ötekini cerhedip, ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur Şâkirdleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarrızları, hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisil ile karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için, musalâhakârane, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir.


    sh:» (T:287)

    Çünki, bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mâzur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor. Malûm itiraz hadisesi îma ediyor ki, ileride meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-meşrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmiyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmıyan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nura ve şâkirdlerine karşı, kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler. Belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda, bizlere itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.

    Fâşetmek hatırıma gelmiyen bir sırrı faşetmeye mecbur oldum. Şöyle ki:

    Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi, «Ferid» makamına mazhar oldukları için; değil hususi bir memleketin kutbu, belki ekseriyetle Hicazda bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğu gibi; onun hükmü altına girmeye de mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskiden Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsini o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki: Gavs-ı Azamda «Kutbiyet» ve «Gavsiyet» le beraber «Ferdiyet» dahi bulunduğundan âhir zamandaki şâkirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır.

    Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerremede dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur aleyhinde bir itiraz kutb-u azamdan dahi gelse, Risale-i Nur Şâkirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.

    Ey kardeşlerim! Bu zamanda, öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.

    Evet يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا عَلَى الاَخِرَة Âyetinin mânâ-


    sh:» (T: 288)

    yı işarîsiyle: Âhireti bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayı Âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi, bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek; ve akibeti görmiyen kör hissiyatın hükmiyle, hâzır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. O musibet sırriyle, hakikî mü'minler dahi, bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur Şâkirdlerini, bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin âmin.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Ey Kardeşlerim!

    Bu zamanda, hususan bu sıralarda, Risale-i Nur Şâkirdleri, tam bir metanet ve tesanüd ve dikkat etmeye mecburdurlar. Lillâhilhamd, Isparta ve havalisi kahramanları, demir gibi metanet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-ü misal oldu.

    Ey Hüsrev! Tesirli ve güzel mektubunu aldım. Vazifenin başına geçmen, bizi fevkalâde mesrur etti. Binler safâlarla geldin. Sen, bu bir buçuk sene, maddî kalemin işlemediğinden merak etme. Senin yerine o kerametli kaleminin yadigârı olan mu'cizat-ı Ahmediyenin biri, vilâyât-ı şarkiyede faalâne geziyor. Diğer son yazdığın nüsha da, İstanbulda senin yerinde çalışıp, İnşâallah fütuhat yapar.

    Senin yazdığın mucizeli iki Kur'an-ı Azîmüşşanın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerifde sana kazandırdıkları sevablar tahsin ve tebriklerini, İnşâallah yakında tab'a girmesiyle, Âlem-i İslâmdan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün. Allah şükret.

    SAİD NURSÎ

    * * *


    sh:» (T: 289)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Kardeşlerim,

    Ben, pek kat'i bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'i kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki; Risale-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde -hizmetin derecesine göre- kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Ve çokları itiraf ediyor, «Biz de hissediyoruz» derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş. Hem madem İmam-ı Şâfiîden rivayet var ki: «Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim» demiş. Çünki rızıklarında vüs'at ve bereket olur. Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur Şâkirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdi yeni açlık ve kahta mukabil, Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özriyle maişet peşinde koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ


    .............................. .............................. .....

    Risale-i Nur ve ondan tam ders alan şâkirdleri; değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nuru âlet edemez ve şimdiye kadar da etmemiş. Biz, ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz... Bizden zarar tevehhüm etmek, divaneliktir.

    Evvelâ: Kur'an, bizi siyasetten menetmiş; tâ ki elmas gibi hakikatları ehl-i dünya nazarında cam parçalarına inmesin.

    Sâniyen: Şefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten menediyor. Çünki tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi-sekiz mâsum, bîçare, çoluk-çocuk, zaif, hasta ve ihtiyarlar var. Belâ, musibet gelse, o mâsumlar o belâya düşecekler; belki o iki münafık dinsiz daha az zarar görecek. Onun için si-



    sh:» (T:290)

    yaset yoliyle, idare ve asayişi ihlâl tarzında neticenin husulü de meşkûk olduğu halde girmekten; Risale-i Nur'un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak ve hakikat şakirdlerinin menediyor.

    Sâlisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nura eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahud adavet etmek; en dinsizleri de, onun dindârâne, hak-perestâne düsturlarına tarafdar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola. Çünki: Bu milletin ve bu vatanın hayat-ı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halâs etmek için, beş esas lâzımdır ve zaruridir:

    Birincisi: Merhamet, ikincisi: Hürmet, üçüncüsü: Emniyet, dördüncüsü: Haram-helâlı bilip haramdan çekinmek, beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

    İşte, Risale-i Nur Hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip asayişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risale-i Nura ilişenler kat'iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi, anarşilik hesabına vatan ve millet ve asayişe düşmanlıktır. İşte bunun bir hülâsasını o casusa söyledim, dedim ki: «Seni gönderenlere söyle, hem de ki: Onsekiz senedir bir defa kendi istirahatı için hükûmete müracaat etmiyen ve yirmi bir aydır dünyayı herc ü merc eden harblerden hiçbir haber almıyan ve çok mühim makamlarda çok mühim adamların dostane temaslarını istiğna edip kabul etmiyen bir adama, ondan korkup tevehhüm edip, dünyanıza karışmak ihtimaliyle evhama düşüp tarassutlarla sıkıntı vermekte hangi mânâ var, hangi maslahat var, hangi kanun var? Dîvaneler de bilirler ki; ona ilişmek, divaneliktir!» O casus da kalktı gitti.

    SAİD NURSÎ

    * * *

  2. #22
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    Aziz Kardeşlerim,

    İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hadisâta karşı ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz «İştirak-ı a'mâl-i uhreviye» düsturiyle; kalemlerle, herbiri diğerinin a'mâl-i sâliha defterine hasenat yazdıkları gibi, lisanlariyle herbirinin takva kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehâcüme hedef olan bu âciz kardeşinize, bu mübarek Şuhur-u Selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardıma koşmak, sizin gi-


    sh:» (T: 282)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    bi kahraman ve vefadâr ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı mânevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, îman ve sadakat şartiyle Risale-i Nur Talebelerini; bütün dualarıma ve mânevi kazançlarıma, yirmi dört saatte, «İştirak-ı a'mâl-i uhreviye» düsturiyle bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur Talebeleri ünvaniyle hissedar ediyorum.
    «Gül» ve «Nur» ve «Mübarekler» ve «Medrese-i Nuriye» hey'etleri ve ümmi ihtiyarlar ve mâsumlar başta olarak umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve selâmet ve saadetlerine dua ediyoruz.


    SAİD NURSÎ

    * * *

    Cenab-ı Hakka yüz binler şükür olsun ki Risale-i Nur, kendi kendine tevessü' ediyor, her tarafta fütuhatı var. Ehl-i dalâletin hileleri, onu durdurmuyor, bil'akis çok dinsizler teslim-i silâh ediyorlar. Hâfız Alinin dediği gibi, korkuları pek ziyadedir. Şimdi, dinsizlik taassubiyle değil, korku cihetiyle ilişiyorlar. O korku, Risale-i Nur lehine dönecek inşâallah. SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    .............................. .............................. ......................
    Hem o eski zata, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur'an-ı Mu'cizül-Beyanın feyziyle Yeni Said, hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkî ve hakikatlı bürhanlar zikrediyor ki; değil müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma, Risale-i Nurun kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı Azam'ın (R.A.) ihbaratı nev'inden, Kur'an-ı Mu'cizül-Beyanın dahi, bu zamanda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nura nazar-ı dikkati celbetmesi, mânâ-yı işârî tabakasından remiz ve îmâları, i'cazının şe'nindendir ve o lisan-ı gaybînin belâgat-ı mucizekâranesinin muktezasıdır. Evet; Eskişehir Hapishanesinde, dehşetli bir zamanda, kudsî bir teselliye


    sh:» (T: 283)

    pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla; «Risale-i Nurun makbuliyetine dair eski evliyalardan şahid gösteriyorsun. Halbuki;

    وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٌ

    sırrıyle, en ziyade bu mes'elede söz sahibi Kur'andır. Acaba Risale-i Nuru Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?» denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur'andan istimdad eyledim. Birden, otuz üç Âyetin mâna-yı sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakatından mânâ-yı işârî tabakasında ve o mânâ-yı işârî külliyetinden dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunduğunu bir saat zarfında hissettim ve bır kısmını bir derece îzahlı, bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımca hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nurla muhafaza niyetiyle o kat'i kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime, mahrem tutulmak şartiyle verdim. Ve o risalede, biz demiyoruz ki Âyetin mâna-yı sarihî budur: Ta hocalar «Fihî nazarun» desin. Hem dememişiz ki mâna-yı işârinin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mânâ-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da, mânâ-yı işârî ve remzîdir ve o mânâ-yı işârî de, bir küllidir. Her asırda; cüziyyatları var. Risale-i Nur dahi bu asırda, o mânâ-yı işârî tabakasının külliyetinde bir ferdidir ve o ferdin, kasden medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskidenberi ulema mabeyninde câri bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken; Kur'an Âyetini veya sarahatını değil incitmek, belki i'caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işârât-ı gaybiyeye itiraz edilmez.

    Ehl-i hakikatın nihayetsiz işârât-ı Kur'aniyeden had ve hesaba gelmiyen istihraçlarını inkâr edemiyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib'ad edip itiraz eden zat, eğer buğday tanesi kadar bir çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eylemek, azamet ve kudret-i İlâhiyyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak, fakr-ı mutlakta, ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyyeye delildir demeye mecbur olur.


    sh:» (T: 284)

    Ben, sizi ve muterizleri, Risale-i Nurun şerefi ve haysiyetiyle temin ediyorum ki; bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir dakika nefs-i emmareye medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi senelik hayatımın göz önündeki tereşşuhatiyle isbat ediyorum.

    Evet, bu hakikatle beraber, insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var; belki de fikrim karışmış; risalede, hatalar da olmuş. Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlı milyonlar fedakârları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlûbiyete düştükleri halde; benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassut altında, karakol karşısında ve müdhiş müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir biçare, o mesleklerden daha ileri, kuvvetli dayanan Risale-i Nura sahib değildir. O eser, onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîmin bu zamanda bir mucize-i mâneviyesidir ve rahmet-i İlâhiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmış. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil Risale-i Nurun öyle parçaları var ki; bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte ve bazı da on dakikada yazılan risaleler var. Ben yeminle temin ediyorum ki: Eski Saidin kuvve-i hafızası beraber olmak şartiyle, o on dakikalık işi, on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki günde istidadımla, zihnimle yapamıyorum. O altı saatlik risale olan Otuzuncu Söz; ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamaz. Ve hakeza... Demek biz, müflis olduğumuz halde, zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve bir hizmetçisi olmuşuz.

    SAİD NURSÎ

    * * *



    sh: » (T: 285)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Aziz, sıddık kardeşlerim;
    Bugünlerde sabah namazı tesbihatında İstanbul'daki ihtiyarın garazkârane ve şahsıma karşı galiz gıybeti üzerine, Eski Said damarıyla nefs-i emmarem heyecana geldi; "Mazlumum, bu nevi zulüm çekilmez!" dedi, intikamını almak istedi. Birden kalbime geldi: "Belki Risale-i Nur'un İstanbul'da neşrine bir vesile olur. Sen madem hayat-ı dünyeviyeni ve hayat-ı uhreviyeni dahi Risale-i Nur'a feda ediyorsun, bu izzet-i nefis damarını dahi feda et. Hem sebeb-i hilkat-i kâinat Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm'a mecnun tabiri istimal eden insanlar bulunduğu gibi; senin, o güneşe nisbeten zerrecik bir izzet-i nefsinin kırılmasına ehemmiyet verme." diye ihtar edildi, benim de kalbim rahat etti.
    Said Nursî
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ


    İstanbul ulemasının en büyüğü ve en müdakiki ve çok zaman müftiül-enam olan eski Fetva Emini meşhur Ali Rıza Efendi, Birinci Şuadaki İşârât-ı Kur'aniyeyi ve Ayetül-Kübra gibi Risaleleri gördükten sonra, Risale-i Nurun mühim bir talebesi olan Hâfız Emine demiş ki: «Bediüzzaman, şu zamanda Din-i İslâma en büyük bir hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu ve böyle bir zamanda ve mahrumiyet içinde tam bir feragat-ı nefs ettiğini ve onun Risale-i Nuru, müceddid-i din olduğunu kat'iyyen tasdik ederim. Cenab-ı Hak, onu muvaffak eylesin, âmin» demiş.

    Hem bazıların, sakal bırakmamaklığına itirazları münasebetiyle, Mevlâna Celâleddin-i Rumînin pederleri olan Sultanül-Ulemânın bir kıssasiyle onu müdafaa edip: «Bediüzzamanın, elbette bir içtihadı vardır, itiraz edenler haksızdır.» demiş ve Hoca Mustafaya (merhum) emretmiş: «Söylediğimi yaz!»


    sh:» (T: 286)

    Bediüzzamana, kemal-i hürmetle selâm ederim. Te'lifatınızın ikmaline hırz-ı can ile dua etmekteyim. Bazı ulema-yı sûun tenkidine uğradığına müteessir olma; zira «Yemişli ağaç taşlanır» kaziyyesi meşhurdur. Mücahedatınıza devam buyurun. Cenab-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak, âcilen murad ve matlubunuza muvaffak-ı bilhayr eylesin, âmin. Bâki Hakkın birliğine emanet olunuz.

    Eski Fetva Emini
    ALİ RIZA

    İşte böyle müdakkik ve ilim ve şeriat ve Kur'an cihetinde bu zamanda söz sahibi en büyük âlim böyle hükmetmiş.

    * * *

  3. #23
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Kardeşlerim;

    Şimdi bundan on dakika evvel cesurca fakat kalemsiz iki adam, Risale-i Nur dairesine biri birisini getirdi. Onlara dedim ki: «Bu dairenin verdiği büyük neticelere mukabil, sarsılmaz bir sadakat ve kırılmaz bir metanet ister.»

    Isparta kahramanlarının gösterdiği harikalar ve cihanpesendane hidemat-ı Nuriyenin esası, harika sadakatleri ve fevkalâde metanetleridir. Bu metanetin birinci sebebi, kuvvet-i îmaniye ve ihlâs hasletidir. İkinci sebebi, cesaret-i fıtriyedir. Onlara: «Siz, cesaretle ve efelikle tanınmışsınız.. ve dünyaya ait ehemmiyetsiz şeyler için fedakârlık gösterseniz, elbette Risale-i Nurun kudsî hizmetinde cihana değer uhrevî neticelerine mukabil, merdane ve fedakârane cesaret gösterip sadakatinizi muhafaza edersiniz.» dedim. Onlar da tam kabul ettiler.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes'ele olan iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatları olduğundan, bu hakaik-i imaniye-i Kur'aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'anın hakikatlarını, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için Risale-i Nurun has ve sâdık talebeleri gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar. Hatta sizin bu kardeşiniz, siz de bilirsiniz, bu onsekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmek için hükûmete karşı bir tek müracaatım olmadığı gibi, bu sekiz-dokuz aydır, küre-i Arzın bu herc ü mercini bir tek defa ne sual ve ne de merak ettim.

    SAİD NURSÎ

    * * *


    sh:» (T: 280)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Ey Kardeşlerim;

    Sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz; onu ihsas eden hâletten şiddetle içtinab ediyoruz. Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi senedenberi tahkikatınızla anlamışsınız ki ben, şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Bana, haddimden fazla mevki vermeyiniz diye size darılıyorum. Yalnız, Kur'an-ı Hakîmin bu zamanda bir mucize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına ve ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle, ona karşı tasdikkârâne teslimi ve irtibatı şâkirane kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikden ve şan ve şeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı, ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zâbıtanın evhama düşmeleri, ne kadar mânasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.
    SAİD NURSÎ


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Kardeşlerim,

    Bu günlerde, Kur'an-ı Hakîmin nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'e râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında, bu takva olan def-i mefâsid ve terk-i kebâir üssül-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları yapan, kebîreleri işlemiyen kurtulur. Böyle kebâir-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlâsla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır

    sh:» (T: 281)

    şeriat içinde çok hükmündedir. Hem takva içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir haramın terki, vâcibdir; bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böyle zamanlarda -binler günahın tehacümünde- bir tek ictinab az bir amel ile yüzer günahın terkiyle, yüzer vâcib işlenmiş olur. Bu ehemmiyetli nokta niyet ile, takva namiyle günahtan kaçınmak kasdiyle, menfi ibadetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i sâlihadır.

    Risale-i Nur Şâkirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor! Elbette takva ile niyet-i içtinab ile, yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yimi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzımgelirken, şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve te'siratı pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mucizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.

    Ezcümle, hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet, gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elim; ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor.

    Sedd-i Zülkarneynin tahribiyle Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'anın tezelzüliyle, Ye'cüc ve Me'cücden daha müdhiş olan, ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. Risale-i Nur Şâkirdlerinin böyle bir hadisede mânevî mücahedeleri, İnşâalah zaman-ı Sahabedeki gibi, az amel ile pek büyük sevab ve amâl-i sâlihaya medar olur.

  4. #24
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Mübarek Kardeşlerim.

    Üç gün evvel, aynen nurlu hediyeniz Kastamonuya geldiği anda, rü'yada görüyordum ki:

    Terfi-i makam ve rütbe için bizlere ferman-ı şâhâne, mânevî bir cânibden geliyor. Kemal-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyorlar. Biz baktık ki o ferman-ı âli, Kur'an-ı Azimüşşan olarak çıktı. O halde, bu mâna kalbe geldi: Demek, Kur'an yüzünden Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsi ve biz şakirdleri bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız. Şimdi tâbiri ise, o fermanı temsil eden mâsumların kalemiyle mânevî tefsir-i Kur'anı aldığımızdır. Bu rü'yanın şimdiki tabiri çıkmadan bir iki saat evvel, Feyzi ile Eminin gösterdikleri tâbir dahi hakdır ve ehemmiyetlidir. Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nuraniyeyi bir hiss-i kablel-



    sh:» (T: 276)

    vuku ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki; o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Eminin fıkrasında beyan edilen, rü'yayı gördüğüm gecenin günüde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç bir sürur hissedip, mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhar edip otuz-kırk defa tebessüm ile güldüm. Ben ve hem Feyzi, çok taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde bir defa gülmeyenin, bir günde otuz defa gülmesi, bizleri hayrette bıraktı.

    Şimdi anlaşıldı ki, o sürur ve o sevinç; mezkûr mânevî fermanı temsil eden mâsumlar ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları, nesl-i âtînin sahâif-i hayatlarına, Âlem-i İslâmın sahife-i mukadderatına ve ehl-i imanın istikbalinin defterlerine neşr-i envar edecek olan ve o mâsumların halis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i âmalimize hasenatları yazılıp kaydedilmesinin ve Risale-i Nur Şâkirdlerinin mukadderatının mes'ûdane idamesinin haberini veren, o daha gelmiyen hediyeden geliyordu. Benim o azîm yekûndan hisseme düşen binden bir cüz'ü ruhen hissedilmiş, beni mesrurane heyecana getirmişti. Evet, böyle yüzer mâsumların makbul amelleri ve red edilmez duaları, sair kardeşlerimin defterlerine geçmesi misillü, benim gibi bir günahkârın sahife-i âmaline dahi girmesi binler sürur ve sevinç verir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında, böyle mâsumane ve kahramanane çalışmak için biz, hem mâsumları ve ümmîleri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve validelerini tebrik, hem köylerini tebrik, hem memleketlerini, hem milletlerini, hem Anadoluyu tebrik ederiz. Mübarek mâsumların ve ümmîlerin herbirine birer hususi teşekkürname ve tebrikname yazmak elimden gelseydi, yazacaktım. Öyle ise bu arzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir daire suretinde yazacağım, dua vaktinde bakacağım; hem onları Risale-i Nurun has şâkirdleri dairesine dahil edip bütün mânevî kazançlarıma hissedar edeceğim. Benim tarafımdan onların peder ve validelerine veya akrabalarına ve üstadlarına selâmlarımızı tebliğ ediniz. Cenab-ı Hak onları ve evlâdlarını dünyaya ve âhirette mes'ud eylesin. Âmin, âmin, âmin.


    sh:» (T: 277)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Kardeşlerim,

    Hakaik-i îmaniye, her şeyden evvel, bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nurla onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken.. şimdiki hal-i âlem, hayat-ı dünyeviyeyi, hususan hayat-ı içtimaiyyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı İlâhinin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane damarları ve âsabları tehyîç edip, bâtın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine, o zararlı, fani arzuları yerleştirecek derecede bu meş'um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i nur dairesi haricinde bulunan bir kısım sathî belki de bir kısım zaif veliler, o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtları sebebiyle hakaik-ı îmâniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tabi olarak hemfikir olan münafıkları sever; kendine muhalif olan ehl-i hakikatı, belki ehl-i velâyeti tenkid ve adavet eder. Hatta hissiyat-ı diniyyeyi o cereyanlara tabi yaparlar.

    İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı Risale-i Nurun hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan iskat etmiş ki, bu harb-i umumîyi dört aydır merak etmedim, sormadım.

    Hem, Risale-i Nurun has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde iken zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini bulaştırmamak gerektir. Cenab-ı Hak bize nur ve nurani vazife vermiş, onlara da zulümlü ve zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmaya tenezzül etmek, hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı mâneviye ve envar-ı îmaniye kâfi ve vâfidir.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    sh:» (T: 278)

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Bugünlerde Risale-i Nura sûikasd edenlerin ve sizlere sıkıntı verenlerin, haklarında bana verdiği bir hiddet neticesinde bedduaya teşebbüs ettim. Birden Ispartaya kıyamadım, beddua yerine: «Ya Rab! Isparta, Risale-i Nurun bir Medresetüzzehra'sıdır. Oradaki fena memurları dahi ıslah eyle, hüsn-ü âkıbet ver» diye dua eyledim ve ediyorum.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Fedakâr Kardeşlerim,

    Nurlar; bil'akis Isparta tevakkufuna karşı, buralarda inkişafat ile tezahür etti. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى En ziyade bize nezaretle bizimle ve siyasetle alâkadar mühim bir zat geldi. Ona dedim ki; «Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiç gazete okumadım. Bu sekiz aydır bir defa, Cihanda ne oluyor? diye sormadım. Üç senedir burada işitilen radyoyu dinlemedim, tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, îman hakaiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir. Hiçbir şeye tâbi ve âlet olamaz! Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi ve âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumunun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakîmin hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş. Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız. Bil'akis teshilât göstermeniz lâzım. Çünki hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti tesis ile, hem asayişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmağa çalışıp sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor

    SAİD NURSÎ
    * * *


    sh:» (T: 279)

  5. #25
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Aziz Sıddık Kardeşlerim,
    Evvelce hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye dair yazılan iki parçaya tetimmedir.

    Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşama şeraitini ağırlaştırıp çoğaltması ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle, tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatanın cezası olarak öyle dehşetli tokat yedi ki, dünyayı başına Cehennem eyledi. İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.

    Ezcümle, gördüm ki; ehl-i diyanet, ehl-i takve bir kısım zatlar, bizimle gayet ciddi alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zatta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, ta ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarikatı keşf ve keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-ı diniyenin fevaîd-i dünyeviyesi, yalnız tercih edici ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapılmasındaki maksad o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakal ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.

    Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından ve zulüm ve zulümatından en mücerreb bir kurtarıcı Risâle-i Nurun mizanları ve müvazeneleriyle neşrettiği nur olduğuna kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nurun dairesine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir. Evet,

    عَلَى الاَخِرَةِ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا işaretiyle; bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslama da bilerek tercih ettirdi. Hem, binüçyüz otuzdört tarihinde başlayıp öyle bir


    sh:» (T: 274)


    rejim ehl-i iman içine sokuldu. Evet عَلَى الاَخِرَةِ cifr ve ebced hesabiyle binüçyüzotuz üç veya dört ederek, aynı vakitte eski harb-i umumide İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla muahede şartını, dünyayı dine tercih rejiminin mebdeine tevafuk ediyor. İki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    ÜSTAD BEDİÜZZAMANIN İKİNCİ DÜNYA HARBİ
    ESNASINDA YAZDIĞI MÜHİM BİR MEKTUB
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Şiddet-i şefkat ve rikkatten ve bu kışın şiddetli soğuğiyle beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçerelere gelen felâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde, kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmünde geçiyor. Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç haberim yokken, Avrupa ve Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

    O musibet-i semavîden, zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun, şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

    Onbeşden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünki, âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve Dîn-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâma bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsanın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek, elbette şimdi fetret gibi karan-


    sh:» (T: 275)

    lıkta kalan Hazret-i İsaya mensub Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâket, onlar hakkında bir nevi şehadettir denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibet-zedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar; elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara kefaret olmakla beraber yüz derece onlara kârdır, diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîne hadsiz şükrettim ve o elîm elemden ve şefkatten teselli buldum.

    Eğer o felâketi gören, zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adâlet-i Rabbaniyedir.

    Eğer o felâketi çekenler; mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyükdür, o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.

    SAİD NURSÎ

    * * *

  6. #26
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Birinci Mes'ele: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbi-


    sh:» (T: 270)

    hatlar, tarikat-ı Muhammediyedir (A.S.M.) ve velâyet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatı böyle inkişaf etti:

    Nasılki, Risalete inkılâb eden velâyet-i Ahmediye, bütün velâyetlerin fevkindedir; öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velayet-i kübrânın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etdi:

    Nasıl zikir dairesinde bir meclisde veyahud hatm-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar hey'et-i mecmuada nûranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonraسُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) muvacehesinde, yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini mânen hisseder; o azamet ve ulviyetiyle سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ der. Sonra o serzâkirin emr-i mâneviyesiyle اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve çok geniş bulunan hatme-i Ahmediyenin (A.S.M.) dairesinde yüz milyon müridlerin اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde اَلْحَمْدُ لِلَّهِ ile iştirak eder. Ve hâkeza
    اَللَّهُ اَكْبَرُ اَللَّهُ اَكْبَرُ ve duadan sonra لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında sâbık mana ile o ihvan-ı tarikatı nazara alıp, o halkanın ser-zâkiri olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm müteveccih olup
    اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَارَسُولَ اللَّهِ

    der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek, tes-


    sh:» (T: 271)

    bihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

    İkinci Mes'ele: Otuzbirinci Âyetin işârâtının beyanında يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا bahsinde denilmiş ki:

    Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni: Kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara, bildiği halde tercih etmek, bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyorum. Bu günlerde ihtar edildi ki; nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair âza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de: Hırs-ı hayat ve hıfz ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbabla yaralanmış; sâir letâifi kendisiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor. Hem, nasılki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane sa'şaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mestûre hanımlar dahi o câzibeye kapılıp hakiki vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de:

    Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî vazifelerini, kalb ve aklını nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor. Evet; hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartiyle, bazı umûr-u diniyeyi terkeder. Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden berekâtın kalkmasiyle ve fakr u zaruret ve maişet ziyadeleşmesiyle, o derece o damar yaralanmış ve zedelenmiş ve mütemadiyen, ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu fâni hayata celb ede ede, o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcet-i hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı, Kur'an-ı Mucizül-Beyanın tiryak-misal ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakirdleri mukavemet


    sh:» (T: 272)

    edebilir. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli; sadakatle, tam metanetle ve ciddi ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acib hastalığın te'sirinin kurtulsun.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Hâfız Alinin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnad ettiği meziyet ve mâsumiyeti, onun mâsum lisaniyle, hakkımda medih olarak değil, bir nevi dua olarak tasavvur ediyoruz. Hem Hâfız Alinin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta bir Medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nurun sâdık şâkirdleri, harikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri bizleri, belki Anadoluyu, belki Âlem-i İslâmı mesrur, müferrah eden bir hakikatlı haber telâkki ediyoruz. Âhirdeki «Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği gibi, mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemini hemen hemen gelmektir.» diyen fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlâhiyyeden dua ile niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz.

    Fakat biz Risale-i Nur şâkirdleri ise; vazifemiz hizmetdir, vazife-i İlâhiyyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmak, hem çoktanberi sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi, her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevkeden dehşetli esbab altında, Risale-i Nurun şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkanın ve dalâletin savletlerini kırması ve yüzbinler bîçarelerin imanlarını kurtarması ve biri yüze ve bazan bine mukabil yüzer ve binler hakiki mü'min talebeleri yetiştirmesi; Muhbir-i Sâdık'ın ihbarını aynen tasdik etmiş, vukuatla isbat etmiş ve ediyor. Ve inşâallah hiçbir kuvvet Anadolunun sinesinden onu çıkaramaz. Ta âhir zamanda, hayatın geniş dairesinin asıl sahibleri, yâni Mehdi ve şâkirdleri, Cenab-ı Hakkın izniyle gelir; o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allaha şükrederiz.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    sh:» (T: 273)

  7. #27
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    .............................. .............................. .......

    Risale-i Nurun yüksek, kıymetdar hizmet-i îmaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki: Risale-i Nur ile hizmet ise, İmanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebelerini kazandırıyor. Bir adamın îmanını kurtarmak ise, on mü'mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki: İman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için, bir mü'mine küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi te'min eder. Velayet ise, mü'minin Cennetini genişletir, parlattırır. Bir adamı sultan yap-


    sh:» (T: 267)

    mak, on adamı vali yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.

    İşte bu dakik sırrı senin Ispartalı kardeşlerinin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki; benim gibi bir bîçare, günahkâr bir adamın arkadaşlığını,evliyalara -eğer bulunsaydı müctehidlere dahi- tercih ettiler. Bu hakikata binaen; bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, «Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım.» dese; sen, Risale-i Nuru bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın!
    SAİD NURSÎ * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Risale-i Nur Talebelerinden bir kısmı kardeşlerimin, benim haddimin çok fevkinde hüsn-ü zanlarını tadil etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.

    Bundan kırk sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (Rahmetullahi Aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

    O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden Hazret-i Ziyaeddinin (Kuddise sırruhu) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de, makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: «Hazret-i Ziyaeddin, bütün ulûmu biliyor; kâinatda, kutb-u âzam gibi herşeye ıttılâı var.» Beni, onunla rabtetmek için hârika makamlarını beyan etti. Ben de o kardeşime dedim ki: «Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde onu ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar hakiki onu sevmiyorsun. Çünki, kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin seversin; yâni o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikatı görülse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zât-ı mübareki, senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünki sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i îmana hâlis ve te'sirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı görülse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbetde noksan olmak; bil'akis daha ziyade hürmet ve takdirle


    sh:» (T: 268)

    bağlanacağım. Demek ben hakiki bir Ziyaeddini, sen de hayalî bir Ziyaeddini seversin.» Benim o kardeşim, insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etdi.

    Ey Risale-i Nurun kıymetli talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim! Şahsiyetim itibariyle sizin ziyade hüsn-ü zannınız, belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikat-bîn zatlar; vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusuratla âlûde mahiyetim görünse, bana acıyacaksınız. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak için, kusuratımı gizliyorum.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derecede cerheden benim cevabımın hikmeti şudur ki:

    Bu zamanda, öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için faraza hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat dahi bu zamanda gelseydi; harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için, siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

    Hem üç mes'ele var; bir hayat, biri şeriat, biri îman. Hakikat noktasında ve en mühimmi ve en âzamı, îman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında ve en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden; o zat şimdi olsa da, üç mes'elenin birden umum rûy-u zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en âzam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak; ta ki iman hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.

    Hem yirmi seneden beri tahribkârane eşedd-i zulüm altında o


    sh:» (T: 269)

    derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır, zarar verir. Demek en hâlis ve selâmetli ve en mühim ve en muvaffakiyetli hizmet, Risale-i Nur şâkirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Bu seneki Ramazan-ı Şerif; hem âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur Şâkirdleri için gayet ehemmiyetli, pek çok kıymetlidir. Risale-i Nur Şakirdlerinin «İştirak-i a'mâl-i uhreviye» düstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar -kardeşlerine aynı mikdar- defter-i a'mâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i Îlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nurun dairesine sıdk ve ihlas ile girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir; herbiri binler hisse alır. İnşâallah, emval-i dünyeviyenin iştiraki gibi inkısam ve tecezzi etmeden, herbirisinin defter-i amel'ine aynı geçmesi; bir adamın getirdiği bir lâmba, binler âyinelerin herbirisine, aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir. Demek, Risale-i Nurun sâdık şâkirdlerinden birisi, Leyle-i Kadir'in hakikatını ve Ramazanın yüksek mertebesini kazansa, umum hakiki sâdık şakirdler, sahib ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyyeden çok kuvvetli ümidvârız.

    SAİD NURSÎ


  8. #28
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Âhiret Kardeşlerime Mühim Bir İhtar:

    İki Maddedir.

    Birincisi: Risale-i Nura intisab eden kimsenin en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran ve okuyan, «Risale-i Nur Talebesi» ünvanını alır; ve o ünvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımla hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerim ve Risale-i Nur Talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur. Hem dört vecihle dört nevi ibadet-i makbûle hükmünde bulunan kitabetinde hem îmanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının îmanlarını tehlikeden kurtarmaya çalışmak, hem Hadîsin hükmiyle «Bir saat tefekkür, bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen» tefekkür-ü îmanîyi elde etmek ve ettirmek; hem hüsn-ü hattı olmıyan ve vaziyeti çok ağır bulunan üstadına yardım etmekle hasenatına iştirak etmek gibi çok faideleri elde edebilir. Ben kasemle temin ederim ki: Bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye vermiş hükmüne geçer. Belki her bir sahifesi, bir okka şeker kadar beni memnun eder.

    İkinci Madde: Maatteessüf Risale-i Nurun, îmansız ve emansız cinnî ve insî düşmanları, onun çelik gibi metin kal'alarına, elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden çok gizli desiseler ve hafî vasıtalarla, haberleri olmadan, yazanların


    sh:» (T: 263)

    şevklerin kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip darbe vuruyorlar. Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazıcılar pek az, düşmanlar çok dikkatli, kısmen talebeleri mukavemetsiz olduğundan; bu memleketi, o nurlardan bir derece mahrum ediyorlar.

    Benim ile hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek istiyen adam, hangi risaleyi açsa, benim ile değil, hâdim-i Kur'an olan üstadiyle görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.


    .............................. .............................. .........

    Sabrinin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel, o mektubun mânevi tesiriyle bu Âyeti اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا Âyetiyle beraber düşünürken, birden hatırıma geldi: Risale-i Nurun bu derece kuvvetli işârât-ı Kur'aniyeye ve şakirdlerinin bu kadar kıymetli beşârât-ı Kur'aniyeye ve aktabların iltifatına mazhariyetinin sırrı ve hikmeti, musibetin azameti ve dehşetidir ki; hiç bir eserin mazhar olmadığı bir kudsî takdir ve tahsin almış. Demek ehemmiyet, onun fevkalâde büyüklüğünde değil, belki musibetin fevkalâde dehşetine ve tahribatına karşı mücahedesi az olduğu halde, gayet büyük bir ehemmiyet kesbetmiş ki bu iki Âyet de, işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade eder ki: «Risale-i Nur dâiresine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler.» diye müjde veriyor.

    Evet, bazı vakit olur ki bir nefer, gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır.

    Ondokuzuncu Sözün âhirinde beyan edilen Kur'andaki tekrarın ekser hikmetleri, Risale-i Nurda dahi cereyan ediyor. Bilhassa ikinci hikmeti, tam tamına vardır. O hikmet şudur ki: Herkes Kur'ana muhtaçdır. Fakat herkes, her vakit bütün Kur'anı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye, galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur'aniye, ekser uzun surelerde dercedilerek, herbir sure bir küçük Kur'an hükmüne geçmiş. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek için, Haşir ve Tevhid ve Kıssa-i Musa gibi bazı maksadlar tekrar edilmiş: Aynı ehemmiyetli hikmet içindir ki; bazı defa haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, bazı ince hakaik-i îmaniye ve kuvvetli hüccetle-


    sh:» (T: 264)

    ri, müteaddid risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ederdim: «Neden onlar bana unutturulmuş?» Sonra kat'î bir surette bildim ki, herkes bu zamanda Risale-i Nura muhtaçtır; fakat umumunu elde edemez; elde etse de, tamam okuyamaz. Fakat küçük bir Risale-i Nur hükmüne geçmiş bir risale-i câmiayı elde edebilir ve ekser vakitlerde, muhtaç olduğu mes'eleleri ondan okuyabilir ve gıda gibi her zaman ihtiyaç tekerrür ettiği gibi, o da mütalâasını tekrar eder.

    SAİD NURSÎ

    * * *

    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

    Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten Lilâlemîn Zatın mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhâda sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekâm-i kalbîdir. Meselâ: Kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve te'vile sapmak, Kur'anın ve edyân-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi; bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki, mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşî bir vicdansızlıktır. Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i îmanı sû-i âkıbete ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek; elbette o dua, o zulüm, ehl-i imana dehşetli bir merhametsizliktir ve şenî bir gadirdir. Risale-i Nurda kat'iyyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki;


    sh:» (T: 265)

    «İstirahatımızın selbine sebeb oldular.» diye rivayet-i sahiha vardır. O halde, kâfirin ve münafığın azab çekmesine acıyıp şefkat eden adamlar, şefkata lâyık hadsiz mâsumlara acımıyorlar.

    * * *


    Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki: Îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolayı, Risale-i Nurdadır. Evet, onbeş sene yerine onbeş haftada, Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isal eder. Bu fakir kardeşiniz, yirmi sene evvel kesret-i mütalâa ile, bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakındır ki, Kur'an ve Kur'andan gelen Risale-i Nur bana kâfi geliyordu. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları da yanımda bulundurmadım. Risale-i Nur, çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde; te'lifi zamanında yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum ve meşgul olmuyorum. Siz dahi, Risale-i Nura kanaat etmeniz lâzımdır; belki bu zamanda elzemdir!..

    * * *


    Birinci Esas: Ehl-i imanın me'yusiyetine karşı, istikbalde bir nur var diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvuku ile Risale-i Nurun istikbalde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i imanın îmanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip, o adese ile hürriyet inkılâbındaki siyaset dairelerine bakmış; tabirsiz, te'vilsiz tatbike çalışmış, siyaset ve kuvvet ve kemmiyet noktasında zannetmiş; doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş.


    İkinci Esas: Eski Said, bazı siyasî insanlar ve harika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip, ona (istibdada) karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvuku, tabir ve te'vîle muhtaç iken, bilmiyerek; resmî, zaif ve ismî bir istibdat görüp, o siyasî ve dâhî edipler ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zaif bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksad doğru, fakat hedef hata. İşte Eski Said, eski zamanda, böyle acib bir istibdadı hissetmiş; bazı âsârında ona hü-


    sh:» (T: 266)

    cum ile beyanatı var. O müthiş istibdad-ı acîbeye karşı meşrutai meşruayı bir vâsıta-i necat görüyordu. Ve «hürriyet-i şer'iyye, Kur'anın ahkâmı dairesindeki meşveretle, o müthiş musibeti def eder.» diye düşünüp öyle çalışmış.

    Hem «Münazarat Risalesi» nin ruhu ve esası hükmünde olan hâtimesindeki Medresetüzzehra'nın hakikatı ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur Medresesine bir zemin ihzar etmek idi ki, bilmediği halde ihtiyarsız olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile o nuranî hakikatı maddî suretinde arıyordu. Sonra o hakikatın maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı. Sultan Reşad (Merhum), ondokuz bin altun lirayı, Van'da temeli atılan o Medresetüzzehra'ya verdi. Temel atıldı, fakat sâbık harb-i umumî çıktı, geri kaldı. Beş altı sene sonra Ankara'ya gitdim, yine o hakikata çalışdım. İkiyüz meb'usdan yüzaltmış üç meb'usun imzalariyle, o medresemize yüzellibin banknot iblâğ ederek, o tahsisat kabul edildi. Fakat, binler teessüf, medreseler kapandı, o hakikat geri kaldı. Fakat Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o medresenin mânevi hüviyeti Isparta vilâyetinde te'sis edildi. Risale-i Nuru tecessüm ettirdi.

    İnşâallah istikbalde, Risale-i Nur Şakirdleri, o âli hakikatın maddî suretini de te'sis etmeye muvaffak olacaklar...

    SAİD NURSÎ


    * * *

  9. #29
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı

    Dördüncü Kısım
    Kastamonu Hayatı

    Bediüzzaman Said Nursî, Eskişehir hapsinden çıktıktan sonra, Kastamonu Vilâyetine nefyediliyor. Uzun bir müddet polis karakolunda ikamete mecbur edildikten sonra, karakolun tam karşısında, dâimî bir tarassud altında olan bir eve yerleştiriliyor.
    Orada, sekiz sene ağır bir istibdad ve göz hapsi altında bir sürgün hayatı geçirtiliyor. Fakat o, kat'iyyen boş durmuyor, neşr-i envar-ı Kur'aniyeye gizli olarak devam ediyor. Bilhassa İnebolu'da çok fedakâr ve faal talebeleri yetişiyor. Aynen Isparta talebeleri gibi, şevkle Risale-i Nur'u yazmaya ve etrafa perde altında neşretmeye başlıyorlar. Karadeniz havalisinde de, Risale-i Nur eserleri böylece büyük bir rağbet görmeye başlıyor.
    Hazret-i Üstad Kastamonu'da iken, Isparta'daki talebeleriyle dâima alâkadar idi. O, izn-i İlâhî ile biliyordu ki; Risale-i Nur'u dünyaya ilân ve neşredecek fedakârlardan ve nâşirlerden kısm-ı âzamı Isparta'dan çıkacak.. veya Isparta merkezindeki hizmet ile bu büyük vazife ifa edilecek.
    .............................. .............................. .......................
    Risale-i Nur Şâkirdleri, sevgili Üstadlarının hal ve istirahatıyla çok alâkadardırlar. Müşfik Üstadlarından ve Nurcu kardeşlerinin Risale-i Nur hizmetlerinden sık sık haber almayı arzu ederler.

    Bediüzzaman Said Nursî, yirmiyedi sene zarfında, Nur Talebelerine hitaben ilmî, îmanî, İslâmî mevzularda ve hizmet-i îmaniyeye dâir bazı mektublar yazmıştır. Nur talebeleri de, çok müştak oldukları bu mektubları el yazılarıyla çoğaltarak neşretmişlerdir. Din düşmanlarının, postahanelerden Nur Risalelerini ve mektublarını göndermeyi yasak edecek dereceye varan şiddetli tazyikatları zamanında bu mektubları ve Nur Risalelerini, Nur Talebeleri köyden köye, kasabadan kasabaya, vilâyetten vilâyete götürmüşlerdir. Hatta kendi aralarında "Nur Postacıları" meydana getirmişlerdir. Bütün ruh u canlarıyla gönüllü olan bu Nur Postacıları, bu hizmetin en kudsî bir vazife olduğuna inanmışlardır. Gayet ehemmiyetli ve hakikatlı olduğu kadar gayet güzel olan

    sh: » (T: 261)
    ve Risale-i Nur'un "Lâhika Mektubları" ismini alan bu mektublar, Nur Talebelerinin ruhî birçok ihtiyaçlarını tatmin etmiştir. Hem Risale-i Nur Talebelerine, Kur'an ve îman hizmetinde birer rehber hükmüne geçmiş; hem İslâmiyet düşmanlarının bütün bütün yalan ve uydurma propagandalarına aldanmamak ve intibah vermek hususunda uyandırıcı bir tesir husule getirmiştir. Ve bu suretle de, dinsizliğin o muvakkat şa'şaalı saltanatı devrinde -çok kimselerin ümidsizliğe ve atalete düşürüldüğü o karanlık günlerde- kalblere inşirah ve sürur vermiş
    ve iman hizmeti için faaliyet aşkını yerleştirmiştir. Ve böylece müminleri yeisten kurtarıp, İslâmiyetin, Risale-i Nur'la istikbaldeki parlak zaferlerine işaretler edip müjdeler vermiştir.
    Evet, o nûranî Lâhika mektubları ki; ruhları, kalbleri cezb ve fetheden, akılları teshir eden hakikatlarla doludur. Bu Lâhika Mektublarından bazıları ileride yeri geldikçe dercedilecektir. Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'daki hayatına dâir malûmatı, Kastamonu'dan yazdığı mektubların bir kısmından bazı parçalar almakla ve oradaki hâlis ve sâdık Nur Talebelerinin mektublarından birkaç mektubu bu tarihçeye idhal etmek suretiyle takdim ediyoruz. Aşağıda yazılan mektublar beşyüz sahifeden ziyade olan Kastamonu Lâhikasından, Üstad'ın, Kastamonu'dan Isparta'daki talebelerine gönderdiği mektublarından beş-on mektubdur. Bu mektublarda Hazret-i Üstad, talebelerine, el yazısıyla risaleleri yazmalarının, neşretmelerinin ehemmiyetini; Risale-i Nur Talebelerinin şimdilik cüz'î gibi görünen hizmetlerinin, hakikatta, kâinatta en muazzam mes'ele olduğunu ve bir gün bu memlekette Risale-i Nur'un nuruyla geniş çapta fütuhat olacağını müjdelemekte, Risale-i Nur'un dairesinin ve neşriyatının temellerini, esaslarını vaz ve tahkim etmektedir.
    * * *


    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Aziz Sıddık Kardeşlerim,

    Risale-i Nurun hizmetindeki ekser şâkirdleri birer nevi keramet ve ikram-ı İlâhî hissettikleri gibi; bu âciz kardeşiniz, çok muhtaç olduğu için çok nevilerini ve çeşidlerini hissediyor. Ve bu sıra-


    sh:» (T: 262)

    larda, bu havalideki şâkirdler, yeminle itiraf ediyorlar ki: «Biz Nurun hizmetinde çalıştıkça, hem maişetçe, hem istirahat-ı kalbce bir genişlik, bir ferah, zâhir bir surette hissediyoruz.» Ben kendimce o kadar hissediyorum ki; nefis ve şeytanım, o bedahate karşı hayret ederek sustular.

    SAİD NURSÎ
    * * *

Sayfa 3/3 İlkİlk 123

Benzer Konular

  1. Tarihçe-i Hayat: Beşin Kısım - Denizli Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 14
    Son Mesaj: 26.06.11, 00:33
  2. Tarihçe-i Hayat: Altıncı Kısım - Emirdağ Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 19
    Son Mesaj: 25.06.11, 08:07
  3. Tarihçe-i Hayat: Yedinci Kısım - Afyon Hayatı
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 20
    Son Mesaj: 25.06.11, 07:04
  4. Isparta hayatı tarihçe-i hayat
    By Konyevi Nisa in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 17.02.11, 19:54
  5. Isparta hayatı tarihçe-i hayat
    By BuRaK in forum Bediüzzaman'ın Hayatı
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 08.06.08, 12:47

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •