5 sonuçtan 1 ile 5 arası

Konu: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
    Onbesinci Söz

    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
    وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَآءَ الدُّنْيَا ِبمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ
    Ey kozmografyanin ruhsuz mes'eleleriyle zihni darlasan ve akli gözüne inen ve su âyetin âzametli sirrini, o sikismis zihninde yerlestiremeyen mektebli efendi! Su âyetin semâsina yedi basamakli bir merdivenle çikilabilir. Gel, beraber çikacagiz!
    Birinci Basamak: Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semâvatin da kendine münâsib sekeneleri bulunsun. Lisan-i ser'îde o ecnâs-i muhtelifeye, melâike ve ruhaniyyat tesmiye edilir. Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira zemin küçüklügü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîsuur mahlûklardan doldurulmasi ve arasira bosaltilip yeniden zîsuurlarla senlendirilmesi isaret eder, belki tasrih eder ki: Su muhtesem burçlar sahibi, müzeyyen kasirlar hükmünde olan semâvat dahi, zîsuur ve zevil-idrâk mahlûklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, su âlem sarayinin seyircileri ve su kâinat kitabinin mütalâacilari ve su saltanat-i Rububiyyetin dellâllaridirlar. Çünki kâinati hadd ve hesaba gelmeyen tezyinat ve mehâsin ve nukus ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedâhe mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârini ister. Evet, hüsün elbette bir âsik ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki ins ve cin, su nihayetsiz vazifeye, su hasmetli nezarete ve su vüs'atli ubûdiyyete karsi milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibâdata, nihayetsiz Melâike enva'i ve Ruhâniyyat ecnâsi lâzimdir. Bâzi rivayatin isârâtiyla ve intizâm-i âlemin hikmetiyle denilebilir ki: Bir kisim ecsam-i seyyare, seyyarattan tut tâ katarata kadar, bir kisim Melâikenin merakibidirler. Onlar bunlara izn-i Ilahî ile binerler, âlem-i sehâdeti seyredip gezerler. Hem denilebilir ki, bir kisim ecsam-i hayvâniyye, Hadîste "Tuyurun Hudrun" tesmiye edilen cennet kuslarindan tut, tâ sineklere kadar bir cins ervahin tayyareleridirler. Onlar, bunlarin içine emr-i Hak ile girerler, âlem-i cismâniyati seyran edip o cesedlerdeki hasselerin
    sh: » (S: 184)
    pencereleriyle, cismanî mu'cizât-i fitrati temâsa ederler. Elbette kesafetli topraktan ve küdûretli sudan mütemadiyen letâfetli hayati ve nuraniyyetli zevil-idrâki halkeden Hâlik'in, elbette ruha ve hayata münâsib su nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kisim zîsuur mahluklari vardir. Hem çok kesretli olarak vardir. Melâike ve ruhâniyatin vücudlarina dâir "Nokta" naminda bir risalemde ve Yirmidokuzuncu Söz'de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat'iyyetle isbat edilmistir. Eger istersen ona müracaat et.
    Ikinci Basamak: Zemin ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardirlar. Ortalarinda ehemmiyetli irtibat ve mühim muameleler vardir. Zemine lâzim olan ziya, hararet ve bereket ve rahmet gibi seyler semâdan geliyor, yâni gönderiliyor. Vahye istinad eden bütün Edyan-i Semâviyyenin icmâi ile ve suhuda istinad eden bütün ehl-i kesfin tevatürüyle, Melâike ve ervah semâdan zemine geliyorlar. Bundan, hisse karib bir hads-i kat'î ile bilinir ki: Sekene-i arz için, semâya çikmak için bir yol vardir. Evet nasil herkesin akil ve hayal ve nazari her vakit semâya gider. Öyle de: Agirliklarini birakan ervah-i enbiya ve evliya veya cesedlerini çikaran ervah-i emvat, izn-i Ilâhî ile oraya giderler. Mâdem hiffet ve letâfet bulanlar oraya giderler. Elbette cesed-i misâlî giyen ve ervah gibi hafif ve lâtif bir kisim sekene-i arz ve hava, semâya gidebilirler.
    Üçüncü Basamak: Semânin sükût ve sükûneti ve intizâm ve ittiradi ve vüs'at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi degiller; belki bütün ahalisi mutî'dirler. Ne emrolunsa onu islerler. Müzâhame ve münâkasayi îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket genis, fitratlari safi, kendileri masum, makamlari sabittir. Evet zeminde ezdad içtimâ etmis, esrar ahyara karismis, içlerinde münâkasat baslamis; o sebebden ihtilafat ve izdirabat düsmüs ve ondan imtihânat ve müsabakat teklif edilmis ve ondan terakkiyât ve tedenniyât çikmis. Su hakikatin hikmeti sudur ki:
    Beser, secere-i hilkatin en son cüz'ü olan meyvesidir. Mâlûmdur ki, bir seyin semeresi en uzak, en cem'iyetli, en nâzik, en ehemmiyetli cüz'üdür. Iste bunun için semere-i âlem olan insan en câmi', en bedi', en âciz, en zaîf ve en lâtif bir mu'cize-i kudret oldugundan, besigi ve meskeni olan zemin, âsumânâ nisbeten maddeten küçüklügüyle ve hakaretiyle beraber mânen ve san'aten bütün kâinatin kalbi, merkezi, bütün mu'cizât-i san'atin mesheri, sergisi ve bütün tecelliyat-i esmâsinin mazhari, nokta-i mihrakiyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahseri ve ma'kesi ve hadsiz Hallâkiyet-i
    sh: » (S: 185)
    Ilâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvanâtin kesretli enva'-i sagîresinde, cevâdâne îcadin medâr ve çarsisi; ve pek genis âhiret âlemlerindeki masnuatin küçük mikyasta nümûnegâhi ve mensucât-i ebediyenin sür'atle isleyen tezgâhi ve menaâzir-i sermediyenin sür'atle degisen taklidgâhi ve besatîn-i dâimenin tohumcuklarina sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraasi ve terbiyegâhi olmustur. Iste arzin (Hasiye) bu âzamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-i Hakîm, semâvata nisbeten, büyük bir agacin küçük bir meyvesi hükmünde olan arzi, bütün semâvata denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semâvâti bir kefede koyuyor. Mükerreren
    رَبُّ السَّمَوَاتِ وَ اْلاَرْضِ der. Hem arzin su mezkûr hikmetlerden nes'et eden sür'atli tahavvülü ve devamli tegayyürü iktiza eder ki; sekenesi de ona göre mazhar-i tahavvülat olsun. Hem su mahdud arz, hadsiz mu'cizât-i kudrete mazhar oldugundandir ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarina, sâir zîhayatlar gibi fitrî bir had ve hulkî bir kayit konulmadigi için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmustur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ seytanlara kadar uzun bir meydan-i imtihanlari peyda olmustur. Mâdem öyledir, elbette firâvunlasmis seytanlar, hadsiz seraretiyle semâya ve ehline tas atacaklar...
    Dördüncü Basamak: Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâliki olan Zât-i Zülcelâl'in, ahkâmlari ayri ayri pek çok namlari ve ünvanlari ve Esmâ-i Hüsnâsi vardir. Meselâ: Ashâb-i Nebi safin-


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    (Hasiye): Evet, küre-i arz küçüklügüyle beraber semâvata karsi gelebilir. Çünki nasilki dâimî bir çesme, varidatsiz büyük bir gölden daha büyük denilebilir. Hem bir ölçek ile bir sey ölçerek baska yere nakledilen ve onun elinden geçmis ve ona girmis çikmis bir mahsulâtla, zâhiren binler defa ölçekten büyük ve dag gibi bir cisimle o ölçek müvaâzeneye çikabilir. Aynen öyle de: Küre-i arz, Cenâb-i Hak onu san'atina bir mesher ve îcadina bir mahser ve hikmetine medâr ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennetine mezraa ve hadsiz kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mâzi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çesme hükmünde îcad etmis. Her sene kat kat ve katmerli yüzbin tarzda, masnuattan dokunmus gömleklerini degistirdigi ve çok defa dolup mâziye bosaltarak gayb âlemine döktügü bütün o müteceddid âlemleri ve arzin müteaddid gömleklerini nazara al; yâni, bütün mâzisini hâzir farzet. Sonra yeknesak ve bir derece basit semâvata karsi müvazene et. Göreceksin ki: Arz, ziyade gelmezse, noksan da kalmaz. Iste رَبُّ السَّمَوَاتِ وَ اْلاَرْضِ sirrini anla.
    sh: » (S: 186)
    da küffara karsi muharebe etmek için melâikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktiza eder ki, melâike ile seyâtîn ortasinda muharebe bulunsun ve ahyar-i semâviyyîn ve esrar-i arzîn mabeynlerinde mübareze olsun. Evet küffârin nüfus ve enfaslari kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelâl, bir emir ile, bir sayha ile onlari mahvetmiyor. Rubûbiyet-i âmme ünvaniyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydan-i imtihan ve mübareze açiyor. Temsilde hatâ olmasin, görüyoruz ki: Nasilki bir padisahin daire-i hükûmeti itibariyle ayri ayri pek çok ünvanlari, isimleri bulunur. Meselâ: Daire-i adliye onu "Hâkim-i Âdil" nâmiyla yâd eder. Dâire-i askeriye onu "Kumandan-i A'zam" nâmiyla bilir. Daire-i mesihat onu "Halife" ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu "Sultan" nâmiyla tanir. Muti' ahali ona "Merhametkâr Padisah" derler. Âsi insanlar ona "Kahhar Hâkim" derler. Daha bunlara kiyas et. Iste Bâzi vakit oluyor ki, bütün ahali onun elinde olan o padisah-i âlî; âciz, zelil bir âsiyi bir emir ile idam etmiyor. Belki Hâkim-i Âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sadik bir memurunu taltife liyâkatini biliyor. Fakat hususî ilmiyle, hususî telefonuyla onu taltif etmiyor. Belki hasmet-i saltanat ve tedbir-i hükûmet ünvaniyla mükâfata istihkakini teshir etmek için bir meydan-i müsabaka açar; vezirine emreder, ahaliyi temasaya dâvet eder. Bir istikbâl-i siyâsî yaptirir. Muhtesem bir imtihan-i ulvî neticesinde bir mecma-i âlîde onu taltif eder. Liyakatini ilân eder. Daha baska cihetleri bunlara kiyas et.
    Iste
    وَلِلَّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى ezel ve ebed sultaninin pek çok Esmâ-i hüsnâsi vardir. Tecelliyat-i celâliye ve tezahürat-i cemâliye ile pek çok suunati ve ünvanlari vardir. Nur ve zulmet, yaz ve kis, Cennet ve Cehennem'in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve se'n ise; kanun-u tenâsül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tâmimini isterler... Kalb etrafindaki ilhâmât ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ semâ âfâkinda melâike ve seytanlarin mübarezesine kadar o kanunun sümûlünü iktiza eder.
    Besinci Basamak: Mâdem arzdan semâya gidip gelmek var. Semâdan arza inip çikmak oluyor. Ehemmiyetli levazimat-i arziye, oradan gönderiliyor ve mâdem ervah-i tayyibeler semâya gidiyorlar. Elbette ervah-i habîse dahi, ahyâri taklîden semâvat memleke-
    sh: » (S: 187)
    tine gitmege tesebbüs edecekler. Çünki vücutça letâfet ve hiffetleri var. Hem sübhesiz tard ve ref'edilecekler. Çünki mahiyetçe seraret ve nühusetleri vardir. Hem bilâsek velâ sübhe, su muamele-i mühimmenin ve su mübareze-i mâneviyenin âlem-i sehadette bir alâmeti, bir isareti bulunacaktir. Çünki Saltanat-i Rubûbiyetin hikmeti iktiza eder ki: Zîsuur için, bâhusus en mühim vazifesi müsahede ve sehadet ve dellâllik ve nezaret olan insan için tasarrufat-i gaybiyenin mühimlerine bir isaret koysun, birer alâmet biraksin. Nasilki nihayetsiz bahar mu'cizâtina yagmuru isaret koymus ve havârik-i san'atina esbab-i zâhiriyeyi alâmet etmis. Tâ, âlem-i sehadet ehlini ishad etsin. Belki o acib temasaya, umum ehl-i semâvat ve sekene-i arzin enzar-i dikkatlerini celbetsin. Yâni o koca semâvâti, etrafinda nöbettarlar dizilmis, burçlari tezyin edilmis bir kal'a hükmünde, bir sehir Sûretinde gösterip hasmet-i Rubûbiyetini tefekkür ettirsin. Mâdem su mübareze-i ulviyenin ilâni, hikmeten lâzimdir. Elbette ona bir isaret vardir. Halbuki hâdisat-i cevviye ve semâviye içinde su ilâna münasib hiçbir hâdise görünmüyor. Bundan daha ensebi yoktur. Zira yüksek kalelerin muhkem burçlarindan atilan manciniklar ve isaret fiseklerine benzeyen su hâdisat-i necmiye, bu recm-i seytana ne kadar enseb düstügü bedâheten anlasilir. Halbuki su hâdisenin, bu hikmetten ve su gayeden baska ona münasib bir hikmeti bilinmiyor. Sâir hâdisat öyle degil. Hem su hikmet, zaman-i Âdem'den beri meshurdur ve ehl-i hakikat için meshuddur.
    Altinci Basamak: Beser ve cin, nihayetsiz serre ve cühuda müstaid olduklarindan, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tugyan yaparlar. Iste bunun için Kur'an-i Kerim, öyle i'câzkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bâhir üslûblarla ve öyle gâlî ve zâhir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tugyandan zecreder ki; kâinati titretir. Meselâ:
    Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çikiniz, meseline isaret eden

    يَا مَعْشَرَ اْلجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ فَبِاَىِّ اَلآَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
    يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَ نُحَاسٌ فَلاَ تَنْتَصِرَانِ
    sh: » (S: 188)
    âyetindeki âzametli inzara ve dehsetli tehdide ve siddetli zecre dikkat et. Nasil, ins ve cinnin gâyet magrurane temerrüdlerini, gâyet mu'cizane bir belâgatla kirar. Aczlerini ilân eder. Saltanat-i Rubûbiyetin genisligi ve âzameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçâre olduklarini gösterir. Gûya su âyetle, hem
    وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ âyetiyle böyle diyor ki:
    "Ey hakareti içinde magrur ve mütemerrid ve ey za'f ve fakri içinde serkes ve muannid olan cin ve ins! Nasil cesaret edersiniz ki isyaninizla öyle bir Sultan-i Zîsan'in evâmirine karsi geliyorsunuz ki; yildizlar, aylar, günesler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tugyaninizla öyle bir Hâkim-i Zülcelâl'e karsi mübareze ediyorsunuz ki, öyle âzametli muti' askerleri var; faraza seytanlariniz dayanabilseler, onlari dag gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfraninizla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibâdindan ve cünudundan öyleleri var ki, degil sizin gibi küçücük âciz mahlûklari, belki farz-i muhal olarak dag ve arz büyüklügünde birer adüvv-ü kâfir olsaydiniz, arz ve dag büyüklügünde yildizlari, atesli demirleri, süvazli nühaslari size atabilirler, sizi dagitirlar. Hem öyle bir kanunu kiriyorsunuz ki, o kanun ile öyleler baglidir, eger lüzum olsa, arzinizi yüzünüze çarpar. Gülleler gibi küreniz misillü yildizlari üstünüze yagdirabilirler."
    Evet Kur'anda Bâzi mühim tahsidat vardir ki, düsmanlarin kuvvetli oldugundan ileri gelmiyor. Belki hasmetin izhari ve düsman senaatinin teshiri gibi sebeblerden ileri geliyor. Hem bâzan Kemâl-i intizâmi ve nihayet adli ve gâyet ilmi ve kuvvet-i hikmeti göstermek için, en büyük ve kuvvetli esbabi, en küçük ve zaîf bir seye karsi tahsid eder ve üstünde tutar; düsürtmez, tecavüz ettirmez. Meselâ su âyete bak:
    وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلاَهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ اْلمُؤْمِنِينَ وَاْلمَلاَئِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ Ne kadar Nebi hakkina hürmet ve ne kadar ezvacin hukukuna merhamet var. Su mühim tahsidat, yalniz hürmet-i Nebinin âzametini ve iki zaîfenin sekvalarinin ehemmiyetini ve haklarinin riayetini, rahîmâne ifade etmek içindir.
    Yedinci Basamak: Melekler ve semekler gibi, yildizlarin dahi


    Seni çok Özledim Annem

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    sh: » (S: 189)
    gâyet muhtelif efradlari vardir. Bir kismi nihayet küçük, bir kismi gâyet büyüktür. Hattâ gök yüzünde her parlayana yildiz denilir. Iste bu yildiz cinsinden bir nev'i de, nâzenin semâ yüzünün murassa zînetleri ve o agacin

    münevv'er meyveleri ve o denizin müsebbih baliklari hükmünde, Fâtir-i Zülcelâl, Sâni'-i Zülcemâl onlari yaratmis ve meleklerine mesîreler, binekler, menziller yapmistir ve yildizlarin küçük bir nev'ini de, seyâtînin recmine âlet etmis. Iste bu recm-i seyatîn için atilan sahablarin üç mânâsi olabilir:
    Birincisi: Kanun-u mübareze, en genis dairede dahi cereyan ettigine remz ve alâmettir.
    Ikincisi: Semâvatta hüsyar nöbettarlar, mutî' sekeneler var. Arzli serirlerin ihtilatindan ve istima'larindan hoslanmayan cünudullah bulunduguna ilân ve isarettir.
    Üçüncüsü: Müzahrafat-i arziyenin mümessilât-i habiseleri olan casus seytanlari, temiz ve temizlerin meskeni olan semâyi telvis etmemek ve nüfus-u habîse hesabina tecessüs ettirmemek için, edebsiz casuslari korkutmak için atilan manciniklar ve isaret fisekleri misillü, o seytanlari ebvâb-i semâdan o sahablarla red ve tarddir.
    Iste yildiz böcegi hükmünde olan kafa fenerine îtimad eden ve Kur'an günesinden gözünü yuman kozmografyaci efendi! Su yedi basamaklarda isaret edilen hakikatlara birden bak. Gözünü aç, kafa fenerini birak, gündüz gibi i'câz isigi içinde su âyetin mânâsini gör!. O âyetin semâsindan bir hakikat yildizi al, senin basindaki seytana at, kendi seytanini recmet!.. Biz dahi etmeliyiz ve رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ beraber demeliyiz.

    فَلِلَّهِ اْلحُجَّةُ الْبَالِغَةُ وَ الْحِكْمَةُ الْقَاطِعَةُ
    سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَآ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
    * * *
    sh: » (S: 190)

    Onbesinci Sözün Zeyli
    ( Yirmialtinci Mektub'un Birinci Mebhasi)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
    بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
    وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
    Hüccet-ül Kur'an Alesseytan ve Hizbihî... Iblisi ilzam, seytani ifham, ehl-i tugyani iskât eden «Birinci Mebhas:» bîtarâfâne muhakeme içinde seytanin müdhis bir desisesini kat'î bir Sûrette reddeden bir vakiadir. O vakianin mücmel bir kismini on sene evvel lemaât'ta yazmistim. Söyle ki:
    Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-i Serifte Istanbul'da Bayezid Câmi-i Serifinde hâfizlari dinliyordum. Birden sahsini görmedim, fakat mânevî bir ses isittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim, baktim ki bana der:
    -«Sen Kur'ani pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarâfâne muhakeme et, öyle bak. Yâni bir beser kelâmi farzet bak... Acaba o meziyetleri, o zînetleri görecek misin?» dedi. Hakikaten ben de ona aldandim. Beser kelâmi farzedip, öyle baktim. Gördüm ki: Nasil Bayezid'in elektrik dügmesi çevrilip söndürülünce ortalik karanliga düser. Öyle de o farz ile Kur'anin parlak isiklari gizlenmege

    sh: » (S: 191)
    basladi. O vakit anladim ki, benim ile konusan seytandir. Beni vartaya yuvarlandiriyor. Kur'andan istimdad ettim. Birden bir nur kalbime geldi. Müdafaaya kat'î bir kuvvet verdi. O vakit söylece seytana karsi münazara basladi. Dedim:
    -Ey seytan! Bîtarâfâne muhakeme, iki taraf ortasinda bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin sâkirdlerin, dediginiz bîtarâfâne muhakeme ise; taraf-i muhalifi iltizâmdir, bîtaraflik degildir. Muvakkaten bir dinsizliktir. Çünki: Kur'ana kelâm-i beser diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, sikk-i muhalifi esâs tutmaktir. Bâtili iltizâmdir, bîtarâfâne muhakeme degildir, belki bâtila tarafgirliktir. Seytan dedi ki:
    -Öyle ise ne Allah'in kelâmi, ne de beserin kelâmi deme. Ortada farzet, bak.Ben dedim:
    -O da olamaz. Çünki münâzaun-fîh bir mal bulunsa, eger iki müddeî birbirine yakin ise ve kurbiyet-i mekân varsa; o vakit o mal, ikisinden baska birinin elinde veya ikisinin elleri yetisecek bir Sûrette bir yere birakilacak. Hangisi isbat etse o alir. Eger o iki müddeî birbirinden gâyet uzak, biri masrikta, biri magribde ise; o vakit kaideten sahib-ül yed kim ise onun elinde birakilacaktir. Çünki ortada birakmak kabil degildir. Iste Kur'an kiymettar bir maldir. Beser kelâmi Cenâb-i Hakk'in kelâmindan ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktir. Iste, seradan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasinda birakmak mümkün degildir. Hem ortasi yoktur. Çünki vücud ve adem gibi ve iki nakizeyn gibi iki ziddirlar. Ortasi olamaz. Öyle ise, Kur'an için sahib-ül yed, taraf-i Ilâhîdir. Öyle ise, onun elinde kabûl edilip, öylece delâil-i isbata bakilacak. Eger öteki taraf onun Kelâmullah olduguna dair bütün bürhânlari birer birer çürütse, elini ona uzatabilir. Yoksa uzatamaz. Heyhat! Binler berahin-i kat'iyenin mihlariyla Ars-i âzam'a çakilan bu muazzam pirlantayi hangi el bütün o mihlari söküp, o direkleri kesip onu düsürebilir?
    Iste ey seytan! Senin ragmina ehl-i hak ve insaf bu Sûretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ en küçük bir delilde dahi Kur'ana karsi îmanini ziyadelestirirler. Senin ve sâkirdlerinin gösterdigi yol ise: Bir kere beser kelâmi farzedilse, yâni Ars'a baglanan o muazzam pirlanta yere atilsa; bütün mihlarin kuvvetinde ve çok bürhânlarin metânetinde birtek bürhân lâzim ki, onu yer-

    sh: » (S: 192)
    den kaldirip ars-i mânevîye çaksin... Tâ küfrün zulümatindan kurtulup, îmanin envarina erissin.
    Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için senin desisen ile su zamanda, bîtarâfâne muhakeme Sûreti altinda çoklari îmanini kaybediyorlar.
    Seytan döndü ve dedi: Kur'an beser kelâmina benziyor. Onlarin muhaveresi tarzindadir. Demek, beser kelâmidir. Eger Allah'in kelâmi olsa; ona yakisacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzi olacakti. Onun san'ati nasil beser san'atina benzemiyor, kelâmi da benzememeli?
    Cevaben dedim:
    -Nasilki Peygamberimiz (A.S.M.) mu'cizâtindan ve hasaisinden baska, ef'al ve ahvâl ve etvârinda beseriyette kalip, beser gibi âdet-i Ilâhiyyeye ve evâmir-i tekviniyesine münkad ve mutî' olmus. O da soguk çeker, elem çeker ve hâkezâ... Herbir ahvâl ve etvârinda hârikulâde bir vaziyet verilmemis. Tâ ki ümmetine ef'aliyle îmam olsun, etvâriyla rehber olsun, umum harekâtiyla ders versin. Eger her etvârinda hârikulâde olsa idi, bizzât her cihetçe imam olamazdi. Herkese mürsid-i mutlak olamazdi. Bütün ahvâliyle Rahmeten lil-âlemîn olamazdi. Aynen öyle de: Kur'an-i Hakîm ehl-i suura îmamdir, cin ve inse mürsiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikata muallimdir. Öyle ise, beserin muhâverati ve üslûbu tarzinda olmak zarurî ve kat'îdir. Çünki cin ve ins münacatini ondan aliyor, duâsini ondan ögreniyor, mesâilini onun lisaniyla zikrediyor, edeb-i muaseretini ondan taallüm ediyor ve hâkezâ... Herkes onu merci yapiyor. Öyle ise, eger Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'in Tur-i Sina'da isittigi Kelâmullah tarzinda olsa idi, beser bunu dinlemekte, isitmekte tahammül edemezdi ve merci' edemezdi. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulül-azm, ancak birkaç kelâmi isitmeye tahammül etmistir. Mûsâ Aleyhisselâm demis:
    اَهَكَذَا كَلاَمُكَ قَالَ اللَّهُ لِى قُوَّةُ جَمِيعِ اْلاَلْسِنَةِ
    Seytan döndü, yine dedi ki:
    Kur'anin mesâili gibi çok zâtlar o çesit mes'eleleri din namina söylüyorlar. Onun için, bir beser, din namina böyle bir sey yapmak mümkün degil mi?


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    sh: » (S: 193)
    Cevaben Kur'anin nuruyla dedim ki:

    Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için "Hak böyledir. Hakikat budur. Allah'in emri böyledir" der. Yoksa, Allah'i kendi keyfine konusturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah'in taklidini yapip, onun yerinde konusmaz. فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللَّهِ düsturundan titrer.
    Ve sâniyen, bir beser kendi basina böyle yapmasi ve muvaffak olmasi hiçbir cihetle mümkün degildir. Belki, yüz derece muhaldir. Çünki birbirine yakin zâtlar birbirini taklid edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin Sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakin zatlar birbirini taklid edebilirler. Muvakkaten insanlari igfal ederler, fakat daimî igfal edemezler. Çünki ehl-i dikkat nazarinda alâküllihal etvâr ve ahvâli içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârligini gösterecek, hilesi devam etmeyecek. Eger sahtekârlikla taklide çalisan; ötekinden gâyet uzaksa, meselâ âdi bir adam, Ibn-i Sina gibi bir dâhîyi ilimde taklid etmek istese ve bir çoban bir padisahin vaziyetini takinsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Herbir hali bagiracak ki: Bu sahtekârdir. Iste, hâsâ yüzbin defa hâsâ!.. Kur'an, beser kelâmi farzedildigi vakit: Nasil bir yildiz böcegi bin sene tekellüfsüz hakikî bir yildiz olarak rasad ehline görünsün.. hem bir sinek bir sene tamamen tavus Sûretini tasannu'suz, temasa ehline göstersin.. hem sahtekâr, âmi bir nefer; namdar, âlî bir müsirin tavrini takinsin, makaminda otursun, çok zaman öyle kalsin, hilesini ihsas etmesin.. hem müfteri, itikadsiz bir adam; müddet-i ömründe daima en sâdik, en emin, en mu'tekid bir zâtin keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karsi telassiz göstersin, dâhîlerin nazarinda tasannu'u saklansin? Bu ise yüz derece muhaldir, ona hiçbir zîakil mümkün diyemez ve öyle de farzetmek dahi, bedihî bir muhali vâki farzetmek gibi bir hezeyandir.
    Aynen öyle de, Kur'ani kelâm-i beser farzetmek; lâzim gelir ki: Âlem-i Islâm'in semâsinda bilmüsahede pek parlak ve daima envar-i hakaiki nesreden bir yildiz-i hakikat, belki bir sems-i Kemâlât telakki edilen Kitab-i Mübin'in mahiyeti; hâsâ bir yildiz böcegi hükmünde tasannu'cu bir beserin hurafatli bir düzmesi olsun ve en ya-

    sh: » (S: 194)
    kininda olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkinda bulunmasin ve onu daima âlî ve menba-i hakaik bir yildiz bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey seytan yüz derece seytaniyette ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamis hiçbir akli kandiramazsin! Yalniz mânen pek uzaktan baktirmakla aldatiyorsun! Yildizi, yildiz böcegi gibi böyle küçük gösteriyorsun.
    Sâlisen: Hem Kur'ani beser kelâmi farzetmek, lâzimgelir ki; âsâriyla, tesiratiyla, netâiciyle âlem-i insâniyetin bilmüsahede en ruhlu ve hayat-fesan, en hakikatli ve saadet-resan, en cem'iyetli ve mu'cizBeyân, âlî meziyetleriyle yaldizli bir Furkan'in gizli hakikati; hâsâ muavenetsiz, ilimsiz birtek insanin sahtekâr, âdi fikrinin tasannuati olsun ve yakininda onu temasa eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehalar onda hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlik ve tasannu' eserini görmesin.. daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlasi bulsun! Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvâliyle, akvaliyle, harekâtiyla bütün hayatinda emaneti, îmani, emniyeti, ihlasi, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve siddikînleri yetistiren en yüksek, en parlak, en âlî haslet telakki edilen ve kabûl edilen bir zâti; en emniyetsiz, en ihlassiz, en itikadsiz farzetmekle, muzaaf bir muhali vâki görmek gibi seytani dahi utandiracak bir hezeyan-i küfrîdir. Çünki su mes'elenin ortasi yoktur. Zira farz-i muhal olarak Kur'an Kelâmullah olmazsa, arstan ferse düser gibi sukut eder. Ortada kalmaz. Mecma-i hakaik iken, menba-i hurafat olur ve o hârika fermani gösteren zât, hâsâ sümme hâsâ eger Resulullah olmazsa; a'lâ-yi illiyyînden esfel-i safilîne sukut etmek ve menba-i Kemâlât derecesinden maden-i desais makamina düsmek lâzimgelir. Ortada kalamaz. Zira Allah namina iftira eden, yalan söyleyen en edna bir dereceye düser. Bir sinegi, daimî bir Sûrette tavus görmek ve tavusun büyük evsafini onda her vakit müsahede etmek ne kadar muhal ise, su mes'ele de öyle muhaldir. Fitraten akilsiz, sarhos bir divane lâzim ki, buna ihtimal versin.
    Râbian: Hem Kur'ani kelâm-i beser farzetmek lâzimgelir ki; Benî Âdem'in en büyük ve muhtesem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) mukaddes kumandani olan Kur'an, bilmüsahede kuvvetli kanunlariyla, esâsli düsturlariyla, nafiz emirleriyle o pek büyük orduyu, iki cihani fethedecek bir derecede bir intizâm verdigi ve bir inzibat altina aldigi ve maddî-mânevî teçhiz ettigi ve
    sh: » (S: 195)
    umum o efradin derecatina göre akillarini tâlim ve kalblerini terbiye ve ruhlarini teshir ve vicdanlarini tathir, âza ve cevarihlerini istimal ve istihdam ettigi halde; hâsâ, yüzbin defa hâsâ kuvvetsiz, kiymetsiz, asilsiz bir düzme farzedip yüz derece muhali kabûl etmek lâzim gelmekle beraber.. müddet-i hayatinda ciddî harekâtiyla Hakk'in kanunlarini Benî Âdem'e ders veren ve samimî ef'aliyle hakikatin düsturlarini besere tâlim eden ve hâlis ve makul akvaliyle istikametin ve saadetin usûllerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatinin sehadetiyle Allah'in azabindan çok havf eden ve herkesten ziyade Allah'i bilen ve bildiren ve nev'-i beserin besten birisine ve küre-i arzin yarisina bin üçyüzelli sene Kemâl-i hasmetle kumandanlik eden ve cihani velveleye veren ve söhretsiar suunatiyla nev'-i beserin belki kâinatin elhak medâr-i fahri olan bir zâti; hâsâ yüzbin defa hâsâ sahtekâr, Allah'tan korkmaz ve bilmez ve haysiyetini tanimaz, insaniyyetin âdi derecesinde farzetmekle yüz derece muhali birden irtikâb etmek lâzim gelir. Çünki su mes'elenin ortasi yoktur. Zira farz-i muhal olarak Kur'an Kelâmullah olmazsa; arstan düsse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalanci birinin mali oldugunu kabûl etmek lâzimgelir. Bu ise ey seytan, yüz derece sen katmerli bir seytan olsan bozulmamis hiçbir akli kandiramazsin ve çürümemis hiçbir kalbi ikna edemezsin.
    Seytan döndü, dedi:
    Nasil kandiramam? Ekser insanlara ve insanin meshur âkillerine Kur'ani ve Muhammed'i inkâr ettirdim.
    Elcevap: Evvelâ, gâyet uzak mesâfeden bakilsa, en büyük sey, en küçük sey gibi görünebilir. Bir yildiz, bir mum kadardir denilebilir.
    Sâniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakilsa, gâyet muhal bir sey, mümkün görünebilir. Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmis. Gözüne bir beyaz kil inmis. O kili Ay zannetmis. "Ay'i gördüm" demis. Iste muhaldir ki; hilâl, o beyaz kil olsun. Fakat kasden ve bizzât Ay'a baktigi ve o saçi tebeî ve dolayisiyla ve ikinci derecede göründügü için o muhali mümkün telakki etmis.
    Sâlisen: Hem kabûl etmemek baskadir, inkâr etmek baskadir. Adem-i kabûl bir lâkaydliktir, bir göz kapamaktir ve câhilane bir hükümsüzlüktür. Bu Sûrette çok muhal seyler onun içinde gizlenebilir. Onun akli onlarla ugrasmaz. Amma inkâr ise; o adem-i

    sh: » (S: 196)
    kabûl degil, belki o kabûl-ü ademdir, bir hükümdür. Onun akli hareket etmeye mecburdur. O halde senin gibi bir seytan onun aklini elinden alir. Sonra inkâri ona yutturur. Hem ey seytan! Bâtili hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inad ve mugalata ve mükâbere ve igfal ve görenek gibi seytanî desiselerle, çok muhalâti intaç eden inkâr ve küfrü o bedbaht insan Sûretindeki hayvanlara yutturmussun.
    Râbian: Hem Kur'ani kelâm-i beser farzetmek, lâzimgelir ki: Âlem-i insâniyetin semâsinda yildizlar gibi parlayan asfiyalara, siddikînlere, aktablara bilmüsahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hakk ve hakkaniyeti, sidk ve sadakati, emn ve emaneti umum tabakat-i ehl-i Kemâle tâlim eden ve erkân-i îmâniyenin hakaikiyle ve erkân-i Islâmiyenin desatiriyle iki cihanin saadetini temin eden ve bu icraatinin sehadetiyle bizzarure hak hâlis ve sâfi hakikat ve gâyet dogru ve pek ciddî olmak lâzim gelen bir kitabi; kendi evsafinin ve tesiratinin ve envarinin ziddiyla muttasif tasavvur edip, -hâsâ sümme hâsâ- bir sahtekârin tasniat ve iftiralarin mecmuasi nazariyla bakmak; Sofestaîleri ve seytanlari dahi utandiracak ve titretecek senî' bir hezeyan-i küfrî olmakla beraber; izhar ettigi din ve seriat-i Islâmiyenin sehadetiyle ve müddet-i hayatinda gösterdigi bilittifak fevkalâde takvâsinin ve hâlis ve safi ubûdiyetinin delaletiyle ve bilittifak kendinde görünen ahlâk-i hasenesinin iktizasiyla ve yetistirdigi bütün ehl-i hakikatin ve sahib-i Kemâlâtin tasdikiyle en mu'tekid, en metin, en emin, en sadik bir zâti; -hâsâ sümme hâsâ, yüzbin kerre hâsâ- itikadsiz, en emniyetsiz, Allah'tan korkmaz, bir vaziyette farzetmek, muhalâtin en çirkin ve menfur bir Sûretini ve dalaletin en zulümlü ve zulümatli bir tarzini irtikâb etmek lâzimgelir.
    Elhasil: Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci Isaretinde denildigi gibi; nasil kulakli âmi tabakasi i’câz-i Kur'an fehminde demis: Kur'an, bütün dinledigim ve dünyada mevcûd kitablara kiyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onlarin derecesinde degildir. Öyle ise ya Kur'an, umumun altindadir veya umumun fevkinde bir derecesi vardir. Umumun altindaki sik ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düsman hattâ seytan dahi diyemez ve kabûl etmez. Öyle ise Kur'an, umum kitablarin fevkindedir. Öyle ise mu'cizedir.
    Aynen öyle de, biz de ilm-i usûl ve fenn-i mantikça sebr ve tak-

    sh: » (S: 197)


    Seni çok Özledim Annem

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: SÖZLER / Risale-i Nur'dan 15. Söz

    sh: » (S: 197)
    sim denilen en kat'î bir hüccetle deriz: Ey seytan ve ey seytanin sâkirdleri! Kur'an, ya ars-i âzamdan ve ism-i âzamdan gelmis bir kelâmullahtir veyahut -hâsâ sümme hâsâ, yüzbin kerre hâsâ- yerde sahtekâr Allah'tan korkmaz ve Allah'i bilmez, itikadsiz bir beserin düzmesidir. Bu ise ey seytan! Sâbik hüccetlere karsi bunu sen disyemedin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise bizzarure ve bilâ-sübhe Kur'an, Hâlik-i Kâinat'in kelâmidir. Çünki ortasi yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasilki kat'î bir Sûrette isbat ettik, sen de gördün ve dinledin.

    Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya Resulullahtir ve bütün Resullerin ekmeli ve bütün mahlukatin efdalidir veyahut -hâsâ yüzbin defa hâsâ- Allah'a iftira ettigi ve Allah'i bilmedigi ve azabina inanmadigi için itikadsiz, esfel-i safilîne sukut etmis bir beser farzetmek (Hasiye) lâzimgelir. Bu ise ey Iblis! Ne sen ve ne de güvendigin Avrupa feylesoflari ve Asya münafiklari bunu diyemezsiniz ve diyememissiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememissiniz ve demeyeceksiniz. Çünki bu sikki dinleyecek ve kabûl edecek dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendigin o feylesoflarin en müfsidleri ve o münafiklarin en vicdansizlari dahi diyorlar ki: "Muhammed-i Arabî (A.S.M.) çok akilli idi ve çok güzel ahlâkli idi." Mâdem su mes'ele iki sikka münhasirdir ve mâdem ikinci sikk muhaldir ve hiçbir kimse buna sahib çikmiyor ve mâdem kat'î hüccetlerle isbat ettik ki, ortasi yoktur. Elbette ve bizzarure senin ve hizb-üs seytanin ragmina olarak bilbedâhe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtir ve bütün Resullerin ekmelidir ve bütün mahlukatin efdalidir.
    عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَآنِّ
    _____________________
    (Hasiye): Kur'an-i Hakîm, kâfirlerin küfriyâ tlarini ve galiz tâbiratlarini ibtal etmek için zikrettigine istinaden, ehl-i dalaletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklügünü göstermek için su tâbirati farz-i muhal Sûretinde titreyerek kullanmaga mecbur oldum.
    sh: » (S: 198)
    SEYTANIN IKINCI KÜÇÜK BIR ITIRAZI
    Sûre-i
    ق وَ الْقُرْاَنِ الْمَجِيدِ i okurken

    مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ وَجَآءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنْتَ
    مِنْهُ تَحِيدُ وَ نُفِخَ فِى الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ وَ جَآءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَآئِقٌ وَ شَهِيدٌ لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَآءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ وَ قَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ
    Su âyetleri okurken seytan dedi ki: "Kur'anin en mühim fesahatini, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki su âyette nereden nereye atliyor? Sekerattan tâ kiyamete atliyor. Nefh-i Sur'dan muhasebenin hitamina intikal ediyor ve ondan Cehennem'e idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalir? Kur'anin ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak mes'eleleri birlestiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selaset, fesahat nerede kalir?"
    Elcevap: Kur'an-i Mu'ciz-ül Beyân'in esâs-i i’câzi, en mühimlerinden belâgatindan sonra îcazdir. Îcaz, i’câz-i Kur'anin en metin ve en mühim bir esâsidir. Kur'an-i Hakîm'de su mu'cizane îcaz,
    sh: » (S: 199)
    o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karsisinda hayrettedirler. Meselâ:
    وَ قِيلَ يَآ اَرْضُ ابْلَعِى مَآءَ كِ وَيَا سَمَآءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ اْلمَآءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى اْلجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّاِلمِينَ
    Kisa birkaç cümle ile, Tufan hâdise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârane ve mu'cizane Beyân ediyor ki; çok ehl-i belâgati, belâgatina secde ettirmis.
    Hem meselâ:
    كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَيهَا اِذِ انْبَعَثَ اَشْقَيهَا فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَيهَافَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّيهَا وَلاَ يَخَافُ عُقْبَيهَا
    Iste Kavm-i Semud'un acib ve mühim hâdisatini ve netâicini ve sû'-i akibetlerini, böyle kisa birkaç cümle ile î'caz içinde bir icâz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda Beyân ediyor.
    Hem meselâ:
    وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لآَ اِلهَ اِلآَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ
    Iste
    اَنْ لَنْ نَقْدِرَعَلَيْهِ cümlesinden فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler, fehmi ihlâl etmiyor, selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yûnus Aleyhisselâm'in kissasindan mühim esâslari zikreder. Mütebâkisini akla havale eder.
    Hem meselâ: Sûre-i Yûsuf'a
    اَرِْلُونِ kelimesinden
    sh: » (S: 200)
    يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيقُ ortasinda yedi-sekiz cümle îcaz ile tayyedilmis. Hiç fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor. Bu çesit mu'cizane îcazlar Kur'anda pek çoktur. Hem pek güzeldir.
    Amma Sûre-i Kaf'in âyeti ise, ondaki îcaz pek acib ve mu'cizanedir. Çünki kâfirin pek müdhis ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehsetli inkilabatinda kâfirin basina gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basiyor. Simsek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamani, hâzir bir sahife gibi nazara gösterir. Zikredilmeyen hâdisati hayale havale edip, âli bir selasetle Beyân eder.
    وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
    Iste ey seytan! Simdi bir sözün daha varsa söyle...
    Seytan der: Bunlara karsi gelemem, müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insan Sûretinde çok seytanlar var, bana yardim ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini oksayan mes'eleleri benden ders aliyorlar. Senin bu gibi sözlerin nesrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem!

    * * *


    Seni çok Özledim Annem

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •