2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Iman hem nur, hem de kuvvet

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Iman hem nur, hem de kuvvet

    İMAN HEM NUR, HEM DE KUVVET

    ALPEREN GÜRBÜZER

    Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri; ''İman hem nurdur, hem de bir kuvvettir. İman insanı insan eder. İmanın dairesi kudsiyesine giren cihana bile meydan okur'' der. Bu ifadelerden etkilenmemek mümkün mü? Demek ki; iman hem kuvvet kaynağı hem de nur kaynağı. O kaynakla beslenen gönüller, gerektiğinde cihana bile meydan okuyabiliyormuş meğer.
    İnanan insanın bu dünyada fazla kaybedebileceği bir şey yoktur. Zaten kalbi imanla dolu olanlara çile dahi mutluluk verir. Onlar Allah'a giden yolda gül'ün yanında dikenin de dost olduğunun şuuruyla hareket ederler. Elbette ki ''Çilesiz ebedi saadet'' beklemek hayaldan öte bir şey. İmanlarını bütün zulümlere karşı siper edenlerin, gerçekte mutluluğa kavuştukları mekân olsa olsa öteki âlem olabilir ancak. Bu âlem imtihan için hazırlanmış. Bu imtihan salonunda, hakiki manada ter dökenlere ruz-ı mahşerde ''vuslat'' nasib olacak elbet.
    İmanın hakikatında fark yoktur. Sadece evsafında vardır. Lâkin zenginin evinde un çuval dolusu, fakirin ise kilo ile olur. Sonuçta bir çuval unla, 1 kg. un hammadde olarak aynı kalacaktır hep. O halde iman, bir bütündür diyebiliriz. Aynı zamanda iman bir güçtür. Dünyanın en gelişmiş silahlarına karşı kükremiş aslan misali coşan Şairin; “Enginlere sığmam taşarım” dediği ruhun adıdır iman.
    Demek ki imanın evsafını artırmak için, kulluk yapmak gerekir. Helal ve haramı bilip, ona göre davranmak başlıca görev olmalıdır. Sahabeden biri Hz. Ebubekir (r.anh.)'a:
    ''- Ya Ebubekir, kendime kabir yaptıracağım, ne dersiniz?''
    Sıddık-ı Ekber, şu cevabı verir:
    ''- Sen kendine kabir hazırlayacağına, kendini kabre hazırla.''
    Örnekde de görüldüğü gibi, gerçek hazırlık Allah'a ''abd'' olmaktan geçer. İnsan bu dünyada ne kadar mal, mülk, şan ve şeref sahibi olursa olsun, iman bileti yoksa bunların hiçbir anlamı yok, üstelik imandan yoksunluk kabir hayatıyla başlayan bir azabıda hızlandıracaktır. Zira dünyada iken her edinilen nakdi ya da ayni mülkün hakkı ve bir bedeli var. Azab kabirle bitmiyor, birde bunun kıyamet boyutu da var. Yani mizan terazisinin kurulduğu ruz-ı mahşer dediğimiz âlem de söz konusu. Yolculuğumuzun iyi geçmesi için, mutlaka iman bileti almamız gerekiyor. Çünkü İman insanı, hem bu dünyada hem de öte dünyada ''Sultan'' eden bir cevher. Ne mutlu o insanlara ki, bu dünyanın aldatıcı cazibesine kapılmadan, hatta imanlarından taviz vermeden vuslata sefer oldular. Onlar ki; imanlarında karar kılarak dünyanın gözü önünde şehadet şerbeti içip Şeb-i Arus'a koştular.
    Dava, nefse çeki düzen vermek, verdikten sonra da özümüzü arındırmaktır. Hangi hal üzere yaşıyorsak, o hal üzere öleceğimiz muhakkak. Ne ekiyorsak, onu biçeceğiz. Gavs-ı Bilvanisi (k.s)’nin dediği gibi öyle şahsiyetlerle oturup kalkmalı ki; sözü dimağımızı, özü kalbimizi, hali de bizi Allah'a kavuşturur olsun. Kendi kendimize ‘Nerede öyle insanlar’ demeyelim. Elbet bu dünyada kötüler varsa iyiler de vardır. Yeter ki arayıp, bulmaya çalışalım. Salih insanlar olduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Allah'ın hazinesi sonsuz, o halde dostları kıyamete kadar eksik kalmayacak demektir.
    Son Peygamber'in gelişiyle Peygamberlik yolu kapanmıştır. Ama evliya yolu kapanmamıştır ve devam edecekte. Gerçek manada evliyaûllah, Peygamber (s.a.v.)'in varisidirler. Onlar irşadlarıyla insanlığa nefes aldırmaktalar ve gerçek imanın lezzetini tattırmaktadırlar. Mürşid-i Kâmiller, her zaman insanlığa sevgi, merhamet ve sünneti seniyye ölçüsünü aşılamışlardır. Kin, nefret ve fenalıktan ayrı yol takip etmişlerdir. Hâce Ali Ramitani (k.s.); ''Her geceyi kadir bil, her kulu Hızır bil'' diyerek gönüllere su serpmiştir. Her insana Hızır gözüyle bakmakda ne zarar olabilir ki? Bilakis içlerinden biri Hızır çıkarsa faydası bile var. Çıkmazsa da zararı yoktur. Hüsnü zan içinde bulunmak, toplumda yumuşamayı sağlar. Bu yüzden Hasan-ı Basri (r.anh.); ''Benim zannımı Dicle kenarında bir anayla bir oğul düzeltti.'' der.
    Zira Hasan-ı Basri (r.a.) ırmak kenarında güle oynayan ana-oğul'u önce gayrı-meşru davranışlarda bulunduğunu sanmış, tam o sırada geçen bir sandalın devrilmesiyle güle oynamayı bırakan genç çocuk su yüzünde yürüyerek yardıma koşar ve onları kurtarır. O arada Hasan-ı Basri ile gözgöze gelir ve der ki:
    ''- Ya Hasan-ı Basri! Raks yaptığım sandığın kadın (Elini omuzuna koyup) merhametine sığındığım annemdi, elimde ki şarap sandığın şey ise bade idi...''
    Bu sözler tabiin ulularından Hasan-ı Basri'yi heyecanlandırıp zannını ''Hüsn-ü zana'' çevirmesine yetmişti bile. Hz. Ömer (r.a.); ''Bir insan başka insanın ayıbını görür veya ayıbını araştırırsa kendi ayıbını ortaya koyar'' buyurur. Onun için etrafa önyargılı bakmadan hüsn-ü zannımızı seferber etmek en doğrusu.
    Kur'an Muciz'ül Beyan'da, çoğu kere ''Ey iman edenler...'' hitabıyla uyarılırız. Allah (c.c.); ''Ey iman edenler! Allah'tan korkun, sadıklarla beraber olun'' (Tevbe 9/19) buyurarak insanlara çağrıda bulunur. Ayeti Celiler'le iman sahiplerinin kalbleri ve bütün azaları yankılanır. Sahabe içinde Kur'anın ayetlerini okuyup da bayılanlar, ağlayanlar, hatta günlerce ve aylarca kendine gelemeyenler olurmuş. Sahabenin hayatı incelendiğinde bu tür örneklere şahit olmak mümkün. Günümüzde de ayetleri başucumuzda dinlediğimiz halde kılımız dahi kıpırdamıyor. Hâşâ ayetlerin etkisi mi ortadan kalktı? Elbette ki hayır, ayet-i celile'nin nuraniyeti her devirde her zaman vardır ve var olacakta. O halde nedir içinde bulunduğumuz durum sorusu sorulduğunda verilecek cevap: Ayetlerin nuraniyeti ortadan kalkmadı, biz kulların idrak kapısının açık olmamasından dolayı kılımızın kıpırdamadığı gerçeğidir. Herkesin ayet-i celilelere yakınlığı ilâhi idrak anlayışı ölçüsüne göre değişir. Allah (c.c.) inşallah ilâhi idrak anlayışımızı ve imanımızın kemâlatını artırarak vesilelere yapışmamızı ihsan eyler! Bütün dava, özümüzü, sözümüzü ve kalbimizi arındırmaktır. Bu yüzden Hz. Züleyha; ''Allah'a itaatle köleler sultan olur, Allah'a isyanla sultanlar köle olur'' der.
    İnsan, itaatkâr kul ise cennetteki makamını, isyankâr ise cehennemdeki yerini görür. Said-i Nursi Hz.leri ''Cennet ihsan-ı ilahiyye, Cehennem adli ilahiyyedir'' diyerek buraya işaret etmişlerdir. Kul, iman ile öldüyse gök merdivenini görür. Hatta gök merdivenine inen çıkan meleklere vakıf olur. Resulûllah (s.a.v.); “Elbiselerin eskidiği gibi imanda kalbimizde eskir” (Taberani Mucan el- Kabirde rivayet etmiş). İmanî bilgilerimiz bizi Allah'a ibadete zorlar. İman, itaati gerektirir. Amel ve ibadetle her gün imanımızı yeniler, yeniden dirilişimiz gerçekleşir. İmanı kuvvetlendirmek iki şekilde olur:
    ''1- Tasfiyeyi kal
    2- Teskiyeyi nefs.''
    İmam-ı Gazali bu konuda; ''Herkesin nefis ilmini bilmesi, nefsini teskiye etmesi farzı ayındır'' diyerek kötülükleri tasfiye edip nefsimizi islaha teşvik etmektedir. İmanı kuvvetlendirmek için bu iki önemli unsura dikkat etmemiz lazımdır. Herkesin ahiret ilmi dediğimiz nefis terbiyesi eğitimini ifa etmesi lazımdır.
    İslamiyet dairesine girebilmek için iman bileti, sınıf geçmek için de ibadet ve amel taatta bulunması zorunludur. İman, Cehennemin yedi kapısını kapatır. Hatta İman’ın iki büyük görevi vardır:
    ''1- İlmi tevhid
    2- Ameli tevhid.''
    Malum, kalben tasdik ve dille ikrar ''İlmi tevhid''dir. İnsanın teoride pratiğe geçmesi, kısacası yaşaması ''Amel-i tevhid''dir. Amel-i tevhid-i gerçekleştirmek iki yolla olur:
    ''1- Güzel itikat
    2- Kalbi zikir yapmakla.''
    Görüldüğü üzre iman deyip geçemiyoruz. Uygulamaya koyulması yaşayışa dökülmesi söz konusu. Şeriat üç bölümdür:
    1- İtikad
    2- İbadet
    3- Ahlâk ve muamelet.
    İşte bu üçlü birarada insanı ''Sultan'' eder. Hz. Lokman oğlunu evvela iman'a davet etmiş, sonra da ahirete teşvik etmiştir. Demek ki, ilk evvela imandan başlamak, daha sonra da imanı kuvvetlendirecek yollara tevessül edilmeli. Hz. Lokman itikadi meseleleri beyandan sonra, ibadet kısmını da nasihat etmiş, daha sonra insanlardan yüz çevirmemeyi öğütlemiştir.
    Allah'a iman etmede akıl bir noktaya kadar yardımcı. Aklında giremeyeceği sahalar var. Zira akıl, beyin cihazının beş duyunun kaybettiği bilgilerle hükme (yargıya) varır. Akıl metafizik âlemi kavrayamaz onu ancak kalb sezer. Bu yüzden Kur'an doğrudan kalbe hitab eder: ''Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerini perdelemiş ve gözlerine perde indirmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır. (Bakara Suresi ayet 77) ''
    Kalbe ait en önemli hakikat ise önsezidir. Evet, akılla beyinde mevcut bulunan bilgiler yorumlanır. Kalb ise doğrudan bilgi üretir ki, buna ''duygu'' da denir. Gözyaşı bezinin salgı salması, kalbin önderliği ile olur. Dille ikrar, kalben tasdik imanın şartıdır. Beynin kompitür ekranına yazılmamış olanlarını hissetme sanatına ''önsezi'' veya gönül penceresi denir. Önsezi, beş duyuyu aşan bir olay olsa gerek. Nitekim Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azim bir azaptır (Bakara suresi ayet:17) ayetini Dr Haluk Nurbaki; Kalbin sol orikulası (Auriculus) üstünde Lafzai Celâl yazılıdır, dolayısıyla Allah’ü Teala; “Sanat şaheserim olan bu kalbe imza attım. Onu imanla ve sevgiyle doldurmazsanız mühürlerim” şeklinde yorumlamıştır. Hatta Rabbül Âlemin; Yere göğe sığmam Mü’min kulumun kalbine sığarım diyerek bu manaya işaret etmiştir.
    Bütün Peygamberler, imana davet etmiş, kâh inananlar olmuş, kâh inanmayanlar olmuş. Davete icabet edenler kurtulmuş, etmeyenler helak oldular. Hz. Peygamber'in amcası Ebu Leheb iman etmedi. Yine Hz. İbrahim'in babası Azer iman etmedi. Hakeza Hz. Lut'un karısı ve Hz. Nuh'un oğlu bu davete uymadılar. Anlaşılan yakınlık, akrabalık birşey ifade etmiyor. Yakınlıktan ve akrabalıktan çok daha kıymetli, paha ile ölçülemeyecek olan ''iman''dır. Peygamber amcası olmak, babası, oğlu veya karısı olmak güzel birşey. Ama davete icabet edilmediyse kurtuluşa vesile olamıyor. Kurtuluş, iman etmekle mümkün. Bediüzzaman Said-i Nursi'nin, ''İman kurtarmak zamanıdır'' sözleri, Seyda (k.s)'ın; ''Bu zamanda bir insanda bin insanın gücü olsa kurtulması mümkün değildir. Ancak Sâdâtın himmetiyle... '' ifadeleri iman çerçevesinde değerlendirilir. Resûlüllah (s.a.v.); ''Ahir zamanda iman kor ateş olacak, elde tutması zor olacak'' buyurması hep bu gerçeğe işarettir. Atsan imansız olacaksın, o halde elde tutmaya çalışacaksın! Gavs-ı Bilvanisi (k.s.); ''Biz her geleni tarikata alıyoruz. Aslında alınmaz. Ama zaman o zaman değil. Zaman artık imanı kurtarma zamanı olmuş. Eskiden insanlar bir şeyhe intisab etmek için eşeksırtında, yaya kilometrelerce binbir çile ve cefadan sonra şeyhe ulaşıp tarikata girmek için yol katederlermiş. İş burada bitmiyor, kul borcun var mı, kaza namazın var mı gibi sorularla imtihandan geçtikten sonra kabul edilirmiş. Şimdi biz aynısını yapsak tarikatte kimse kalmaz'' diyerek zamanımıza ışık tutmuştur.
    Allah'a iman etme noktasında, herşey O'nu gösteriyor. Said Nursi Hz.leri ''Dünyanın üç türlü yüzü vardır:
    1- Allahü Azimüşşan'ın esmay-ı ilahisine bakar
    2- Ahirete bakar
    3- Ehl-i dünyaya bakar'' beyan buyurarak dünyanın gerçek yüzünü ortaya koymuş. Hatta bu konuda İmam-ı Gazali de ''Huzuru, ilahide dünya bile Cehennem atılır'' diyerek nihai görünüşünü ortaya koymuştur. Bediüzzaman, bizlere şu değerli bilgileri sunuyor ve diyor ki:
    '' Üç şey Allah'u gösterir:
    1- Mevcudat, mahlûkat ve dünya,
    2- Peygamber,
    3- Kitab-ı Kerim.''
    Bir insanın bedeninde yüzaltmış tane Melaike-i Kiram vardır. Yedi adet Melaike, insanın gözünün korunmasında görevlidir. Salâvat-ı Şerife okunulduğunda da, alnının ortasında vazifeli bir melek hemen harekete geçerek gece-gündüz okunana salâvatları Resûlüllah'a ulaştırır. Dahası nice melekler vücudun azalarında görevlerini ifa etmekle vazifelidirler. Ateistler hep ''Biyogenezi'' yani canlı canlıdan çıkar tezini savunmuşlardır. Oysa her canlıyı temsil eden genetik şifrelere faaliyet veren emri ilahî vardır. Genetik şifreleri harekete geçiren vazifeli melek sözkonusu. Emir almayan genetik şifreler, bir anlamda cansızdırlar. Allah (c.c.); ''O ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır'' buyurarak hem ''Abiyogenez'' hem de ''Biyogenez'' gerçeğine işaret etmiştir. Ateistler hep görünürler dünyasında elle tutulur gözle görülür metaları ölçü almışlar, dahası subjektif değerlere kayıtsız kaldıkları gibi, ilmi metodlara da ters düşmüşlerdir. İlmi metoddan uzak kaldıkları için çoğu kere ideolojilerinin telkinlerini ilim sanmışlardır.
    Maturidiye imamları, ''Allah'a iman etmek yaratılış gereğidir. Herkes aklıyla Allah'ı bulabilir'' derler. Eşariye'ye göre de ''Sırf akıl ve fikir Allah'ı bilmede yetersizdir. İman din ile sabittir ve kavme Peygamber göndermek esas olur'' diye buyurmuşlardır. Eşariler; ''Zira biz bir kavme Resul göndermedikçe azap etmeyiz'' ayetini ölçü almışlar. Fakat Maturidiler azap etmeme durumunun anlaşılamayan din hükümlerinin yerine getirilmemesi haline ait olduğunu ileri sürüp Allah'ı bilmenin terki anlamına gelmez değerlendirmesini yapmışlardır. Netice itibarıyle Maturidiler ve Eşariler iman noktasında birleşirler. Ateistler ise imansızlık ilkesi etrafında etrafa korku ve dehşet saçmaktalar. Bu yüzden iman hem nur, hem kuvvet felah kaynağıdır diyoruz.
    Velhasıl; İman, herşeyimiz ve yarınımızı, ebedi saadete ulaştıran tek gönül silahı!

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Iman hem nur, hem de kuvvet

    Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri; ''İman hem nurdur, hem de bir kuvvettir. İman insanı insan eder. İmanın dairesi kudsiyesine giren cihana bile meydan okur'' der.

    Ellerin dert görmesin, emeğine sağlık. Allah c.c razı olsun ablacım.
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

Benzer Konular

  1. Hak ve Kuvvet Muvazenesi
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.06.09, 17:09
  2. Ey iman edenler, iman edin!”
    By SiLa in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 20.06.09, 22:41
  3. Din Hikmet ve Kuvvet
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.06.09, 09:05
  4. kuvvet ve hareket
    By SiLa in forum Fen Bilgisi Ödev
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.07.08, 16:23
  5. Kuvvet
    By BuRaK in forum Fizik ve Kimya
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.06.08, 10:15

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •