***
DIŞARDA
Points: 47.246, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 75,0%
Achievements


Bilgili olmak ve sofi olmak.
BİLGİLİ OLMAK VE SOFİ OLMAK
İmam Şafii (rahmetullahi aleyh) der ki;
“Fekihen ve sofiyen, fekün leyse vahida”.
Yani “Fakih olun, bilgili olun ve sofi olun, sakın bunlardan (sadece) biri olmayın!”
Tasavvuf ile bilgi bir arada olunca, insan kemale erer. Bunlar birbirinden ayrıldığında, nakıs insanlardan geçilmez olur. Tarih kitapları, buna örnek gösterilebilecek nice mahzurlu durumlarla doludur.
Sadece bilgi ile donanmış insanlarda görülen yanlışlar ve toplumların bu şahsiyetlerden çektikleri sıkıntılar, azımsanmayacak kadar çoktur. Aynı zamanda, sadece tasavvufi hayat ile yetinip bilgiyi önemsemeyen insanların yanlış hal ve davranışları, ibret vericidir. Biz sırasıyla, önce sadece bilgiyle yetinmenin sakıncalarını anlatacağız. Sonra da sadece sofi olarak kalmanın mahzurlarını, Seyda Muhammed Konyevi (ks) Hazretlerinin irfan sofrasından yapacağımız iktibasla aktaracağız.
Yaklaşık iki yüzyıldır, İslam âleminin dört bir tarafında, İslami ilimler tahsil edilmektedir. Bu ilim etkinliklerinin bir kısmı İslam âlemindeki mevcut devletlerin kontrolünde ve akademik bir çerçevede gerçekleşmektedir. Türkiye’deki İlahiyat Fakülteleri, Suriye’de Şam İslam Üniversitesi, Mısır’da El Ezher Üniversitesi ve Avrupa’da yeni yeni açılan bazı enstitüler gibi.
Bu merkezlerde güzel insanlar yetiştiği gibi maalesef çok sorunlu bilginler de yetişmiştir. Bu sorunlu insanlar hem bilgi bakımından eksik hem de irfani hayattan genelde çok uzak olmuşlardır. Konuşmalarıyla, değerlendirmeleriyle ve kılık kıyafetleriyle Resulullaha varis olmaktan ziyade Batılı aydın görüntüsü vermektedirler. Bu insanların yetiştirdiği talebeler veya tesir ettikleri toplum katmanlarında İslam’ın ahlak ve güzelliği, zerafet ve inceliği görülmemektedir. Hatta bu tip sözüm ona entelektüel şahsiyetlerin yoğun olduğu yerlerde, İslam, toplumun derinliklerine nüfus etmemektedir. Onlar, aynen Batılı aydınlar gibi toplumdan uzak durup sadece mantıkla fikir üretirler; fikir ve beyanlarının toplumda nasıl çalkalanmalara yol açacağını düşünmeden sorumsuzca konuşurlar.
Dinin, imanın ve amelin büyük bir tahrifata uğradığı bu zamanda, Müslümanları bu üç önemli meselede ihya edeceklerine, tam tersi ihtilaflı meselelerle gündemi işgal eder, tuhaf beyanlarda bulunurlar. Hatta dinin yenilenmeye ihtiyacı olduğunu savunur, kendilerince içtihatta bulunurlar.
Maalesef bu güruhun tesirinde kalan kitlelerde çok çabuk zuhur eden, dine dair çarpıklıklar görülmektedir. Bakın yetmiş sene önce merhum Mehmed Akif Ersoy (ra)ne demiş:
Bakın ne günlere kaldık: Ya beş, ya altı kopuk,
Yamaklarıyla beraber ki hepsi kılkuyruk,
Utanmadan çıkıyor, içtihada kalkışıyor!
Bu hâle karşı tahammül hakikaten pek zor.
Harîm i şer’i mübînin ahır değil... Oradan
Çekil de kendine bir sâha bul, behey nâdan!
Kilitli bir kapı var orta yerde anlasana:
Harem sarây ı şerîat değil dalan dalana.
Nasıl ki her kapının ayrı bir anahtarı var,
Onun da var. Bunu idrak eder birinci nazar.
Nedir mi? Anlatayım: Sizde olmayan irfan.
Biraz hayâ edin öyleyse şaklabanlıktan!
Kilitlidir kapı ümmiler için, amma
Kıyam ı haşre kadar içtihad eder “ulemâ”.
……………………………………………
……………………………………………
Ne içtihadı yapar, yoksa, bir alay zımmi,
Kadar nasîbe i fıkhîsi olmayan ümmi,
Kuzum, eşek nalı yapsan: Bir usta çingenenin,
Yanında uğraşacaksın, başında mengenenin.
Peki! Liyâkât i fıtrîsi âdemin sâde,
Kifâyet eylemiyorken bu en hasis işte,
Ya içtihada nasıl kalkıyor bu sersemler?
O içtihada ki: Dünya kadar ulûm ister!
İlim öğrenmek, her ne kadar kesin bir emir ise de ilim amelsiz olunca insanı kurtuluşa götürmez. Hatta ilim sahibinin kendisiyle beraber başkalarının da maazallah delaletine sebep olur. Öğrenilen bilgilerle amel edilmedikçe, ilmin insana bir faydası olmaz. Hatta bazen aksül amel olur ve zarar verir.
İmam-ı Gazâli (ra), kendisinden nasihat isteyen bir talebesine şöyle buyuruyor:
“İyi bil ki, amelsiz ilim, insanı kurtaramaz. Bunu sana bir misal ile anlatayım: Bir kimse, dağda bir aslana rastlasa, yanında tüfeği ve kılıcı bulunsa ve bunları kullanmasını iyi bilse ve ne kadar cesur olursa olsun, bu âletleri kullanmadıkça, aslandan kurtulabilir mi? İşte bunun gibi, bir kimse ne kadar ilim sahibi olursa olsun, bildiğine göre hareket etmezse, ilminin faydası olmaz.
Diğer bir misal, bir tabip hastalansa, hastalığını teşhis edip ilâcını da bilse ve bu ilaç hakikaten o hastalığa çok iyi gelse, ilâcı kullanmadıkça, yalnız bilgisinin onu iyi edemeyeceğini pekâlâ bilirsin. Bir insan ne kadar ilim edinse, ne kadar kitap okusa, bildiklerini yapmadıkça faydası olmaz.”
Hasanı Basri (ra):
“İstediğiniz kadar okuyun. Allaha yemin ederim ki amel etmedikçe size ecir yoktur. Ahmakların gayeleri rivayet, âlimlerin gayeleri ise dirayettir. Yani bildiklerine riayet etmektir.”
Şeri medreseler
Bazı ilim merkezleri de var ki daha çok Şer’i ilimlerde etkindir. Türkiye’de özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Osmanlı’dan kalan Şer’i medreseler gibi. Buna mukabil İran’ın Kum kentinde, Pakistan’ın Lahor ve İslamabat kentlerinde, Irak’ın Necef’inde ve bir nebzecik Kuzey Suriye’de varlığını sürdüren ilim merkezleri gibi...
Bu merkezlerde yüzyıllardır ilim ehli insanlar yetişir. Kimi coğrafyalarda bu medreseler tasavvuf ehli âlimler tarafından yönetilir. Buralarda hem İslami zahiri ilimler hem de tasavvufi düşünce işlenir. Bu medreselerde çok değerli zatlar yetişmiş, İslam’ın gerçek toplum önderleri olmuş ve kendi halklarına faydalı olmuşlardır: Mevlana Halid, Seyyid Taha Ennehri, Seyyid Sibğatullah el Arvasi, Şeyh Fethüllah el Verkanisi, Said Nursi, Esad Erbili gibi zatlar. Onlar bizim toplumumuzun gönül erleridir. İslam âleminin diğer coğrafyalarındaki Şeyh Ömer Muhtar, Şeyh Şamil, Şeyh Abdulkadir el Cezairi, Abdullah b. Yasin, Ahmet Ticani, Muhammed Sanman, Yemenli Ahmet b. İdris ve Hasan el Benna gibi şahsiyetler de onlar gibidir. Bu zatlar kendi toplumlarını çok ustaca incelemiş ve halkın seviyesine inerek halktan biri gibi İslam’ı tebliğ etmişlerdir. Onlar hem âlim hem de amil insanlardı. Allahü Teâlâ onların feyiz ve bereketleriyle ve üstün gayretleriyle nice manevi fütuhatlar nasib etmiştir.
İmamı Malik (ra) buyurmuşlardır ki:
“Kim ki bilgi sahibi olur da tasavvuftan uzak olursa, fıska düşebilir. Kim de mutasavvıf olur da şeriatı yaşamazsa zındık olabilir.”
Tasavvufsuz ilim tatsız meyvaya benzer
İlimsiz tasavvuf ise balsız kovana benzer
Bu ikisini cem eden âlim de hakikate ulaşır.
İslami Bilgiden Mahrum Tasavvufun Mahsurları
Ve Seyda der ki:
“Tasavvuf ehli birçok konuda manevi hastalığa yakalanırlar"
1- Bir grup kılık, kıyafet ve mantık ile gurura kapılanlardır. Bu gibi kimseler tefekkür ehli gibi başlarını eğerler, derinden nefes alırlar, kısık sesle konuşurlar.
Nefsle mücahede, murakabe, zahiri ve manevi olan günahlardan temizlenebilmek için kendilerini hiç yormazlar. Bu konuda hiç gayret göstermezler. Hâlbuki bu söylediğimiz şeyler tasavvuf merdivenlerinin ilk basamaklarıdır.
2- Bir gurup da marifet ilmini, hakkı müşahede ettiklerini, birçok makam ve hâlleri geçtiklerini, yekinlik makamına ulaştıklarını iddia ederler. Ancak bu kimseler, bu meseleleri isim ve söz olarak bilirler.
Avam insanlar bir tarafa; fakihlere, müfessirlere, hadis âlimlerine ve diğer âlimlere hor gözle bakarlar. Okumanın nerdeyse gereksiz olduğunu iddia ederler.
Bu gibi kimseler, hakikatte Allah-u Zülcelâl’ın yanında münafıklardan, gönül ehlinin nazarında ise cahil ahmaklardandırlar.
3- Diğer bir gurup da her şeyi mubah sayanlardır. Bu gibi kimseler, Allah-u Zülcelâl’ın emir ve nehiylerini bir kenara atarak, helal ve haramı birleştirmişlerdir. Bu gurubun bazıları derler ki:
“Allah-u Zülcelâl benim ibadetimden müstağnidir (ihtiyacı yoktur). Niçin nefsimi yoracağım ki?”
Bazıları da şöyle derler:
“Vücut azaları ile yapılan ibadetin kıymeti yoktur. Allah kalplere bakar. Bizim kalplerimiz Allah-u Zülcelâl’ın sevgisi ile tutuşmuş, ellerimizle dünyaya dalıyoruz ama, kalplerimiz daima Allah-u Zülcelâl’ın huzurundadır. Bizim şehvetlerle alakamız zahirendir, kalben değildir”.
Hâlbuki bütün bunlar, şeytanın aldatmalarıdır
4- Bir diğer grupta istismarcı ve sahtekârlardır. Bu kimseler, güzel huylu, tevazu sahibi ve müsamahakâr olduklarını iddia ederler. Sofilerin hizmetine koşarlar, ama bu davranışları baş olmak, servet sahibi olmak için bir tuzaktır.
Bunlar haram ve şüpheli yollardan mal toplar ve taraftarları çoğalsın, hizmetleri ve isimleri yayılsın diye, sofilere ve başkalarına harcarlar. Onları buna sevk eden sebep gösteriş ve riyadır.
Oysa insanın niyeti Allah için olmalı, dünya sevgisi ve şöhret olmamalıdır. Bu niyeti taşımayan kişilerin sonu çok tehlikelidir, neuzubillah.
Ey Rabbim! Beni her ne ceza ile cezalandırırsan cezalandır, yalnız utanma zilleti ile cezalandırma.(İmam Kuşeyri)
MUHAMMED Z. YILDIZ
Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
13.Asrın Müceddidi
BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ