Sayfa 1/2 12 SonSon
13 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    Üstadın Barla'ya Gidişi
    Üstad, Barla'dan yirmibeş sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı. Çünki, hayat-ı mâneviyesi olan Risale-i Nur burada te'lif edilmeye başlamıştı. Kur'an-ı Hakîmin hidayet nurlarını temsil eden "Sözler" ve "Mektubat" ve "Lemeat-ı Nuriye" buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla Barla, Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi.
    Barla'daki hayatı gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassud altında geçmekle acı idi; fakat Risale-i Nur hakikatlarının te'lif yeri olduğundan Üstad'ın en tatlı ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir. Bu defa Barla'ya nefiy ile değil, hapis ile değil, kendi rızası ile ve serbest olarak gidiyordu. Güzel bir bahar günü Barla'ya geldi. Barla'daki talebelerinin mühim bir kısmı Üstad'ı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikametgâhı olan Medrese-i Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Haşmetli çınar ağacı da adeta kendisini
    selâmlı-

    sh: » (T: 650)(RESİM)
    sh: » (T: 651)(RESİM)

    sh: » (T: 652)
    yordu. Bir vakitler, -yani Barla'da sekiz sene ikâmetten sonra Isparta'ya celb edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstadı mânen teşci etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenab-ı Hakka olan secdevâri ubudiyetiyle Üstad'ı uğurlamıştı. Bu defa da yine uzun bir müfarakattan sonra tekrar Üstada kavuşmanın süruru içinde Hâlik-ı Rahmâna secde-i şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış yanındaki talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti; zaten göz yaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur Dershanesi olan odasına girdi ve iki saat kadar kaldı, hazin ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.
    Evet, şübhesiz rahmet-i İlâhiyenin nihayetsiz tecellilerine mazhardı. Bir zamanlar Şarkî Anadoludan Isparta havalisine sürülmüştü... Isparta'dan da, dağlar arasındaki Barla Nahiyesine nefyedilmişti.. burada ölüp gidecekti. Eski tarihçe-i hayatının şehadetiyle çok kahraman ve fedakâr olan bu zât, doğrudan doğruya Kur'ân-ı Hakîmin hakikatlarını benimseyen; ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlarına sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.
    Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsî dâvasından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hâdiselerin dalgalarından yılmamıştı...
    Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telâkkileri değiştiren, asr-ı hâzırın cerayanları, bu zâtı Kur'an ve îman davasındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-ı îmaniye ile kat'î inanıyordu ki, dâva ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler belki yüzbinler Said olacak. İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-i îmaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak.. ve âfâk-ı İslâmı saran zulmet bulutları Kur'andan eline verilen bu meş'ale-i hidayetle dağıtılacak.. ölmeye yüz tutmuş zannedilen îman ruhu yeniden canlanacak.. canlara can katacak.. mânen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihya edecek.. âleme efendi olan İslâmiyetin -Biiznillah- cihana efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.
    İşte, bu kudsî hakikatın hâmili ve naşiri olan ve hakikatta bugünkü beşeriyetin medar-ı iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plânıyla -vaktiyle- bu beldeye gönderilmiş, Anado-

    sh: » (T: 653)
    lu'da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu; O, istikbali nurlandıracak bir hakikatın te'lif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah; onun hâmisi, muîni ve yardımcısı idi.
    İşte, otuz sene sonra tekrar Barla'ya döndüğü zaman, hizmet-i îmaniyesinde nail olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede ederek mesrur oldu ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana varıyordu.
    Hâl-i hazırda Üstad Isparta'da ikamet eder. Bazan Emirdağı'na, bazan Barla'ya gider. Buraları, Risale-i Nur'un te'lif ve inkişaf merkezleri olduğu için ruhen çok alâkadardır. Hem, kendisi doksan yaşına yaklaştığı ve birçok defalar zehirlendiği için, rahatsızdır. Hastalığı tarif edilmiyecek derecede ağırdır ve şiddetlidir. Ruhen, hissiyatı kuvvetli; ve âlem, bahusus Âlem-i İslâm, bilhassa Risale-i Nur dairesi, vücud-u manevisi hükmünde olduğundan, her iki vücudundaki ızdırab şediddir. Gerçi talebelerin duaları ve neşr-i envar-ı îmaniye o ızdırabına bir merhem ve deva ise de, yine de pek vâsi' şefkatı itibariyle zaman zaman ızdırabı şiddetlenmektedir. Bu itibarla, tebdil-i havaya çok muhtaçtır. Bir yerde fazla kalamıyor. Tebdil-i havaya çıktığı zaman hastalığı kısmen azalıyor, rahat nefes alabiliyor.
    Üstad, Risale-i Nur kesretle intişar ettiğinden ve her yerde pek çok Nur talebeleri mevcud olduğundan halklarla konuşmayı tamamıyla terk etmiştir. "Risale-i Nur, benimle sohbetten on derece ziyade faidelidir." deyip ziyaretçi de kabul etmemektedir. Hatta yanındaki talebeleriyle dahi zaruret halinde konuşmaktadır.

    Artık hayatının son safhasına geldiğini söylemekte, daima içinde yaşadığı ayı çıkarabileceğinden şübhe eder bir vaziyette ecelini beklemektedir. Nurların neşriyatından memnun ve müteşekkirdir. Millet ve devletçe İslâmiyet ve saadet yolunda atılan her adımı takdir
    ve tasvible karşılamakta. Hak yolunda yürüyen, İslâmî şeâiri ihya edenlere dua etmektedir. Aynı zamanda, Âlem-i İslâmın maddeten ve mânen selâmet ve saadetini dilemekte ve bu yolda girişilen dahil ve hariçteki gayretlerden hadsiz derece sevinç ve memnuniyet duymaktadır.
    sh: » (T: 654)
    Risale-i Nur'u Kur'an-ı Hakîmin bu zamana mahsus bir mu'cizesi bilmekte, bu vatanı komünizm tehlikesinden Risale-i Nur'daki hakikat-ı Kur'aniye muhafaza ettiğini beyan etmekte ve Âlem-i İslâmla hakiki kardeşliğe ve uhuvvete ve ittifaka medar olacağını, dünyevî ve uhrevî saadetimizin bu hakikata yapışmamızda bulunduğunu duyurmaktadır.
    Risale-i Nur'un Anadolu'dan başka diğer Müslüman memleketlerde yayılmasının elzem olduğu kanaatindedir. Siyasî gayret ve faaliyetlerden evvel, Risale-i Nur'un neşrolmasının daha menfaatdar olacağını ihbar etmektedir.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    BU MEKTUB SAMSUN'DA MÜNTEŞİR BÜYÜK CİHAD GAZETESİNDE İNTİŞAR ETMİŞTİR. MÜFTERİLERİN TAHRİKATİYLE SAMSUN'DA MUHAKEME AÇILMASINA VESİLE OLMUŞTUR. MUHAKEME BERAETLE NETİCELENMİŞTİR.

    Âlem-i İslâmın halâskârı, ehl-i imanın sertacı, Risale-i Nurun tercümanı Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine;
    Bu defa dindar Demokratların delâletiyle Afyon Mahkemesince Risale-i Nur'un serbestiyetine, bütün risale, mektub ve mecmualarının suç mevzuu teşkil etmediğinden iadelerine karar verilmesini; senelerce evvel ilân ettiğiniz "Risale-i Nur benim değil, Kur'ânın malıdır; Kur'ânın feyzinden gelmiştir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu'nun sinesinden koparıp atamayacaktır. Risale-i Nur, Kur'âna bağlıdır; Kur'ân ise, Arş-ı A'zamla bağlanmıştır; kimin haddi var ki, onu oradan söküp atsın!" diye olan hakikatlı beyanatınızın açık bir tezahürü ve bu ulvî hizmetinizin İlâhî ve Kur'ânî olduğunun parlak bir delili bilerek, bu beraet kararının Âlem-i İslâmın ve bâhusus bu millet-i İslâmiyenin saadetlerinin başlangıcı olması itibariyle, başta bütün varlığıyla bu zaferleri bekleyen ve Nur ailesine reis ve hakikatlar deryasına kaptan tâyin edilen ve zulmet-i küfürle tuğyan etmiş insanlığa hâdi ihsan olunan aziz, sevgili Üstadımız ve buna vesile olmakla ehl-i imanı kendilerine dost ve taraftar eyleyen dindar Demokratları ve âdil heyet-i hâkimeyi sonsuz minnetlerle tebrik eder ve arzederiz ki:
    Uzun senelerden beri terakki ve tealisi için çalıştığınız ve uğ-
    sh: » (T: 644)
    runda feda-yı nefs ve can eylediğiniz hakikat-ı Kur'âniyenin bugün bütün bir memleket, bir millet çapında ehl-i imanın kalblerine sürûrlar getirerek fevkalâde inkişafı, hizmetine memur kılındığınız ve bilfiil muvaffak olduğunuz kudsî dâvâ ve hizmetinizin ne kadar yüksek ve parlak olduğunu güneş gibi isbat ediyor.
    Yirmibeş-otuz seneden beri bütün mânilere ve sıkıntılara rağmen bu kadar sabır ve metanetiniz ve Kur'ândan kalb-i münevverinize gelen Risale-i Nurun neşri cihetinde bu hârika hizmet ve mücahedeleriniz, istikbalin nesillerine ve İslâmın kahraman mücahidlerine bir nümune-i iktida ve imtisal oluyor. Kur'ân güneşinin sönmeyen nurları ve ebedî lem'aları olan Nur şualarıyla cehl ve dalâlet karanlıklarını izale ederek, milyonlar kalbleri o nurla nurlandırıp, ehl-i imanı kendinize minnetdar ettiniz. Bu vatan ve bu millet, bu tarih ve bu toprak, sizin bu hizmetinizi, bu fedakârlığınızı hiçbir zaman unutmayacaktır. Ebediyet âlemine göç eylediğinizde dahi, sizin bu hizmetiniz bir çekirdek olup, ondan fışkıran bir şecere-i âliye her tarafı kaplayacak ve o Nur ağacının etrafına toplanan büyük cemaatler ve Risale-i Nur'un yükselen ebedî şuaları, o hizmetinizi ilelebed ve daha parlak ve daha şaşaalı idame edecekler.
    Siz, Risale-i Nur'un tercümanı haysiyetiyle ve bu iman hizmetinizin İslâm ufuklarında parlaması cihetiyle, bu asrın bir hidayet serdarısınız.
    Kur'ân-ı Kerîmin Ondördüncü Asr-ı Muhammedîdeki (A.S.M.) aziz dellâlı ve o müdhiş zamanın müdhiş zulümatına karşı Nur-u Kur'ânla mukabele eden büyük fedakârı ve Risale-i Nur'un yüzbinler nüshalarını yüzbinler talebelerinin kalemleriyle her tarafta neşredip dinsizliğe ve küfr-ü mutlaka karşı bir sedd-i Kur'ânî tesis eden muhteşem kahraman sevgili Üstadımız!
    Âlemlere rahmetler ve saadetler getiren ve insanlığa selâmet ve teselliler bahşeden bu mukaddes hizmetinizle ehl-i imana zuhurunu müjde verip isbat ettiğiniz ve emareleri gözükmeye başlayan ve bütün kıtalara şâmil hâkimiyet-i İslâmiyenin nurlu ve büyük bayramını bütün ruhumuzla tebrik eder, Cenab-ı Haktan uzun ömürlerinize dualar eder, ellerinizden tâzimle öperiz.
    Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinden
    İSMAİL, SALİH, ATIF, AHMED, ZİYA, MEHMED, ABDULLAH
    * * *

    sh: » (T: 645)
    ÜSTAD SAİD NURSÎ'NİN ISPARTA'DA İKAMETLERİ
    1953 senesi yaz aylarında Üstad Emirdağı'ndan Isparta'ya geldi. Isparta'da pek çok sadık talebeleri vardı. Daha evvel gönderdiği mektublarında Isparta'yı taşıyla, toprağıyla mübarek olarak tavsif ediyor ve Risale-i Nur'un zuhuru ve intişarıyla vücud bulan manevî hayatının idamesine en kuvvetli medar Isparta olduğunu beyan buyuruyordu. Filhakika Isparta, Üstadın bu iltifatına lâyık olduğunu uzun senelerdeki hâdiselerin şehadetiyle isbat etmiş ve göstermiştir. Çünkü, Risale-i Nur'un birinci medresesi ve te'lif yeri olan Barla, Isparta'nın bir nahiyesidir. Risale-i Nur'un büyük mecmuaları burada te'lif edilmiştir.
    Risale-i Nur'u binler kalemlerle en korkulu zamanlarda yazıp neşredenler Isparta ve köylerindeki talebelerdir. Misal olarak Sav Köyünü göstermek kâfidir. Üstad Kastamonu'da bulunduğu zaman, Isparta'nın yalnız Sav köyünde bin kadar kalem senelerce Nurları yazmış, çoğaltılmasında çalışmıştır.
    Her birisi birer vilâyet kadar, belki daha ziyade Risale-i Nur'a alâka gösteren ve Nurların yayılmasında birer santral misillü çalışan Nur merkezleri Isparta'dadır. Gül ve Nur fabrikaları ve bunların etrafında Medrese-i Nuriye şakirdleri, Mübarekler Heyeti, hep Isparta vilâyeti dahilindedir.
    Hem her birisi hizmet-i Kur'âniyye itibariyle birer kutub hükmünde olan Nur talebelerinin medar-ı iftihar büyük kardeşleri de yine Ispartalıdırlar.
    Hem Isparta adliyesi ve emniyeti daima Nurlara insafla muamele etmiştir. Üstad, Isparta adliyesine çok defa dua etmiş, sair vilâyetlere bu noktada da Isparta'yı hüsn-ü misal göstermiştir.
    Bu ve bu gibi sebebler tahtında Üstad, âhir ömrünü Isparta'da geçirmek, ölümünü oradaki mübarek, sâdık kardeşlerinin arasında karşılamak, mezarını Isparta'da Sav'da veya Barla'da vasiyet etmek üzere Isparta'ya geldi. Kira ile bir eve yerleşti. Yanında dört-beş talebesi vardı. Bu talebeleriyle Üstad, hususî dershane-i Nuriyyesini vücuda getirmişti.
    * * *

    ISPARTA'DAKİ HAYATINDAN MUHTELİF SAFHALAR
    Mahkeme safahatı: Afyon Mahkemesi tarafından kitablar ser-
    sh: » (T: 646) (RESİM)
    sh: » (T: 647) (RESİM)

    sh: » (T: 648)
    best bırakılmadan, Malatya hâdisesi münasebetiyle bazı vilâyet ve kasabalarda taharriler yapıldı, mahkemeler açıldı. Ezcümle: Mersin'de, Rize'de, Diyarbakır'da Nurlar ve Nurcular aleyhine dâvâ açıldı; neticede mahkemeler beraet verdi. Birçok vilâyetlerde yapılan taharriler ve soruşturmalar ile Nurcular aleyhine umumî bir dâvâ açılması için Isparta müddeiumumîliği harekete geçti. Sekseni mütecaviz Nur talebesi hakkında iddianame hazırlandı ve dosya sorgu hâkimliğine tevdi edildi.
    Emniyetin pek çok gizli mensubları, Nur talebeleri arasında dolaşmaya, her hareketlerini kontrola başladılar. Ankara, İstanbul, Adapazarı, Safranbolu, Karabük, Dinar, İnebolu, Van gibi yerlerde araştırmalar, sorgular yapıldı. Yapılan bütün tedkikat ve taharriler neticesi: Vatan, millet aleyhinde zerre kadar bir hareket bulunmayıp, bilâkis her vatandaşın göğsünü iftiharla kabartacak ilmî, imanî, vatanî hizmetler, ahlâkî gayret ve faaliyetler ile hareket ettikleri, Risale-i Nur'u okumak, okutmak ve neşrine çalışmaktan başka bir gaye ve maksadları bulunmadığı anlaşılmasıyla, "Nurcularda suç bulamıyoruz, medar-ı mesuliyet bir hareket ve faaliyetleri görülmemiştir" diye umumen kanaat getirildi. Bu soruşturmalar, Risale-i Nur'un hakkaniyetinin anlaşılmasına vesile oldu. Neticede Nurların beraetine karar verildi.
    Urfa ve Diyarbakır'daki faal Nur talebeleri birer medrese-i Nuriyye kurdular. Risale-i Nur'u her sınıf halktan, bilhassa talebelerden, gençlerden gelen cemaate okumak suretiyle ilmî derslere başladılar. Bu zamanda pek ehemmiyetli olan talebe-i ulûmun şerefini ihya ettiler. Şark havalisinde büyük hizmet-i imaniyye ifa olundu. Bir aralık Diyarbakır'da orada Nurlarla imana ve Kur'ana hizmet eden faal bir Nur talebesi aleyhine dâvâ açıldı, beraetle neticelendi; mü'minlerin sürûr ve minnetdarlığına vesile oldu.
    Afyon'da da devam eden mahkeme neticelendi. 1956 tarihinde Risale-i Nur'u inceleyen Diyanet İşleri Müşavere Kurulu verdiği bir raporla, Risale-i Nur'un iman ve ahlâkî tekemmülâta hizmet hususundaki vasfını ilân etti. Afyon mahkemesi de bu rapora istinaden, Risale-i Nur eserlerinin beraetine ve serbestiyetine karar verdi; hüküm kat'îleşti.
    Afyon Mahkemesinin beraet kararından sonra, Isparta Sorgu Hâkimliği de men-i muhakeme kararı verdi. Böylece, Risale-i

    sh: » (T: 649)
    Nur, birçok adlî süzgeçlerden geçerek umumî ve küllî bir serbestiyet ve hüsn-ü kabule mazhar oldu.
    Nurların Neşri: Anadolu'nun birçok yerlerinde Nurlara hizmet devam etmekle beraber; bilhassa Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Urfa Medrese-i Nuriyeleri yalnız bulundukları muhitte değil, çok geniş bir sahada hizmet-i imaniyyede bulundular. Bu hizmetleri; yalnız bir kişi değil, bir merkez değil, yalnız malûm şahıslar değil; hizmet-i Kur'âniyye olduğu için, pek çok vecihlerde, pek çok zatlar tarafından ifa edildi. İsmi bilinmeyen nice halis talebeler, sadık mü'minler, bu hizmet-i kudsiyede çalıştılar, Nur-u Muhammedî'nin yayılmasına gayret ettiler.
    Ankara'da, üniversiteli talebeler ve muhterem hamiyetperver zatlar, Risale-i Nur mecmualarını matbaalarda tab ile her tarafa neşrine, bilhassa yeni harfle istifadeye muntazır kitlenin ellerine ulaşmasına çalıştılar. Risale-i Nurun küllî neşriyatını gençliğin, mekteblilerin deruhde etmeleri bu hususta büyük fedakârlık göstermeleri ise; bu millet ve vatan için büyük bir saadet oldu. Çünkü, hiçbir şahsî menfaat taleb etmeden ve yalnız rıza-yı İlâhî için hareket etmeleri; onların, bu asîl milletin hakikî evlâdları olduğunu gösterdi.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    ÜSTADIMIZ BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ BU MÜDAFAAYI İSTANBUL MAHKEMESİNDE OKUMUŞ VE MAHKEMESİ BERAETLE NİHAYET BULMUŞTUR

    Gizli düşmanlarımız, bu Ramazan-ı Şerifte, tekrar, adliyeyi benim aleyhime sevkettiler. Mes'ele de, bir gizli komünist komitesiyle alâkadardır.
    Birisi: Bütün bütün kanun hilâfına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silâhlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. "Sen başına şapka giymiyorsun" diye zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adaleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki:
    Böyle beş vecihle kanunsuzluk edip kanun namına beş vecihle İslâm kanunlarını kıran adam, hakikî kanunsuzluk ile ittiham edilmek lâzım gelirken, onların o acîb kanunsuzluğu ve bahanesiyle, iki seneden beri vicdanî azâb verdiklerinden; elbette mahkeme-i kübra-yı haşirde bunun cezasını çekeceklerdir. Evet otuzbeş senedir münzevî olduğu halde hiç çarşı ve kasabalarda gezmeyen bir adamı, "Sen firenk serpuşunu giymiyorsun" diye ittiham etmeye, dünyada hangi kanun müsaade eder?
    Yirmisekiz seneden beri beş vilâyet ve beş mahkeme ve beş vilâyetin zabıtaları onun başına ilişmedikleri halde, hususan bu defa İstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ay da yaya olarak her yeri gezdiği halde, hiçbir polis ilişmediği ve hem mahkeme-i temyiz bere yasak değil diye karar verdiği, hem bütün kadınlar ve başı açık gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadıklarından ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadığından ve benim resmî bir vazifem olmadığından -ki resmî bir libastır- bereyi giyenler de mesul olmazlar denildiği halde; hususan münzevî ve insanlar arasına girmeyen ve Ramazan-ı Şerifin içinde böyle hilâf-ı kanun en çirkin bir şey ile ruhunu meşgul etmemek ve dünyayı hatırına getirmemek için has dostlarıyla dahi görüşmeyen, hattâ şiddetli hasta olduğu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meşgul olmamak için ilâçları almayan ve hekimleri çağırmayan bir adama; şapka giydirmek, ecnebi papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye ile tehdid etmek, elbette zerre kadar vicdanı olan bundan nefret eder.
    sh: » (T: 641)
    Meselâ: Ona teklif eden demiş: "Ben emir kuluyum." Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin. Evet, Kur'ân-ı Hakîm'de, Yahudi ve Nasranîlere başta benzememek için ona dair Âyet olduğu gibi, يَا اَيُّهَا الّذِينَ آمَنُوا اَطِيعُوا اللّهَ وَاَطِيعُوا الرّسُولَ وَاُولِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْ Âyeti, ulülemre itaati emreder. Allah ve Resûlünün itaatine zıd olmamak şartıyle, o itaatin emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu mes'elede, an'ane-i İslâmiye kanunları hastalara şefkatle incitmemek, gariblere şefkat edip incitmemek, Allah için Kur'ân ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği halde; hususan münzevî, dünyayı terketmiş bir adama ecnebi papazlarının serpuşunu teklif etmek on vecihle değil yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâmın an'anevî kanunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabına o kudsî kanunları kırmaktır. Benim gibi kabir kapısında, ga-

    ________________
    Hâşiye: Rusun Başkumandanı kasden önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmıyan ve tenezzül etmiyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmiyen; İstanbulu istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve "Tükürün zâlimlerin o hayasız yüzüne!" cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemalin, elli meb'us içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip "Namaz kılmayan haindir" diyen; ve Dîvan-ı Harb-i Örfînin dehşetli suallerine karşı, "Şeriatın tek bir mes'elesine ruhumu feda etmeye hazırım" deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki: "Sen, Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benziyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ülemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz." denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-ı Kur'aniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat'iyyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek!
    Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı, mânevi pek çok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfi cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu, size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve asayişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için, Kur'an-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde yirmisekiz senelik zalim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki; asayişi masumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben, değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.
    sh: » (T: 642)
    yet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevî, Sünnet-i Seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeş seneden beri dünyayı terkeden bir adama bu tarz muameleler kat'iyyen şek ve şübhe bırakmadı ki; komünist perdesi altında, anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müdhiş bir suikasd eseri olduğu gibi, İslâmiyete ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar mebuslar ve Demokratlara dahi büyük bir suikasddır. Dindar mebuslar dikkat etsinler, bu dehşetli suikasda karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.

    SAİD NURSÎ
    * * *

    Ey mübarek, Müşfik ve Muazzez Üstadımız Hazretleri
    Bu acîb madde ve dinsizlik asrında, nazarlar kısalmış; kalbler, fenalıklar ve kötülüklerle dolmuş; yalnız ve yalnız Kur'ân-ı Hakîmin bu zamandaki en hakikî ve kat'î tereşşuhatı olan Risale-i Nur; o kısalmış nazarları, âdeta maddenin ruhuna nüfuz ettiriyor; o kötü kalblerin zindan gibi karanlık olan içini, nurla dolduruyor. Bunun için, bu asra "Nur asrı" denmesi münasibdir.
    .............................. .............................. .............................. .............................. ...
    Risale-i Nur, beşeriyetin bu tamiri imkân olmayan yarasını uhrevî ilâçlarla tedavi ediyor.
    Risale-i Nur ve onun hârika müellifi siz mübarek Üstadımız, binlerce münevver gence halâskârlık vazifenizi yapmış ve yapmaktasınız. Bunun böyle olduğuna imanları kurtarılan bu âcizler canlı şahidleriz. Bu dehşetli asırda, materyalizmi, maddeciliği temelinden yıkan, mason ve komünistlerin bâtıl ideolojilerini bütün ilim ve idrak müvacehesinde zîr ü zeber eden Risale-i Nur, okuyucularına -bu asrın talihli insanlarına- bu dünya ile, hattâ kâinatla bile değişilmez âb-ı hayatı, ebedîlik suyunu, yâni beka âleminin bileti olan îmanı bahşediyor.
    sh: » (T: 643)
    Ey aziz ve mübarek Üstadımız! Bu kadar kıymetli bir hediyeyi bizlere veren siz Üstadımıza ne kadar hürmet ve muhabbet beslesek azdır. Siz kurtarıcı Üstadımızla Risale-i Nur talebeleri arasındaki bağ, ebedî bir bağlılıktır. Bunu hiçbir kuvvet çözemez. Hürmetle mübarek ellerinizden öper, dualarınızı beklerim.
    Üniversite Nur Talebeleri Namına
    Siyasal Bilgiler Fakültesinden
    AHMED ATAK
    * * *

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    Bediüzzaman'ın İstanbul'a Teşrifi Münasebetiyle Üniversiteli Bir Nur Talebesinin Arkadaşına Yazdığı Mektub:
    Sevgili Üstadımızın teşrifinden dolayı bizi ve İstanbul'u tebrikinize teşekkür ederim. Bu muhteşem, müstesna hâdiseden dolayı, koca şehir kaynadı; için için bayram yapıyor. Âlimi-cahili, fakiri-zengini, genci-ihtiyarı mahkemelerde, otelde her yerde onu görmeye ve dinlemeye koşuyor.
    Rüyalarımız dahi neş'e ve ferahla dolu... Düşmanlarımızın ise yüzleri daha ziyade karardı. Nifaklarının hiçbir şey yapmadığını ve yapamayacağını artık biliyorlar. Üstadımız, İstanbul'un şahsiyet devrinin yadigârı olan her şeye yeniden can verdiler. Kardeşlerimizin gözünde, şehrin manzarası birdenbire değişti. Ayasofya, Sarayburnu'na kadar uzandı. Minarelerinde yine Ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) okunuyor; içinde, hâfızlar yeniden Kur'ân-ı Kerîm tilâvetine başladılar. Fâtih, her gün türbesinden kalkarak, fethettiği şehrin büyük ve mübarek misafirine, "Hoş geldiniz!" diyor ve onu tebrik ediyor. Yeni Camiin şerefesinden, Beyoğlu'nun en karanlık ve mülevves izbesine kadar nüfuz edecek ışık tufanını şimdiden görür gibi oluyoruz. Hepsinin; Ayasofya'nın, Fâtih'in, Sultan Ahmed'in, Eyyüb'ün ve Süleymaniye'nin ve bütün Müslüman İstanbul'un hicab perdelerini yüzlerinden atışı ve bize daha muhteşem ve daha samimî görünmeleri, bu büyük teşriften ve bu ulvî nurdan.. Üstadımız, artık bu şehrin güneşi. O giderse, ufkundaki güneş de onu takib edecek ve milyonluk şehir kararıverecek. Tesellimiz, Fâtih şehrinin Risale-i Nur'la aydınlanacağı ve parlayacağı ümididir.

    sh: » (T: 637)
    Üstadımızın teşrifini telefonla haber verdikleri zaman, cansız vücudumdan birdenbire bir cereyan geçti. Öldürücü ve uyuşturucu değil; dirilten, canlandıran bir cereyan... Maddî ve manevî varlığımın bir anda kuvvet bulup, muazzam bir mıknatısın beni çektiğini hissettim. Ağır Ceza Mahkemesine vâsıl olduğum zaman, biraz evvelki tahassüslerimin bütün cem'iyette hâkim olduğunu farkettim. Mahkemenin içi ve dışı tıklım tıklım dolu idi. Kalabalığı yararak içeri girmek istedim; fakat gözüm iki üniversiteli talebenin arasında yürüyen Üstad'a ilişti. Manasıyla olduğu kadar maddesi ve kıyafeti ile de bambaşka olan ve şu anda milyonlarca gözün onun üzerinde toplandığı müstesna varlık, sanki hiçbir şeyle alâkadar değildi ve hiçbir hâdiseden haberi yoktu.
    .............................. .............................. .............................. .............................. .........
    Mahkemenin içindeyim. Ulvî isim zikredilir edilmez, büyük adam koca bir milletin, dinin ve devrin tarihî mümessili olarak içeri girdi. Ufak bir kaynaşmayı müteakib çıt yok. Herkes, bu muhteşem ve muazzam ânın mânasını ve heyecanını duymakta...
    Hastayım demelerine rağmen Üstadımızın yerlerinden yıldırım gibi fırlayarak itiraz ve izahları.. mahkeme heyetinin hayranlıkla büyük adamı seyri... ikinci celsede daha muazzam bir kalabalık... Üstadımızın, vukufsuz ehl-i vukuf raporuna bizzat verdikleri harikulâde cevablar.. ve mahkemenin 5 Marta tâliki... titreyerek, günah ve zaaflarıma bin teessüf ve tövbe ederek yaklaşıp, mübarek ellerini sonsuz bir iştiyakla öptüğüm ve içimi tertemiz tutmaya çabalayarak gözlerini bulmaya cesaret ettiğim o an, o gün, hâtıralarımın en büyük ve en nâdide yadigârı olacak. Üniversiteli diğer kardeşlerim, Üstadımızın hizmetinde bulunmakla şeref-i uzmaya kavuşmuşlar. O Üstadımızdan, Cenab-ı Hak ebediyen razı olsun; ve bütün talebelerine ve bilhassa benim gibi biçare, zavallı ve âcizlere akıl, dirayet, azim ve ihlâs ihsan buyursun. Âmin. Evet kardeşim, bu asrın mânevî şahı olduğu hayatı ve eserleriyle sâbit olan bir Üstadın eserlerini biz muhtaçlara lûtfeden Cenab-ı Hakka hadsiz şükürlerle beraber; şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümüne mâruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber

    sh: » (T: 638)
    olan Risale-i Nur'u, ölünceye kadar okuyacağız, neşredeceğiz İnşâallah.
    اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
    İstanbul Üniversitesi Nur Talebelerinden
    KÂMİL
    * * *

    ÜSTAD'IN EMİRDAÐ'A GİDİŞİ
    Üstad Bediüzzaman İstanbul'daki muhakemesinin beraetle neticelenmesini müteakib Emirdağ'a geldi. Emirdağ'da Ramazan ayının bir gününde kıra çıktığı zaman, bir başçavuş ve üç silâhlı jandarma yanına gönderilerek, gelecek fıkrada beyan edildiği gibi, kendisine şapka giymesi teklif ediliyor; bu sebeble karakola celbediliyor. Bunun üzerine Üstad bir istida yazarak, Adliye ve Dahiliye Vekâletine gönderiyor; Aynı zamanda Ankara'daki bir talebesine de göndererek alâkadar mebuslara hâdisenin duyurulmasını bildiriyor. Ankara'daki talebeleri, bu şekvanın bir nüshasını, Samsun'da münteşir Büyük Cihad gazetesine gönderiyorlar. Yazı, Büyük Cihad'da "En Büyük İsbat" başlığı altında ve bir hâşiye ilâve edilerek neşrediliyor. Sonra, Ankara ve İstanbul Üniversitesindeki Nur talebeleri de iki-üç makale yazı, Büyük Cihad gazetesine gönderiyorlar ve neşrediliyor. Bu sıralarda Malatya hâdisesi vukua geliyor, dindarlar aleyhinde bir sürü yalan, iftira, tezvir propagandası başlıyor. Bu tahriklere aldanan bazı şahsiyetler, dinî gazetelerden medar-ı ittiham noktalar bulmak için çalışıyorlar. Samsun'da da mezkûr "En Büyük İsbat" başlıklı yazı ve Üniversite Nur talebelerinin makaleleri dolayısıyla, gazete neşriyat müdürü ile Ankara'dan bu yazıların bazılarını gönderen bir Nur talebesi tevkif edilerek mahkemeye veriliyor. Nurculuğun memlekette inkişafı aleyhinde gazetelerde beyanatlar, kanaatlar ileri sürülüyor. 600 kadar Nur talebesinin mahkûmiyetini istihdaf eder şekilde, Türkiye'de yirmibeş yerde taharri yapılıp, bir kısmında dâvâ açılıyor. Neticede; Risale-i Nur'da ve Nur Ta-

    sh: » (T: 639)
    lebelerinde medar-ı ittiham bir nokta olmayıp, suç bulunmadığı kanaatine varılıyor.
    Samsun'da açılan dâvâda evvelâ mahkûmiyete karar verilmişse de, mahkeme-i temyizin Risale-i Nur eserleri ve müellifi Bediüzzaman hakkında serdettiği mütalâa ile mahkûmiyet kararını esastan bozması sebebiyle, tekrar yapılan duruşmada, yazılarda suç unsuru bulunmadığı kanaatine varılarak beraet kararı verilmiştir.
    "En Büyük İsbat" başlıklı yazıdan dolayı Samsun'da Üstadımız aleyhine de dâvâ açılmıştı. Samsun'a mahkemeye celbi isteniyordu.
    Çok rahatsız ve ihtiyar olması sebebiyle kaza tabibliğinden aldığı bir raporu nazar-ı itibare alınmayarak, mutlaka mahkemede bulunması isteniyordu. Nihayet Üstad, Samsun'da mahkemede bulunmağa karar vererek İstanbul'a geldi. Fakat sıhhatinin bozukluğu ve tahammül edememesinden yola devam edemeyip hey'et-i sıhhîyeden bir rapor alıp mahkemeye gönderdi. Raporda, Said Nursî'nin, yapılan muayene neticesi, ne karadan, ne denizden ve ne de havadan Samsun'a gitmeye vücudu tahammül edemeyeceği yazılı idi. Mahkemede, müddeiumumî şiddetli ısrarlarla Said Nursî'nin mutlaka mahkemede bulunmasını istemişse de, mahkeme heyeti, sıhhıye raporuna istinaden, Bediüzzaman'ın İstanbul mahkemelerinden birinde istinabe suretiyle ifadesinin alınmasına karar verdi. Nihayet, devam eden mahkemeler neticesinde, Samsun mahkemesi dâvâ mevzuu yazıda mahkûmiyeti icabettirecek bir kasıd görmediğinden, Said Nursî'nin beraetine karar verdi.
    * * *

    sh: » (T: 640)

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.


    Avukat Abdurrahman Şeref Lâç'ın müdafaası:

    Müteakiben, diğer mümtaz avukat arkadaşları gibi Üstadın müdafaasını fahrî olarak deruhde eden imanlı ve kudretli meşhur ve mümtaz avukat Abdurrahman Şeref Lâç müdafaaya başladı. Evvelâ bir mukaddime yaptı. Dedi ki:
    -Sanık olarak huzurunuza gelen seksen yaşını mütecaviz bu mübarek zâtın suçla hiçbir münasebet ve taallûku olmadığı tamamiyla tezahür etmiştir. Yüksek mahkemece de buna tam kanaat hâsıl olduğunu, beraetine karar verileceğini de kuvvetle ümid ederim. Ancak, aleyhimizde bir karar verilmesine binde bir ihtimal olsa da üzerime aldığım bir mâsumun müdafaasını ihmal etmeyi bir vazifesizlik sayarım. Yüksek Temyiz Mahkemesinin kanaat ve nokta-i nazarını da hesaba katmak icabeder. Burada bahsedilmedi diye usûl noktasından bir eksiklikte bulunmuş olmamalıyım. Onun için müdafaamı yapmama yüksek mahkeme-

    sh: » (T: 631)
    nin müsaadelerini rica ederim.
    -Peki Abdurrahman Bey, son müdafaanızı dinleyeceğiz. Buyurun.
    .............................. .............................. .............................. .............................. .........
    -Gençlik Rehberi isimli eser, Kur'ân-ı Azîmüşşanın emir ve tefsirlerinden ibaret bulunmasına, İslâm dininin ve bu dinin emir ve nasihatlerini ihtiva eylemesine ve Anayasanın 70 inci maddesine göre: Şahsî masuniyet, vicdan, tefekkür, söz ve neşir hak ve hürriyeti Türklerin tabiî haklarından olduğu.. Anayasanın 75 inci maddesine göre de hiçbir kimse, mensub olduğu din ve mezhebden dolayı muaheze edilemeyeceğinden; müvekkilimin Anayasa ile kendisine bahşedilmiş bulunan bu din ve neşir hürriyetinden mahrum edilerek cezaî tâkibe mâruz bırakılması Anayasa hükümlerine mugayirdir.
    .............................. .............................. .............................. .............................. .........
    -Yukarıda izah ettiğimiz kanunî taraflarımız farz-ı muhal nazar-ı dikkate alınmaz, Türk Ceza Kanununun antidemokratik 163 üncü maddesine göre müvekkilimin tâkibi mümkün farzedilirse, isnad edilen suçun tahliline geçer ve şöyle deriz:
    Bir Müslüman, Ak saçlı, yaşlı bir Müslüman. Saçını başını ve yaşını bütün ömrü boyunca nurla ağartmış bir Müslüman. Saçı, başı, yaşı ve bütün vücudu Allahın nuriyla yıkanmış tertemiz ve bembeyaz bir Müslüman. Bütün ömrü boyunca in'am-ı Hak olan hayatını, Türk Milletinin salâh ve hakikî saadeti için vakfetmiş; emr-i İlâhî olan ruhunu, feleğin hakikî mâliki Allaha teslim edinceye kadar aynı yolda yürümeğe azmetmiş; bina-yı Sübhanî olan bedenini, yalnız Allah yolunda yıpratmış olan büyük bir Müslüman, bugün "Demokrasi vardır" denilen bir gün, kalkıyor, yalnız "Allah" diyor, "Kitab" diyor, "Resûl" diyor ve gençliğe "Dikkat" diyor. Der demez arkasından savcı (dâvâyı açan savcı) yapışıyor.
    -Gel buraya... Suç işledin! diyor.
    Ve âfâkı kapkara bir zulmet kaplamıştır.
    Fakat, bakın şu asîl ve necib ihtiyar Müslümana! Ne kadar sakin ve ne kadar rahattır. Zira kesrette değil, vahdettedir. Gecenin zulmetinden ve gündüzün rengârenginden bîfütûrdur. Belâ

    sh: » (T: 632)
    zindanında safayı seyretmektedir. Cefa sofrasında vefa bulan, mazhar-ı tecelli olandır. Zira eşya hakikatlerinden haberdardır. Kesafeti letafete kalbetmiştir. Kanı çekilmiş, damarlarında kan yerine, feyz-i Hak ve nur cereyan etmektedir ve savcı (dâvâyı açan savcı) bu Müslümanı kolundan yakalamış, hapse sürüklemektedir.
    Niçin? Neden? Ne yaptı bu pîr-i fânî? Nedir kabahati bu ihtiyar Müslümanın? Ne mi yaptı? Bakın savcıya (dâvâyı açana) göre neler ve neler yaptı?
    "Gençlik Rehberi" adiyle bir kitab çıkardı
    A- Lâikliğe aykırı hareket etti. Allah, din, iman lâikliğe aykırı olur mu? Olur. Peki, başka?
    B- Devletin içtimaî, iktisadî, siyasî ve hukukî temel nizamlarını dinî esaslara uydurmak istedi. Nasıl, niçin ve ne maksadla yaptı bunları?..
    C- Şahsî nüfuz temin ve tesis etmek maksadıyla.
    Peki, ya siyasî menfaat kasdı var mı acaba? Hayır bu yok. Ehl-i vukuf da bu maksadı görmemiş. Savcı da bunu diyemiyor. Peki amma, madem ki siyasî menfaat kasdı yokmuş, bu pîr-i fânînin şahsı, cüssesi, bedeni ne ki, dünyadan ne bekliyor ki nüfuz temin etmek istesin?
    Savcı, "Ben orasını bilmem" diyor, istiyor işte. Hem bunu böylece bilirkişiler de söylüyorlar.
    Peki, nasıl yaptı bu işleri bu Müslüman?
    A- Dini, dinî hissiyatı ve dince mukaddes tanılan şeyleri âlet etmek suretiyle.
    Nedir bu mukaddes tanılan şeyler? İslâm dini, Müslümanlık hisleri, Allah kelimesinin kalbdeki haşyeti, Kur'ân, tefsir... Demek savcı bunları biliyor. Bunların mukaddesat olduğuna inanıyor.
    Peki amma, bunları bilmek, inanmak ve sonra söylemek âlet etmek midir? Evet, dâvayı açan savcıya göre âlet etmektir. Öyle ise savcı da bunları âlet ediyor.. hem de siyasî bir kanuna âlet ediyor.. hem de bir Müslümanı mahkûm ettirmek için âlet ediyor. Şu halde o da 163 üncü maddeye göre suç işlemiyor mu?
    "Hayır" der savcı, ben propaganda yapmıyorum O propaganda ve telkin yaptı. Ne dedi peki? Şunları söyledi:
    "...Bu zamanda, zındıka dalâleti İslâmiyete karşı muharebe-

    sh: » (T: 633)
    sinde nefs-i emmarenin plânıyla şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuş yolunu genişlettirmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar; belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar."
    Peki yalan mı bunlar? Fuhşu teşvik ve nikâhı imha eden fâhişeler gürûhu inkâr mı ediliyor? Gizli ve âşikâr fuhuşla ve devlet eliyle mücadele yok mu? Ceza Kanunu, Fuhuşla Mücadele Nizamnamesi ve ahlâk zabıtası bunlarla geceli gündüzlü mücadele etmiyor mu?
    Var; var amma, buna biz karışırız. Allah ne karışır? diyor savcı. Peki böyle desin. Desin amma.. kanun, zabıta ve savcı, suç işlendikten sonra işleyeni ve işleteni yakalıyor. Yâni iş olup bittikten sonra, namus pâyimal olup adam öldükten sonra. Daha evvel tedbir almağa kanunen imkân yok; fakat dinen buna imkân var: Allah korkusu ve din. Bu korku sayesinde her türlü rezaletin önü alınabileceğini bildiriyor. İslâm dini bunu emrediyor. Tedbiri evvelden alın diyor. Nasıl? Nasihat edin, ikaz edin, Allahı tanıtın, insanın kalbinde Allah korkusu, Allah sevgisi, ateş, Cehennem, ebedî azâb, ebedî saadet yer etsin, bilsin, anlasın, sevsin ve korksun; korksun ki fenalıklardan kaçsın, hem kendisi kurtulsun, hem de cemiyet; savcı da, devlet de, hükûmet de, millet de rahat etsin. Bunun için Allah korkusunu ve sevgisini insanlara aşılayın.
    Nasıl yapalım bu işi? Söyleyin, yazın okutun. Peki amma o zaman propaganda diyorlar. Ne olur? Bunlar Allahın emirleri, Kur'ân-ı Azîmüşşanın hikmetleri değil mi? Din, sizin en tabiî hakkınız değil mi? Kim meneder sizi bundan (Allah yolundan)? Suç diyorlar buna. Öyle mi? Allahın emrini okuyun:

    اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدّوُا عَنْ سَبِيلِ اللّهِ وَشَاقّوُا الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى لَنْ يَضُرُّوا اللّهَ شَيْئًا وَسَيُحْبِطُ اَعْمَالَهُمْ

    Meali: "Haberiniz olsun ki o küfür edip halkı Allah yolundan meneyleyen ve hak kendilerine tebeyyün ettikten sonra Peygambere karşı gelenler, hiçbir zaman Allaha zerrece bir zarar

    sh: » (T: 634)
    edecek değiller. O, onların amellerini heder edecektir."
    Peki amma, dinlemezlerse? Dinleyenlere, iman edenlere tekrar edin; çünkü yaptığınız iş iyidir.. insanlar için, cemiyet için, millet için, hükûmet için, devlet için hayırlıdır; şerden, belâdan koruyucudur. İman edenlere deyin ki:

    يَا اَيُّهَا الّذِينَ آمَنُوا اَطِيعُوا اللّهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلاَ تُبْطِلُوا اَعْمَالَكُمْ

    Meali: "Ey bütün iman edenler.. Allaha ve Resûlüne itaat edin de amellerinizi ibtal eylemeyin."
    Buna da inanmazlarsa, deyin ki: Tehlike.. vatan ve milletiniz için tehlike, dinde, dinin propagandasında değil, dinsizliktedir. Bunu Başvekilimiz de söyledi: "Sağcılığın, memleket için tehlikeli olduğu görülmemiştir. Bugün din propagandasına mâni bir hal yoktur; tedbir almağa da lüzum kalmamıştır."
    Muhterem hâkimler! Siz bilirsiniz, fakat bir kerre de dâvâyı açan savcıya sorunuz.. bakalım hayır diyebilecek mi? Allahın emirleri, Kur'ân-ı Azîmüşşanın hikmetleri gençlere anlatılmaz, bildirilmezse, propaganda suçtur diye menedilirse, ahlâksızlık, iffetsizlik, köksüzlük, fuhuş, zina, katil suçlarının önüne geçmek yalnız ceza kanunlarıyla kabil midir? "Komünizm" gibi bütün dünyayı tehdid eden erzel âfetin, gizli ve âşikâr, seri ve sinsi tahribatını tamamen ne ile önlemek mümkündür?
    Muhterem vatansever, Allahına ve mukaddesatına bağlı necib Türk hâkimleri! Şu korkunç küfür propagandasına körpe Müslüman Türk çocuklarının temiz ve saf dimağlarını senelerce tahrib ederek felce uğratan korkunç din düşmanlarının akıttığı zehirlere bakın.
    Ne korkunç hal ve tezadlar içindeyiz. Savcı bunu görmez, İslâm dinine ve bütün mukaddes dinlere yapılan bu korkunç taarruz ve hakareti tâkib etmez de, bu taarruzdan gençliğe muhafaza tedbirleri tavsiye edeni mi yakalar?
    Pek muhterem Türk Müslüman hâkimler! Siz Kur'ân-ı Mübînin Allahın nurunun pırıltıları ile dolu olan ve yalnız o nur-u İlâhîyi aksettiren Risale-i Nur Gençlik Rehberinden dolayı müvekkilimi mahkûm edemezsiniz!..
    Muhterem, asîl ve Müslüman Türk hâkimleri! Pek iyi bilirsi-
    sh: » (T: 635)
    niz ki, hakikî irşad âlimleri Enbiyanın vârisleridir. Bu mübarek zatlar da kendilerine miras kalan va'z u nasihatı, Kur'ân-ı Mübînin emirlerine göre yaymakla mükelleftirler. Vazifesini yaparken hiçbir ücret ve ivazın talibi değildirler. Vazifelerini fisebilillâh yaparlar. Ancak, Allah ve Resûlünün rızasına talibdirler. Son nefeslerine kadar bu mukaddes vazifeye devam ederler. Çünkü, bu vazife onlara Allah ve Resûlünün emanetidir. Müvekkilim, bu emaneti ehline tevdi ediyor diye nasıl tâkib ve tâzib edilir? Nasıl bu ihtiyar yaşında zayıf ve nahif bünyesi, inanamayacağı ağır bir teklif ile mükellef tutulur?
    - Gel zindana gir!
    Bu, en korkunç bir zulüm olur. Bu zulme mâni olmak vazifesi de sizlere emanet edilmiştir.
    Bütün fenalıkları, günahları, ahlâksızlığı, rezaleti, fesad ve fitneyi imha edecek nurdur...

    .............................. .............................. ...................................... .............................. .

    يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّهُ اِلاَّ
    اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

    Meali: "Onlar Allahın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise, -muhakkak- nurunu tamamlamak (tamamen parlatmak) istiyor.. kâfirler hoşlanmasalar da."
    Avukat
    ABDURRAHMAN ŞEREF LÂÇ
    Bu müdafaayı müteakib Üstad Said Nursî'ye başka bir diyeceği olup olmadığı mahkeme reisi tarafından sorulmuş, mumaileyh ayağa kalkarak:
    -Yalnız bir kelime söylemek için müsaadenizi rica ederim.
    -Buyurunuz.
    -Muhterem vekillerim benim şahsım hakkında söylemiş oldukları senakâr sözlere ben lâyık değilim. Ben, Kur'an ve iman hizmetinde çalışan âciz bir adamım. Başka bir diyeceğim yoktur.

    sh: » (T: 636)
    Beraet kararının tebliği:
    Bunun üzerine muhakeme hitam bulmuş; heyet-i hâkime müşavereden sonra ittifakla beraet kararını tebliğ etmiş ve bu karar mahkemede hazır bulunan üniversiteliler ve halk tarafından şiddetle alkışlanmıştır. Savcılık tarafından temyiz edilmediği için karar kesinleşmiştir.
    * * *

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    Üstadın Müdafaası:
    Çok uzun süren mazlumane, maceralı hayatıma dair gayet kısa maruzatta bulunacağım. Lütfen dinlemenizi rica ederim.
    Mahkeme, Üstadın müdafaasını serbest ve rahatça yapmasına meydan verdi. Üstad da geniş ve ferahlı bir müdafaa yaptı.

    sh: » (T: 626)
    -Muhterem hâkimler, yirmi sekiz sene emsalsiz ihanetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere maruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esası birkaç noktaya dayanır:
    1- En birinci ithamları, beni rejim aleyhdarı olarak telâkki etmeleridir. Malûmdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes'ul olmaz. Bu hukukî bir mütearifedir.
    Dininde çok mutaassıb ve cebbar bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur'an ile reddettikleri halde, İngiliz mahkemeleri, şimdiye kadar onlara o cihetten ilişmedi.
    Burada ve bütün İslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudiler, Nasraniler tâbi oldukları memleketin dinine, kudsî rejimine, muhalif, zıd ve muteriz bulundukları halde, o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmediler.
    Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanında, âdi bir hristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o hıristiyan, İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhalif iken, mahkemede, onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki, adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki; komünist olmayan Şarkta, Garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hâkimdir.
    Ben de din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine güvenerek yüzlerce Âyât-ı Kur'aniyeye istinaden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdada, lâiklik maskesi altında dine ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhalefet etmiş isem kanunlar haricine mi çıkmış oldum?
    Bu hilaf-ı hakikat bir hareket sayılabilir mi? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhalefet hiç bir hükumette suç sayılmaz, bilâkis muhalefet meşru ve samimî bir muvazene-i adalet unsurudur.
    2- Bana zulüm ve cefayı reva gören Devr-i Sabıkın yaptığı is-

    sh: » (T: 627)
    nadların ikincisi, emniyet ve asayişi ihlâldir. Bu vehim ve hayal ile, bu düzme isnad ile yirmisekiz sene bana ceza çektirdiler. Memleket memleket, mahkeme mahkeme süründürdüler. Zindandan zindana attılar. Kimse ile görüştürmediler. Tecrid ettiler; zehirlediler, türlü türlü hakaretlerde bulundular.
    Biz ki beşyüz bin fedakâr Nur talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve âsayişin fahrî mânevî muhafızlarıyız; bize böyle bir isnadda bulunmaları günahların en büyüğüdür. Onlar bize o kadar zâlimane ihanetlerde bulundukları halde; biz asla hislerimize kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve âsayişi temin yolunda, îman ve Kur'âna hizmet yolunda, gafletle anarşiye sapanları düştükleri fevza gayyasından kurtarmak yolunda çalışmaktan bir an hâli kalmadık.
    Muhterem hâkimler, şunu kat'î olarak arzederim ki, bu delilsiz bir iddia değildir. Bizim zulüm ve menfa sahamız olan altı vilâyetin altı mahkemesi, uzun ve ince tedkikler neticesinde, emniyet ve âsayişi ihlâl yolunda hiçbir vukuat kaydetmemiştir. Bu hareketimiz isbat eder ki, Nur mekteb-i irfanının talebeleri kalbler üzerinde işler, emniyet ve asayişin bekçisini kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim îman derslerimiz anarşiye karşıdır, bozgunculuğa karşıdır, farmasonlara ve komünistlere karşıdır. Memleketin bütün zabıta dairelerinden sorulsun, beşyüz bin Nur irfan mektebi talebesinden birinin olsun nizam ve intizama aykırı bir vukuatı var mıdır? Yoktur. Elbette yoktur. Çünki hepsinin kalbinde nizam ve intizamın en sağlam muhafızı olan îman bekçisi vardır.
    Sebilürreşad'ın 116 ncı nüshasında "Hakikat konuşuyor" başlıklı makalemde bu hakikatleri uzun uzadıya izah ettim. Bütün dünyasını, hattâ icabederse hayatını, hattâ âhiretini dinine feda ettiği, bütün hayatı şehadet eden, otuzbeş seneden beri siyaseti terkeden, müteaddid mahkemelerin o kadar incelemelerine rağmen bu yolda bir delil bulunamayan, sekseni aşmış, kabir kapısına gelmiş, dünya metaından hiçbir nesneye mâlik olmamış ve ehemmiyet vermemiş bir adam hakkında "Dini, siyasete âlet ediyor" diyen, yerden göğe kadar, gökten yere kadar haksız ve insafsızdır.

    sh: » (T: 628)
    Biz Nur mekteb-i irfanı şâkirdlerinin Kur'ân-ı Hakîmden aldığımız hakikat dersi şudur ki: Evde, yahut bir gemide, bir mâsum, on câni bulunsa, Adalet-i Kur'âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı menettiği halde; on mâsumu bir tek câni yüzünden mahv için, o hâne, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Bu sebeble âsayişi ihlâl yolunda yüzde on câni yüzünden doksan masumun hayatını tehlikeye ve zarara sokmayı adalet-i İlâhîye ve hakikat-ı Kur'âniye şiddetle menettiği için biz bütün kuvvetimizle bu ders-i Kur'âniyeye ittibaen âsayişi muhafazaya kendimizi dînen mecbur biliriz.
    İşte bizi böyle haksız isnadlarla itham eden Devr-i Sabıktaki gizli düşmanlarımız şübhe yok ki, ya siyaseti dinsizliğe âlet etmek istediler, yahut bilerek, bilmeyerek bozuk ideolojileri memleketimize yerleştirmek gayretine düştüler. Görülüyor ki, nizam ve intizamı bozan, maddî, mânevî memleketin emniyet ve âsayişini ihlâl eden bizler değil, asıl onlardı. Hakikî bir Müslüman, samimî bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda "Ye'cüc" ve "Me'cüc" komitesi olduğuna Kur'ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.
    İşte muhterem hâkimler, yirmisekiz sene bana ve talebelerime böyle eza ve cefada bulundular. Ve mahkemelerde savcılar bize hakaretlerde bulunmaktan çekinmediler. Biz, bunların hepsine tahammül ettik. İman ve Kur'ân'a hizmet yolunda devam ettik. Ve Devr-i Sabık ricalinin bütün o zulüm ve cefalarını affettik. Çünkü onlar müstehak oldukları âkibete uğradılar. Biz de, hak ve hürriyetimize kavuştuk. Sizler gibi âdil ve imanlı hâkimler huzurunda söz söylemek fırsatını Allah bize bahşettiğinden dolayı şükrederiz. Hâzâ min fadlırabbî.
    SAİD NURSÎ
    * * *

    sh: » (T: 629)
    Avukat Mihri Helâv'ın Müdafaasından Parçalar:
    Risale-i Nur müellifi, bütün müellif ve muharrirlerin en mütevaziidir. Şöhret ve tekebbürün en büyük düşmanıdır. Bütün dünya metaına arka çevirmiştir. Ne mal, ne şöhret, ne nüfuz... Bunların hiçbirisi onun pâyine ulaşamamıştır ve ulaşamaz. Gandi bile onun kadar dünyadan elini çekememiştir. Günde elli gram ekmekle ve bir çanak çorba ile tegaddi eden bu büyük adam, yaşıyorsa ancak Kur'ân ve imana hizmet için yaşıyor. Başka hiç, hiçbir şeyin, onun nazarında kıymet ve ehemmiyeti yoktur. Böyle iken, eserinin medh ü sitayişinde bulundu diye onu suçlandırmağa çalışmak, 163 üncü maddenin cürüm ağına sokmağa uğraşmak; hak ve adaletle, insafla, ilimle, insanî düşünce ile, hukuk fikriyle, mantıkla, akıl ve fikirle kabil-i telif midir? Burası yüksek mahkemenin takdirine aittir.
    .............................. .............................. .............................. .............................. .........
    Hükûmete muhalefet bahsi hakkında da birkaç söz söyleyerek mâruzatımı neticelendirmek isterim. Karşınızda kemal-i saffet ve samimiyetle âdilâne kararlarınıza intizar eden bu asırdîde zat, ömründe hiçbir defa hilâf-ı hakikat beyanda bulunmağa tenezzül etmiş bir adam değildir. İlk celse-i muhakemede, bugünkü hükûmetten memnun olduğunu ve muvaffakıyetine dua ettiğini, onun beğenmediği ve tenkid ettiği hükûmet, eski hükûmetler olduğunu alenen söylemiştir. Filhakika, müvekkilim, bütün milletle beraber istibdada karşı mücadele etmiş, hürriyet ve demokrasinin tesisine çalışmış ve bu hususta husule gelen muvaffakıyetten dolayı da memnun olmuştur. Risale-i Nur'un gayesi de içtimaî nizam ve intizamı kalblere yerleştirmektir. Siyasî rical, siyasî sahada nizam-ı içtimaîyi, milletin hak ve hürriyetlerini temine çalıştıkları gibi, Risale-i Nur müellifi de mânevî sahada, kalblerde bunları yerleştirmeye çalışıyor. Gayeler müşterektir. Bir mekteb-i irfan olan Risale-i Nur'un müellifi ve şâkirdleri âsayişin, millet-i İslamın huzur ve intizamının fahrî ve mânevi bekçileridir. Mânevi sahada, kalblerde ve dimağlarda anarşinin, bozgunculuğun kalkmasına çalışmaktadırlar. Kemal-i samimiyetle, hiçbir ivaz ve garaz olmaksızın, hiçbir karşılık beklemeksizin, yalnız Allah rızası için, millet ve memleketin menfaati için çalışmaktadırlar. Bunu yapmak bir cürüm ve cinayet değil, millet ve memlekete bir

    sh: » (T: 630)
    hizmettir. Muahâzeye değil, takdire lâyıktır. Beraetini istemek hakkımızdır. Karar yüksek mahkemenindir.
    * * *
    Avukat Seniyyüddin Başak'ın Müdafaası:
    Müteakiben, müellifin diğer vekili olan avukat Seniyyüddin Başak kalkmış, kısa birkaç söz söylemiştir:
    -Artık mesele aydınlanmış, hakikat Güneş gibi tezahür etmiştir. Yüksek Mahkeme her şeye vâkıf olmuştur. Benim buna ilâve edecek bir sözüm yoktur. Böyle kıymetli, faziletli, millet ve memleket için cansiperane ve hiçbir ivaz ve bedel mukabili olmayarak fisebilillâh çalışan zevatı buralara getiren, cinayet sandalyalarına oturtan zihniyet hakkında bazı mütalâada bulunmak isterdim; fakat onun yeri burası değildir. Bunun için ayrıca bir eser yazmak icabeder. Çünkü bu zihniyetle mücadele herkes için bir vazifedir. Yüksek mahkemenin yüksek vicdanı beni müdafaadan müstağni kılacak derecede itmi'nanbahştır. Müvekkilimin beraetini istemekle şeref duyarım.
    * * *

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    İstanbul Mahkemesi
    Bazı üniversiteli gençler, gençliğin îman ve ahlâkına hizmet maksadıyla "Gençlik Rehberi" ni İstanbulda bastırdılar. Bunun üzerine, müddeiumumilik tarafından, 163 üncü maddeye istina-

    sh: » (T: 623)
    den eser, lâikliğe aykırı olarak, devletin temel nizamlarını dinî esaslara uydurmak maksadıyla yazıldığı, propaganda ve telkin mahiyetinde olduğu iddiasıyla, Üstad, İstanbul Birinci Ağır Ceza Mahkemesine sevkolunmuştu.
    22/Ocak/1952 muhakeme günü olmak itibariyle, Bediüzzaman Said Nursî, Ispartadan İstanbul'a gelerek mahkemede hazır bulunmuştu. Üstadın talebeleri genç üniversiteliler, mahkeme salonunu doldurmuşlardı. Koridorlarda büyük bir kalabalık göze çarpıyordu. Evvelâ iddianame ve ehl-i vukuf raporu okunmuş, Üstadın isticvabı yapılmıştı. Ehl-i vukuf raporunda: "Müellifin bu eserde din düşüncesini yaymaya çalıştığı; gençlere rehber olacak fikirler serdeylediği, müellifin tesettür tarafdarı olduğu; kadınların yarım çıplak ve açık bacakla dolaşmalarının İslâmiyete aykırı ve kadının fıtratına zıd olduğunu beyan ettiği; kadını güzelleştiren şeyin, terbiye-i İslâmiye dairesinde âdâb-ı Kur'aniye zîneti olduğunu söylediği, dinî tedrisat tarafdarı olduğu; binaenaleyh devletin temel nizamlarını dinî esaslara uydurmak istediği..." uzun uzadıya izah edilmiştir.
    Bediüzzaman Said Nursînin müdafaasını İstanbul Avukatlarından Seniyyüddin Başak, Mihri Helâv ve Abdurrahman Şeref Lâç deruhde etmişlerdir.
    Okunan iddianame ve rapor üzerine, Üstad Said Nursî, cevaben:
    Otuzbeş senelik hayatını misâl göstererek, siyasetle, dünyevî ve menfî cereyanlarla alâkadar olmadığını; kendisini meşgul eden ve nazarını çeken tek şey, hakaik-i îmaniye ve hizmet-i Kur'aniye olduğunu, bütün kuvvetiyle îmanı kurtarmak davâsında gittiğini bildirir; müteaddid mahkemelerin beraet ve iade kararlarını zikreder. "Gençlik Rehberi" adlı eserinin üniversiteli gençler tarafından bastırılmasının büyük bir memnuniyeti mucib olması lâzım geldiğini; içinde bulunduğumuz asrın menfî cereyanlarına, bilhassa içtimaî bünyemizi sarsan ahlâksızlık ve îmansızlık salgınına karşı, Gençlik Rehberi gibi Risale-i Nurun bütün eczalarının külliyetle intişarının, gençliğe ve masum evlâdlara ve kadınlara umumen okutturulmasının, vatan-millet saadeti nokta-i nazarından gayet elzem olduğunu beliğ bir surette ifade etmiş; mezkûr gayeler için, kendi haberi olmadan genç üniversitelilerin tab'eylediğini beyan etmiştir.

    sh: » (T: 624)
    Mahkeme 19/Şubat/1952 gününe talik edilmiştir.
    İkinci mahkeme gününde, Risale-i Nur Külliyatından çok istifade eden bir çok üniversite talebeleri ve ehl-i irfandan müteşekkil büyük bir kalabalık mahkemeyi dinlemek üzere erkenden koridorları doldurmuşlardı. Üstad, alkışlarla, üniversiteli Nur Talebelerinin kolları arasında mahkeme salonuna girdi; maznun sandalyesine oturdu. Avukatlar da geldiler, yerlerini aldılar. Mahkeme salonunda müdhiş bir izdiham vardı. Binlerce kişi mahkemeyi dinlemek üzere salona girmek istiyor, kalabalık, dalgalar halinde kapılardan taşıyordu. Bu hâdisenin zâhiri heybet ve ihtişamının aksettirdiği mâna, daha muazzam ve daha haşmetli idi. İslâmiyet nurunun mücessem bir timsâl-i müşahhası olan Said Nursî'ye, dinî kültürden mahrum olarak yetiştirilen gençlik, tazim ederek minnetdarlığını ifade ediyordu. Güya lisan-ı halleriyle: "Ey yirminci asrın zulümatını Kur'anın nuruyla yaran, ehl-i İslâma nurlu ve beşaretli ufuklar gösteren, insanlığı, fıtratına münasib yüksek ve ebedi saadete davet eden büyük mücahid! İnsanlığa, bahusus bu vatan evlâdlarına yaptığın büyük hizmeti, bizler, şükranla karşılıyoruz. Ve istikbal dahi seni takdirle yâdedecektir. Sen mânen ölüme yüz tutan bir nesli, maneviyat âb-ı hayatına kavuşturan bir hekim olarak çok kıymetdar ve yüksek bir hizmet ifâ ettin. Yokluğa, ebedî şekavete atılmak istenen bir milleti ve gelecek nesillerini, Kur'anın nuriyle ebedî saadete ulaştırmaya ve Allaha kavuşturmaya çalıştığını ve hayatını bu uğurda feda ettiğini biliyoruz.
    İmanlı nesiller seni takib edecektir;
    Yıllarca, asırlarca peşinden gidecektir.
    diyorlar.
    Salondaki kalabalığın fazla olmasından, mahkemenin devamına imkân kalmamıştı. İntizamı temine tahsis edilen polisler, halkın tehacümüne mâni olamıyordu. Nihayet mahkeme reisinin halka hitaben:

    -Hoca Efendiyi seviyorsanız biraz meydan veriniz ki, mahkemeye devam edebilelim; demesi üzerine, halk çekilmeye başladı. Bu suretle, mahkemenin devamına imkân hasıl oldu.
    Gençlik Rehberi'ni basan matbaacı, ve sonra polisler dinlendi. Daha sonra Üstad, ehl-i vukuf raporuna karşı itiraz eyledi. İkin-

    sh: » (T: 625)
    di namazı vakti geçmek üzere olduğundan, Üstad namaz kılmak üzere müsaade istedi. Mahkeme Reisi, Üstadın bu ricasını kabul ederek muhakemeye nihayet verdi.

    Üstad, genç üniversitelilerin ve kendisini candan seven talebelerinin kolları arasında koridorlardan geçerken, binlerce halk tarafından alkışlanıyor, kendisi de iki eliyle sevgili talebelerini selâmlıyordu. Adliye binasının önünde üç-dört bin kişi toplanmış; Üstadı görmek üzere bekliyorlardı. Üstad, binlerce halkın alkış tufanı arasında merdivenlerden indi. Bu arada heyecandan ağlayanlar da vardı. Bu izdiham arasında yaya yürümek kabil olmadığı için, Nur Talebeleri tarafından Üstad bir otomobile bindirilerek Sultanahmed Camiine gidilmiş ve cemaatle namaz kılınarak ikametgâhına götürülmüştü.
    * * *
    Üstad 5 Mart 1952, son mahkeme günü, yine genç mekteblilerle halk tabakalarından müteşekkil binlerce kendisini sevenlerin arasında mahkeme salonuna girdi. Mahkeme salonundaki izdihamın geçen defaki gibi mahkemenin devamına mani olacak dereceye varmaması için, müteaddid polis müfrezeleri Adliye binasının merdivenlerini ve koridorları muhafaza altına almışlar, geçitleri kapamışlardı. Bununla beraber, mahkeme salonu kapılara kadar hıncahınç dolmuştu.
    Mahkeme başladı. Şahid olarak Gençlik Rehberini bastıran üniversite talebesi dinlendi. İfadesinde: Şark ve Garbın eserlerini okuduğunu, sonra Risale-i Nur eline geçtiğini; bu eserlerden aklı, fikri, ruhu ve kalbi son derece müstefid bulunduğunu, irade ve ahlâkı üzerinde mühim tesirler yaptığını; Gençlik Rehberinin, gençlerin îman ve ahlâkını temin ve muhafaza yolunda büyük tesiri olması dolayısıyla, bir hizmet-i vataniyye yapmak emeliyle bastırdığını, suç mahiyetini haiz bir şey görmediğini söylemiştir.

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    Ankarada Nurları Neşretmek Nimet-i Uzmasına Nail Olmuş Büyük Bir Âlim Ve Ehl-i Kalb Bir Zatın Üstada Yazdığı Bir Mektubdur.
    Sahibül-ihlâs vennur velkemal velirşad mücahid-i ekber Bediüzzaman Hazretleri!
    sh: » (T: 620)
    Meydan-ı ibtilâ ve imtihana Lillâh ve Fillâh için atıldığınız andan bu ana kadar hukukullah ve hukuk-u ibadı müdafaa ve muhafazasına leyl ü nehar, Hak ve halk huzurunda, zâtınıza has kudret-i ilmiyye ve kemaliyye ve nuriyye ve irşadiyyelerinizle fevkalâde ağır şerait dairesinde lâyenkatı' denecek derece sa'y ü gayret ve himmetle çalıştığınıza, Melek, Felek, Arş, Kürsî, Levh, Kalem, Arz, Semavat, Âlem-i Kevn, ins ve cin, ve hariçteki ehl-i insan ve İslâm ve bu abd-i âciz "Eşhedü billâh ilâ âhirid-devran" Şâhid-i dâimî ve ebedîyiz.
    Sâhibünnur olan Bediüzzamanımız! Zât-ı nuraniyelerinizin, abd-i âciz, can ve gönülden dostunuzum. Bu dostluğum, gelip geçici, zevale mahkûm dostluklardan değildir. Âlem-i mânâda, bezm-i ezel-i elestüdeki fıtrat-ı zâtiyelerimizden müntakil dostluk olduğu gibi, âlem-i şuhudumuzda bir yarım asra tekarrüb buyuran etvar ve ekval ve harekât ve sekenatınızdan ve bu müddet zarfında devr-i istibdad ve meşrutiyet ve cumhuriyette birbirinden beter iptilâ ve imtihan ve çilelerinizden; ve tevarih-i muhtelifede âzamî ağır şerait dairesinde Dîvan-ı Harb ve sâir muhâkemelerinizden; ve meydan-ı gazalarda harb ve darbler ve meydan-ı ilimde akran ve emsalinize faik mübahesat ve münakaşat-ı ilmiyye, ve intişar buyuran âsâr-ı celile ve cemilelerinizden; ihlâsa makrun â'mâl-i sâliha ve efkâr-ı nuriyelerinizden; cihad-ı asgar ve ekberlerinizin seyr ü temaşa ve tilâvetinden aldığım ders-i ibret ve hikmetler, zât-ı ekmelinize olan kadim dostluğumu her an arttırdı, son derece tarsin ve tahkim buyurdu; aşka, vecde getirdi. Bu aşk ve şevk ile, Sultan Hamid zamanından beri zâtınızın ve Nur Talebelerinizin hukuk-u umumiyye ve hususiyyelerinizin hasbeten lillâh müdafaa ve muhafaza ve himayesi için, yakından uzaktan karınca kudretince, dostluk vecibelerini mânen-maddeten îfada kusur etmemeğe âzamî çalıştım, çalışıyorum ve çalışacağım. Bu halime Hak ve halk ve Nur talebelerinizin bir kısm-ı mühimmi âgâhdırlar.
    İnşâallah, avn-i Hak ve imdad-ı Muhammediyye ile ve cihad-ı asgar ve ekberdeki fi zamanina bî-misal aşk-ı ihlâsiyelerinizle, kariben hak galib, batıl mağlûb olur. Âlem-i insaniyet İslâmiyete inkılâb ve medeniyet-i Muhammediyye bütün şa'şaasıyla tulû buyurur; ins ve cin, melek ve felek hep birlikte iyd-i ekber eyleriz. Hassaten, bu cihanşümul bayramımızı doya doya ve kana

    sh: » (T: 621)
    kana kemal-i sıhhat ve âfiyetle seyr ü temâşalarınızı, rahmet-i İlâhiyyeden maa-âile duada berdevamız. Cenab-ı Hak, dergâh-ı Ulûhiyetinde dualarımızı Habib-i Kibriya hürmetine müstecab buyursun! Âmîn! Sümme âmin!
    Pek mübarek kalbî, ruhî, sırrî dostum! Bilmem, abd-i âcizi hatırladınız mı? Her ihtimale karşı hatırlatayım: Yurdun her tarafında mücahede-i milliyye devam ederken zât-ı hâkimanelerine, Ankarada mücahede-i milliyeye birlikte devamı mutazammın, muhtelif eşhastan onsekizi mütecaviz davetnâmeler geldiği zaman, bu davetlere icabet edip etmemek hususunda İstanbulda ikametgâhınızda beynimizde tekarrur eden günde buluşarak istişare buyurduğunuz alay müftülerinden dost-u kadîminiz Ankaralı Osman Nuri'yim. Son zamanlarda Millî Müdafaa Vekâleti Müftülüğüne tayin olundum. 25 seneye karib burada müftülük yaptım. Üç sene evvel tekaüd oldum. Şimdi Ankara'da evimde ikamet ediyorum. Zâtınıza ve ehl-i insan ve İslâma leyl ü nehar dua ile imrar-ı hayat eyliyorum. En büyük emelim ve arzum, ölmeden evvel, dünya gözüyle zatınızı görmek ve ziyaret etmek, hasbeten lillâh bir sohbetinizde bulunmaktır. Bunu can ü gönülden arzu eyliyorum.
    Azizlerin azizi azizim! Kemal-i tazimat ve tekrimatla zat-ı hakîmanelerinizi ve talebe-i nuriyelerinizi aşk ve şevk ile selamlar ve hatırlar, iki cihanda aziz olmalarını ve olmanızı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden tazarru ve niyaz eyleriz. Pek mübarek ellerinizden hasret ve iştiyakla takbil eyler, dua-yı ihlâsiyyelerini ve cevab-ı savablarınızı bekler, Allaha emanet eylerim, bizim bir tane Sahibinnur Velazm Velirade Velirşad Efendimiz Hazretleri.
    اَلْبَاقِى هُوَ اْلبَاقِى
    Yâr-ı gârınız,
    müntehâ-yı zirve-i hiçide
    biricik abd-i gübar
    OSMAN NURİ
    * * *


    sh: » (T: 622)
    ÜSTAD'IN EMİRDAÐINA GİDİŞİ
    Üstad Said Nursî, Afyon Hapsinden tahliye edildikten sonra, yanındaki, talebeleriyle beraber Emirdağ'a gitti. İki sene kadar Emirdağ'da kaldı. 1371 yılının Muharrem ayında Eskişehir'e geldi ve bir buçuk ay kadar Yıldız Otelinde ikamet etti. Üstadın bu gelişi manidar idi. 1950ye kadar nefyedildiği mahallerden, hiçbir yere çıkmamıştı, esasen çıkmasına müsaade edilmemişti. Çok zaman, yakın bir köye dahi gidemiyordu.
    Üstad, Eskişehir'de, müştak talebeleri ile görüşmüş, Risale-i Nurun yeni ve taze meyveleri olan genç Nur Talebeleri ile konuşmuş, bir derece hayat-ı içtimaiye ile alâkadar olmuştu. Orada her sınıf halktan talebeleri kesretle bulunduğu gibi, askerler içinde, bilhassa havacılardan pek çok Nur Talebeleri vardı. Bunların her birisi îmanlı ve yüksek ahlâk sahibi olup, şecaat-ı milliye-i İslâmiye ile serefirâz, ihlâslı, kalbleri muhabbet-i Nebeviye ve cihandeğer hizmet-i İslâmiye ve vataniye ile meşbu kimselerdi.
    * * *
    Bir müddet sonra, Üstad, Eskişehir'den Isparta'ya gitti ve yetmiş gün kadar orada kaldı. Bu sırada, İstanbul'daki faal talebeleri, "Gençlik Rehberi" ni tab'ettirmişler, bu yüzden Üstad aleyhine dava açılmış ve Üstad, mahkeme için İstanbul'a çağrılmıştı.
    Üstad Isparta ve İstanbul'da iken, "Nur Âleminin Bir Anahtarı" ismiyle neşredilen Tevhid hakkındaki bahisleri yazmış ve mektub olarak talebelerine göndermişti ki bu bahisler çok kıymetdar birer tevhid hazinesi hükmündedir.
    * * *

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    DEMOKRAT KARDEŞLERE TAVSİYE

    Diktatörler ve şefler idaresinde memleketin dinini, îmanını, canını, hayatını kasıp kavuran merhametsiz eski devrin farmason kullarının şu cançekişme devrinde Demokratlara tevcih ettikleri silâhların en tesirlisi, onu kendilerinden daha dinsiz göstermeğe çalışmalarıdır. Bir kısmı dindarlık perdesine bürünerek, Demokratların millete vâdettikleri din hürriyetini temin etmeyeceklerini propaganda ediyorlar. Bir kısmı da, irticaı himaye ediyor ithamıyla Demokratların din hürriyetine taraftarlık etmesini önlemeğe kendileri gibi Demokratları da dini, din müesseselerini tahrib etmeğe, din ehline karşı şiddet göstermeğe sevkediyorlar.
    Demokrat Partinin iktidarı ele alır almaz komünistlere karşı şiddetli davranması, diğer taraftan Ezan-ı Muhammedînin serbestisini temin etmesi, bu sebeble halkın muhabbetini kazanarak kendi kuvvetinden yirmi defa daha bir kuvvet elde etmesi Halkçıları müdhiş endişeye düşürdü.
    Eski devrin din ehline ve Kur'an ehli olan "Nurculara" karşı takib ettiği zalimane siyasetin onları bu hale düşürdüğünü Demokratlar idrak edecek bir seviyede oldukları için, onların pusularına düşmeyeceklerine itimadımız vardır.
    Eski devrin belli başlı şiarı malûmdur. Demokratlar, bekalarını temin etmek isterlerse, tamamıyla bu şiara karşı bir siyaset takib etmeleri icab eder; bir taraftan komünizme karşı şiddet, diğer taraftan dini ve din ehlini himaye. Açıkça ve mertçe bu yolda yürümek mecburiyetindedir. Bu hususta göstereceği, en ufak bir zaaf, yahut en ufak bir samimiyetsizlik onu Halkçıların çukuruna düşürür.
    Biz Nur Talebeleri, kat'iyyen siyasetle iştigal etmeyiz. Bizim yegâne emelimiz, memlekette din hürriyetinin hakikî surette temini, dine ve din ehline ve Kur'an ehli olan Nurculara karşı çeyrek asırdan beri devam eden zulüm ve tazyikin tamamiyle bertaraf olmasıdır. Demokrat kardeşlere tavsiye ederiz: Devr-i sabıkın şeytankârâne oyunlarına, hilelerine aldanmasınlar; onların düştükleri dalâlete düşmesinler. Milletin ruhunu ve iradesini onlar gibi istihfaf etmesinler. Komünizme ve dine karşı tuttukları doğru yolda azimle devam etsinler.
    Nur Talebeleri Namına
    SADIK, SUNGUR, ZİYA

    sh: » (T: 616)
    Bediüzzaman
    Bergson "Ahlâkla dinin iki kaynağı" adlı son kitablarından birisinde; bilhassa ahlâkın, bir insan cemiyetinde alçalmış vak'a derekesinden ulvî mefkûre seviyesine, ancak dindar ve temiz şahsiyetler sayesinde yükselebileceğini kaydeder.
    Bu görüş, insanlık ve Müslümanlık tarihinde sayısız örneklerle her zaman tahakkuk eylemiştir. Zaten psikoloji ilmine dayanan terbiye san'atı, -an'anevi yollarında- bu umdeye tutunduğu ve yeni bir istikamet verilecek nesilleri bu kabil örnek insanları taklide sevkettiği nisbette, bizden evvelki devirlerde, bizden çok mes'ud insanlar yetiştirmiştir.
    Bediüzzaman, hangi cemiyette ve hangi devirde yaşarsa yaşasın, işte bu işaret ettiğimiz örnek insan vasıflarını muhafaza eden temiz ve müstesna şahsiyetlerden birisidir. Türk Milletini mahvetmek için casus ellerle perde arkasında yetiştirilmiş ve Türk Milletini yalanla, dolanla her saniye aldatmayı kendine bir geçinme san'atı edinmiş bir sürü vatan haini ve millet düşmanı mahlûklar, bu temiz şahsiyetin yıllardan beri hayatını cendereye sokmuştur. Sorarız: (Fakat kime soracağız? Bu sorgudan da ne umacağız?) Bütün tarihimizde, her fırsatta, en korkunç ve amansız düşmanlığını isbat eden Fener Patrikleri muhteşem saraylarında saltanat sürerken; bu aziz toprağın asırlardan beri tapusunu -en az bin senelik bir mülkiyet hakkıyla- etinde ve kalbinde taşıyan Bediüzzaman, bu fesad ocağının bir kapıcısı kadar da mı yaşamak hakkından mahrum kalsın?
    Hangimiz, yaprakları arasında fikrî ve ruhî seyahatlere kalktığımız kitablarımızın ansızın mukaddes bilinen meskenimize tecavüz edilerek, odamızda baskına uğrayarak ellerimizden kapılıp gasbedilmesine tahammül edebiliriz? Böyle bir hareket -güya taklid edilen- çağdaş medenî cemiyetlerden en geri kalan İspanyada da vuku bulamaz, hele vukuundan sonra nâmütenahi asla tekerrür edemez.
    Biz, Bediüzzamanın ilim, ahlâk, fazilet ve edeb sıfatlariyle bezenen temiz ve yüksek şahsiyetine gösterilen ve hele son günlerde bütün bütün şiddetlenen kötü muamelelerden ve bu
    sh: » (T: 617)
    muameleleri ona reva görenlerden nefret ediyoruz. Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu, Türklerin bu kadar karanlık günlerinde onun feyzini bir sır gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle teselli buluyoruz. Gecelerimiz çok karardı ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.
    اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
    CEVDET SEZER
    * * *
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Çok Aziz, Çok Mübarek, Çok Müşfik, Çok Sevgili Üstadımız Hazretleri,
    Risale-i Nuru himmet ve dualarınızla, dikkat ve tefekkürle okudukça, bu muazzam eser külliyatının tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaf olduğunu, hâl ve istikbalin bir mürşid-i ekberi ve bir rehber-i a'zamı olduğunu, yine dua ve himmetinizle idrak ediyoruz. Evet Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nuru okuyan her idrak sahibi anlıyor ki; Risale-i Nur, gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp, tenvir ve irşad edecektir.
    Risale-i Nur, yalnız bu vatan ve millet için değil, Âlem-i İslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevab verecek bir külliyat olarak te'lif edilmiştir. Bugün, tarihte hiç görülmemiş bir fecaat ve felâket içerisinde çırpınan beşeriyet için, halâskâr olarak Risale-i Nura sarılmaktan ve ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nurun nurani ve parlak eczalarını elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktan başka bir kurtuluş çaresi yoktur. Risale-i Nuru okuyan herkes, bu hakikatı idrak etmiş ve etmektedir. Eğer biz muktedir olsak; bu hakikatı, kâinata nâzır bir mahalle çıkıp, bütün kâinata ilân edeceğiz. Fakat madem ki buna muvaffak olamıyoruz, ve mademki Risale-i Nurun cihanşümul kıymetini bu derece Üs-

    sh: » (T: 618)
    tadımızın himmetiyle idrak etmişiz; şu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât menbaı olan Risale-i Nuru, bir dakikamızı bile boş geçirmeden, mütemadi ve devamlı bir şekilde her gün ve her saat okuyacağız, ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışacağız İnşâallah. Fakat, her an bütün işlerimizde olduğu gibi, bunda da büyük Üstadımızın dua ve himmetiyle muvaffak olabileceğiz.
    Hem şu hakikat zâhir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nurun ve müellifinin talebesidir. Risale-i Nuru okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete düçar olur. Fakat, biz idrak ettiğimiz bu muazzam hakikat karşısında, beşeriyetin halâskârı ve milyarlarca insanların fevkinde olan bir memur-u Rabbaniye nasıl minnetdar ve medyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua ve himmetinizle idrak etmişiz ki; Kur'ân-ı Kerîmin bir mucize-i maneviyyesi olan harika Risale-i Nur Külliyatının bir satırından ettiğimiz istifadenin, bir mikdar-ı mukabilini dahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için ancak, Cenab-ı Hakka şöyle yalvarmağa karar verdik:
    "Ya Rab! Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp bâki ve sermedi bir âlemin saadetine nâil edecek bir hakaik hazinesinin anahtarını Risale-i Nur gibi nazirsiz bir eseriyle bahşeden sevgili ve müşfik Üstadımızı, zâlimlerin ve düşmanların su-i kasdlarından muhafaza eyle, Kur'an ve îman hizmetinde daima muvaffak eyle. Ona sıhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle!" diye dua ediyoruz.
    Evet Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nuru dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkiki ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmıyacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i îmaniyye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bediüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır.
    Bizim bu kanaatımız, safdilâne veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muarız olan dahi bu hakikatı kalben tasdik edecektir. Dua ve şefkat buyurun Kur'an ve îman hizmetinde fedâi olalım. Risale-i Nuru, bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım, yazalım, ihlas-ı tamme muvaffak olalım.
    Üniversite Nur Talebeleri Namına
    ABDÜLMUHSİN

    sh: » (T: 619)
    بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
    Çok Mübarek Üstadımız Hazretleri,
    Evvelâ: Geçenlerde alınan Nur eczalarının hepsi dağıldı; Nurun müştakları sürur içinde kaldılar. Nurdan kısmeti olanlar, birer birer çıkıp, ona koşuyorlar. Nur arayan sineler,مَنْ طَلَبَ وَ جَدَّ وَجَدَ hakikatınca buluyorlar. Bu sefer Ziya kardeşimizin getirdiği otuzdört aded Sözler kapışıldı. Asâ-yı Musalar Ankaraya ve Anadolu'nun muhtelif yerlerine dağılıyor.
    .............................. .............................. .............................. .............................. .........
    Risale-i Nurun perde arkasındaki parlaklığını görmiyenler dahi ona tarafdardırlar. Risale-i Nurun Medresetüz-zehrası Anadolu çapında ve Âlem-i İslâm ölçüsünde genişleyeceğini; Risale-i Nurdaki hakikatın yüksekliğinden ve dikkat ve tefekkürle okuyan müminlerin ve ehl-i ilmin arasında vücuda gelen sarsılmaz uhuvvet ve kardeşlikten anlıyoruz. Medresetüz-zehranın bu muazzam faaliyeti, zemin yüzünde bahar mevsiminde olan İlâhî ve muazzam neşir gibi sessiz, gürültüsüz, şa'şaasız, gösterişsiz ve mütevazi ve fakat muazzam bir şekilde cereyan etmektedir. Fıtraten acul olan insanoğlu, âlemde hâkim olan kanun-u İlâhîyi düşünmiyerek, her mes'elenin istediği vakitte hal olmasını istiyor; küçük dairelerdeki vazifelerini atlayıp, büyük dairelere sapıyor.
    Tohumları atılmış ve sünbül vaktine gelmiş olan Risale-i Nurun yetiştirdiği hakiki îmanlı zatlar, İnşâallah yakın zamanda Âlem-i İslâma birer nümune-i imtisal olup nur-u hidayeti göstereceklerdir.
    Ankara Üniversitesi Nur Talebeleri Namına
    ABDULLAH
    * * *
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  10. #10
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Tarihçe-i Hayat: Tahliller.

    BEDİÜZZAMAN SAİD NUR

    Büyük ve dâhî adamların beşiği olan Türkiye şimdiye kadar, ne kadar mebzul mücahidler, müceddidler ve bütün mânasiyle büyük insanlar görmüştür. Onların idrak ettikleri hayat şartları ve gördükleri itibar, buldukları ve mazhar oldukları hürmet, kadir ve kıymetlerine asla nâkise vermemekle beraber yürüdükleri hak yolunda muhakkak ki kendilerine büyük kolaylıklar temin etmiştir. Bu şartların mâkûs tecellisine ve zulmün en ağırına mâruz kaldığımız şu geçmiş yirmibeş yıl, bize ağır mücadele ve mücahedeler içinde yoğurulmuş, dâvâsının ve imanının azametinden ilham almış ve büyüklüğünü dünyanın en hücra köşelerine yaymış bir dâhî, bir nur ve fazilet timsali hediye etmiştir.
    Nur'u, birçok muzlim vicdanları aydınlatmış; kudreti, birçok zayıf imanlı insanlara cesaret vermiş, dehası, birçok nasibsiz insanların ruhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam, hiç şübhe yoktur ki, Said Nur Hazretleridir.
    Ondan fazilet ve fedakârlık dersi alan birçok yolunu şaşırmış insanlar kendilerini mes'ud ve aydınlık bir sahranın ortasında bulmuşlardır. Dehâsı ve celâdeti kadar îmanı da kuvvetli olan bu muhterem insan; yirmibeş yıllık istibdad ve zulme gözlerini kırpmadan göğüs geren ve onun korkunç işkence adaletsizliğine îmandan doğan bir cüretle karşı koyan tek şahsiyettir.
    Bütün Müslüman dünyası, bu kutbun câzibesinden kendisini kurtaramamıştır. Türkiye'nin ıssız ve tenha bir köşesinde doğan bu nur, ziyasını Pakistan'lara, Endonezya'lara kadar yaymış ve

    sh: » (T: 612)
    kendisiyle beraber milletimizin de şan ve şerefine hâleler eklemiştir.
    Ne yazıktır ki; bağrımızdan fışkırmış, bize şeref kazandırmış, kararmış gönüllerimizi aydınlatmış, dalâlet yoluna sapmış insanları hak yoluna getirmiş olan bu muhteşem ve mübarek insan, bizden hürmet yerine sadece tazyik ve zulüm görmüştür.
    Fakat o, bundan ne yılmış, ne de yolunu değiştirmiştir. Bilâkis, o daha iyi biliyor ki; mücadelesiz, fedakârlıksız, ızdırabsız hiçbir dâvâ kök tutamaz.
    Ne de olsa, ne kadar biz bu güneşin ışığını söndürmek istesek de onun nuru karanlık gönüllerde birer meş'ale gibi yanıyor ve bizi aydınlatıyor. Bu, büyük insanın hakkı ve dâvâsının meyvesidir. Ne mutlu kendisine!
    CEVAT RIFAT ATİLHAN
    * * *
    BEDİÜZZAMAN SAİD NUR
    Güzel Türk vatanının yetiştirip bütün beşeriyete örnek insan olarak hediye ettiği büyük dâhî, büyük mürşid ve muhteşem bir insanın ismidir. Doksan yılı dolduran hayatının her günü birer nur hâlesi, birer fazilet ışığı, bir azim ve îman halkası halinde Türk nesillerinin ruhlarına ve dimağlarına girmiş; ve bu nur, senelerle birçok karanlık ruhları aydınlatarak onları; doğru, güzel ve ışıklı yollara sevketmiştir.
    İlâhî bir zekânın remzi olan büyük Üstad Said Nur Hazretleri, Allahın müstesna bir lûtuf ve keremi olan muhteşem dehasını mü'min bir azim ve celâdetle bu aziz milletin hayrı, terakkisi ve yükselişi uğruna harcamış ve onun nuru Türk hududlarından taşarak komşu memleketlere, Pakistan ve Endonezya'ya kadar yayılmıştır.
    Bu nurun ışığı ve insanlara bahşettiği ahlâk ve fazilet şulelerinin tek bir kıymet ve takdir ölçüsünde toplanması mümkün değildir.

    Ondaki azim ve irade, ondaki yüksek kanaat ve üstün insan
    sh: » (T: 613)
    vasfı, hepimiz için örnek teşkil edecek kadar büyüktür.
    Yalnız biz değil, yalnız Müslümanlar değil, bütün insanlık bu büyük insanın şahsiyetinde asalet ve necabetin, ahlâk ve faziletin ve bilhassa yüksek îmanın bütün göz kamaştırıcı enmuzeclerini temaşa edebilir. Bütün Türk çocukları, vatanlarının bu kadar İlâhî bir zekâya, bu kadar muhteşem bir şahsiyete, bu kadar temiz bir insana beşik vazifesi gördüğüne iftihar edebilirler.
    Evvelki gün onun bir mahkemesi vardı. Bu mahkemeden iki şey öğrendik: Biri, asil ve genç Türk neslinin fazilet ve ulüvv-ü ahlâka, yüksek inanç ve iradeye olan derin saygısı ve yüksek alâkası...
    Diğeri de, lükslerini, zenginliklerini, rütbe ve mevkilerini ve bugünkü fâni ve sefil varlıklarını Türk milletinin sefalet ve geriliğinde arayan ve zehirli ilhamlarını ve direktiflerini ve kuvvetlerini milletlerarası gizli, devirici ve bozguncu Türk düşmanlarından alan bir soysuzlar ve nesebleri belirsiz insanların takındığı tavır.
    Binlerce münevver Türk gencinin teşkil ettiği büyük topluluktan bir mikdar irkilerek zehirli, mel'ûn ve müfsid kalemlerini korkak ve titrek dahi olsa sinsi sinsi aleyhte kullanan ve artık modası geçmiş olan palavralarla bu kıymeti küçümsemek isteyen gürûh.
    Şöyle bir mukayese yapabiliriz: Üstad-ı Azamla (hâşâ mason üstadı değil), muasır olan büyük adam ve Hindistan'ın kurtuluş rehberi Mahatma Gandi. Biri, İngiliz ceberutuna, İngiliz emperyalizmine ve onun korkunç istilâ ve istismarına baş kaldırmış ve yıllarca büyük dâvâsına hizmet ederek İngiltere'nin bütün haşmet ve kudretini, azîm iradesi önünde âciz ve meflûç bir hale getirmiştir. Bizim bu tipte yetiştirdiğimiz büyük insanın mücadele ve mesai hayatı ve şekli, birincisine çok benzemekle beraber; fazla olarak ona Cenab-ı Hakkın bahş buyurduğu Müslümanlık ve îman nuru da kendi ziyasını Güneş gibi İslâm iklimlerine ve diyardan diyara aşırıp götürmüştür.
    Arada sadece büyük ve şayan-ı esef bir fark vardır.
    Bu fark birincisine dörtyüz milyona yakın bir insan topluluğunun gösterdiği sarsılmaz inanç, hürmet ve bağlılık... Bizimkine karşı da -mahdud bile olsa- bazı asalet fukarası soysuzların açığa vuran istihfaf ve sinsi hücumları.
    Yarabbi! Neden bizi böyle her kıymet ve fazileti paçavraya dön-

    sh: » (T: 614)
    dürecek kadar pespâyeleştirdin? Biliyoruz, sana karşı günahımız çok ve büyüktür. Yeter yâ İlâhî, yeter bu sukut bize!
    CEVAT RIFAT ATİLHAN
    * * *

    Bediüzzaman kimdir?
    Bediüzzaman mâhud ve mühlik uçurumlarla dolu olan içtimaî seyrimizi, mânevî değerler bakımından bir nur-u îmanî ve ziya-yı irşadî ile taht-ı emniyete almağa çabalayan ve bu hususta bilmenin, kendi kendini idare etmek; bilmemenin, körü körüne idare olunmak hakikatına vücud vereceğini halk kitleleri arasında temessül ettiren insandır.
    Bediüzzaman, ahlâkî kıymetler ve millî hasletlerin pozitif ilimlerle müvazi olarak kat-ı mesafe edemediğini, bu mâna ve şekil müvacehesinde yetişen çöl kadar kuru ve boş ruhlarla bulanmış gençliğin, istikbalde milletimizin rü'yet ufkunda bir kara belâ olacağı hakikat-ı kat'îyesini gözlere sokan ve çare-i hâlâsı da gösteren kimsedir.
    Bediüzzaman, şark ve garb arasındaki azîm müfarakatın, şahsiyet mefhumunun daralma ve genişlemesinden neş'et ettiğini gören ve asrın maymun taklidçiliğine varan şahsiyetsizliği önünde şahsiyet mefhumunun İlâhî yüksekliğini gönüllerin mihrak noktasında sembolleştirmeğe tevessül eden âlimdir.
    Bediüzzaman, hür adamların, hür memleketinin İlâhî kuruluş felsefesini, akıllara ve gönüllere nakşeden din adamıdır.
    Bu necib millet Bediüzzaman gibi nefsindeki menfaat putunu deviren insanların hizmetine çok, ama çok muhtaçtır.
    Hukuk Fakültesinden
    ZİYA NUR
    * * *
    sh: » (T: 615)

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. Tarihçe-i Hayat: FİHRİST
    By MaHiR 01 in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.06.11, 04:21
  2. Tarihçe-i hayat -B-
    By Konyevi Nisa in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 17.02.11, 19:57
  3. Isparta hayatı tarihçe-i hayat
    By Konyevi Nisa in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 17.02.11, 19:54
  4. Bediüzzaman ve Risale-i Nur tarihçe-i hayat
    By Konyevi Nisa in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 17.02.11, 19:48
  5. Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat
    By Konyevi Nisa in forum Tarihçe-i Hayat
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 17.02.11, 19:46

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •